Bilim Ve Teknoloji Dalları... - Havas Okulu
 

Go Back   Havas Okulu > Serbest Bölüm > Off Topic > Bilim ve Teknoloji

Acil işlemleriniz için instagram: @HavasOkulu
Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
  #1  
Alt 20.10.17, 11:32
 
Üyelik tarihi: 28.01.15
Bulunduğu yer: Erzurum
Mesajlar: 100
Etiketlendiği Mesaj: 21 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart Bilim Ve Teknoloji Dalları...

____A____




Arkeoloji
Astronomi
Antropoloji



____B____

Biyoloji

____C____

Coğrafya

____F____

Felsefe
Fizik


____G____

Genetik..

____H____

Hukuk

____İ____

İktisat..

____J____

Jeoloji

____K____

Kimya

____M____

Matematik
Meteoroloji
Mimarlık,
Metalurji..


____N____

Nükleer Enerji

____P____

Psikoloji

____S____

Sosyoloji

____T____

Tıp
Tarih


---------- Post added 20.10.17 at 11:33 ----------

Arkeoloji


Arkeoloji, insanların elinden çıkmış her türlü malzemeyi ve kalıntıyı araştıran bilim dalıdır. Yunanca archaios ve logia sözcüklerinden türetilen arkeoloji, zaten "geçmişin incelenmesi" anlamına gelir. Arkeoloji kendi içinde birçok farklı bilim dalını barındırmaktadır. Bunlar arasında tarihöncesi (prehistorya) arkeolojisi, klasik arkeoloji, protohistorya ve önasya arkeolojisi, mısır arkeolojisi, tevrat arkeolojisi, ortaçağ arkeolojisi sayılabilir. Arkeoloji, yazılı tarihten önce ve sonra yaşamış insanlara ilişkin bilgi edinme olanağı sağlaması açısından özellikle önemlidir. Bu bilim dalının uzmanları olan arkeologlar, alet, eşya ve yapı kalıntılarını inceleyerek, eski insanların nasıl yaşadıklarını anlayabilirler. Arkeologlar çalışmalarını çoğunlukla eskiden insanların yaşadığı varsayılan yerleşimleri gün yüzüne çıkararak yürütürler. Yıkılan bir kentin üstüne yenisi yapıldığından, eski kentler genellikle toprağın altında kalır ve üst üste kurulan yerleşmelerin mimari (özellikle ker***) yıkıntıları zamanla bir tepe oluşturur. Bu tür tepeler ülkemizde höyük, Yunanistan'da "Magula", Yakındoğu'da "Tell", İran'da "Teppe" olarak adlandırılır. Ülkemizdeki Alacahöyük ve Çatalhöyük gibi eski yerleşmeler birer höyüktür.Ancak her arkeolojik buluntu yeri bir höyük değildir. Mağaralar, düz yerleşme yerleri, antik kentler de arkeolojinin araştırma alanları arasında yer alır. Tarihöncesi arkeolojisi yazının ortaya çıkmasından önceki dönemleri inceler. Bu incelemede kazılar çok büyük bir dikkatle yürütülür. Tarihöncesi dönemden günümüze kalan çanak çömlek parçaları, taş aletler, mimari kalıntılar ya da organik kalıntılar çok önem taşımaktadır.

---------- Post added 20.10.17 at 11:34 ----------

Astronomi


Gökbilim veya Astronomi, gök cisimlerini onların kökenlerini, evrimlerini, fiziksel ve kimyasal özelliklerini açıklamaya çalışmak üzere gözlemleme bilimidir. Gökbiliminin sınırlı ve özel bir alan olan gök mekaniği ile karıştırılmaması gerekir. Gökbilim daha açık bir deyişle, yörüngesel cisimleri ve Dünya atmosferinin dışında gerçekleşen, yıldızlar, gezegenler, kuyrukluyıldızlar, kutup ışıkları, galaksiler (gökadalar) ve kozmik fon radyasyonu gibi gözlemlenebilir tüm olay ve olguları inceleyen bilim dalıdır. Evrende bulunan her çeşit maddenin dağılımını, hareketini, kimyasal bileşimini, evrimini, fiziksel özelliklerini ve birbirleriyle etkileşimlerini inceler.

Astronomi terimi eski Yunanca’daki astron ve nomos (άστρον et νόμος) sözcüklerinden türetilmiş olup, « yıldızların yasası » anlamına gelir. Asteroitlerin ve kuyruklu yıldızların keşfindeki katkıları gözönüne alınırsa, gökbilim amatörlerin de halen etkin bir rol oynayabildikleri nadir bilimlerden biridir.

Gökbiliminin tarihi

Gökbilim yeryüzündeki en eski bilimlerden biri olarak kabul edilir. Arkeolojik bulgular en eski çağlarda bile insanların gökbilim hakkında bilgileri olduğunu ortaya koymaktadır. Neolitik çağda bile insanlar ekinoksların periyodik karakterini, mevsimlerle ilişkisini ve bazı takımyıldızları bilmekteydiler. Modern gökbilim gelişimini, özellikle antik çağdaki ve onları izleyen matematikçilere ve Ortaçağ’ın sonunda keşfedilmiş gözlem aletlerine borçludur. Başlangıçta ayrılmaz bir ikili ya da paralel olarak ilerleyen Astroloji ve gökbilim zamanla yollarını birbirlerinden ayırmak zorunda kalmışlardır.

Antik Çağ’da gökbilim

Antik Çağ'da gökbiliminin gelişimindeki önemli hususlar olarak şunlar söylenebilir :

* Gökbilim önceleri yalnızca, çıplak gözle görülen gök cisimlerinin gözlemi ve hareketleri hakkındaki öngörmelerden oluşuyordu. Eski zamanlarda gözlemler çıplak gözle yapılıyorsa da o zamanlar günümüzdeki gibi sanayi ve ışık kirliğinin bulunmayışı eski insanlara büyük bir avantaj sağlıyordu. Bu yüzden antik çağda yapılan gözlemlerin günümüzde yapılması olanaksızdır.
* Eski insanların dairesel tarzda dikmiş oldukları 6.500 yıllık megalitlerin (Nabta Playa, Stonehenge) gökbilimsel gözlem amacıyla kullanıldıkları sanılmaktadır.
* Eski çağlarda gökbilimde ilerlemiş uygarlıklardan bazıları, Çin, Hint, Sümer,Kalde, Mısır, Toltek, Zapotek ve Maya uygarlıklarıdır.
* Rig-Veda’da Güneş’in hareketine bağlanan 27 takımyıldızdan ve 13 bölümlü zodyaktan söz edilir.
* Mayalar ise teleskopları olmadıkları halde Venüs’ün evrelerini ve tutulmalarını tam olarak saptayabilmişlerdi.
* Antik Yunanlar’ın gökbilime yaptıkları en önemli katkı yıldızları kadir derecelerine göre sınıflandırmaya çalışmış olmalarıdır.

Ortaçağ’da gökbilim

Ortaçağ’da gökbilim bilgilerinin İslam bilginlerince geliştirildiği ve bu bilgilerin sonradan Batı'ya aktarıldığı görülür. Gökbilimini geliştiren bu İslam bilginlerinden başlıcaları şöyle sıralanır :

* Al-Farghani (805–880), Gök cisimlerinin hareketleri üzerine yazılar yazdı, ekliptiğin eğikliğini hesaplamasını sağladığı gözlemlerde bulundu.
* Al-Kindi (801–873), filozof ve ansiklopedici bilgin, gökbilim üzerine 16 eser yazdı.
* Al-Battani (855–923), gökbilimci ve matematikçi
* Al-Hasib Al Misri (850–930), Mısırlı matematikçi
* Al-Razi (864–930), İranlı bilgin
* Al-Farabi (872–950) büyük filozof ve bilgin.
* Al-Khujandi 10. yy.’ın sonunda Tahran yakınında bir gözlemevi inşa etti.
* Ömer Hayyam (1048–1131), cetveller hazırladı, takvimi geliştirdi.
* Ibn al-Haytham (965–1039), matematikçi ve fizikçi.
* Al-Biruni, (973–1048), matematikçi, gökbilimci ve ansiklopedici.
* Al-Tusi (1201–1274), filozof, matematikçi, gökbilimci ve ilahiyatçı; trigonometrinin kurucularından biri olarak kabul edilir.
* Al-Kashi (1380–1429), (Özbekistan)
* Ali Kuşçu (1403 - 1474 ) Türk gökbilimci, matematikçi ve dilbilimci

Rönesans’ta gökbilimi

* Kopernik Güneş merkezli güneş sistemi modelini fikir olarak ortaya attı.
* Koperniğin fikri Galile ve Kepler tarafından savunuldu, geliştirildi ve düzeltildi.
* Kepler Güneş’in çevresindeki gezegenlerin hareketini belirleyen bir yasalar sistemi olduğunu düşünen ilk kişi oldu.
* Çekimi hareket yasalarıyla tanımlayan Newton oldu. Böylece gezegenlerin hareketine makul bir açıklama getiren ilk kişi de o oldu.Aynı zamanda yansıtıcı teleskobu icat etti.

Gökbiliminin tarihsel sürecinin son aşaması

Gökbilim 19. ve özellikle 20.yy.’da baş döndürücü bir hızla ilerlemiştir. Gökbiliminin son aşamasında keşif ve gelişmelerle ilgili olarak şunlar söylenebilir:

* Teleskopların geliştirilmiş olmasının yanısıra diğer bilim dallarındaki ilerlemelerin de gökbilimine yardımcı olmaları sayesinde evrenin gizleri bir bir açığa çıkmaktadır.

* Gökbilimindeki en önemli gelişmelerden biri tayfölçümü de denilen spektroskopinin (maddelerin ışıkla olan etkileşimlerini anlamaya çalışma, maddelerin soğurduğu ve yaydığı ışığı, yani elektromanyetik dalgaları saptayarak maddenin yapısı hakkında sonuçlara varma tekniği) yani yıldız ışığının elektromanyetik spektral analizine başlanmış olmasıdır.

* Diğer yıldızların ışıklarının analizi bu yıldızların ışığının temelde Güneş’imizin ışığından farksız olduğunu, fakat yıldızlar arasında ısı, kütle ve boyut bakımından son derece büyük farklılıklar bulunduğunu göstermiştir.

Evrenin genişlemesi, galaksiler giderek birbirinden uzaklaşmaktadır.
Evrenin genişlemesi, galaksiler giderek birbirinden uzaklaşmaktadır.

* 20. yy.’ın başında diğer galaksilerden ayrı bir birim olarak galaksimizin varlığı kanıtlanabilmiştir.

* Ardından Hubble yasası ile evrenin bir genişleme içinde olduğu saptanmıştır; galaksiler giderek birbirinden uzaklaşmaktadır.


* Kozmolojik termik ışıma (fosil ışıması) ve kimyasal elementler ve izotoplarının maddeden ayrılmasını açıklayan farklı nükleosentez teorileriyle büyük ölçüde gökbilim ve fiziğe dayalı olan Big-Bang teorisi yoluyla Kozmoloji özellikle 20.yy.’da büyük gelişmeler göstermiştir.

* 20.yy.’ın bu alandaki son gelişmeleri olarak, radyoteleskopların, radyoastronominin, modern bildirişim araçlarının ortaya çıkması sayılabilir. Bunlar sayesinde, elektromanyetik dalgalarla uzayı aşan atomların ve farklı izotopların yayınlarının spektroskopik analizi yapılabilmiş ve böylece uzak gök cisimleri üzerinde yeni deney türleri olanaklı hale gelmiştir.

Gökbiliminin dalları, alanları, konuları

Antikçağdaki başlangıç döneminde gökbilim yalnızca astrometriden ibaretti, yani yıldız ve gezegenlerin gökyüzündeki konumlarının ölçümünden ibaretti. Daha sonra Kepler ve Newton’un çalışmaları gök cisimlerinin çekim etkisi altındaki hareketlerinin matematik yoluyla öngörülmesini sağlayan gök mekaniğini doğurdu. Bu iki alandaki (astrometri ve gök mekaniği) çalışmaların çoğu, önceleri, elle yapılan işlemlerden oluşuyordu. Günümüzde ise bu çalışmalar bilgisayarlar ve fotoğraf aygıtları ile yapılabilmektedir ki, bu da gök cisimlerinin konum ve hareketlerinin çok büyük bir hızla saptanabilmesini sağlamaktadır. Bu yüzden modern gökbilim daha ziyade gök cisimlerinin fiziksel doğasını gözlemlemleye ve anlamaya yönelmiştir.

20.yy.’dan itibaren profesyonel gökbilim iki alana ayrılma eğilimi göstermiştir : Gözlem astronomisi ve teorik astrofizik. Gökbilimcilerin çoğunun her iki alanda da çalışıyor olmasıyla birlikte, profesyonel gökbilimciler giderek bu iki alandan birinde uzmanlaşma eğilimi göstermektedirler. Gözlem gökbilimi esas olarak verilerin elde edilmesiyle ilgilenir. Teorik astrofizik ise esas olarak gözlemlenen fenomenleri anlamaya ve öngörülerde bulunmaya çalışır. Teorik astrofizik gözlem gökbilimine bir tamamlayıcı etken olarak gökbilimsel oluşumları açıklamaya çalışır da denilebilir.


Gökbiliminin bir dalı olan astrofizik yıldızların gözlemiyle sınıflandırılan fiziksel fenomenleri tanımlar, belirler. Günümüzde gökbilimciler hepsi de belirli bir astrofizik bilgisine sahiptirler ve gözlemleri de hemen hemen her zaman, yine, astrofizik bie bağlamda incelenir. Bununla birlikte, kendilerini yalnızca astrofiziği incelemeye vermiş araştırmacılar da yok değildir. Astrofizikçilerin çalışması gökbilimsel gözlem verilerini analiz etmek ve onları fiziksel olgulara indirgemektir.

Astrofiziğin bir dalı olan Kozmoloji evreni fiziksel bir sistem olarak inceler; yani evrenin doğuşu ve büyümesi, evrimi, gökcisimlerinin fiziksel ve kimyasal özellikleri ve konumlarının hesaplanması ile ilişkilidir. Gökbilim gözlemleri salt gökbilim ile ilişkili değildir, aynı zamanda genel görelilik kuramı gibi fizikte çok önemli bir yeri olan teorilerin ispatı için de bilgi sağlar.

Kullanılan inceleme yöntemi, amaç ve konuya göre birbiriyle iç içe olan, genel gökbilim, astrofizik ve uzay bilimleri gibi birçok dala ayrılır. Gökbilimde inceleme alanları aynı zamanda şu iki kategoride ele alınır:

* Konuya göre gökbilim. Genellikle uzayın bölgelerine göre (örneğin galaktik gökbilim) ve ilgili meselenin tiplerine göre dallara ayrılır (yıldızların oluşumu, kozmoloji).

* Gözlem tarzına göre gökbilim. Saptanan partiküllerin tipine (ışık, nötrino) veya dalga genişliğine (radyo dalgaları, gözle görünen ışık, kızılötesi ışınlar) göre dallara ayrılır.
Alıntı ile Cevapla
  #2  
Alt 20.10.17, 11:36
 
Üyelik tarihi: 28.01.15
Bulunduğu yer: Erzurum
Mesajlar: 100
Etiketlendiği Mesaj: 21 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Biyoloji


Biyoloji veya Canlı bilimi, canlıları inceleyen bir bilim dalıdır. Biyologlar,tüm canlıları - tüm gezegeni kaplayan küresel boyuttan, hücre ve molekülleri kapsayan mikroskobik boyuta kadar - onları etkileyen önemli dinamik olaylarla birlikte incelerler.Birçok süreci bünyesinde barındıran hayati süreçlerden bazıları; enerji ve maddenin işlenmesi, vücudu oluşturan maddelerin sentezlenmesi, yaraların iyileşmesi ve tüm organizmanın çoğalmasıdır.


Hayatın gizemleri, tarihteki tüm insanları etkilediğinden; insanın fiziksel yapısı, bitkiler ve hayvanlar hakkındaki araştırmalar tüm toplumların tarihlerinde yer bulur. Bu kadar ilginin bir kısmı, insanların hayata hükmetme ve doğal kaynakları kullanma isteğinden gelmektedir. Soruların peşinden koşmak, insanlara, organizmaların yapıları hakkında bilgi kazandırdı ve de yaşam standartları, zamanla yükseldi. İlginin bir diğer kısmı ise, doğayı kontrol etme isteğinden çok, onu anlama isteğinden gelmektedir. Bu araştırmaların ilerletilmesi, bizim dünya hakkındaki düşüncelerimizi değiştirmiştir.


Biyolojinin; botanik, zooloji ve tıp gibi birçok dalı eskidir. Ancak, bunları tek bir kategori altında toplayan "biyoloji", ancak 19. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Bu bilmin gelişmesiyle, bilimadamları, bütün yaşayan varlıkların, ortak bazı özellikler taşıdıklarını anlamışlardır. Bu nedenle de varlıkların bir bütün içersinde incelenmesinin yararlarını kavramışlardır. Biyoloji, günümüzde, en önemli bilim dallarından biridir: Tüm dünyadaki biyoloji ve tıp dergilerde, yıllık bir milyon makaleden fazla yayımlanmaktadır. Aynı zamanda, biyoloji, tüm dünyadaki okullarda öğretilen ana derslerden biridir.

Biyoloji, bu kadar fazla konuyu kendi kapsamı altında topladığı için birçok dallara bölünmüştür. Organizma türüne göre bu bilimdalını bölen yöntem; bitkileri inceleyen botanik, hayvanları inceleyen zooloji ve son olarak da mikroorganizmaları inceleyen mikrobiyolojiyi ana dallar olarak alır. Bazı bölme yöntemleri ise, incelenen organizmaların derecesine göre bu ayrımı yapmaktadır: Bu sistem; hayatın temel kimyasını inceleyen moleküler biyolojiyi, hayatın temel yapı taşları olan hücreleri inceleyen hücre biyolojisini, organizmaların iç organlarını inceleyen fizyolojiyi ve organizmaların ilişkilerini inceleyen ekolojiyi, biyolojinin ana dalları olarak kabul eder.


---------- Post added 20.10.17 at 11:37 ----------

Coğrafya

Coğrafya, insanlar ve yer (mekân) ile bunlar arasındaki ilişkiyi inceleyen bilimdir. Yer ve insanlar arasındaki ilişkiler coğrafyanın konusunu oluşturur. Coğrafya sözcüğü Yunanca gaia (yeryüzü) ve gráphein (yazmak) sözcüklerinden türemiştir.

Gregg ve Leinhardt (1994), coğrafyayı 4 özellikle karakterize edilen bir disiplin olarak tanımlamaktadırlar.

* Birincisi bir yere eşsiz bir karakter kazandıran, yeryüzü üzerindeki özelliklerin dağılımıdır (örneğin dağlar, nehirler, denizler vb.).
* İkincisi, bazı şeylerin oldukları yerlerde ve zamanda neden ve nasıl meydana geldiğini anlamaktır (örneğin volkanlar gibi).
* Üçüncüsü, meydana gelen olayların, diğer olaylarla ilgisi ve bağlantısıdır (örneğin yağmur ormanlarının tahribi).
* Sonuncusu, coğrafyanın haritalar ile bilgilerin ve fikirlerin iletişimini sağlamasıdır.

Bu dört özellik birbiri ile çok çeşitli yollardan etkileşim içindedir. Bunlardan ilk üçü coğrafyanın temel prensipleridir. Sonuncusu ise coğrafî araştırmalar sonucu elde edilen bilgilerin ifadesidir.

Coğrafyanın bu değişik yönleri arasındaki etkileşim, onu tanımlama amaçlı olarak kesin çizgilerle bölünmesini zorlaştırır. Coğrafi beceriler, yerler (mekanlar), fizikî, beşerî ve çevre coğrafyası biçiminde bir bölümleme, bunlardan bir veya iki alanın coğrafya eğitiminin çeşitli basamaklarında yer alması; öğrencinin çeşitli alanlar arasındaki ilişkiyi anlamasının engellenmesi şeklinde bir sonuç doğurabilir.

Coğrafya, bazı yeteneklerin gelişimini ve kavramların anlaşılmasını içerir. Bu kavram ve yetenekler ise fizikî çevre (ortam), beşerî çevre ve bunlar arasındaki ilişki ile ilgilidir.

Coğrafya'nın tarihi

Diğer bütün bilimler gibi coğrafya'da gereklilik sebebiyle ortaya çıkmıştır.Eski çağlarda Mısır uygarlığında verimli toprakların nerede olduğu ve nasıl kullanılacağı gibi konular ayrıca her yıl gerçekleşen sellerin sonuçlarını bulmak ve zararlarını en aza indirmek için coğrafyayı kullanmışlardır.Dönemin göçebe toplulukları ise su kaynaklarını, yerleşecekleri yerleri ve yolları bulabilmek için basit haritalar yapmışlardır.
Ptolemy'nin haritası
Ptolemy'nin haritası

Eski Yunanlılar ise verimli alanların kıtlığından dolayı denizcilikle ilgilenmiş ve bu alanda coğrafyayı geliştirmişlerdir.Miletoslu Hekataios'un İÖ 500'de yazdığı kitabın ilk coğrafya yapıtı olduğu var sayılır.Ayrıca Klaudios Ptolemaios'un Geographike hyphege-sis kitabında harita yapım metotlarından bahsetmiş ve bu alanda coğrafyaya büyük katkıda bulunmuştur. Eratosthenes, Surlu Marinus ve Ptolemaios da bugün kullandığımız paraleller ve meridyenlerden oluşan sistemin gelişmesine katkıda bulunmuşlardır.
Abraham Ortelius'un dünya atlası
Abraham Ortelius'un dünya atlası

Karakteristik olarak yayılmacı olan Roma İmparatorluğu döneminde coğrafya daha çok askeri amaçlar için kullanıldı ve geliştirildi. Coğrafi şartların savaş üzerindeki etkileri bağlamında yer ve hava incelemerlerinde bulundular ayrıca haritacılıkta askeri alanda geliştirildi

İslam dünyasında ise bn Havkal'ın 10. yüzyılda yazdığı el-Mesalik ve'l-Memalik (Yollar ve Ülkeler),9. yüzyılda Belhi'nin yazdığı Suverü-l-Ekâlim (İklim Türleri), 10. yüzyılda Mesudi'nin yazdığı el-Müru-çü'z-Zeheb (Altın Çayırlar) ve 14. yüzyılda İbn Battuta'nın yazdığı Tuhfetü'n-Nuzzarfi Garaibi'l-Emsar adlı eserler öne çıkmaktadır.Ayrıca İslam dünyası tarafından geliştirilen 360 dereceli sistem haritacılıkta hâlâ kullanılmaktadır.

Pusulanın Avrupa'ya geçmesi sonucunda uzak diyarlara seyahatler başladı ve yeryüzü hakkında daha geniş bilgiler edinildi. Kristof Kolomb, Vasco da Gama, Amerigo Vespucci, Cabot ve Macellan keşifleriyle haritalar zenginleşti.Anversli Abraham Ortelius 1570'te ilk dünya atlasını yaptı.

1700'lü yıllardan sonra coğrafya yöntem ve biçim olarak daha bilimselleşti.Teleskop ve kronometrenin bulunuşuyla coğrafi bilgilerin güvenilirliği ve hesapların kolaylığı sağlandı.

1800'lü yıllarda ise coğrafya doğabilimci [[Alexander von Humboldt]Alman bilim adamı] ile tarihçi Carl Ritter tarafından akademide ders olarak verilmeye başlandı.Humboldt'un Cosmos (Evren), Ritter'in de Die Erdkunde (Coğrafya) adlı yapıtlarında coğrafya bilgisini sistemli biçimde düzenlemeye çalışarak modern coğrafyanın temellerini attılar. A.von Humboldt fizikicoğrafyanın C. Ritter ise beşeri coğrafyanın kurucusu olarak kabul edilir.


---------- Post added 20.10.17 at 11:38 ----------

Felsefe


Düşünbilim veya felsefe, sözcük kökeni olarak Yunanca seviyorum, peşinden koşuyorum, arıyorum anlamına gelen "phileo" ve bilgi, bilgelik anlamına gelen "sophia" sözcüklerinden türeyen terimin işaret ettiği entelektüel faaliyet ve disiplin. Buna göre, felsefe Yunanlılar için, ‘bilgelik sevgisi’ ya da ‘hikmet arayışı’ anlamına gelmiştir. Başlangıçtaki bu özgün anlama göre, her türden bilimsel araştırmacıya filozof adı verilmiştir.

Felsefe varlık ve düşünmeyi oluşturan ilkeler, gerçeklik ve nedenselliğin araştırılmasıdır. belirli bir konuda yoğun ve sistematik düşünmektir.Çoğunlukla büyük filozofların çalışmalarının toplamına denilir. Filozoflar tarafından ortaya atılmış çeşitli soruların cevaplarının aranması anlamına gelir. Bir diğer tanımı bir tür kritik, yaratıcı düşünmedir.Bu anlamların herhangi biri ayrı olarak düşünülemez. Günlük kullanımda değişik anlamları olsada burada bir çalışma alanı olarak felsefe ele alınacaktır.

Felsefenin konuları

Filozoflar genellikle varoluş veya varlık, ahlak veya iyilik, bilgi, gerçek ve güzellik konularıyla ilgilenmişlerdir. Tarihsel olarak birçok filozof dini inançlara veya bilime de eğilmiştir. Filozoflar genellikle bilimin dışında kalan bu kavramlarla ilgili kritik sorular sorarlar. Felsefe nedir sorusunun cevabının aranması da bir felsefi uğraştır. Filozoflar genellikle şu soruların cevaplarını ararlar:

* Gerçek nedir? Bir ifadeyi nasıl veya niye doğru veya yanlış olarak tanımlarız? Nasıl karar veririz?
* Bilgi mümkün müdür? Bildiğimizi nasıl biliriz? Doğru bilginin kökeni ve sınırları ?
* Ahlaken doğru veya yanlış hareketler (veya değerler, veya kurumlar) arasında bir fark var mıdır? Hangi hareketler doğrudur, hangileri yanlıştır? Değerler mutlak mı, izafi midir? Yani nasıl yaşamak gerekir? Ahlakın kaynağı nedir ?
* Gerçeklik nedir ve neler gerçek olarak nitelendirilebilir? Gerçek olan şeylerin doğası nedir? Bazı şeyler algımızdan bağımsız olarak var olabilir mi? Zaman ve mekanın doğası nedir? Düşünme ve düşüncenin doğası nedir? Birey olmak ne demektir?
* Güzel nedir? Güzel şeylerin farkı nedir? Sanat nedir?
* Din kavramının kökeni nedir ? Tanrı insanların korkularından kaynaklanan bir varsayım mıdır ? Tanrı var mıdır ?

Antik Yunan felsefesinde, yukarıdaki beş soru sırasıyla, analitik veya mantıksal, epistemoloji, etik, metafizik ve estetik olarak adlandırılırdı. Bunların dışında da konular vardı ve bu tanımlamaları ilk kez kullanan Aristo aynı zamanda politika, modern fizik, jeoloji, biyoloji, meteoroloji ve astronomi'yi de felsefenin konuları arasına almıştır. Yunanlılar Sokrates'in etkisiyle bir Analiz geleneği geliştirmişler ve konuyu daha iyi anlamak için parçalarına ayırmışlardır.

Diğer gelenekler bu tip tanımlalar kullanmamış veya aynı temaları ön plana çıkartmamıştır. Hint felsefesi Batı felsefesi ile benzerlikler taşısa da, binlerce yıldır felsefe ile ilgilenmiş olsalarda Japonca, Korece ve Çince'de felsefe kelimesi 19.yy'a kadar yoktu. Özellikle Çinli filozofların Yunanlılara göre farklı bir sınıflandırması vardı. Tanımlamaları da genel özelliklere değil çoğunlukla metaforikti ve aynı anda birkaç konuya ilintiliydi [1]. Ancak batı felsefesinde de konular arasında kesin sınırlar yoktur ve 19.yy'a kadar batı filozoflarının çalışamalarında konusal bir ayrım yapılmamıştır. Gerçek felsefe Rönesans sonrası Alman İdealizmi sonrasında doruk noktasına ulaşmıştır.

Amaç ve yöntem

Felsefe diğer disiplenlerden sorgulama yöntemiyle ayrılır. Filozoflar, ilginç, harika veya şaşırtıcı buldukları bir konudaki şüpheleriyle ilgili anlaşılır örnekler verebilmek için, genellikle sorularını problemler veya bilmeceler olarak çerçevelendirirler. Bu sorular genellikle bir inanca ait varsayımlarla veya insanların karar vermek için kullandıkları yöntemlerle ilgilidir.

Filozoflar problemleri mantıksal bir şekilde ortaya koyarlar. Tarihsel olarak geleneksek mantıkın kıyaslarını, Frege ve Russell'dan itibaren de sembolik mantık kullanır ve daha sonra kritik okuma ve fikir yürütmelerle bir sonuca doğru ilerlerler. Sokrat gibi, tartışmayla, veya diğerlerinin ileri sürdükleri fikirlere cevap vererek, veya dikkatli kişisel düşünmeyle cevap ararlar. Filozoflar bu yöntemlerin birbirine göre üstünlükleirini tartışa gelmişler, örneğin felsefi "çözümlerin" nesnel, kesin yani gerçeklik hakkında bilgi veren mi; yoksa konuştuğumuz dilin mantığına açıklık kazandıran veya hatta kişisel terapi mi olduğunu sorgulamışlardır.

Dil filozofun en önemli aracıdır. Analitik felsefede felsefi yöntemle ilgili tartışmalar felsefe ve dille ilgiliydi. Kıta Avrupa'sı felsefesinde de benzer kaygılar vardır. Meta-felsefe, yani felsefenin felsefesi, felsefi problemlerin, felsefi çözümlerin ve problemden çözüme gidişteki yöntemlerin doğasını araştırır. Bu tartışmalar aynı zamanda dil ve yorum üzerine yapılan tartışmalarla da ilgilidir.

Bu tartışmalar da felsefenin konusunu oluşturur çünkü felsefenin kendisi de felsefi tartışmaların önemli bir parçası olagelmiştir.

Felsefe, yapısalcılık ve rekursivism gibi, parçalar arasındaki ilişkiler yoluyla da incelenmiştir. Bunun dışında, bilim felsefesi ve biofelsefe de vardır.

Felsefe Gelenekleri

Bir çok toplum felsefî sorunları araştırmış ve bir felsefe geleneği yaratmıştır. Avrupa-Amerikan akademik çevrelerinde "felsefe" terimi genellikle sadece Batı Avrupa medeniyetinin oluşturduğu felsefe geleneği olan Batı Felsefesi yerine kullanılır. Bunun coğrafi olarak karşısında yer alan Doğu Felsefesi çok farklı bir yapıya sahiptir.

Doğu ve Orta Doğu felsefe gelenekleri Batı filozoflarını etkilemişlerdir. Rus, Yahudi, İslam ve yakın zamanda Latin Amerika felsefe gelenekleri Batı felsefesine katkı sağlamış ve ondan ayrı olarak varlıklarını sürdürmüşlerdir.

Batı akademik filozoflarını iki geleneğe ayırmak mümkündür. "Batı felsefesi" tanımı geçen yüzyıl içinde sıklıkla bu iki gelenekten birinden diğerine doğru ağırlık kazanmıştır. İnsanlığın geleceği için karamsar sonuçlara ulaşma eğilimindedir.
Alıntı ile Cevapla
  #3  
Alt 20.10.17, 11:39
 
Üyelik tarihi: 28.01.15
Bulunduğu yer: Erzurum
Mesajlar: 100
Etiketlendiği Mesaj: 21 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Fizik

Fizik veya Doğabilim, (Yunanca φυσικός (physikos): doğal, φύσις (doğa): Doğa) enerji ve maddenin etkileşimini inceleyen bilim dalıdır (bkz. Kimya, Biyoloji). Enerjinin evreninin tarihindeki birincil rolü, her maddenin, özelliklerini açığa vurmak ve dönüşümlere katılmak için enerjiyle etkileşimde bulunması ve madde en temel bileşenlerine ayrışırken enerjinin en önemli öğe olması nedeniyle fizik, genellikle temel bilimlerin anası olarak bilinir. Madde ve madde bileşenlerini inceleyen, aynı zamanda bunların etkileşimlerini açıklamaya çalışan bir bilim dalıdır. bkz daha geniş bilgiFizik genellikle cansız varlıklarla uğraşan, fakat çok zaman canlılarla ilgilenen bilimlere de yardımcı olan bir bilim kolu olarakta anılır. Fizik kelimesi yunanca Doğa anlamına gelen terimlerden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle yakın zamana kadar fiziğe Doğa felsefesi gözüyle bakılmıştır. Astronomi, Kimya, Biyoloji, Jeoloji,.....v.s. de birer doğa bilimi olmalarına rağmen, fiziğin en temel doğa bilimi ve aynı zamanda bu doğa bilimlerinin en önemli yardımcıları olduğu gerçektir. Diğer taraftan Tıp, Mühendislik...v.s. gibi uygulamalı bilimlerde çok kullanılan ve bazılarının temelini oluşturan Fizik, ilk bakışta hiç ilgisi olmadığı düşünülen arkeoloji, psikoloji, tarih...v.s. konularında da önemli bir yardımcıdır. Ancak konusu bakımından Fiziğe en yakın, hatta Fizikle içiçe olan bilim öncelikle kimyadır. O halde Fizik hemen hemen tüm bilimlerin gelişmesine yardımcı olmakta ve birçok konuda onlarla iş birliği yapmaktadır. Bu işbirliğinden şüphesiz fizikten yararlanmakta ve gelişmektedir. Fiziğin en yakın yardımcısı ise Matematiktir. Matematik bilimi kısaca Fiziğin dilidir. Temel doğa bilimi olan Fizik, evrenin sırlarını, madde yapısını ve bunların arasındaki etkileşimlerini açıklamaya çalışırken Fiziğin başılıca iki metodu vardır; bunlar gözlem ve deneydir. Doğa olaylarının çeşitli duyu organlarını etkilemeleri sonucuFizikte çeşitli kolların gelişmesi sağlanmıştır. Bu sebeble görme duyusunu uyandıran ışıkla beraber Fiziğin bir kolu olan optik gelişmiştir. Aynı şekilde işitme ile akustik, sıcak soğuk duygusu ile termodinamik...v.s. fizik konuları ortaya çıkmıştır.Bunların yanı sıra elektromagnetima gibi doğrudan duyu organlarını etkilemeyen kollarıda gelişmiştir. Fiziğin 19. yüzyılın sonuna kadar geçirdiği aşamalarda geçirdiği aşamalarda her ne kadar mekanik temel ise de, birbirinden bağımsız olarak incelenen Fizik konuları kalsik fizik altında toplanabilir. 20. yüzyılın başından itibaren klasik fizik kurallarından daha değişik, ancak çok daha mantıklı ve mükemmmel sonuçlar elde edilmiştir. Bu tür modellerle olayı açıklayan Fizik kolları ise Modern Fizik adı altında toplanmıştır. Fizik eğitimi bugünde gerçeğe çok yakın sonuçlar veren Klasik Fizikle başlamaktadır

Fizik değişimin incelenmesi demektir. Fiziğin çoğu alanı, durağan (statik) olanla değil, devinenle (dinamik olanla) ilgilenir. Fiziğin amacı evrendeki "gözlenebilir" niceliklerin (enerji, momentum, açısal momentum, spin vs.) "nasıl" değiştiğini anlamaktır. "Niye" değiştiğini sorgulamak çoğunlukla felsefenin metafizik dalı veya teoloji'nin işidir.

Fiziğin evinimi anlatmak için, temel fizik kuramlarının formulasyonunda kullandığı temel araçlar Diferansiyel denklemler ve İntegro-diferansiyal denklemler olarak sıralanabilir. Hatta çoğu temel fizik kuramı sadece diferensiyal denklemler kullanarak formule edilmiştir. (örn. Newton yasaları, Maxwell denklemleri, Einstein denklemleri, Kuantum Fiziği ya da Schrödinger denklemi, Dirac denklemi).

Fizik araştırmalarının türleri

Fizik araştırmaları genellikle Kuramsal fizik ve Deneysel fizik olarak ikiye ayrılır. Bu iki alandaki araştırmalar ise temel ya da uygulamalı araştırmalar şeklinde ayrılır.

Kuramsal fizik, evrenin yasalarını deneysel fiziğin gözlemlerini kullanarak açıklamaya çalışır. Deneysel fizik, önerilen kuramlardan hangisinin doğru olduğuna karar vermek için tasarlanan deneyleri gerçekleştirir. Deneysel fizik sıklıkla, hiçbir kuramı olmayan yepyeni doğa olayları da keşfeder: Elektromanyetizma ve Radyoaktivite bu şekilde keşf edilmiştir. Fiziğin yeni alanları çoğunlukla deneylerde gözlenen çelişkili ya da açıklanamayan fenomenlere yanıt olarak geliştirilir. Fiziğin yeni alanları bazen, deneysel olarak doğrulanmadan önce, tamamiyle kuramsal olarak ortaya atılır (örneğin Görelilik kuramı ya da son zamanda önerilen yeni kuramlardan M-Kuramı gibi..)

Temel araştırmalar, yasaların pratikteki anlaşılabilirliği üzerinde yoğunlaşırken, uygulamalı fizik, adının da belirttiği gibi, varolan bilgiyi karmaşık sistemleri çözümlemek üzere pratik hayatta, ekonomide ya da başka fizik araştırmalarında kullanmaya gayret eder. Hem temel araştırmaların hem de uygulamalı araştırmaların kuramsal ve deneysel yönleri bulunur. Örneğin uygulamalı fiziğin çok verimli bir alanı Katı hal fiziğidir. Bu alanda araştırmacılar, kuantum mekaniğinin ve elektromanyetizmanın temel yasalarına dayanarak, katı cisimleri oluşturan atomların davranışlarını çözümlemeye çalışır.

Fizik araştırmalarındaki gelenek ve kültür kuramsal araştırmaları özelleşme/uzmanlaşma olarak kabul etmesi nedeniyle diğer bilimlerden ayrılır. Biyoloji ve Kimya'da da kuramsal araştırmacılar bulunmasına karşın en başarılı kuramsal araştırmacılar aynı zamanda deneysel araştırmacı olmuştur ve bu bilimlerde salt kuramsal araştırmacılara karşı (bazen aleni olarak) büyük ön yargılar bulunur.


---------- Post added 20.10.17 at 11:40 ----------

Hukuk

Hukuk, toplumun genel menfaatini veya fertlerin ve toplumun ortak iyiliğini sağlamak maksadıyla konulan ve kamu gücüyle desteklenen kaide, hak ve kanunların bütünüdür. Daha yaygın bir tanımıyla hukuk, adalete yönelmiş toplumsal yaşama düzenidir.

Kelime anlamı

Hukuk kelimesi Arapça "hak" kökünden gelir ve hak kelimesinin çoğulu olarak bilinmektedir (galat-ı meşhur). Arapçda "hak" kelimesinin çoğulu "ah'kak"tır. Türk Dil Kurumu'na göre hukuk kelimesi, "Toplumu düzenleyen ve devletin yaptırım gücünü belirleyen yasaların bütünüdür". Bunun dışında hukukun "haklar" anlamı da vardır. Mecazi anlamda ise, ahbaplık, dostluk anlamında da kullanılır.

Teknik anlamı

Hukuk dönemden döneme değiştiği için hala doyurucu bir tanım yapılamamıştır. Kant "Hukukçular hala hukukun tanımını aramaktadırlar" der. Günümüzde en çok kabul edilen tanımı ise: "Belirli bir zamanda belirli bir toplumdaki ilişkileri düzenleyen ve uyulması devlet zoruna (müeyyide) bağlanmış kurallar bütünüdür".

Bilimsel bir disiplin olarak hukuk, kendi içinde temel olarak ikiye ayrılır. Genel olarak hukukun kişiler arası ilişkileri konu alan kısmına Özel Hukuk, kişiler ile devlet veya devleti oluşturan kurumlar arası ilişkileri düzenleyen kısmına ise Kamu Hukuku adı verilir. Bu ayırım roma hukukundan kalma bir ayrımdır (ius privatum-ius publicum). Medeni Hukuk, Ticaret Hukuku ve Devletler Özel Hukuku özel hukukun, buna karşılık Anayasa Hukuku, Ceza Hukuku ve İdare Hukuku kamu hukukunun başlıca alt dallarıdır.

Hukuk kuralları ve özellikleri

Hukuku diğer toplumu düzenleyici kurallar olan örf ve adetler, gelenekler ve dinlerden ayıran özellik devlet tarafından güvenceye alınmış ve cebri yaptırımlara sahip olmasıdır.Hukuk kuralları insan davranışlarını düzenler ve bulunduğu toplumun değer yargılarını taşır.Soyutluk ve genellik özelliği sayesinde benzer nitelikteki bütün durumlarda uygulanması sağlanır.


Yaptırım (müeyyide):

Hukuk alanında yaptırım kamu gücü ile uygulanır.Hukuka uymayı zorlama, uymayanları cezalandırma ve uyulmadığı durumlardaki zararları en aza indirmek için kullanılır.Hukuk düzenini sağlamayı ve korumayı amaçlayan yaptırımlar gene hukuk düzeninin öngördüğü şekilde yerine geitirilir.

Maddi ve manevi yaptırımlar olarak ikiye ayrılır.Maddi yaptırımlar hukuka aykırı durumlarda uygulanırken manevi yaptırımlar bu durumları engellemek için kullanılır.

Ceza hukukunda ölüm, hapis ve para cezaları; anayasa hukukunda siyasetten men, parti kapatma; vergi hukukunda vergi ve kaçakçılık cezaları gibi değişik hukuk dallarında değişik yaptırımlar vardır.

Hukukun dayanağı

Hukukun dayanağı ile ilgili çeşitli dönemlerde kuramlar üretilmiştir.Bunları sıralamamız gerekirse; bilinçi bir irade olarak gören kuramlar, irade dışı olarak gören kuramlar ve pozitivist kuramlar.Bu kuramların bazılar felsefik değil ortaya konduğu dönemin sorunlarını çözmek veya politik görüşleri hukuk biliminde dile getirme ihtiyacından ortaya çıkmıştır.
Hindistan Anayasası, Dünya'da şimdiye kadar yazılmış en uzun anayasadır.
Hindistan Anayasası, Dünya'da şimdiye kadar yazılmış en uzun anayasadır.

Dayanağı:Bilinçli irade

* Genel irade kuramı'na göre hukuk toplumdaki insanların karşılıklı olarak birbirleriyle anlaşmalarını dayanak alır ve bunun sonucunda hukuka, toplumsal sözleşme olarak bakar.İnsanların anlaşarak ortaya çıkardığı bu toplumsal sözleşmeye uymaları kendileri için ödev olarak görülür.
* Tansırsal irade kuramı hukuku Tanrı'ya dayandırır ve ancak onun istemesi dahailinde ortadan kalkar.Hukuka uyma zorunluluğu, onu Tanrı'nın yansıması olarak gördükleri içindir.
* Kişisel irade kuramı ise Devletin iradesine dayandırır.Hukuk devlet ve onu temsil eden güçler içindir.
* Her yaptığımızdan kendi öz ve hür iradelerimiz sorumludur.Ancak günümüze kadar bu kuramları tamamen çürüten ve yok sayan birçok olay olmuştur.Bu olaylardan ötürü yeni verilen hükümlerde iyiniyet şartına bakılmaktadır.Eğer bir durum olduğunda kişinin ehliyeti bulunuyorsa vede ortada bir yanlışlık varsa en son olarak iyiniyet durumunun olup olmadığına bakılır ve gerekli duruma göre işlemler yapılır.

Dayanağı:Bilinçdışı irade

* Tarihsel hukuk kuramı, hukuku ulusların tarihlerine dayandırır.Hukuk bir ulusl doğar yaşar ve gelişir, bir yasa koyucunun iradesine bağlı değildir.

* Doğal hukuk kuramı'na göre ise doğal hukukun insan var olmadan önce de var olduğunu ve insnaların yaptığı hukukun bu doğal hukuka uygun olması gerekir.İnsan hakları doğal hukuk kuramına göre değerlendirilir.Örnek olarak insanların doğal olarak sahip olduğu yaşam hakkı değiştirilemez veya kaldırılamazlar.

Pozitivist kuramlar

Bazı pozitivistler hukukun devlet iradesinden doğduğunu bazıları ise sosyal bir durum olduğunu söylerler.Marks'ın hukuk alanında ki düşünceleri de pozitivist kuramlar arasına girer.Ona göre tüm toplumsal olaylar ekonomik olaylara dayanmakta, dolaylı olark hukuku toplumsal olaylara dayandırmaktadır.

Hukuk sistemleri

Hukuk biliminde biçim, öncelikler ve ilkeler doğrultusunda bazı sistemler ortaya çıkmıştır.

Roma hukuku

Kara Avrupası ülkelerinin yanında Türkiye'nin de uyguladığı sistemdir.Bu sistemde hukuk, yurttaşlar arasındaki ilişkileri düzenlemeyi öncelikli hale getirmiştir.Bu sebeple Medeni Hukuk diğer sistemlere göre çok daha ileri düzeydedir.Bu sistemlerde hukuk özel hukuk ve kamu hukuku olarak ikiye ayrılır.Hukuku yaratan yasa koyucular yapar. Continental-law da denir.

Ortak hukuk

Anglo-Amerikan ülkelerinde uygulanan sistemdir. XI. yüzyılda İngiltere'de gelişmiştir.Roma hukuk sistemi gibi hukuku bölümlere ayırmaz ayrıca hukuk yaratıcısı olarak yargıçları görürler. Fakat gelişme ve teknolojinin getirdiği yenilikler yüzünden ortaya çıkan eksiklikler çıkarılan yasalarala giderilmeye çalışılmıştır. Hukuk fakültelerinde Common-law adıyla anılır.

İslam hukuku

Dinsel ilkelere dayanır ve hukukun yaratıcısı olarak Kur'an görülür ayrıca çıkan bazı eksikliklerde Peygamberin sözleri ve davranışları (Sünnet) dikkate alınır. Kıyas (analoji) ve İcma (mahkeme içtihatları ve bilimadamlarının görüşleri) hukukun oluşumunda önemli paya sahiptir. Osmanlı İmparatorluğunda da uygulanan bu sistem 1926'da çıkarılan Medeni Kanun ile Türkiye'de son bulmuştur.

Osmanlı imparatorluğunda uygulanan hukuk sistemi bir padişahın varlığından dolayı batıdaki gibi monarşik algılansa da şeyhulislamın bir padişahı görevden alabilme yetkisinin varlığı islam hukukunun ne derece de uygulandığını gösterir

Günümüzde İslami kuralların uygulandığı ülkeler olmakla birlikte, hukuk olarak İslam Hukukunun uygulandığı bir ülke yoktur.

İslam hukuku, içtihatlar ile en parlak zamanını yaşadıktan sonra bu (içtihat) kapının kapatılmasıyla pasifleşmiştir.

Sosyalist hukuk

Rusya komünist devriminden sonra sosyalist ülkelerde uygulanan sistemdir.Daha çok ekonomik koşullara dayanır ve en önemli dayanağı mülkiyet hakkının kişilere değil topluma ait olmasıdır.Bireyler arasındaki özel hukuktan çok toplum çıkarları gözetilmiştir.Ayrıca Marksist ve Leninist düşünceye göre sosyalist hukuk geçici bir durumdur ve toplumu düzenlemek içindir ve toplum komünist düzene geçtiği zaman yaptırıma dayanan bir hukuk sistemine gerek kalmayacaktır.Komünizmin Avrupa'da çökmesinden sonra sosyalist hukuk sistemide olumsuz yönde etkilenmiştir.

Devletler hukuku

Devletleri birbirleri arasındaki ilişkiyi düzenleyen hukuk dalıdır.Kaynağı temel hukuk ilkeleri, uluslararası andlaşmalar ve uluslararası yargı makamlarının verdikleri kararlardır.Realist anlayışa göre uluslararsı hukukun aktörleri devletlerdir.Ancak özellikle Avrupa insan Hakları Sözleşmesi ile devletler, vatandaşlarının da uluslararası mahkemelere başvurmasına izin vermişler ve bu mahkemelerin kararlarına uyacaklarını ilan etmişlerdir.

özellikle ikinci dünya savaşından sonra kurulan birçok uluslararası örgüt kendi hukuklarını evrensel ilkeler doğrultusunda yapmakta ve uygulamaktadır.Bunun en somut örneği Birleşmiş Milletler'dir
Alıntı ile Cevapla
  #4  
Alt 20.10.17, 11:41
 
Üyelik tarihi: 28.01.15
Bulunduğu yer: Erzurum
Mesajlar: 100
Etiketlendiği Mesaj: 21 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Jeoloji


Jeoloji veya Yerbilim (Türk Dil Kurumu'nun yeni bir tanımına göre: yer bilimi) dünyanın katı maddesinin, içeriğinin, yapısının, fiziksel özelliklerinin, tarihinin ve onu şekillendiren süreçlerin incelenmesini içeren bilim dalıdır. Yer bilimleri bünyesinde ele alınır.

Jeoloji geniş anlamı ile, yerküresinin güneş sistemi içerisindeki durumundan onun fiziksel ve kimyasal özelliklerine, oluşumundan bu yana geçirdiği değişikliklere, üzerinde yaşayan canlıların evrimine kadar geniş bir kapsama sahiptir. Yeryuvarlağın tarihinden, yaşam, yerkabuğunun bileşimi ile yapısal koşullardan ve yer üzerinde gelişen evrimlere hakim kuvvetlerden bahseden bilimdir.

Jeoloji, dar anlamı ile ya da çoğunlukla algılandığı biçimiyle, bütün yeryuvarlağının değil, özellikle ortalama kalınlığı 35 km olan katı yerkabuğunun bilimidir. Bu şekliyle jeoloji, yeryüzünü ve yeryüzü ile insan toplulukları ilişkisini inceleyen coğrafyadan (jeomorfoloji) ve yerküresini tüm olarak fiziksel yöntemlerle inceleyen jeofizikten ve jeokimya ve de jeodezi gibi alt dallara ayrılmaktadır.

Astrojeoloji (bazen gezegensel jeoloji olarak çevrilebilecek planetary geology olarak da anılır) ise güneş sistemindeki diğer cisimlere jeolojik prensiplerin uygulanmasını içerir. Bununla birlikte, selenoloji (Ay bilimi - Ay'ın incelenmesi) gibi, özelleşmiş terimler de kullanılmaktadır.

Jeologlar (yerbilimciler) Dünya'nın yaşının yaklaşık olarak 4.6 milyar (4.6x109) yıl olarak tanımlanmasına yardımcı olmuşlar, Dünya'nın litosferinin hareketli tektonik plakalara ayrıldığını tespit etmişlerdir. Teorik boyutun yanı sıra, jeoloji çok geniş bir pratik alana sahiptir; jeologlar örneğin dünyanın doğal kaynaklarının ve metallerin yerlerinin tespit edilmesine ve idare edilmesine yardımcı olurlar. Ayrıca değerli taşlar ve birçok mineral ile de ilgilenirler.

Jeoloji sözcük olarak ilk kez Jean-André Deluc tarafından 1778 yılında kullanılmış ve Horace-Bénédict de Saussure tarafından 1779 yılında sabit bir terim olarak ortaya atılmıştır. Bu bilim dalı Encyclopædia Britannicanın 1797'de tamamlanan üçüncü baskısında yer almasa da 1809'da tamamlanan dördüncü baskıda uzun bir açıklama ile yer almıştır[1]. Sözcüğün daha eski bir anlam taşıyan ilk kullanımı ise Richard de Bury tarafındandır ve dünyevi ile teolojik hukukun ayrıştırılması anlamını taşır.

Jeoloji sözcüğü Yunanca γη- (ge) "arz, dünya" ve λογος (logos) yani "kelam"dan köken almaktadır. Türkçe'de kullanılan sözcük, Türkçe'ye Fransızca géologie sözcüğünden gelmiştir. Fransızca sözcük ise Latince geologiadan türemiştir.

Tarihçe

Çin'de bilgin Shen Kua (1031-1095) okyanustan yüzlerce mil uzaktaki bir dağdaki jeolojik tabakada (stratum) gözlemlediği hayvan kabukları fosillerinden yola çıkarak karaların oluşumuna dair bir hipotez formüle etmiştir. Çıkardığı sonuç karaların dağların erozyonu ve silt tortularıyla oluştuğu idi.

Aristo'nun öğrencisi Theophrastus'un (372 - 287 BC) Peri lithon ("Taşlar üstüne") isimli eseri binlerce yıl boyunca alanında otorite olmuştur. Bu eserdeki fosil yorumlamaları Bilim Devrimi'nin sonrasına kadar etkin kalmıştır. Eser Latince ve diğer Avrupa dillerine, örneğin Fransızca'ya çevrilmiştir.

Georg Agricola (1494-1555)), bir hekim, madencilik ve madeni arıtım ile ilgili ilk sistematik bilimsel incelemeyi yazmıştır; De re metallica libri XII. Ayrıca rüzgâr enerjisi, hidrodinamik güç, (maden) filizlerin taşınması, yönetimsel hususlar ve benzeri konular da eserde yer almaktaydı. Kitap 1556 yılında yayımlanmıştır.

Nicolas Steno (1638-1686) süperpozisyon ilkesi gibi stratigrafinin (tabakabilimin) tanımlayıcı ilkeleriyle tanınmıştır.

1700lere gelindiğinde Jean-Étienne Guettard ve Nicolas Desmarest orta Fransa'yı gezmiş ve gözlemlerini jeolojik haritalara kaydetmişlerdir. Guettard Fransa'nın bu bölgesinin volkanik kökenine dair ilk gözlemleri kaydetmiştir.

Genellikle James Hutton ilk modern jeolog olarak görülmektedir. 1785'de Theory of the Earth ("Yer Teorisi") isimli bir çalışmayı Royal Society of Edinburgh'a sunmuştur. Çalışmasında, Dünya'nın tahmin edilenden daha yaşlı olduğuna ilişkin teorisini açıklamıştır. Hutton fikirlerini iki cilt halinde 1795'de yayımlamıştır (1. Cilt, 2. Cilt).
Jeolog, Carl Spitzweg tarafından yapılmış 19. yüzyıl tablosu.
Jeolog, Carl Spitzweg tarafından yapılmış 19. yüzyıl tablosu.

Hutton'un takipçilerine Plütonistler denmekteydi; zira bunlar kayaların volkanizm ile oluştuğu kanısındaydılar. Buna karşıt olan ve kayaların zamanla seviyesi düşmüş olan büyük bir okyanus sonucu çıktığını düşünenlere Neptünistler denmekteydi.

1811'de Georges Cuvier ve Alexandre Brongniart Dünya'nın antikitesine dair kendi açıklamalarını yayımladılar. İlham kaynakları Cuveri'in Paris'te fil kemiği fosilleri keşfiydi. Bağımsız bir şekilde bu çalışmalardan önce jeolog William Smith'in İngiltere ve İskoçya'da stratigrafik çalışmaları olmuştu.

1827'ye gelindiğinde Charles Lyell'in Principles of Geology yani "Jeolojinin İlkeleri" isimli eseriyle Hutton'un tek biçimciliğini (tekdüzelikçilik - uniformitarianism) yinelemektedir ki aynı düşünce Charles Darwin'in düşüncesini de büyük oranda etkilemiştir.

Sir Charles Lyell ünlü eseri Principles of Geology ilk kez 1830'da yayımlanmıştır ve 1875'deki ölümüne kadar Lyell yeni, gözden geçirilmiş sürümlerini (revizyonlarını) yayımlamaya devam etmiştir. Tek biçimcilik doktrinini başarılı bir şekilde desteklemiştir. Bu teoriye göre Dünya tarihi boyunca yavaş jeolojik süreçler devam etmiştir ve bugün de devam etmektedir. Bunun karşıtı şekilde katastrofizm Dünya'nın özelliklerinin tek bir felaket veya felaketler dizisi sonucu oluştuğunu ve bundan sonra herhangi bir değişikliğe uğramadan kaldığını öne sürer. Hutton tek biçimciliğe inanmış olmasına rağmen, onun zamanda teori yaygınlık kazanmamıştır.

19. yüzyl boyunca jeoloji Dünya'nın yaşı sorusu etrafında odaklanmıştır. Tahminler birkaç 100.000 yıldan milyarlarca yıla kadar büyük bir yelpazedeydi. 20. yüzyıl jeolojisindeki en belirgin gelişim 1960'larda plaka tektoniği kuramının geliştirilmesidir. Bu kuram Yer bilimleri açısından çok önemlidir.

Kıtasal sürüklenme (veya kıtasal kayma - continental drift) kuramı 1912'de Alfred Wegener tarafından ortaya atılmış olsa da, 1960'larda plaka tektoniğinin geliştirilmesine kadar yaygın bir şekilde kabul görmemiştir. Aslında aynı fikri Wegener'den önce dile getirenler de olmuştur; fakat yeterli kanıtları sunmaya çalışarak, bütün bir şekilde kabul edilebilir bir hipotezi ilk ortaya atan Wegener olmuştu[2].

Jeoloji tarihi boyunca, birbiriyle ilişkili olan ana tartışma konuları, meseleler, Neptünistler ile Plütonistler arasındaki tartışma, tek biçimcilik-katastrofizm meselesi, Dünya'nın yaşı ve kıtasal sürüklenme olarak özetlenebilir[3]. Her ne kadar bu meseleler büyük ün kazanmaları sebebiyle ilk akla gelenler olsa da, jeoloji alanında kuruluşundan şu ana kadar, ve bugün hâlâ, birçok farklı mesele ve anlaşmazlık, diğer bilim dallarında olduğu gibi, mevcuttur.

Jeoloji toplulukları

Her ne kadar the Royal Society of London ve Académie des Sciences gibi köklü bilimsel topluluklarda jeoloji tartışmaları yaşansa ve incelenen bilimler içine jeoloji de dahil edilmiş olsa da ilk jeoloji topluluğu (veya cemiyeti) 1807'de kurulan the Geological Society of London yani "Londra Jeoloji Topluluğu"dur. Bu ilk derneğin kurucularının bir kısmı British Mineralogical Society yani "İngiliz Mineraloji Topluluğu"nun kurucu üyelerindendi. Aynı dönemde gerek Büyük Britanya gerekse diğer bölgelerde jeoloji toplulukları oluşmaya başlamıştır: 1814'de kurulan the Royal Geological Society of Cornwall, 1830 tarihli Fransız Société Géologique de France, 1848 tarihli Alman Deutsche Geologische Gesellschaft, ve 1817'de St. Petersburg'da, Rusya'da kurulan ve büyük oranda jeoloji ile de ilgilenen Mineraloji Topluluğu verilebilecek örnekler arasındadır. 1888'de ise the Geological Society of America ("Amerika Jeoloji Topluluğu") kurulmuştur. İlerleyen yıllarda jeolojinin alt dalı sayılan dallara ve ilgili alanlara dair birçok topluluk da kurulmuştur.

Bugün bazı ülkelerde jeoloji toplulukları profesyönel standartlara ve ilgili çoğunluğu idari konulara yardımcı olmak gibi bir görev de üstlenmiştir. Bunun bir örneği Birleşik Krallık'tır. Millî açıdan jeoloji topluluklarının öneminin ve sayısının artmasının yanı sıra, ülkesel sınırların ötesinde uluslararası örgütlenmeler de kurulmaktadır. Bunlara örnek olarak bugün 70.000'den fazla jeoloğu temsil eden Avrupa Jeologlar Federasyonu verilebilir[4].


---------- Post added 20.10.17 at 11:43 ----------

Kimya


Kimya, atomları, element ya da bileşik haldeki maddelerin yapısını, bileşimini ve özelliklerini (makroskopik ve mikroskopik boyutta), uğradıkları dönüşümleri, bu dönüşümler sırasında açığa çıkardıkları ya da soğurdukları enerji ve entropiyi inceleyen bilim dalıdır.

Kimya'nın dalları

Kimya bilimi sınırsız denecek sayıda çok bileşiğin incelenmesini kapsar ve bu konudaki bilgi ve etkinlikleri sistemli hale getirmek amacıyla birbiriyle ilgili bileşikleri, sistemleri, yöntemleri ve amaçlarını gruplayan birçok alt dala ayrılır: Analitik Kimya, Biyokimya, İnorganik Kimya, Organik Kimya, Fiziksel Kimya, Teorik Kimya, Nükleer Kimya başlıca dallardır


---------- Post added 20.10.17 at 11:44 ----------

Matematik


Matematik (Osmanlıca: Riyaziye, Yeni Türkçe Karşılıklar: Uzbilim), yapıların biçimlerini, değişimi ve uzamı inceleyen bilim dalıdır. Daha genel tanımıyla nicelik ve zaman ile ilgili simgeleri (ya da temsili nesneleri) inceler. Formalist bakış açısına göre *belitsel (aksiyomatik) olarak tanımlanmış soyut yapıların mantık ve matematiksel notasyon kullanılarak araştırılmasıdır. Diğer bakış açıları Matematik Felsefesi'nde bulunabilir.

Matematikçiler tarafından incelenen bazı yapılar, doğa bilimlerinden özellikle fizikten kaynaklanıyor olabilir. Bununla birlikte matematikçiler, örneğin bazı alt alanları birleştirici bir genelleme veya ortak hesaplar için yararlı bir araç oldukları için tamamen matematiğe ait yapılar da tanımlar ve araştırırlar. Bir çok matematikçi matematiği bir bilimden çok sanat olarak görerek araştırdıkları alanları sadece saf bir estetik kaygı ile incelerler. Matematiği bilimin dili olarak ele alıp, pozitif bilim saymayan filozoflar da vardır.

Matematiğe genel bakış matematiğin tarihi

"Matematik" sözcüğü, "bilim, bilgi ya da öğrenme" anlamına gelen Eski-Yunanca μάθημα (máthema) sözcüğünden türetilmiştir ve μαθηματικός (mathematikós) "öğrenmekten hoşlanan" anlamına gelir.

Ayrıntılar için Matematik Tarihi başlıklı makaleye bakın.

2.2 Neden Matematik Öğrenir ve Öğretiriz?

Matematik, öğrenme ve öğretme programlarında niçin vardır? Matematik, çocukların ve gençlerin hayatında neden hep önemli bir ders olmuştur? Bu soruların cevabı aynı zamanda matematik öğretiminin amacını da oluşturur.

Matematik öğretiminde amaç: Matematiksel düşünce sistemini öğrenmek ve öğretmektir. Temel matematiksel becerileri (problem çözme, akıl yürütme, ilişkilendirme, genelleme, iletişim kurma, duyuşsal ve psikomotor gelişim) ve bu becerilere dayalı yetenekleri, gerçek hayat problemlerine uygulamalarını sağlamak;

Bireysel olarak matematik çalışmaları ile gençleri geleceğe hazırlarken kendi matematiksel beceri ve yeteneklerinde ileriye gitmelerini sağlamak, gençlerin gelişen teknolojiyi takip edebilmelerine imkan verecek zihinsel becerileri nasıl kazanabileceklerini öğretmek;

Matematiğin dayandığı esasların bazılarını anlayabilmek, dünya kültüründe ve toplumdaki yerimizi değerlendirebilmek sanatsal boyut içerisinde de yer alan matematiğin önemini öğretmek;

Matematiğin sistematik bir bilgi ve bilgisayar dili olduğunu öğretmektir.

Matematik, akıp giden insanlığın ortak zekâsının anıtsal abidesidir. Yeter ki akıp giden bu enerjiyi iyi algılayabilelim ve anlayabilelim.
Alıntı ile Cevapla
  #5  
Alt 20.10.17, 11:45
 
Üyelik tarihi: 28.01.15
Bulunduğu yer: Erzurum
Mesajlar: 100
Etiketlendiği Mesaj: 21 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Meteoroloji


Meteoroloji veya Gökolaybilim, atmosferde meydana gelen hava olaylarının oluşumunu, gelişimini ve değişimini nedenleri ile inceleyen ve bu hava olaylarının canlılar ve dünya açısından doğuracağı sonuçları araştıran bir bilim dalıdır.

Atmosferin özellikle alt katmanlarında meydana gelen hava olaylarının oluşumunu ve değişimini nedenleriyle inceler ve kısa dönemli tahminler yapmayı amaçlar. Matematik, coğrafya, istatistik ve fizikten yararlanır.

Tarihçe

Meteorolojik olaylar, insanoğlunun yaşamını ilk çağlardan itibaren etkilemiş, insanlar günümüze kadar dünya atmosferinde olup biten olayların nedenlerini zamanın koşullarına göre inceleyip araştırmışlardır. Bu amaçla da çeşitli gözlem ve incelemeler yaparak hava olaylarını önceden tahmin edebilme yollarını bulmaya çalışmışlar, bunların olumlu etkilerinden faydalanma, olumsuz etkilerinden de kurtulma ve korunma yollarını aramışlardır.

Meteoroloji, insanlık tarihi kadar eski bir bilim olmasına karşın, gerçek kimliğine 19. yüzyıl sonlarına doğru kavuşmuştur. İlk meteorolojik haritalar 1869 yılında Prof. Cleveland Abbe ve Alexander Buchan tarafından yapılmıştır. 1882 yılında Elias Loomis, ilk dünya yağış dağılım haritasını, 1887 yılında Dr Julius Hann ise, ilk meteoroloji atlasını hazırlamışlardır


---------- Post added 20.10.17 at 11:47 ----------

Mimarlık


Mimarlık mekan tasarlama işidir. İnsanların yaşamasını kolaylaştırmak ve barınma, dinlenme, çalışma, eğlenme gibi eylemlerini sürdürebilmelerini sağlamak üzere gerekli mekânları, işlevsel gereksinmeleri ekonomik ve teknik olanaklarla bağdaştırarak estetik yaratıcılıkla inşa etme sanatı; başka bir tanımlamayla, yapıları ve fiziksel çevreyi uygun ölçülerde tasarlama ve inşa etme sanat ve bilimidir. İnsan barınmak için yaşamak ve doğa şartlarından korunmak için bir mekan ihtiyacı duyar ve bu mekanı kendine özgü kültürel, fonksiyonel, teknik ve farklı zevklerde yaratır.

Mimarlık evrensel bir meslektir. İnsanlık tarihinin her döneminde önemli olmuştur. Dini yapıların tanrıya ulaşma arzusundan, iktidarı simgeleyen saraylara ya da bir kentin dokusunu oluşturan basit konut tiplemelerine kadar her türlü açık ve kapalı mekanı tasarlar.

Bu çevre kırsal veya kentsel olabileceği gibi, yapıları veya mekanları kuşatan yakın dış çevre de mimari tasarımın kapsamına girer. Mekan, içinde yaşamın gerçekleştiği fizik ortam olarak tanımlanabilir. Mekanın oluşabilmesi ve üretilebilmesi için yapılara, yaşamın hergün artan çeşitliliği gözönüne alınırsa, oldukça karmaşık ilişkiler düzeni içinde yapılaşmış fizik çevreye gereksinme vardır. Mimari tasarımın öznesi olan yaşam, coğrafi, iklimsel, kültürel, demografik farklılıklar içerir.

MÖ 1. yy.'da yaşamiş olan Roma'lı mimar Vitruvius "De Architectura" adlı kitabında başarılı bir mimarlık için "Utilitas, Firmitas, Venustas" (kullanışlılık, sağlamlık, güzellik) etmenlerinin gerekli olduğunu ileri sürmüştür. Rönesans' ta bu tanım, "Comodita, perpetuita, bellezza" (kullanışlılık,süreklilik- kalıcılık, güzellik) olarak benimsenmiştir. 1581'de bir İngiliz yazarı mimarlığı "yapı bilimi" olarak tanımlarken 19.yy'da İngiliz eleştirmen John Ruskin mimarlığın "yapılara uygulanan süslemeden başka bir şey olmadığı" nı ileri sürüyordu. Amatör bir eleştirici olan Sir Henri Watton "The Elements of Architecture" (1624) adlı kitabında mimarlığın üç koşula ( kullanılışlılık, sağlamlık, güzellik) yanıt vermesi gerektiğini belirtir. Frank Lloyd Wright'a göre de "mimarlık biçim haline gelmiş yaşamdır."

Dünyanın en eski mesleği olarak kabul edilen mimarlık yapı sektörünün de ayrılmaz bir parçasıdır. Yapı sektörü ise, tüm dünya ülkelerinde en büyük sektör olup, diğer sektörlerin de itici gücü olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle, mimarlık, geçmişin birikimleri ile geleceği hazırlayacak, gelecekte yaşanacak kaliteli yaşam çevrelerini oluşturacak, vizyon sahibi bireylerin mesleğidir.

Son elli yıldır mimarlık mesleği konusunda “Çizim yapma sanatı” gibi bir yanlış kanaat oluşmuş , mimarlık sanatına yardımcı olan ancak çalışma alanı , tüm yapılarda kullanılan elemanların malzeme, mukavemet, statik ve dinamik durumlarını ve ekonomisini inceleyen bilim dalı olan inşaat mühendisliği ile mimarlık kavramları birbirine karışmıştır.

Mimarlık sanatının kültürel yanını gözardı eden bu anlayış sonucunda , yüzyıllardır ülkemizin kimliği ile bütünleşen ve kültürümüzün ve değerlerimizin en kalıcı kanıtı olan mimarlık , kimliğini kaybetmiş, kültürel kimlik sorusu ile bir hesabı bulunmayan egemen yapı kültürü kentlerin görünür kimliğine damgasını vurmuştur.

Oysa Mimarlık ülkelerin kartvizitine yazdığı değerlerin en önemlilerinden biri belki de en önemlisidir.

Mimarlık okullarından mezun olanların, mesleğin ilgi alanının çok geniş bir yelpazeyi kapsaması nedeni ile, birbirinden çok farklı alanlarda çalışabildikleri gözlemlenmektedir.
Alıntı ile Cevapla
  #6  
Alt 20.10.17, 11:49
 
Üyelik tarihi: 28.01.15
Bulunduğu yer: Erzurum
Mesajlar: 100
Etiketlendiği Mesaj: 21 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Psikoloji


Psikoloji (Yunanca ψυχολογία, psihologia: Ruh bilimi), insan davranışlarını ve zihinsel süreçleri inceleyen bilim dalıdır.

Kelime anlamı

Ruhbilim

Os. Ruhîyât, Fr. Al. Psychologie, İng. Psychology

Ruhsal yaşamın bilimi

Yunanca ruh anlamına gelen psykhe deyimiyle bilgi anlamına gelen logos deyiminden yapılmıştır. Antikçağ Yunanca'sında psukhê deyimi duysal ruh anlamına geliyordu. Dilimizdeki ruhbilim deyimi de bu anlama uygundur ve özellikle ruh'la tin deyimleri arasındaki anlam ayrılığını göz önünde tutmuştur. Bu anlamda ruhbilim deyimi, canlı örgenliğin bedensel yanını inceleyen bilimi dilegetiren fizyoloji deyimine karşı olarak canlı örgenliğin ruhsal yanını inceleyen bilimi dilegetirir.

* İnsan ve hayvan davranışlarını inceleyen bilim.
* Bir grubu, bir bireyi belirleyen hareket etme, düşünme, duygulanma biçimlerinin bütünü.
* Davranışsal.

düşünüş, davranış biçimi.

* Psyche + Logos kelimelerinin birleşmesinden oluşmuştur. Psyche ruh anlamına gelir, logos da bilim/bilgi demektir. Psychelogos yani Psikoloji kelime anlamıyla "ruhbilim"dir.

Ayrıca kısaca insan ve hayvanların içinde sakladıklarını dışavurmasıdır.

Bilim olarak psikoloji

İnsan bir canlı olarak çevresine uyum sağlamak ve kendi içinde de dengeli bir gelişme sağlamak ister. Psikoloji de elde ettiği yasaları yine insana uygulayarak onun davranışlarını açıklayabilir, önceden kestirebilir, kontrol edebilir. Böylece, insana bu gelişim ve uyum sürecinde yardımcı olabilir.

Günümüzde psikolojinin bulgularından, çok değişik alanlarda yararlanılır. Eğitim, tıp, endüstri, ekonomi alanlarında psikolojik bilgilerin kullanımı, insanların daha başarılı olmasını sağlamaktadır. Büyüme, gelişme, yetenekler, ilgi, zekâ, heyacan, bellek, düşünme, öğrenme konularında elde edilen psikolojik bilgilerin eğitim alanında kullanılmasıyla bu alanda başarı yükselmiş, daha sağlıklı, daha modern bir eğitim anlayışı gelişmiştir.

Diğer bilimlerle ilişki

Psikolojinin felsefeden ayrılıp bağımsız bir bilim olması, diğer bilimlerle ilişkisinin olmadığı anlamına gelmez. Her bilim dalının diğerleri ile ilişkisi vardır. Ancak birbirine yakın dalların ilişkisi diğerlerinden daha fazladır. Örneğin insanı konu alan antropoloji, etnoloji, sosyoloji ve psikoloji daha yakın ilişki içindedir.

Psikoloji-antropoloji: Antropoloji, insanı inceleyen bilim dalıdır. İnsanın gelişim sürecini, ırkları inceler. Elde ettiği sonuçlar günümüz psikolojisine ışık tutar.

Psikoloji-etnoloji: Etnoloji, günümüzde ya da tarih öncesi dönemlerde yaşayan ilkel toplulukların kültürlerini inceler. İçinde yaşadığı kültürün, insanın kişiliği, algıları ve kanıları üzerinde etkisi çoktur. Bu nedenle etnoloji çalışmaları psikolojiye yardımcı olur.

Psikoloji-sosyoloji: Sosyoloji toplum bilimidir. Toplumun yapısını, toplumsal sistemleri inceler. Toplum tek tek kişilerden oluştuğuna göre sosyoloji ile psikoloji oldukça yakından ilişkili bilim dallarıdır. Her iki bilim dalının ortak ürünü olarak sosyal psikoloji dalı doğmuştur. Ancak bununla birlikte sosyoloji ve psikolojiyi tek bir bilim dalı olarak görmek yanlıştır. Çünkü iki bilim dalının oldukça farklı yanları ve çalışma alanları vardır. Örneğin, sosyolojinin yalnızca insan toplumlarını incelemesine karşılık, psikoloji bazı nedenlerle hayvanları da inceler.

Araştırma yöntemleri

Bilimlerin amacı, olaylar hakkında kanıtlanabilir bilgiler elde etmektir. Bu amaca erişmek için izledikleri sistemli yola, her türlü araştırma tekniğine yöntem denir. Değişik bilim dallarında birçok yöntem kullanılır. Psikoloji de diğer bilimlerin kullandığı yöntemlerin çoğunu kendi konusuna göre kullanır. Bunların başlıcaları betimleyici ve tanımlayıcı yöntemler, korelasyonel yöntemler, deneysel yöntemlerdir.

1. Betimleyici ve tanımlayıcı yöntemler: Betimleme ve tanımlama amacıyla tarama yöntemi, doğal gözlem, görüşme ve vaka incelemesi yöntemlerinden yararlanılır.
1. Tarama yöntemi: Belirli sorunlarla ilgili olarak geniş kitlelerin görüşlerinin alınmasıdır.
1. Test: İnsanların zekâlarını, ilgilerini, yeteneklerini, tutumlarını, kişiliklerini vb. ölçmek amacıyla kullanılır.
2. Anket: Bilgi verecek kişinin doğrudan kendisinin okuyarak cevaplandıracağı sorulardan oluşmuş soru kayıtları kullanılarak yazılı cevaplar aracılığıyla gözlemde bulunma işidir.
2. Doğal gözlem: Olayların doğal durumda izlenmesidir.
3. Görüşme: Görüşme, karşılıklı konuşmadır. Bu konuşma bir kişiyle olabileceği gibi bir grup insanla da olabilir.
4. Vaka: Bazı durumlarda insan davranışını tanımlamak pek kolay olmaz. Olayın derinliğine inmek gerekir. İnsanın geçmiş yaşantıları ve çevresi davranışlarına önemli etkiler yapar. İnsan davranışını tanımak için bu geçmiş yaşantıların, önemli olayların ve ilişki kurduğu insanların nasıl bir etkide bulunduğunu öğrenmek gerekir. Bunun için incelenen kimsenin ailesi, arkadaşları ve diğer ilgililerle konuşulur. Elde edilen bilgiler nesnel olarak kaydedilir. Davranışların nedenleri ortaya çıkarılırken bu bilgilerden yararlanılır.
2. Korelasyonel yöntemler:
1. Korelasyon: iki değişken arasındaki karşılıklı ilişki miktarını gösterir. Örneğin tekrar yapmakla öğrenme arasında pozitif korelasyon vardır. Korelasyon değeri 0 ile +1 arasında olur. Sigara içmek ile ile sağlıklı olmak arasında ise negatif korelasyon vardır. Korelasyon değeri ise 0 ile -1 arasında olur. .
3. Deneysel yöntemler: Doğal gözlem, varsayım (Hipotez) ve deneyleme aşamasından geçer.
1. Doğal gözlem: Olayların akışına gözlemcinin karışmadığı gözlem biçimi.
2. Varsayım: Olaylar ve olgular arasında neden-sonuç ilişkisi kuran ve gözlem yolu ile test edilecek olan öngörü.
3. Gözlem: Olayın başından sonuna kadar izlenerek görülenlerin kaydedilmesi. Deneysel yöntemde, bu aşamada kastedilen, doğal olmayan gözlemdir.
1. Güdümlü gözlem: Olayların yeri, zamanı ve koşullarının gözlemci tarafından hazırlandığı gözlem biçimi. Nelerin, nasıl gözlenebileceği, nasıl kaydedileceği önceden kararlaştırılır. Aktif gözlem ya da deneyleme de denilebilir.
2. Deney: Bir değişkenin etkilerini gözlemek üzere koşulları hazırlanmış gözlem ya da deneyleme sürecinin ürünüdür. Deney yöntemi, diğer bilimlerde olduğu gibi psikolojide de araştırmaların temelidir.
Alıntı ile Cevapla
  #7  
Alt 20.10.17, 11:50
 
Üyelik tarihi: 28.01.15
Bulunduğu yer: Erzurum
Mesajlar: 100
Etiketlendiği Mesaj: 21 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Sosyoloji


Toplum bilimi, (İngilizce sociology, sosyoloji) toplum ve insanın karşılıklı etkileşimi üzerinde çalışan bir bilimdir. Toplumsal (sosyolojik) araştırmalar sokakta karşılaşan farklı bireyler arasındaki temaslardan küresel sosyal işleyişlere kadar geniş bir alana yayılmıştır. Bu disiplin insanların neden ve nasıl bir toplum içinde düzenli yaşadıkları kadar bireylerin veya birlik, grup yada kurum üyelerinin nasıl yaşadığına da odaklanmıştır.

Toplum bilimi alanında çalışan bir kişiye de toplum bilimci (sosyolog) denir. Bir akademik disiplin olarak toplum bilimi bir sosyal bilim olarak kabul edilmektedir ve 19. Yüzyıl’ın ilk çeyreğinde gelişmiş diğer bilim dalları ile karşılaştırıldığında görece olarak gençtir. Bir çok sosyolog bir veya daha fazla uzmanlık alanında veya altdallarında çalışmaktadır.

Sociology kelimesi, Yunanca “bilim” anlamına gelen “logy” eki ve Latince’de, genel anlamda insanı işaret eden, üye, arkadaş veya dost anlamındaki, “socius” kelimesinden gelen “socio-” kökünden oluşur.

Toplum bilimi geniş çerçeveli bir disiplin olduğu için, profesyonel toplum bilimciler için bile tanımını yapmak güçtür. Bu disiplini tanımlamak için işe yarayan yollardan biri bu disiplini toplumun farklı boyutlarını inceleyen alt dalların oluşturduğu bir küme olarak tanımlamaktır. Örneğin toplumsal sınıflaşma eşitsizliği ve sınıfsal yapıları, demografi nüfusun miktar ve türündeki değişimleri, suç bilimi suç davranışı ve çarpıklıkları, politik toplum bilimi hükümet ve yasaları, ırk toplum bilimi ve cinsiyet toplum bilimi ırk ve cinslerin eşitsizliği kadar ırk ve cinsiyetlerin toplumsal yapılarını inceler. Doğadaki bir çok çapraz disiplini içerecek şekilde,yeni toplumsal alt bilim dalları ortaya çıkmaya devam etmektedir-mesela ağ çözümlemesi-.

Bir çok toplum bilimci akademi dışında yararlı araştırmalar yapmaktadır. Bulguları eğitimcilere, yasa yapıcılara, yöneticilere, yenilik yapmak isteyenlere, iş dünyasının liderlerine ve toplumsal sorunları çözme ve toplumsal politikalar oluşturma konusuyla ilgilenenlere yardımcı olmaktadır.

Tarihçesi

Ekonomi, politika bilimi, antropoloji, tarih ve psikolojiyi kapsayan diğer sosyal bilimler ile karşılaştırıldığında toplum bilimi oldukça yeni bir bilim dalıdır. Arkasındaki düşüncelerin ise daha uzun bir geçmişi vardır ve ortak insan bilgisi ve felsefesinin karışımına kadar izleri takip edilebilir.

Toplum bilimi 19. yüzyılın ilk yarısında modernliğin iddialarına karşı bir akademik tepki olarak belirmeye başladı: dünya küçülmeye başlayıp bütünleşmeye başlıyor, insanların dünyadaki deneyimleri hızlı bir şekilde atomize olup yayılıyordu. Toplum bilimciler sadece toplumsal grupları nelerin bir arada tuttuğunu öğrenmeyi değil aynı zamanda toplumsal dağılmaya karşı bir çare geliştirmeyi de umut ettiler.

Sociology kelimesi 1838’de Auguste Comte tarafından Latince Socius (arkadaş, dost) ve Yunanca logos(bilim) kelimelerinin biraraya getirilmesi ile oluşturuldu.

* Comte insana dair bütün bilimleri – tarih, psikoloji ve ekonomi dahil, bütünleştirmeyi istiyordu. Onun toplumsal şemasi tam 19.yüzyıla özgüydü; tüm insanlığın aynı tarihsel aşamalardan (teoloji, metafizik, pozitif bilimler) geçtiğine inanıyordu ve eğer birisi bu gelişimi kavrarsa toplumsal hastalıklar için çareler de bulabilirdi. Toplum bilim ‘bilimlerin kraliçesi’ olmalıydı.

Herbert Spencer

* Sociology terimi ile ilk yayımlanan kitap İngiliz düşünür Herbert Spencer’in yazdığı The Study of Sociology(Toplum Bilimi Çalışması) idi (1874).

* ABD’de bazıları tarafından Amerikan Toplum biliminin babası diye tanımlanan Lester Frank Ward, 1883’te Dinamik Toplum Bilim kitabını yayınladı ve ilk kez Kansas Üniversitesi, Lawrence’da 1890’da Toplum Bilim Öğeleri başlıklı bir kursta(Amerika'nın devam eden en eski toplum bilim bölümüdür) bu disiplin kendi adıyla öğretilmeye başlandı.

* Kansas Üniversitesi’nde Tarih ve Sosyoloji Bölümü 1891’yılında kuruldu ve ilk tam anlamıyla bağımsız toplum bilim bölümü 1892’de Chicago Üniversitesi ‘nde 1895’te Amerikan Toplumbilimi Dergisini çıkaran Albion W. Small tarafından kuruldu.

* İlk Avrupa toplumbilim bölümü, L'Année Sociologique ‘un (1896) kurucusu Émile Durkheim tarafından 1895’te Bordeaux Üniversitesi’nde kuruldu.

* Birleşik Krallık’taki ilk toplumbilim bölümü London School of Economics and Political Science‘da (İngiliz Toplum Bilim dergisini de yayınlayan) 1904’de kuruldu.

* 1919’da Almanya’da Ludwig Maximilians University of Munich’de Max Weber ve 1920’de Polonya’da Florian Znaniecki tarafından toplum bilim bölümleri oluşturuldu.

Karl Marx
Karl Marx

* Toplum bilim alanında uluslararası işbirliği 1893’te, René Worms tarafından kurulan ancak 1949’da oluşan çok daha geniş katılımlı Uluslararası Toplum Bilim Birliği (ISA) ile yıldızı kararan küçük Uluslararası Toplum Bilim Enstitüsü ile başladı.

* 1905’te dünyanın en büyük profesyonel sosyologlar birliği olan Amerikan Toplum Bilim Birliği kuruldu.

19. yy’dan 20. yy’ın başlarına kadar diğer “klasik” toplum bilim kuramcıları şunlardır:

* Karl Marks,

* Ferdinand Tönnies,

* Émile Durkheim,

* Vilfredo Pareto,

ve Max Weber .

Comte gibi bu bilimciler de kendilerini sadece “sosyolog” saymaz. Çalışmaları din, eğitim, iktisat, hukuk, psikoloji, etik, felsefe ve teoloji konularına yöneliktir ve kuramları değişik akademik disiplinlere uyarlanmıştır. En çok ne var ki toplum bilim üstünde etkili olmuşlardır (aynı zamanda ekonomi üstünde de merkezi bir isim olan Marks’ı hariç tutarak) ve gene onların kuramları bugün hala en uygulanabilir kuramlar olarak düşünülmektedir.

Disiplinin içinde, bilimsel açıklamadan farklı olan anlayışın felsefi kökleri vardı. Comte’un başını çektiği ilk kuramcıların toplum bilime yaklaşımı, toplumu anlamak için doğal bilimlerde kullanılan yöntemleri ve yömtembilimini aynen uygulayarak toplum bilimin bir doğal bilim gibi geliştirmekti. Deneycilik ve bilimsel yönteme yapılan vurgu toplumbilimsel iddialar ve bulgular için tartışılmaz bir temel oluşturmayı ve felsefe gibi daha az deneysel disiplinlerden toplum bilimini farklılaştırmayı araştırıyordu. Pozitivizm denilen bu yöntembilimsel yaklaşım toplum bilimciler ve diğer bilim insanları arasında çekişme kaynağına ve sonunda disiplinin kendi içinde de bir ayrışma noktasına dönüştü. Böylece, bir çok bilim, gerekirci, Newtoncu modelden belirsizliği kabullenen ve içselleştiren olasılıklı modellere geçerken toplum bilim gerekirci (çeşitlemeleri yapıya, etkileşime veya diğer güçlere yükleyen)yaklaşıma inananlar ve her türlü açıklama ve tahmin olasılığına karşı duranların hakimiyetine girdi.


Bilimsel açıklamadan farklı ikinci bir görüş ise kültürel hatta kendi başına toplumsaldı. 19.yy’ın başlarından itibaren insan toplumunun anlamlar, semboller, kurallar, normlar ve değerler gibi kendine özgü yanları bulunmasından dolayı doğal dünyadan toplumsal dünyanın ayrı olduğunu tartışan Wilhelm Dilthey ve Heinrich Rickert gibi bilim insanları tarafından toplum hayatını inceleyen pozitivist ve doğacı yaklaşımlar sorgulanmıştı. Toplumun bu öğeleri insan kültürlerini hem sonucuydular hem de bunlar tarafından üretiliyorlardı. Bu bakış açısı daha sonra antipozitivizmin (insancıl toplum bilim) kurucusu olan Max Weber tarafından geliştirildi. Anti-doğacılıkla yakın ilişkili bu anlayışa göre, toplumsal araştırma insanın kültürel değerlerine yoğunlaşmalıydı. Bu, bir insanın öznel ve nesnel araştırma arasında nasıl bir ayrım yapabileceği konusunda bazı tartışmalara yol açtı ve kişisel yorumlu (hermeneutical) çalışmaları etkiledi. Benzer tartışmalar, özellikle internet çağında, toplum bilimde, hedef kitleye özgü toplum bilimsel uzmanlığın yararına vurgu yapan kamu sosyolojisi gibi çeşitlemelere yol açmaktadır.

Sosyal Teori

Sosyal teori, toplumsal hayatın kalıplarını açıklamak yerine toplumsal kalıp ve büyük toplumsal yapıları açıklayacak ve çözümleyecek özet ve çoğunlukla karmaşık kuramsal çatıların kullanımına başvurur. Sosyal teori her zaman daha klasik akademik disiplinlerle sorunlu bir ilişki kurmuştur; anahtar düşünürlerden bir çoğunun üniversitede kürsüsü yoktur. Bazen sosyal teorinin toplum biliminin bir dalı olduğu düşünülse de, antropoloji, ekonomi, teoloji, tarih, felsefe vb gibi bilimlerle ilgili olduğu için disiplinlerarasıdır. İlk sosyal teoriler toplum bilimin doğuşuyla beraber, eş zamanlı olarak geliştirildi. ‘Toplum biliminin babası’ olarak bilinen Auguste Comte –toplumsal evrimcilik- diye ilk sosyal teorilerden birinin temel çalışmasını gereçekleştirdi. 19. yy’da sosyal ve tarihsel değişimle ilgili üç büyük klasik teori oluşturuldu: sosyal evrimcilik teorisi (sosyal darvinizm de bunun bir parçasıdır) sosyal dönem teorisi ve Marksist tarihsel materyalizm teorisi. Modern sosyal teoriler klasik teorilerin daha da yetkinleştirilmiş uyarlamalarıdır, evrimin çoksoylu teorileri gibi (neo-evrimcilik, sosyobiyoloji, modernizasyon teorisi, sanayi sonrası toplumu teorisi) veya genel tarihsel sosyoloji ve öznellik teorisi ve toplumun yaratılması.

Doğal bilimler disiplinlerinin tersine –fizik veya kimya gibi— sosyal teorisyenler kendi teorilerini savunmak için bilimsel yönteme yeterince sadık davranmayabilirler. Bunun yerine, sosyal teorinin karşıtlarının eleştirilerinin temelini oluşturan, tarihsel ve psikolojik yorumlar hariç, kolaylıkla kanıtlanamayacak hipotezler kullanarak büyük ölçekli toplumsal genel eğilim ve yapıları ele alırlar. Uç noktalardaki eleştirel kuramcılar, dekonstrüksiyonizmciler veya post-modernistler gibi, herhangi sistematik bir araştırma veya yöntemin baştan noksan olduğunu iddia etmektedir. Bir çok kez, ne var ki, “sosyal teori” bilime başvurmadan tanımlanır çünkü tarif ettiği toplumsal gerçeklik tersi kolay kanıtlanamayacak kadar baskındır. Modernite veya anarşi sosyal teorileri bu anlamda iki örnek olabilir.

Ne varki, sosyal teoriler toplum biliminin büyük kısmını oluşturmaktadır. Nesnel bilimsel tabanlı araştırmalar sosyal teorisyenler tarafından yapılan açıklamalar için destek sağlayabilir. Mesela aynı işi yapan erkek ve kadınlar arasında belirgin bir gelir eşitsizliği olduğunu ortaya koyan, bilimsel yöntem eksenli istatistiki bir çalışma, karmaşık sosyal teoriler olarak feminizm veya ataerkilliğin önermelerini tamamlayabilir.Genel olarak ve özellikle saf sosyoloji taraftarları arasında, sosyal teorinin bir çekiciliği vardır çünkü burada odak merkezi bireyden uzaklaşır ve doğrudan topluma ve bizim hayatlarımızı kontrol eden toplumsal güçlere döner. Bu sosyolojik kavrayış (veya sosyal imajinasyon)yıllar içinde öğrencilere çekici gelmiş ve diğerleri statükodan memnun kalmamışlardır çünkü --bu şekilde değişim olasılığını ortaya koyarak, sosyal yapıların ve kalıpların ya rastlantısal yada keyfi olarak özel güçlü gruplar tarafından kontrol edildiği varsayımına dayanmaktadır.

Bilim ve Matematik

Toplumbilimciler toplumu ve sosyal davranışı, insanların oluşturduğu grup ve toplumsal kurumu çeşitli sosyal, dinsel, politik ve iş organizasyon gibi inceleyerek çalışırlar. Onlar aynı zamanda grup davranışlarını ve toplumsal etkileşimlerini inceler,köken ve gelişimlerini takip eder ve üye bireyler üzerinde grup hareketlerinin etkisini çözümlerler. Toplumbilimciler toplumsal grupların, organizasyonların ve kurumların özellikleri; bireylerin her birinin diğerinden ve ait oldukları gruptan etkilenme yolları ve bir insanın günlük yaşamında cinsiyet, yaş veya ırk gibi toplumsal özelliklerin etkisi ile ilgilidir.Toplumbilimsel araştırmalar eğitimcilere, yasakoyuculara, yöneticilere ve toplumsal sorunları çözmek ve kamu politikaları geliştirmek isteyenlere yardımcı olur. Bir çok toplumbilimci bir veya birden fazla uzmanlık alanında çalışır: toplumsal organizasyon, toplumsal tabakalaşma, toplumsal hareketlilik; ırksal ve etnik ilişkiler;eğitim, aile; toplumsal psikoloji,şehir, kırsal, politika, ve karşılaştırmalı toplumbilim; cinsiyet rolleri ve ilişkiler; demografi; yaşlılık; suç bilimi; and toplumsal uygulamalar.

Toplumbilim büyük oranda Comte'nin toplumbilimin ergeç bilimin bütün diğer alanlarını içine alacağı inancına yaslanarak gelişse de, sonuçta, toplumbilim diğer bilimlerin yerine geçmedi.Bunun yerine, toplumbilim diğer toplumsal bilimlerle özdeşletirilme noktasına geldi. Günümüzde, çoğunlukla karşılaştırmalı bir yöntem kullanarak, insan türünün organizasyonlarını, toplumsal kurumlarını ve bunların toplumsal etkileşimlerini incelemektedir. Disiplin özellikle karmaşık sanayi toplumlarına odaklanmıştır. Toplumbilimciler son zamanlarda antropologlardan aldıkları ipuçları ile, bu alandaki "Batı Vurgusu"nu belirtmektedirler. Tepki olarak ise yeryüzündeki bir çok toplumbilim bölümü çok kültürlü ve çok uluslu çalışmaları desteklemektedir.

Günümüzde, toplumbilimciler, toplumu düzenleyen ırk veya etnisite, sosyal sınıf, cinsel rolleri ve aile gibi kurumları; suç ve boşanma gibi bu yapıların ayrılma ve bozulmasını temsil eden toplumsal işleyişleri ve benzeri kişiler arası etkileşimler gibi mikro-işleyişleri ve bireylerin toplumsallaşmaları, gibi mikro- toplumsal yapıları araştırmaktadırlar.

Toplumbilimciler sıklıkla toplumsal ilişkilerdeki kalıpları açıklamak ve toplumsal değişimi belirlemeye yardım edecek modeller geliştirmek için toplumsal araştırmanın kantitatif yöntemine dayanırlar.Toplumbiliminin belli dalları ise - odaklanarak yapılan görüşmeler, grup tartışmaları ve etnografik yöntemler gibi yöntemelerin- sosyal işleyişlerin daha iyi anlaşılmasını sağladığını düşünmektedir.Orta yolu bulmak isteyen bazı toplumbilimciler ise kantitatif ve kalitatif yaklaşımların birbirini tamamlayıcı olarak kullanılmasını tartışmaktadır. Bir yaklaşımdan elde edilen sonuçlar diğer taraftaki açıkları kapatabilir. Mesela kantitatif yöntemler büyük ve geniş kalıpları tanımlarken kalitatif yaklaşımlar bireylerin bu kalıpları nasıl anladıklarını anlamamıza yardımcı olabilir.

Toplumsal Araştırma Yöntemleri

Toplumbilimcilerin, soru formları veya toplumsal yöntemler araştırma anketi, görüşmeler,katılımcı gözlem, istatistik araştırması, değerlendirme araştırması ve test, anket vb belge tabanlı değerlendirme gibi çalışmaları içeren kuramsal olmayan bulguları bir araya getirmek için kullandığı bir çok ana yöntem vardır.

Bu yaklaşımların hepsinin sorunu bunların, araştırmacının bunların gözünde gördüğü toplumu nasıl çözümlediği ve anladığını uyarlamaya çalıştığı kuramsal konuma dayanıyor olmasıdır.Eğer Émile Durkheim gibi işlevselci ise, araştırmacı herşeyi büyük ölçekli toplumsal yapıların terimleriyle açıklaması muhtemeldir.Bir sembolik etkileşimci büyük olasılıkla insanların birbirini nasıl anladığına yoğunlaşacaktır. Bir marksist yada neo-marksist bir araştırmacı ise muhtemelen herşeyi sınıf mücadelesi ve ekonomi süzgecinden geçirecektir. Fenomenciler ise insanların gerçeğin onlara göre anlamlarını kurguladıkalrı tek bir yol ve başka hiç bir şey olmadığını düşünmeye eğilimlidirler.Gerçek sorunlardan biri ise bir çok toplumbilimcinin bir tek kurumsal yaklaşımın doğru olduğu ve bunun da kendilerinki olduğunu tartışmalarıdır. Uygulamada, toplumbilimciler sıklıkla, her yöntem özel data tipleri ürettiği için farklı yaklaşımları ve yöntemleri karıştırıp eşleştirmektedir.

İnternet üç açıdan toplumbilimcilerin ilgi alanındadır: mesela kağıt üzerindeki anketler yerine çevrimiçi anketleri kullanmak adına bir araştırma aracı olarak, bir tartışma platformu olarak ve bir araştırma konusu olarak. Internet toplumbilimi, çevrimiçi toplulukların (ör:haber grupları) çözümlemesini,sanal toplulukları ve dünyaları,internet gibi yeni medyalar ekseninde çözünen organizasyonel değişimleri ve sanayi toplumundan bilgiye dayalı topluma (veya bilgi toplumuna)doğru yaşanan dönüşümde geneldeki toplumsal değişimi içermektedir.

Diğer Toplum Bilimleri

20.yy'ın başlarında sanayi toplumu üzerinde araştırma yapan toplumbilimciler ve psikologlar antropolojinin gelişimine katkıda bulundular. Antropologlar da sanayi toplumları üzerinde araştırmalar yaptılar. Günümüzde toplum bilim ve antropoloji çalışma nesnelerinden ziyade farklı kuramsal içerik ve yöntemlere göre daha iyi bir şekilde farklılaşmışlardır.

Sosyalbiyoloji görece olarak hem toplumbiliminden hem de biyolojiden kaynaklanan yeni bir alandır. Bu alan ilk önce çok hızlı bir kabul görse de, toplumsal davranış ve yapıların evrimsel ve biyoloijik işleyişlerle açıklama yolları aramasından dolayı tepki topladı. Toplumbilimciler sıklıkla davranışı tanımlamada genlerin etkilerini çok fazla dayanak göstermeleri yönünden eleştirilmektedirler. Ne varki toplumbilimciler sıklıkla doğa ve yetiştirme arasında karışık bir ilişki olduğuna atıfta bulunarak yanıt verirler.Bu anlanmda sosyalbiyoloji fiziksel antropoloji, zooloji, evrimsel psikoloji, insan davranışsal ekoloji ve ikili kalıtım kuramı ile yakın ilişki içersindedir. Bununla birlikte, bu alanda çalışanların çoğu için, büyük oranda bu alanın düşünceleri kabul edilebilirdir, çünkü toplumsal yapılar için biyolojik temeller bulmak toplumsal yapıların nadir ve isteğe bağlı olduğunu ifade eden bir çok toplumsal kuramın önerme ve çıkarımlarına karşı gelmektedir.

Toplumbilim toplumsal psikoloji ile bazı bağlantıları vardır ancak ilki toplumsal yapılarla ilgili iken ikincisi toplumsal davranışlarla ilgilidir.
Alıntı ile Cevapla
  #8  
Alt 20.10.17, 11:51
 
Üyelik tarihi: 28.01.15
Bulunduğu yer: Erzurum
Mesajlar: 100
Etiketlendiği Mesaj: 21 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Tarih


Tarih geçmişe ilişkin, olayları yer ve zaman göstererek ve sebep-sonuç ilişkisine bağlı sistemli bilgilerdir. Araştırma alanı olarak, tarih insan kayıtlarına, yazılı ya da sözlü kaynaklara dayanır. Tarihi bilgi, geçmişteki olaylara ilişkin bilinenlerin, tarihe ilişkin güncel düşünce çerçevesiyle yorumlanmasıyla oluşur.

Tarihte çalışma alanları

Tarih; toplulukların yaşayış biçimleri, savaşlar ve barışlar, sanat ve bilim alanındaki gelişmeler, din ve inanç gibi geniş bir alana sahip olması, tarihi kaynakların fazlalığı tarihçilerin belirli alanlarda çalışmalarını yoğunlaştırmalarını gerektirmiştir. H.G. Wells ile Will ve Ariel Durant gibi bazı tarihçiler genel olarak tarih çalışmaları yapsalar da, hemen hemen bütün tarihçiler belli bir konuda uzmanlaşmışlardır.

Tarih bilgilerinin sınıflandırılması

Tarihi bilgiler çok çeşitli yollarla sınıflanabilir:

* Kronolojik anlatımlar (Zaman şeritlöüŞ{{}}

Sebep-sonuç ilişkisi

Her olayın sebepleri ve sonuçları vardır ve tarihteki olaylar bir zincirin halkaları gibidir.Tarihteki bir durumun bir önceki durumun sonuçları arasında ve bir sonrakinin sebebleri arasındadır.Bu sebeple tarihçi tarihi olayları sebep-sonuç ilişkisi içerisinde incelenmemelidir.

Zaman ve yer

Tarihi bir olayın geçtiği yeri ve zamanı göstermek, hem bilgilerin doğruluğu hem de tarihi olayın geçtiği dönemin koşullarını (iklim, yaşam koşulları vs.) göz önüne alıp, sebep-sonuç ilişkilerine varmamızı kolaylaştırması bakımından gereklidir.

Tarihi kaynaklar ve yöntem

Tarihçiler araştırmalarında çok çeşitli kaynaklar kullanırlar. Bu kaynakların önem sırasına göre belirli bir hiyerarşi içinde sınıflanması ve yorumlanması tarihçinin temel çalışma yöntemidir.

Kaynakların sınıflanması

Yazılı kaynaklar: Tarihçilerin temel kaynaklarını teşkil eder.

* Arşiv belgeleri: kamuya ya da özel kişilere ait arşivlerde bulunan belgelerdir. Arşivler resmi kayıtlar, yazışmalar gibi çok çeşitli belgeleri içerir.
* Yayınlanmış resmi belgeler: Döneme ait kanunlar, kararnameler, kararlar
* İncelenen döneme ait hatıralar, eserler, edebiyat çalışmaları
* Dönemin basın-yayın organları (gazeteler, dergiler)

Sözlü kaynaklar Tarihçi eğer kendi yaşadığı döneme ilişkin çalışma yaptığı takdirde önem kazanan kaynak türüdür. İncelenen dönem ve konuyla bağlantılı kişilerle yapılan görüşmeler yoluyla sözlü kaynaklar oluşturulur. Sözlü kaynaklar, sözlü tarih adı verilen alt disipline temel oluşturur.

Diğer kaynaklar Yazılı ve sözlü kaynakların yeterli olmadığı durumlarda (ya da bu kaynakları tamamlamak amacıyla) fotoğraflar ve günlük eşyalar (örneğin Eski Yunan toplumu için vazo motifleri) birinci elden kaynak olarak tarih çalışmalarına temel oluşturabilir.


Kaynakların kullanımı

Tarih bilimi nesnel verilere, olgulra dayanan bir bilimdir, ancak nesnelliği bütünüyle yansıtması mümkün değildir. Tarihî çalışmaların birinci elden kaynaklara, arşiv belgelerine dayalı olması bu çalışmaların inceledikleri konu üerine mutlak bilgi verdiği, son sözü söylediği anlamına gelmez. Bu durumun nedenleri kaynaklara bağlı (nesnel) ve tarihçiye bağlı nedneler olarak ikiye ayrılabilir:

1. Arşiv belgeleri her zaman güvenilir bir kaynak teşkil etmez; örneğin resmi kayıtların henüz kaleme alındıkları sırada gerçekten uzak bilgiler yansıtmaları olasıdır. Tarihçi bu olasılıkları da göz önünde bulundurarak kaynaklara karşı eleştirel bir yöntem izler.
2. Kullanılacak olan belgelerin seçimi, sunuş şekli, tarih çalışmasının amacı, tarihçinin kişisel siyasi-ideolojik tercihleri, tarihçinin eser verdiği dönemin siyasi-ideolojik koşulları gibi çeşitli nedenler, tarih yorumlarına etki eder. Dolayısıyla aynı arşiv belgelerinden yola çıkılarak farklı tarih yorumlarına ulaşılması olasıdır.

Tarih biliminin geçmişi

Herodot büstü

Tarih biliminin ilk yazılı kaynakları Sümerler daha sonra Mısır, Hitit, Çin ve Hint uygarlıklarındaki dini mitoloji içerikli de olsa bir takım bilgilere sahip olan belgelerdir.Tarih yönteminin gelişmesine, eski Yunan uygarlığı'nda yaşayan Heredot ve Thukydides büyük katkılar yapmışlar.Bu anlayış Büyük Roma İmparatorluğu döneminde Polybos tarafından devam ettirilmiştir. Ayrıca Çin’de Pan ailesi (M.S. I. yy) ile Du’yun (732-812)'da tarih bilimine önemli katkılarda bulunmuşlarıdr.

İslam'da tarih biliminde en büyük atılım Kur'an ile olmuştur.Kur'an'daki kavimler, peygamberler v.s. hakkında biligiler bulundurması ayrıca hadislerin toplanması işi tarih yazıcılığını geliştirmiştir.

Avrupa'da Reform ve Rönesans ile birlikte filozofların bilimin yöntem, amaç ve kavramlar konusundaki düşünceleri Tarih bilimini de etkilemiştir.Voltaire doğa bilimlerinde olduğu gibi tarih biliminde de yasaların olabileceğini söyler.Herder ise doğa ile tarihin birbirine bağlı olduğunu ve bu sebeple tarihin yasaları doğa yasalarıyla bir olduğunu söyler.Bunların dışında Hegel, Kant gibi büyük düşünürler tarih bilimi hakkında değişik felsefeler üretmişlerdir.

Tarih yazma çeşitleri

Thukydides büstü

Tarih yazma çeşitleri birbirinden dil özellikleri ve anlam bakımından biribirinde farklılık gösterir ve üç çeşit tarih yazsısı vardır.Bunlar:

Hikayeci yazım

İlk olarak eski Yunan'da kullanılan bir biçimdir.Halk arasında anlatılan hikayelerin, destanların ve öykülerin nesir halinde yazılmasıyla olauşan bir şekildir.Heredot da bu biçimde yazmış fakat olayları belli bir sıralama ve düzen içerisinde vererek çağdaşlarından ayrılmıştır.

Öğretici yazım

Okuyucuya tarihi olaylardan ders çıkarmak, milli ve ahlaki değerleri benimsetmek için yazılan anlatım tarzıdır.Bu tarzın önderliğini Thukydides yapmış ve tarihi, siyasi öğretimin bir parçası haline getirmiş, bu sayede tarih bilimin sosyal bilimler içinde nerede olduğunu belirlemiştir.

Bu biçimde örnek teşkil etme prensibiyle hareket ettiği için başarısızlıklar birkaç cümle ile yazılırken başarılar ve kahramanlıklar büyük yer kaplamakta ayrıca bu başarılarda belirgin şekilde ortaya çıkan kişiler kahraman olarak görülür bazen doğa üstü varlıklar olarak aks edilir.

Araştırmacı yazım

Olayların sebeplerini ve sonuçlarını derinlemesine inceleyerek, yer ve zaman bakımından dönemin toplumsal, ekonomik yapılarını, iklim ve diğer bütün şartları detaylı şekilde düşünerek, olayları sadece tek bir sebebe bağlamadan sade şekilde anlatılması tarzıdır.

Tarihin yararlandığı bilimler

1) Arkeoloji:Özellikle yazının olmadığı dönemlerdeki koşullar hakkında bilgi sağlamasıyla tarihçilerin yararlandığı bilimdir.

2) Antropoloji:Toplumların ırk yapılarını inceler.

3) İktisat:Ekonomik olayların kanunlarını ortaya koyan iktisat bilimi geçmişteki olayların iktisadi sebeplerinin anlaşılması konusunda tarihçilere ışık tutar.

4) Filololojiil bilimidir.Eski kaynakların çevrilmesi ve incelenmesi konularında tarih bilimine yardımcı olur.

5) Nümizmatik:Eski paraları inceler.

6) Heraldik:Mühürleri inceler.

7) Felsefe:Tarihteki olaylarda dönemin felsefesini bilmek ve düşünce yapısını öğrenmek tarihçinin olayları daha derin anlayabilmesini sağlar.

8) Epigrafi:Taş ve mermer kitabelerin üstündeki yazıları inceler.

9) Kronoloji:Tarihi olayların zaman içerisindeki yerini belirleyen, sıralayan ve düzenleyen bilimdir.

10) Sosyoloji:Toplumu incelemesiyel tarihi olaylardaki toplumların özelliklerinin bilinmesi konusunda tarih bilimine yardımcı olur.

11) Etnografi:Toplumn örf, adet ve geleneklerini inceler.

12) Filolojiil bilimidir.

13) Paleografya: Eski yazıları inceleyen bilim dalıdır.Yazılı kaynakların anlamlaştırılması bağlamında tarihçilerin faydalandığı bir bilimdir.

14) Coğrafya: Tarihçi olayları daha iyi anlamak için geçtiği yeri bilmek zorundadır.O yerin dağlarını, nehirlerini, toprak özelliklerini v.b. gibi bilgileri ona coğrafya bilimi verir.

15) Diplomatik: Resmi belgeleri inceleyen ve sınıflandırark tarihçiye yardımcı olur.


---------- Post added 20.10.17 at 11:52 ----------

İktisat


İktisat veya ekonomi, üretim, dağıtım, ticaret, tüketim ve hizmet sektörlerini inceleyen bir bilim dalıdır. Dünyada kaynakların sınırlı, insan ihtiyaçlarının sınırsız olması yüzünden, kaynakların daha verimli bir şekilde kullanılabilmesini sağlamak amacıyla kurulmuştur. İktisat, incelediği konulara ve kapsamlara göre dallara ayrılır:

Normatif İktisat - Bir durumu hedef olarak gören, ekonomik düzenin nasıl olmasına dair fikirler üreten iktisat dalıdır. Normatif iktisat belirlenen hedefler için neler yapılması gerektiğini araştırır. Sosyal adalet, üst düzey refah için neler yapılması gerektiğini araştırır.

Pozitif İktisat - Sadece ekonomik düzeni sebep-sonuç ilişkisi içinde inceleyen, ekonomi içinde sürekli geçerli kanunları saptamaya çalışan iktisat dalıdır. "Talep artışı enflasyonu nasıl etkiler?" gibi sorulara cevap arar. "Enflasyon hangi düzeyde tutulmalı?" sorusu normatif ikstisatın inceleyeceği bir konudur.

Mikroiktisat veya Mikroekonomi - Tüketicilerin ve firmaların ekonomik davranışlarını; ihtiyaç, fayda, değer, fiyat kavramları ile araştıran iktisat dalıdır. Piyasa türlerini, piyasaların işleyiş mekanizmasını ve farklı piyasa koşullarında firma dengesinin nasıl oluştuğunu da araştırır. Daha basit bir ifadeyle bir şirketin veya tüketicinin kendi iş işleyişi ve dış ekonomik ilişkilerini bireysel olarak inceleyen iktisat dalıdır.

Makroiktisat veya Makroekonomi - Ülke ekonomisi ve dünya ekonomisini ilgilendiren konu başlıklarını inceleyen bir iktisat dalıdır. İstihdam, enflasyon, kamu dengesi gibi konuları inceler.
Alıntı ile Cevapla
  #9  
Alt 20.10.17, 11:54
 
Üyelik tarihi: 28.01.15
Bulunduğu yer: Erzurum
Mesajlar: 100
Etiketlendiği Mesaj: 21 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Antropoloji

Antropoloji (Latince anthrop- "insan, adam" ve logia "bilim"; anthropologia, tarih: 1593[1]), insanın ve insanlığın incelenmesini konu alan bilim dalıdır.

İki anlamda holistiktir: tüm zamanlarda yaşamış olan veya yaşayan tüm insanlara ilişkindir ve insanlığın tüm boyutlarını kapsar. Prensipte, tüm toplulukların tüm kurumlarıyla ilgilenir. Antropoloji özellikle kültürel görecelilik, bağlamın derinlemesine incelenmesi ve kültürler-arası karşılaştırmalara verdiği önem ile diğer sosyal disiplinlerden ayrılır.

Antropoloji metodolojik açıdan çok zengindir ve hem nitel metotları hem de nicel metotları kullanır. Antropoloji disiplinin tarihinde etnografiler önemli bir yer tutmuş ve bir anlamda odağı oluşturmuştur. Bununla birlikte özellikle 20. yüzyılda etnografik çalışmaların ve etnografik ilgi odaklarının farklı antropoloji alt-dallarında farklı eğilimler gösterdiği görülebilir. Örneğin tıbbî antropoloji’de 20. yüzyılın ortalarında çalışma odaklarında küçük topluluklardan, modern Batı toplumlarına doğru bir kayış olmuştur.

Tarihi ve kurumsal bağlam

Eric Wolf antropolojiyi “beşerî (insanî) bilimlerin en bilimseli, ve bilimlerin en insanîsi” olarak tanımlamıştır. Çağdaş antropologlar bazı ünlü düşünürleri önderleri olarak ileri sürmüşlerdir ve disiplinin çeşitli kaynakları ortaya atılmıştır; örneğin Claude Lévi-Strauss Montaigne ve Rousseau’nun önemli etkenlerden olduğunu iddia etmiştir. Antropoloji, Avrupalıların sistematik bir şekilde insan davranışını incelemeye teşebbüs ettikleri Aydınlanma Çağı’nın bir sonucu ve uzantısı olarak da anlaşılabilir. Hukuk, tarih, filoloji ve sosyoloji gibi gelenekler bu bilimlerin modern görüşlerini daha yakın bir şekilde yansıtan hallere doğru evrim geçirirken, antropolojinin de içinde yer aldığı sosyal bilimlerin gelişimi gerçekleşmiştir. Aynı zamanda, Aydınlanma’ya karşı romantik bir tepki olarak ortaya çıkan Johann Gottfried Herder ve daha sonraları Wilhelm Dilthey gibi düşünürlerin çalışmaları “kültür kavramı”nın temelini oluşturmuştur ki bu kavram antropoloji disiplininin temelini oluşturur denilebilir.

Kurumsal olarak, antropoloji 17., 18., 19. ve 20. yüzyıldaki Avrupa kolonizasyonu sırasında doğal tarihin (natural history, zaman zaman doğa tarihi) gelişmesiyle ortaya çıkmış, gelişmiştir. Bu zamanlardaki genelde ‘ilkel insanların’ incelenmesi olarak görülen alanla karakterize olmuş ilk etnografik çalışmalar ortaya çıkmıştır. Bu dönemlerde ortaya çıkan bazı ünlü etnografik çalışmaların kökeni de kolonyal yönetimin isteğine dayanır; örneğin Edward Evan Evans-Pritchard’ın Azandi halkına dair çalışması gibi. Geç 18. yüzyılda, Aydınlanma düşüncesi insan topluluklarını ampirik olarak gözlemlenebilecek belirli prensiplere göre hareket eden doğal bir fenomen olarak betimlemişti[2]. Bazı açılardan, Avrupa kolonilerindeki dil, kültür, fizyoloji, teknoloji, gelenek ve inançların araştırılması ve incelenmesi bu yerlerdeki fauna ve floranın araştırılması ve incelenmesinden farklı değildi. Bununla birlikte kültürel uygulama, özellikle son dönemlerde, büyük değişikliğe uğramıştır ve bugün antropolojinin kolonyal dönemin ve Avrupa’nın bu dönemdeki düşüncesi ve uygulamalarının bir uzantısı olarak tanımlanması veya görülmesi doğru değildir.

Antropoloji hızlı bir şekilde doğal tarihten ayrılarak ayrı bir disiplin olma yolunda gelişti ve 19. yüzyılın sonlarına doğru modern şekline büyük oranda yaklaştı. 1935’de örneğin, T. K. Penniman disiplinin tarihini konu alan “A Hundred Years of Anthropology” yani “Antropoloji’nin Bir Yüzyılı” isimli eseri kaleme almıştır. Erken dönem antropolojide, ünilinealizm yani tüm toplulukların, tek bir evrimsel süreçten en ilkelden en gelişmişe geçtiğini öne süren fikir hakimdi. Buradan hareketle Avrupaî olmayan topluluklar bu evrimsel süreç içerisinde ‘yaşayan fosiller’ olarak ele görülüyordu ve Avrupa’nın geçmişini anlamak için incelenebilecekleri fikri yaygındı. Çeşitli toplulukların göçleri büyük oranda doğru bir şekilde ortaya çıkarılmıştır; Paul Rivet’in ilk kez Büyük Okyanus’daki Polenezya göçlerini doğru bir şekilde saptaması gibi. Son olarak ırk kavramı ve ilgili kavramlar, insan türü içindeki biyolojik çeşitliliğin doğasını anlamak için, antropometri gibi çeşitli araçlar ve uygulamalar ile birlikte geliştirilmiştir. Bununla birlikte daha sonra ırk ve ilgili kavramlar bilimsel ırkçılık olarak anılacak şekilde farklı ve daha ideolojik bir bazda kullanılmışlardır. Bugün ırk kavramı ve ilgili çeşitli kavramlar antropoloji içerisinde geçerliliğini yitirmiştirler ve bilimsel bir kavram olarak kullanılmamaktadırlar; bilimsel kökenlerini veya uygulamalarını yitirmişlerdir denilebilir. Ayrıca eski literatürde “ırk” kavramının kullanıldığı çoğu anlam için bugün “etnisite” terimi tercih edilmektedir.

20. yüzyılda akademik disiplinler üç ana alan içerisinde düzenlenmeye başlanmıştır. Bilimler veya Türkçe’de daha sık kullanılan haliyle fen bilimleri tekrarlanabilir ve karşıtı kanıtlanabilir deneyler sayesinde doğa kanunlarının elde edilmesini amaçlarken, beşerî bilimler farklı millî gelenekleri, tarih ve sanat şeklinde incelemeyi amaçlar. Sosyal bilimler ise sosyal (toplumsal) fenomenlerin tanımlanması ve incelenmesini saplayacak bilimsel metotların geliştirilmesi ve sosyal bilgi için evrensel bir temelin oluşturulabilmesi gibi amaçlarla ortaya çıkmıştır. Bir akademik disiplin olarak antropoloji bu kategorilerden hiçbirine rahatlıkla konamayacağı gibi, barındırdığı farklı alt-dallar ve çeşitli inter-disiplinleri bu kategorilerden bazısına diğerlerine oranla daha yakın olabilirken, bazısı bu kategorilerin hepsini kapsayabilir.


---------- Post added 20.10.17 at 11:55 ----------

Metalurji


Metalurji (Fransızca: metallurgie; Latince: metallurgia). Metal ve alaşımların, cevher veya metal içeren hammaddelerden, kullanım sürecine uygun kalitede üretilmesini, saflaştırılmasını, alaşımlandırılmasını, şekillendirilmesini, korunmasını, ve "üretim - kullanım" ömrü içindeki çevresel kaygı ve sorumlulukları da dikkate alarak, insanların ihtiyaçlarına cevap verecek özellikte ve biçimde hazırlanmasını hedef alan bilim ve teknoloji dalı. (Eşanl. Metalbilim).

Metalürji, konusu itibarıyla, üretim metalürjisi (ekstraktif metalürji) ve fiziksel metalürji (malzeme) olmak üzere iki ana dala ayrılabilmektedir. Üretim metalürjisi, gerek doğada mevcut cevherlerden, gerekse metal içeren hammaddelerden veya ikincil kaynaklardan (hurda, artıklar, baca tozları, vs.) fiziksel ve kimyasal yöntemlerle saf metallerin veya alaşımların üretimi konularını kapsar. Öte yandan Malzeme Mühendisliği, metallerle birlikte seramikleri (porselen, fayans, tuğla, kiremit, cam, ateş tuğlası, refrakter malzemeler, özel sermetler, vb. malzemeleri), organik yapı malzemelerini (bilhassa polimerler gibi plastikleri, kauçuk maddesini), çimento, ahşap, fiber ve kompozit malzemeleri, elektrik-elektronik ve manyetik malzemelerini, dişçilik ve tıpta kullanılan malzemeleri, yakıt malzemelerini ve bunların özelliklerinin geliştirilmesini ve üretimini inceleyen bilim dalıdır.


---------- Post added 20.10.17 at 11:57 ----------

Genetik

Genetik veya Kalıtım (Yunancadan genno γεννώ= doğurmak), canlının bütün özelliklerinin eski kuşaktan yenisine nasıl geçtiğini inceleyen bilim dalıdır.
DNA 5 farklı bazdan oluşmuştur.
DNA 5 farklı bazdan oluşmuştur.

İlk olarak Gregor Mendel'in yaptığı çalışmalarla bilim dünyasında tanındığı için, Mendel "genetiğin babası" olarak da adlandırılır.

Genetik bilimi 20.yy'ın ilk yarısında bilim insanları arasında heyecan ve merak uyandırsa da asıl etkisini ikinci elli yılda DNA'nın moleküler yapısının keşfedilmesiyle göstermiştir.

Bir anda bilimcilerin göz bebeği haline gelen genetik 1980'li yıllara gelindiğinde artık gelecek yüzyılın bilimi olarak nitelendirmiştir. 1990'lı yıllara gelindiğinde yıllardır bilim insanlarının hayallerini süsleyen insan DNA dizinin haritasının çıkarılma fikri için ilk kez somut bir adım atılmıştır. Uuluslararası bir konsorsiyumun ittifakıyla İnsan Genom Projesi başlatılmıştır. Tarihin en önemli bilimsel gelişmelerinden biri olarak kabul edilen söz konusu ‘harita’ sayesinde ölümcül hastalıkları önceden teşhis ederek önleme, kişiye özel ilaç ve tedavi yöntemleri geliştirilebilme yolunda çok önemli katkılar sağlanmıştır.

Bugün, genetik bilimi sayesinde birçok hastalığın erken teşhisi mümkün olabilmekte, bunun yanında tedavi metotlarının gelişiminde oldukça faydalı olmaktadır.

Tarihte Genetik Bilimi

İnsanların gelişim süresinde, ilk olarak doğan çocuğun kime benzediği sorusu, kalıtımın ilk gözlemleridir. Çocukların akrabalarına benzemesinin bir rastlantı olmadığı çok eski zamanlardan beri bilinmiştir. Bunun için, yakın akrabalar arasındaki evlilikler yasaklanmış, evcilleştirilen hayvanların istenilen özellikteki bireyleri çiftleştirilmiştir. Eski bir Babil yazıtında beş nesillik bir at şeceresinde yele başının değişimi gösterilmiştir. Tohum seçiminde en iyi bitkiler seçilmiş, yapay olarak tozlaşmalar yapılmıştır. Mısırlılar hurma polenleri ile notlar yazmış, Çinliler pirinç ırklarının daha kaliteli olması için tozlaşmalar yapmışlardır. Bununla beraber, genetiğin bilimsel olarak açıklanması ancak, 19.yy'ları bulmuştur. İlk olarak yapılan kurgular Yunan filozoflardan gelmiştir. Bugün komik olarak görülen fikirlerin, kalıtımın ilk ana fikirleri olması nedeniyle büyük önemi vardır.

Pitagor (Pytagoras)

Ana madde: Pitagor

İ.Ö.500 yıllarında yaşamış olan düşünür, çocukların babalarına benzerliklerini şöyle açıklamıştır; eşeysel çiftleşme sırasında vücudun değişik bölgelerinden süzülerek gelen ıslak buharın eşeysel organlarda yoğunlaşmasıyla tohum oluşur ve dişi eşey organlarına iletilir. Bu buhar vücudun tüm parçalarını yeniden oluşturabilir. Ana ile benzerlik, embriyonun ana vücudu içersinde gelişmesiyle anlatılmıştır.

Empedokles (Empedocles)

Ana madde: Empedokles

Pitagor ile aynı zamanlarda yaşamış, tohumun her iki atadan geldiğine inanmıştır. Çiftleşme sırasında her iki atadan da gelen sıvı, tohum şeklinde organlara toplanmakta, birleşmelerinde ise embriyoyu oluşturmaktaydı. Çocukların ana ve babalarına benzemeleri, birbirine benzemeyen kardeşlerin oluşumu ise; vücudun her parçasından gelen tohuma katkı aynı oranda olmadığından, her yeni çiftleşmede farklı çocukların oluşması sağlar, olarak açıklamıştır.

Aristo (Arisotle)

Ana madde: Aristo

İ.Ö.300 yıllarında yaşamış düşünür, birçok konuda olduğu gibi, kalıtım üzerine de fikirler ileri sürmüştür. Düşünceleri yüzyıllarca tartışılmadan kabul görmüştür. Erkek tohumunun kandan saflaştırılarak elde edildiğine, kanın her organa ulaştığı için yeniden bu organları yapabilme gücü olduğuna inanmıştır. Kadındaki tohumun aybaşlarında görülen adet kanı olduğunu düşünmüş, ama erkekteki gibi tam olarak kanın saflaşmamasından dolayı kan şeklinde geldiğini ileri sürmüştür. Aristo'ya göre; çiftleşme sırasında tohumların ikisi birleşerek embriyo haline gelip, çökelmiştir. Bu fikir 2000 yıl kadar kabul edilmiş olup, günümüzde de kullanılan asil kanlı ve bozuk kanlı deyimlerinin buradan geldiğine inanılır.

1620 yılında İngiliz araştırmacı Harvey'in yapmış bazı deneyler bu görüşün uzun yıllar sonrasında sarsılmasını sağladı. Geyikleri çiftleştirip, öldürerek rahimlerine baktığında çökelmiş bir embriyo taslağı bulunmadığını gördü, fakat, çiftleşme sırasında oluşan sürtünmeden doğan mıknatıslanmanın embriyo oluşumuna yol açtığını savundu. Mikroskobun keşfiyle bulunan eşey hücreleri ile, erkekte sperm, dişide yumurta hücresinin bulunduğu anlaşıldı. Böylece eşey hücrelerinin birleşmesiyle meydana gelen hücreden yeni bir yaşamın doğduğu anlaşılmış oldu.

Pangenezis ve Germ-Plazma kuramları

Pangenezis

Çoğu insan, bulunan eşey hücrelerine rağmen, hala vücut parçalarının kalıtıma etki ettiğine inanılmaktaydı. Lamarck da bu görüşü desteklemiş, kazanılmış özelliklerin aktarıldığı yönünde fikirler ileri sürmüştür. Bununla beraber Darwin de ilk zamanlarında bu görüşü desteklemiş ve pangenezis denilen kuramı ileri sürmüştür. Pangenezisde her vücut hücresinin kana küçük bir gemmula ya da pangenezis denilen yapılar verdiği, bunların üreme hücrelerinde toplandığı yönündeydi. Bazı ilkel canlılarda görülen kuyruk kopması vs. gibi olaylarda gemmulaların buralarda toplanarak onarım yaptığını, bazı çocukların büyük aile bireylerine benzemelerinde gemmulaların bazen embriyo oluşumunda görev almadan doğrudan eşey hücresine geçerek bir sonraki dölde etkisini göstermesine bağlamıştır.

Germ-Plazma kuramı

19.yy'ın sonlarına doğru Weismann, pangenez kuramı üzerine bazı çalışmalar yaparak, birhücrelilerde protoplazmanın sürekli olmasına değinmiştir. Birhücreliler bölündüklerinde oluşan yavrularda anadakinin aynı protoplazma bulunur. Buna göre, çokhücrelilerde de böyle bir sürekliliğin olabileceğini düşünerek, Germ-Plazma kuramını ortaya atmıştır. Buna göre, yüksek canlılar, vücudu meydana getiren Somatoplazma kısmıyla, üreme hücrelerini oluşturan Germ Plazma'dan oluşmuştur. Germ plazma embriyonik evrelerde diğer dokulardan oluşmuş, fakat somatoplazma ile alakası olmamıştır görüşünü kabul etmiştir. Germ plazma, sperm ve yumurta olarak embriyoyu yapar, bazı hücreler embriyoda germ plazmayı oluşturup, değişmeden kalırken, diğer hücreler somatoplazma olarak farklılaşır. Farelerin nesiller boyunca kuyruklarını keserek, 23. yavrunun da kuyruklu doğmasıyla kazanılmış özelliklerin kalıtılmadığı yönünde bulgular elde etmiş, böylece bu kuram geçerliliğini kaybetmiştir.
İnsan kromozomları
İnsan kromozomları

Hugo De Vries'in mutasyon kuramı

Hugo De Vries, Darwin'in kuramlarını benimsemiş, fakat pargenezisi kabul etmemiş, türler arasındaki büyük va görüşünü kabul ettirmiştir.

Mendel ve ilk genetik deneyi

Ana madde: Mendel genetiği

Avusturyalı botanikçi ve papaz Gregor Mendel, günümüzün popüler bilimi olan genetik biliminin, babası olarak kabul edilir. 1856 yılından itibaren çeşitli bezelye (Pisum sativum) varyetelerine ait tohumları toplamaya ve onları manastır bahçesinde yetiştirerek aralarındaki farkları incelemeye başlamıştır. 10 yıllık çalışmasının önemli bulgularını Versuche Über Pflanzenhybriden (Bitki melezleri ile çalışmalar) adlı ünlü inceleme yazısıyla yayımlamıştır.

O tarihlerde DNA, kromozom, mayoz bölünme gibi kavramlar henüz gün ışığına çıkmadığı halde Mendel’in sadece Fenotipik (gözlenebilen) karakter ayrılıklarına göre değerlendirmeleri, son derece doğru biçimdedir.

Mendel'in çalışmaları ve keşifleri yaşadığı dönem içinde hiçbir ilgi uyandırmamış ve kimse önemini fark etmemiştir. Ölümünden onaltı yıl sonra Hollanda’da Hugo De Vries, Almanya’da Correns ve Avusturya’da E. Von Tschermak adlı üç biyolog, çeşitli bitki türlerinde, birbirlerinden habersiz yaptıkları araştırmalarda, Mendel yasalarının geçerliliğini gösterdiler. Mendel yasaları adı altında tüm sonuçları toparladılar.


Alıntı
Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Etiketler
bilim, dallari, teknoloji

Seçenekler
Stil

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevap Son Mesaj
1400 Yıl Önce Anlatılan Teknoloji Coliseum islam & islami Konular 0 07.06.20 19:30
"Bilim Ve Teknoloji İle Yoksulluk Bitecek" Cennet Bilim ve Teknoloji 0 05.09.18 18:34
Bilim ve teknoloji ana yol olacak Cennet Bilim ve Teknoloji 0 12.08.18 14:37
Sağlık Bilim Teknoloji SiLence Sağlık 1 18.04.17 14:34
Farmakoloji Alt Dalları SiLence Sağlık 1 18.04.17 13:00


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 13:42.


Powered by vBulletin® Version 3.8.5
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
HavasOkulu.Com

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147