#1
|
|||
|
|||
Velîlerin Kerametleri
Kerametler de harikadır, fakat bu harikalar bir iddiaya ve muarazaya yakın değildir. Bu harika velinin kerameti olup Hz. Peygramber'in dâvasında doğruluğuna alâmettir. Zira tabiîn (ümmetin) kerameti, uyduğu kişinin (Peygamberin) kerametidir. Veli, mümkün olduğu ölçüde taatlara devam eden, kötülüklerden sakınan, dün*yevi lezzetlere, şehvetlere, gafletlere, oyun ve eğlencelere dalmak*tan yüz çeviren, Allah Teâlâ'yı ve sıfatlarını tanıyan kimsedir. Hz. Ömer'in mektubu ile Nil nehrinin taşması, Medine'de Minber üzerin de iken Nihavend denilen yerde askerlerini görmesi ve İslâm ordu*sunun kumandanına: Yâ Sâriye, dağdan sakın diyerek onu dağın ar*kasındaki düşmanın hücumundan sakındırması ve orada bulunan Sâriye'nin mesafe uzak olmasına rağmen Hz. Ömer'in bu sesini işitmesi Halid b. Velid'in zehiri içtiği halde bundan bir zarar görmemesi Sahabe ve diğer Ehl-i Sünnet'e mensup müslumanlardan vaki olmuş birçok kerametlere dair rivayetleri buna bir misal olarak zikredebiliriz:
Mutezile ise Ehl-i Sünnete karşı çıkarak kendi aralarında böyle bir mertebenin bulunduğuna şahid olmamışlardır. Şiîler kerametleri yalnız on iki imama tahsis etmişlerdir. Sonra İmam Âzam'ın bu makamdaki kelâmının zahiri Ehl-i Sünnet âlimlerinin çoğunluğunun görüşüne uygundur. Bu görüş de şudur: Peygamber için mucize olan her şeyin veli kullar için bir keramet olması caizdir. Aralarında peygamberlik iddiası dışında bir fark yoktur. İmam Kuşeyri ve İbn-i Sübkî gibi ona uyanlar, bu görüşe muhaliftir. Onlar yukarıdaki görüşe ilâveten şöyle demektedirler: Babasız çocuk doğurmak, cansız bir varlığı canlandırmak gibi haller müstesna. Bunlar mucizedir, keramet olmazlar. “Kitap ise Meryem'den ve Süleyman aleyhisselâm'ın arkadaşından keramet zu*hur ettiğini söylemektedir. Birinci İsa aleyhisselâm'ın peygamberli*ğini kuvvetlendirmek içindir, yahut Zekeriyya aleyhisselâm için bir mucizedir; ikincisi ise Süleyman aleyhisselâm için mucizedir, tarzın*da ileri sürülen görüş şu şekilde reddedilmiştir: Bizler, sadece pey*gamberlik iddiası bulunmaksızın Allah'ın bazı salih kullarında ha*rika durumların zuhur edebileceğini iddia ediyoruz. Buna, bir pey*gamber için mucize, yahut takviye adını vermek bizim için zarar vermez. Kıssaların siyakı (akışı) orada peygamberlik iddiası bulun*madığına, belki Zekeriyya aleyhisselâm'ın o kaziyye hakkında bilgi sahibi bulunmadığına, ancak keyfiyetten sorunca bunu öğrendiğine delâlet etmektedir. Hülâsa, harika işler, Peygambere nisbet edilirse, mucizedir; is*ter kendisi tarafından gösterilmiş olsun, ister ümmeti tarafından gösterilmiş olsun, peygamberliğinin doğruluğuna delâlet ettiği için, mucizedir. Bu itibarla böyle işler peygamberlere mucize yapılmıştır. Yoksa mucizenin hakikati, peygamberlik iddiasında bulunan kişinin elinde münakaşaya yakın olmasıdır. Bu mucize, veli'ye nisbetle ke*ramettir. Ebû Ali el-Cüzcâni bu konuda şöyle demiştir. Sen Allah yolunda doğruluğu ve istikameti iste, keramet arama. Zira senin nefsin keramet aramaya, zorlar, rabbin ise senden istikamet ister. Şeyh Sühreverdi rahimehullah “Avarif”inde şöyle diyor: Bu ko*nuda bu büyük bir esastır. Zira ibadet yapan müctehitlerden çoğu önce gelen Selef âlimlerinden çok şey işittiler, buna rağmen kendi*lerine keramet ve harikalar verilmemiştir. Onların nefisleri kera*metlerden bir şey bekler ve keramet verilmesini ister. Allah'a iba*det edenlerden biri, kendisinde harika bir iş zuhur etmediği için, kal*bi kırılır ve bunu amelinin sahih olmadığına işaret sayar. Eğer, böyleleri bu işin sırrını bilselerdi iş kolaylaşır ve Allah Teâlâ'nın sadık olan bazı mücahitlere bu kerametin kapısını açtığını bilir. Bunun, hikmeti gördüğü harikalar ve kudret-i ilâhî eserleri sebebiyle iman hususunda yakinini artırmak, dünyada zühd ve takva hakkında azmi kuvvetlendirmek ve nefsani arzuları çağıran sebeplerden uzaklaş*maktır Davasında sadık kişinin yolu nefsi için istikamet istemesidir. Esas keramet istikamettir. Yani Allah yolunda dosdoğru olmaktır. Netice olarak şunu söylemek gerekir: Şeriata ait işlerle ilgili bil*ginin insana açılması, olacak işler hakkındaki bilginin insana açıl*masından daha hayırlıdır. Birincinin, yani şeriat bilgisinin olma*ması dine zarar verir. İkincisi, yani olacak ve olmuş olaylar hakkın*daki bilginin insana keşfolması ise böyle değildir. Belki çoğu kere bu bilginin olmayışı kişi için daha hayırlı olur. Zira nefsin payı kal*maz, ibadetler sırf Allah rızası için yapılmış olur. Sonra bil ki, Hz. Peygamber sallellahu aleyhi vesellem şöyle bu*yuruyor: “Müminin bakışından sakının. Zira o Allah'ın nuru ile bakar.”[261] Bu hadisi Tirmizî Ebû Saîd el-Hudrî rivayetinden nakletmiştîr. Cenab-ı Hakk da bir âyette : “Elbette bunda keskin anlayışlılar için alâmetler vardır.” [262]buyu*ruyor: Tenbih edilmesi gereken hususlardan biri de şudur: Feraset üç nevidir. Birincisi imana taalluk eden ferasettir. Bunun sebebi nur*dur. Allah bu nuru, imanının kuvvetlendiği ölçüsünde kulunun kal*bine sokar. İmanı kuvvetli olanın bakışı daha keskindir, anlayışı da*ha keskindir. Ebû Selman ed-Dârânî rahimehullah şöyle diyor. “Feraset, nefsin bir şeye muttali olması ve gaybı görmesidir. Bu ise imanın makam*larından bir makamdır.” Ferasetin ikincisi, riyazet yolu ile elde edilen ferasettir. O da açlık ye uykusuzlukla ve halvetle (tenhaya çekilmekle) elde edilir. Zira insanın nefsi dünyaya ait meşguliyet ve alâkalardan boş olun*ca, bu boşluğu ölçüsünde feraset ve keşif kuvveti elde eder. Bu tür*lü feraset, mümin ile kâfir arasında müşterektir. Bu türlü feraset,ne imana ne de veliliğe delalet etmez. Faydalı bir şekilde Hakk’ı keşfetmez. Belki onların keşfi idarecilerin ve rüya tabircilerinin doktorların ve benzerlerinin keşfi gibidir. Ferasetin üçüncüsü, yaratılıştan var olan ferasettir.Bu tür feraset hakkında tabibler ve diğer alimler bir çok kitablar yazmışlardır.Onlar yaratılışı, huy ve davranışlar hakkında delil kabul etmişlerdir. Zira yaratılış ile davranışlar arasında Allah’ın hikmetinin gerektirdiği hikmetler vardır. Bu başın adetten dışarı çıkacak şekilde küçüklüğünü aklın küçüklüğüne, gögüs genişliğini huyun genişliğine, göğün darlığını huyun darlığına, gözlerin donukluğunu ve bakışın zayıflığını sahibinin tembelliğine ve kalb sıcaklığının zayıflığına delalet etmesi gibidir. Kafirlerde Gökülen Hârikalar, Mucize Değildir : Hadislerde haber verildiği üzere, Firavun, İblis, Deccal gibi Al*lah düşmanlarında görülen harikalara mucize adını vermeyiz. Bun*lara, ihtiyaçlarının giderilmesi ismini veririz. İblis'e yeryüzünde mesafe katetme yetkisinin verilmesi ve bu sebeple şarkta garpta bulunan kimselere kolayca vesvese vermesi, hâdis-i şerifte belirtildiği üzere insanoğlunun kanına girebilmesi, aslında Allah'ın huzurundan kovulduktan sonra Allah Teâlâ'dan istediği mühletin kendisine verilmesi ile izah edilir. Bu bir harika değildir. Allah Teâlâ'nın, insanları imtihan etmek içn bunda büyük hikmetleri vardır. Fir'âvn da Nil'e emreder, dilediği tarafa doğru akardı. Nitekim Allah Teâlâ, Kur'an-ı Kerîm'de buna işaret, etmektedir. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “Firavn kavminin içinde bağırıp şöyle dedi: Ey kavmim! Mısırın mülk ve saltanatı hana ait değil midir? Bu nehirler benim ayağımın altından akıyor.” [263] Hikâye edilir ki, Firavn, sarayına binek olarak çıkmak yahut in*mek istediği zaman, atının ayakları arzusuna göre, uzayıp kısaldı. Deccal'ın da bir insanı öldürüp dirilteceği rivayet edilmektedir, deccal'a ait bu harika istikbal ile ilgilidir. Bunlara mucize ve kera*met adını vermiyoruz. Ancak Allah Teâlâ, kendilerine hikmeti icabı fırsat vermiştir. Zira Allah Teâlâ, azaba sokmak için, bazen düşmanlarının is*teklerini yerine getirir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “Bizim âyetlerimizi yalanlayanları, bilmedikleri yönden azar azar azaba yaklaştırırız.” [264] Yani iman etmeyenlere, çok nimet ve uzun müddet verilir ki, azar azar Allah'tan bir ihsan ve yaklaşmadır sanarak helake uğrasınlar. Aslında bu, Allah'a yaklaşma değil, Allah'tan uzaklaşma*dır; Allah'ın yardımı kesmesidir. Hâdis-i şerifte şöyle buyuruluyor. “Allah Teâlâ'nın, isyana devam eden kişiye istediği nimetleri verdiğini gördüğün zaman bu istidraçtır. Yâni onu azaba ve hela*ke sokmak içindir.” [265] Bu sözü buyrduktan sonra Hz. Peygamber şu âyeti okudu: “Böylece ne zaman ki yapılan ihtarları unuttular, üzerlerine her türlü ni*metin kapısını açtık.” [266] Yani kendilerini imtihan etmek ve sonunda azaba sokmak için her türlü nimetin kapısını kendilerine açtık. “Nihayet kendilerine verilen bu genişlik ve serbestlikle tam fe*rahladıkları sırada, onları ansızın yakaladık.” [267] Yani hayretler içinde, her türlü hayırdan ümitlerini keserek on*ları ansızın, yakaladık. İşte bu sebeple görünüşte kendilerine yerilen nimetin çokluğu, ahirette azaba giriftar olmalarını gerektirir. İstidracın esas manası derece derece yükseltmek ve alçaltmaktır. Yani Allah Teâlâ böyle kişileri bir yükseltir, bir de alçaltır. Kafirlerin Elindeki Hârikalar İsyan Ve Küfürlerini Artırır : Allah'ın düşmanları, kendilerine verilen bu harikalar ve ni*metler sebebiyle değişirler ve isyanlarını yahut küfürlerini artırırlar. Bunların hepsi caiz ve mümkündür. Nitekim İblis'in dâvasında durum böyle olmuştur. İblis Allah Teâlâ'nın huzurundan kovulunca: “İblis;Yâ Rabbi!Bana Kıyamete kadar mühlet ver, dedi, Allah da: Sen mühlet verilenlerdensin, buyurdu.” [268] Şeytanın, imtihan için kullan hak yoldan saptırması murad edil*diğinden, Allah Teâlâ tarafından duası kabul edilmiştir. Çünkü İb*lis, sapıklık ehlinin başkanıdır. Hz. Peygamber sallellahu aleyhi vesellem ise hidayet ehlinin başkanıdır. Birincisi İblis Celâl sıfatının tecellisidir. İkincisi Hz. Peygamber sallellahu aleyhi vesellem ise Cemal sıfatının tecellisidir. Kemal sıfatının nuru görülmesi için ikisi de lâzımdır. Bu sebepten Şeyh Ebû Medyen el-Mağribi şöyle demiştir: “Batıl, kendi halinde inkâr edilmez. Zira o, Allah'ın sıfatının, ya*ratılmışlar aynasındaki tecellilerinden bazısıdır.” İmam Âzam'm iblis ile Fir'avn'ı bir arada zikretmesi şu hadis-i şerife dayanmaktadır: “Süddî'den rivayet edildiğine göre, Cebrail aleyhisselâm, Resulullah sallellahu aleyhi vesellem'e şöyle demiştir: Allah'ın kulları arasında iki kişiye buğz ettiğim kadar kimseye buğz etmedim. Bun*ların biri cinlerden, diğeri ise insanlardandır. Cinlerden olan İblis'tir. Adem aleyhisselâm'a secde etmekten kaçtığı zaman ona buğz ettim. İnsanlardan olan Fir'avn'dır ki “Ben sizin en büyük rabbinizim.” dediği zaman ona buğz ettim.” [269] Ben derim ki; belki Firavn, iki yönden İblis'ten daha kötüdür. Birincisi insan neslinden olduğu halde kendisinden bu taşkınlığın zuhur etmesidir. İblis ise cinlerdendir. Cinlerden isyanın görünmesi uzak bir ihtimal değildir. İkincisi, İblis, küçük gördüğü için Allah'*tan başkasına secde etmek istememiştir. Firavn ise, kendini büyük görerek Allah’lık iddiasında bulunmuştur. Ne gariptir ki şeytan, Al*lah'tan başkasına ibadet etmesi için insanoğluna vesvese verir, öğüt verir; fakat kendine ibadet edilmesini öğütlemez. Bu durum insan*ların kalblerinden tamamen uzaklaştığı ve Allah'ı tanıdığı için olsa gerektir. Ancak sonradan İblis Allah'ın İhsan makamından uzaklaş*tırılmıştır. Yani insanlar, ondan nefret ettikleri için O'na ibadet et*mezler. Yine Allah'ı tanıdığı için kendine ibadeti emretmez. Bu konudaki latifelerden biri de şudur: Sarayda Fir'avn'dan başka kimsenin bulunmadığı sırada İblis Fir'avn'ın sarayının kapı*sını çalmış. Fir'avn: Kim o? demiş. Bunun üzerine şeytan gülerek şöyle cevap vermiş: Allah’lık iddia eden adam, çenesinin dibindeki kapısı üzerinde bulunan halkından ve kulluk erbabından birini tanıyamıyor. Bazen harikalar, isteğin hilâfına da cereyan ederek iddia sahi*bini alçaltır. Rivayet edildiğine göre, Müseylemetül-Kezzeb, bir gözü kör olan birinin gözünün açılması için dua etmiş, fakat sağlam gö*zü de kör olmuştu. Bil ki, Allah’lık iddia edenin elinde, isteğine uygun olarak hari*kanın meydana gelmesi caizdir, fakat peygamberlik iddia edeninki caiz değildir. Zira, peygamber olmadığı halde yalancı olarak pey*gamberlik iddia eden kişinin elinde harikanın isteğine uygun olarak meydana gelmesi, gerçek peygamberle yalancı peygamberi birbirin*den ayırd etmenin kapısının kapanmasını gerektirir. Fakat Allah’lık iddia edenin elinde bazı harikaların görünmesi Allah Teâlâ'yı tanıma*nın kapılarının kapanmasını gerektirmez. Zira akıl sahibi her insan, bilir ki, Allah’lık iddia eden kimse yaratılmışlık ve noksanlık işaret*lerini taşımaktadır, dolayısıyla yaratılan kişi, bin tane harika da gösterse yine Allah olamaz. Sonra adete muhalif iş, adetin dışında bir iş olabileceği gibi, mutad olan bir iş yapmaktan aciz bırakmak tarzında da olabilir. Meselâ; Zekeriyya âlehisselâm'ın, üç gün insanlarla konuşmaktan menedilmesi gibi. Mutad olan bir işten menetmek de adeti bozmak*tadır. Çünkü bu herhangi bir hastalık sebebiyle olmamıştı. Bu sebeple Zekeriyya aleyhisselâm'ın işaretle konuşmaktan başka sükût ettmesi, Allah'ın kendisine bir çocuk verdiğinin tahakkukuna bir işaret olmuştur. Buna mucize adı verilir. Fıkh-ı Ekber Serhi
__________________
Kaybettiklerim arasında en çok kendimi özledim, oysa ne güzel gülerdim.. |
#2
|
||||
|
||||
@[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] abla bu güzel paylaşım için teşekkür ederim
__________________
Hiç kimse vazgeçilmez değildir. Ve kimse kendini vazgeçilmez sanan biri kadar aptal değildir. |
#3
|
|||
|
|||
Emeğinize sağlık.
|
Seçenekler | |
Stil | |
|
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevap | Son Mesaj |
Maraifetnameden Kelimei Tevhidin Fazilet ve Kerametleri | Cazgircinx | Zikir | 6 | 11.03.24 16:06 |
Velilerin kabir ziyaretlerinde farklı durum yaşayanlar var mı | bitter | Sorularınız | 11 | 18.05.23 15:29 |
Evliyalar serisi 1 / ayaklarım bütün velilerin boynundadır sözü | Lil bin Ali | Allah Dostları & Evliyalar | 16 | 03.12.21 09:29 |
Bir şahıs Ayetten delil getirerek velilerin bizi koruduklarına inanır | madlen | Kuran-ı Kerim | 0 | 31.12.19 21:37 |
Velîlerin kerametleri Ve Kısımları | Mostar | Allah Dostları & Evliyalar | 5 | 23.07.18 16:56 |