#1
|
|||
|
|||
Vesvese nedir?
Vesvese ;
Şüphe, kuruntu, tereddüt ve aslı olmayan ihtimaller demek-tir. Biraz daha bu tanımı açarsak, vesvesenin anlamı insanın kalbine, ona hissettirmeden peş peşe kötü düşünce sokmaktır. “Zelzele” kelimesinde bir tekrar olduğu gibi, “vesvese” kelimesinde de yapılan fiilin sürekliliği ve tekrarı söz konusudur. Çünkü insanı bir kere kışkırtmak yeterli olmaz. Ona bir günah işletebilmek için onu tekrar tekrar kışkırtmak gerekir. İşte bu çalışmaya “vesvese”, vesveseyi verene de “vesvas” denir. Nas suresinde “min şerri-l vesvasi’l-hannas” buyurularak “vesvese veren hannasın şerrinden Allah’a sığınmamız” emredilmiştir. Vesvasın vesvese veren olduğunu öğrendik. Ayette geçen hannas ise açığa çıktık-tan sonra saklanan veya ileri çıkıp, geri çekilendir. Bu işi çokça yapan, hannas ismini alır. O hâlde “vesvasi’l-hannas” ikisi birlikte şu manaya gelir: “vesveseyi veren ve geri çekilen, tekrar tekrar vesvese verme-ye çalışan, birincisinde başaramadığında vesvese vermek için ikinci, üçüncü, dördüncü defa ve daha fazla gelendir.Yine “min şerri-l vesvasi’l-hannas” ifadesinden vesvesenin şer ve kötü fiilin başlangıcı olduğu da anlaşılmaktadır. Eğer vesvesenin sebep-leri ve kurtulma yolları bilinmezse insan üzerinde etkili olur ve kalbin-de kötülüğe istek meydana getirir. Son adımda ise şer amel ortaya çıkar. Vesvese verenden Allah’a sığınmanın anlamı Allah’ın henüz başlan-gıçta şerri yok etmesini dilemektir. Bu konuda Kur’an şöyle emreder:“Eğer şeytanın seni kışkırttığını hissedersen Allah’a sığın.”Evet, vesvese musibete benzer. Ehemmiyet verdikçe şişer, ehem-miyet vermezsen söner.Ona büyük nazarıyla baksan büyür, küçük görsen küçülür.Korksan ağırlaşır, hasta eder. Korkmazsan hafif olur, gizli kalır.Mahiyetini bilmezsen devam eder, yerleşir. Mahiyetini bilsen, onu tanısan gider.Zira şu vesvese öyle bir şeydir ki cehalet onu davet eder, ilim onu yok eder.Tanımazsan gelir, tanırsan gider. Şeytan insana niçin vesvese verir? Şeytanın insana vesvese vermesinin sebebi insanoğluna olan düşmanlığıdır. Bu düşmanlık Kur’an’da birçok ayetlerde anlatılır. Bu ayetlerden bazıları şunlardır: Andolsun ki sizi biz yarattık, sonra size şekil verdik. Sonra da me-leklere, “Adem’e secde edin.” diye emrettik.İblis’ten başka hepsi secde ettiler. Fakat o secde edenlerden olmadı. Allah şeytana dedi ki: “Sana emrettiğim vakit seni secde etmekten ne alıkoydu?”İblis, “Ben ondan daha hayırlıyım. Çünkü beni ateşten yarattın, onu çamurdan.” dedi.Allah, “Öyle ise oradan, cennetten ve meleklerin içinden in. Orada büyüklenmek senin haddin değildir çünkü sen aşağılıklardansın!” dedi.İblis, “Bana insanların tekrar diriltilecekleri güne kadar mühlet ver.” dedi.Allah, “Haydi sen mühlet verilenlerdensin!” buyurdu.İblis, “Öyle ise beni azdırmana karşılık ant içerim ki ben de onları saptırmak için senin doğru yolunun üstünde tuzak kuracağım. Sonra elbette onların önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen onlardan çoklarını şükredenlerden bulamayacaksın.” dedi. (Araf suresi 11-17)Allah şeytanı lanetledi. O da “Yemin ederim ki kullarından bir pay edineceğim, onları mutlaka saptıracağım. Muhakkak onları boş kurun-tularda boğacağım.Andolsun onlara emredeceğim de hayvanlarının kulaklarını yara-caklar ve yine onlara emredeceğim de Allah’ın yarattığını değiştirecek-ler.” dedi. (Nisa suresi 118-119) İblis şöyle dedi: “İzzet ve kudretine yemin olsun ki onlardan ihlaslı kullar müstesna onların tamamını azdıracağım.” (Sad suresi 82-83) İblis dedi ki: “Ey Rabb’im! Andolsun ki beni azdırmandan dolayı ben de yeryüzünü onlara süsleyeceğim ve onların hepsini muhakkak azdıracağım. Ancak onlardan ihlasa erdirilmiş kulların müstesna...” (Hicr suresi 39-40) İşte bu ve bunlar gibi ayetler beyan etmektedir ki şeytanın insanoğluna olan düşmanlığı Hz. Adem’in yaratılmasına dayanmaktadır. İblis secde etmediği ve huzurdan kovulduğu o gün Allah’a yemin etmiş ve bütün Ademoğullarını aldatmaya ve vesveseyle onları kuruntularda boğmaya dair söz vermiştir. Şimdi ise ettiği yemini ve verdiği sözü yerine getirmeye çalışmaktadır.Bilmemiz gerekir ki kalp bir kale, şeytan o kaleye girmek isteyen bir düşman gibidir. O kaleyi fethedip ona sahip olmak ister. Kaleyi düş-mandan korumak, kapıları ve gedikleri kapatmak ve sağlamlaştırmak ile mümkündür. Kapı ve gedik yerleri bilmeyen kimse elbette kaleyi muhafaza edemez. Şeytanın kalbe giriş yol ve kapıları ise o kişinin va-sıflarıdır ve zaaflarıdır. Onlar ne kadar çok ise şeytanın kapıları da o kadar çoktur.Amacımız şeytanın kalp kalesine giriş kapılarını kapatmak, vesve-se ve hilelerini beyan etmek, bunlardan kurtulma yollarını göstermek ve bu hilelerle yaralanan ve daralan gönüllere bir ab-ı hayat sunmaktır. |
#2
|
|||
|
|||
Çirkin manzaraları hayal ettirme;
Haram ve çirkin manzaraları hayal ettirme suretinde gelen vesvese...Manalar kalpten çıktıkları zaman suretlerden ve şekillerden çıplak olarak hayale girer ve oradan suretleri giyerler. Demek, insana gelen manaların suret giydiği yer kalp değil, hayaldir. Hayal ise her vakit bir sebep altında suretleri dokur. Ve manalara bir elbise diker. Bununla birlikte önem ve ehemmiyet verdiği şeylerin suretlerini yol üzerinde bırakır. Hangi mana kalpten çıplak olarak çıkıp hayale gidecek olsa, yol üzerinde bırakılan o suretleri giyer ya da hayal ona ya giydirir ya takar ya bulaştırır ya da perde eder.Eğer manalar temiz ve münezzeh, yol üzerindeki suretler pis ve rezil ise giymek yoktur; sadece temas vardır. Ancak vesveseli adam bu teması giymek ile karıştırır. “Eyvah, kalbim ne kadar bozulmuş; bu se-fillik, bu alçaklık beni Allahın huzurundan kovdurur!” der. Şeytan onun bu damarından çok istifade eder. |
#3
|
|||
|
|||
Bu vesveseden kurtulma çaresi;
Bu yaranın merhemi şudur: Nasıl ki senin namazının bir şartı olan zahiri temizliğine karnındaki necaset zarar vermez. Öylede mukad-des manaların çirkin suretlere yakınlığı da zarar etmez. Mesela siz Kur’an’ın ayetlerini tefekkür ediyorsunuz. Birden bir hastalık ya da bir iştah ya da şehvet gibi heyecan veren bir şey şiddetle sizin hissinize dokunuyor. Elbette sizin hayaliniz hastalığın devasını, iştah duyduğu şeyi ya da şehvet ile ilgili görüntüleri dokuyacak ve onları görecek. O hâllere uy-gun basit ve çirkin suretleri dokuyacaktır. Kalpten gelen temiz ve ulvi manalar ise onların ortalarından geçecek. Geçeceklere ne zarar vardır, ne pis suretlerle temas vardır, ne de tehlike vardır. Ancak tehlike, zarar olduğunu zannetmek ve bu çirkin görüntülerden kurtulmaya çalışmaktır. Evet, insan kalben ve fikren İlahî hakikatlere bakıp düşündüğü za-man, bilhassa namaz ve ibadet esnasında, gerek şeytan tarafından gerek nefsi tarafından, pek fena, pis ve çirkin vesveseler, hatıralar sinekler gibi kalbe ve akla hücum ederler. Bu gibi çirkin şeylerin defiyle uğra-şan adam o vesveselere mağlup olur. Ancak onları mağlup edip kaçır-mak çaresi, müdafayı terk edip onlar ile uğraşmamaktır.Evet, arılar ile uğraşıldıkça onlar hücumlarını artırırlar. Onlara ka-rışılmadığı takdirde, insanı terk eder, giderler. Ya da pis bir odanın de-liklerinden semanın güneş ve yıldızlarına, cennetin gül ve çiçeklerine bakılırsa, o deliklerdeki pislik ne bakana ve ne de bakılana bulaşmaz. Aynen bunun gibi, İlahî hakikatlere hayal odasının deliklerinden bakıl-dığında, hayal deliklerindeki kirlilik ve pislik ne bakana ne de bakılana bulaşmaz ve zarar vermez.O hâlde şunları öğrendik 1- Manalar kalpten çıplak olarak çıkmaktadır. Resimler kalpte de-ğil, hayalde dokunmaktadır. 2- Hayal dokuduğu resimlerden bazılarını bir sebep tahtında yol üzerinde bırakır. Buna mani olmak mümkün değildir. Ve insan yol üze-rindeki bu suretlerden dolayı da mesul değildir. 3- Mukaddes manalar suret giymek için hayale giderken, yol üze-rindeki resmin yanından ya da ortasından geçer. Çıplak olan mana ile yol üzerindeki resmin kendisi aynı anda insanın fikir aynasında yansır. Bu suret mukaddes manaya ait olmadığından zarar söz konusu değildir. Ancak bu sırrı bilmeyenler nefislerini levmederek zarar gördüklerini zannederler. 4- Kişi zarar gördüğünü zannettiğinde artık zarara düşmüştür. Za-ten şeytanın da istediği budur. Zira artık onu ümitsizliğe düşürmüş, Al-lah’ın huzurunda durma ve mukaddes manaları tefekkür etme kapısını ona kapatmıştır.Bu izahlar bu konuda daha fazla söze hacet bırakmamaktadır. Hz. Peygamber (s.a.v.)’ın ashabından bir kısmı ona sordular: “Ba-zılarımızın aklından bir kısım vesveseler geçiyor, normalde bunu söy-lemenin günah olacağına kaniyiz.” dediler.Hz. Peygamber (s.a.v.): “Gerçekten böyle bir korku duyuyor musu-nuz?” diye sordu. Oradakiler: “Evet.” deyince: “İşte bu, imandan gelir dedi.”Diğer bir rivayette: “(Şeytanın) hilesini vesveseye dönüştüren Al-lah’a hamdolsun” demiştir.Müslim’in İbnu Mes’ud (r.a.)’dan kaydettiği bir rivayet de şöyledir:“Dediler ki: “Ey Allah’ın Rasulü, bazılarımız içinden öyle sesler işitiyor ki onu (bilerek) söylemektense, kömür kesilinceye kadar yan-mayı veya gökten yere atılmayı tercih eder.”Hz. Peygamber (s.a.v.): “Hayır, bu, gerçek imanın ifadesidir.” ce-vabını verdi.Evet, unutmamak gerekir ki boş bir eve hırsız girmez ve korsanlar içerisinde hazine bulunmayan bir gemiye saldırmazlar. Bizler böyle bir vesveseye maruz kaldığımızda bilmeliyiz ki iman var ki şeytan geliyor. Bunun için kalp gemisindeki iman hazinesinden dolayı Allah’a ham-detmeli ve en kıymetli hazinemizi çalmaya çalışan şeytanın hilelerini çok iyi anlamalı ve Cenab-ı Hakk’a sığınmaktir |
#4
|
|||
|
|||
İmani meselelerde şüphe suretinde gelen vesvese ( burası çok önemli burayı dikkat ederek okuyalım inşallah. MollaAbdullah tavsiyesi sebebine gelirsek ateizm ve deizm gibi şeytanın bin türlü vesveselerinden olan olgular insanı mikro düzeyde beynine girerek etkiliyor.
Vesvesenin en çok gözüktüğü yerlerden biri; Allah’ın varlığı, me-leklerin varlığı, ahiretin varlığı, Kur’anın hak kitap, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in de hak peygamber olması gibi iman ile ilgili meselelerde ge-len vesvesedir. Bu vesveseye yakalanmış kimselerden şu sözleri işitmişsinizdir: “Namaz kılarken aklıma hep ya Allah yoksa, o zaman kıldığın namaz boşuna gidiyor sözü geliyor. Bu sesi susturmak için uğraşıyorum ama ben susturmaya çalıştıkça ses büyüyor, bu sesle uğraşmaktan namazın hangi rekâtında olduğumu bile unutuyorum. ”İşte bu vesvese sahipleri devamlı şu tip sözleri içlerinden işitirler:“Ya Allah yoksa… Ya ahiret yoksa… Ya Kur’an Allah’ın kitabı de-ğilse… Ya Hz. Muhammed peygamber değilse… Hatta peygamberlik diye bir şey yoksa…. Melekleri hiç görmedim ya melekler de yoksa… ( extra olarak bir bilgi namaz kilanlarla uğraşan hinzap adında bi iblistir ) gibi bitmeyen vesveseler, susturulamayan sesler… Bu ses-leri susturamayan biçare adam bazen çareyi Allah’ın huzurundan kaç-makta ve ibadetten uzaklaşmakta arar ve zarara düşer. Bu vesveseye yakalanan kişi hayal etme ile akıl etmeyi birbirine karıştırmaktadır. Yani hayale gelen bir vesvese ve şüpheyi akla girmiş zannederek inancına ve itikadına zarar geldiğini zanneder. Hayalinde şekillendirdiği bu şüpheyi imana zarar veren, aklının tasdik ettiği ve doğruladığı bir şüphe kabul eder. Hâlbuki bu şüphe ne akıldadır, ne aklın tasdik ettiği bir şeydir, ne de onun imanına ve inancına zarar ve-rebilir. Bu şüphe şeytanın hayale attığı bir vesvesedir.Hem bazen: “Acaba Allah olmasaydı bu âlem kendi kendine var olabilir miydi? Acaba Kur’an gibi bir kitabı bir beşerin yazması müm-kün müdür?” gibi küfrü gerektiren bir şeyi tefekkür eder. Ve bu tefek-kürü dinden çıkıp, küfre girmek zanneder. Yani inkârın sebebini ve imandan başka hiçbir yolun doğru olmadığını anlamak için tefekkürü, tetkikatı, iman ve küfür ortasındaki tarafsızca muhakemeyi imanın zıttı ve küfre girer. Neticede şeytanın telkinlerinin bir eseri olan şu zanlardan ürkerek: “Eyvah, kalbim bozulmuş, inancıma zarar gelmiş; ben dinden çıkmı-şım!” der. Ve bu vesveseler genellikle onun iradesi dışında olduğundan ve iradesiyle bu vesveseleri ıslah edemediğinden ümitsizliğe düşer. Bu vesveseden kurtulma çaresiBu yaranın merhemi şu hakikatleri bilmektir ki küfrü gerektiren şeyleri hayal etmek insanı dinden çıkarmaz. Küfür tevehhüm etme yani inkârı farz etme ve vehmetme kişinin imanına zarar vermez. Küfrü zihnen düşünme ve olasılığını ölçmek için tefekkür etme kişiyi kâfir yapmaz.Çünkü hem hayal etme, hem vehmetme, hem tasvir etme, hem de tefekkür etme aklın tasdikinden ve kalbin kabulünden ayrı ve farklı şeylerdir. Hayal, vehim, tasvir ve tefekkür kabiliyetleri bir derece ser-besttir; insanın cüz-i iradesine pek boyun eğmezler ve söz dinlemezler. Ve bunların insan iradesi dışındaki hareketlerinden dolayı insan mesul değildir ve onların yaptıklarından dolayı hesaba çekilmeyecektir. Bu-nun delili şu ayettir:“Allah hiç kimseye gücünün yettiğinden fazlasını yüklemez.” (Ba-kara suresi 286. ayet) Demek, günahların kalpten geçmesi affedilmiş-tir. Hatta yapılmasına karar verilip, yapılmadan pişman olunarak tövbe edilen günahlar bile affedilmiştir.Yine Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:“Allahu Teâlâ, ümmetimden her birinin gönüllerinin vesvese ettiği hatıraları, kul onları işlemediği veya söylemediği müddetçe affeylemiş-tir.” Bu hadisten de anlaşılmaktadır ki insanın iradesi dışında kalbinden geçen kötülükler ve içinden geçen vesveseler affedilmiştir.Yine şu ayet:“Dünya hayatının geçici menfaatlerini aramak için namuslu kal-mak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın. Kim onları buna zorlarsa şüphesiz Allah zorlanmalarından sonra onlar için bağışlayıcı ve ziyade acıyıcıdır.” (Nur suresi 33. ayet) Bu ayetle ifade ediliyor ki cariyeler fuhşa zorlandıkları ve bu işten kurtulmaya güçleri yetmediği taktirde, Allahu Teâlâ hiç kimseye gü-cünün yetmeyeceği şeyi yüklemediğinden dolayı onları bu işten mesul tutmayacağı gibi, üstelik mağfiret buyuracaktır. Demek, teklif gücün yettiği iledir. Ve madem insanların iman hakikatleri ile ilgili içlerine gelen vesveseleri kovmaya güçleri yoktur o hâlde onlar bu tür şüphe ve vesveselerin varlığından dolayı mesul değildir. İ.Abbas ile İ. Amr bir kere karşılaştıklarında, İbn-i Abbas İbn-i Amr’a: “Sana göre Kur’an’da en ümit verici ayet hangisidir?” dedi. İbn-i Amr: ‘Ey kendi nefisleri aleyhinde israf edip haddi aşan kulla-rım, Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz! Çünkü şüphesiz ki Allah bütün günahları bağışlar. Muhakkak ki O, çok bağışlayan ve çok esirgeyendir.’ (Zümer süresi 53. ayet) mealindeki ayettir.” deyince, İ. Abbas buyurdu ki: “Bana göre şu ayettir: ‘Bir zaman İbrahim (a.s.): ‘Ey Rabb’im, ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster!’ dedi. Allah: ‘İnan-madın mı?’ buyurdu. O da: ‘Evet, inandım fakat kalbimin mutmain ol-ması ve yatışması için bunu istiyorum.’ (Bakara suresi 260. ayet) dedi.” “İşte benim en çok sevdiğim ayet budur. Zira İbrahim (a.s.): ‘Ya Rabbi, ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster!’ dediğinde, Allah kendi-sine: ‘Yoksa inanmadın mı?’ buyurunca, ‘Tabi, inandım ama kalbimin mutmain olması için.’ dedi. Allahu Teâlâ İbrahim’in bu sözünden razı oldu. Bundan da insanın içine gelen düşünce ve vesveselerin imana zarar vermeyeceği anlaşılmış olur.”Demek ki tasdik ve kabul iradeye bakar ve bir ölçüye bağlıdır. Ha-yal etme, vehmetme, tasvir etme ve tefekkür etme ise tasdik ve kabul gibi değildirler. Bir ölçüye ve iradeye tabi olmazlar. O hâlde şüphe ve tereddüt sayılmazlar. Ancak bu vesveseler, kişinin iradesi işin içine gi-rerek lüzumsuz tekrar ederse ve her vakit cüzi iradesini bu meselelerde kullanır; Allah olmayabilir mi ahiret olmayabilir mi gibi düşünce ve şüphelerle isteyerek uğraşırsa, o vakit hakiki bir nevi şüphe meydana gelir. Ve sahibi zarar görür. İman hakikatlerine tarafsızca baka baka sonunda muhalif tarafı kabullenir, kendisine vacip olan hakkı kabullennmesi kırılır. |
#5
|
|||
|
|||
Mesela acaba Allah olmazsa bu âlem olabilir miydi der ve bu soru-nun cevabını tarafsızca muhakemeye başlar.
Bu kısa muhakeme, “Allah olmasaydı bu âlem asla var olamazdı ve madem var olmuş o hâlde Allah var.” diyerek sonuçlanırsa sahibi bundan zarar görmez. Yok her vakit mesaisini bu tür meselelerde gereksizce harcar ve ilmî meselelere vukufiyeti de yoksa öyle bir hâle gelir ki imansızlık cihetini kabulle-nir. O hâlde bu tür muhakemelere ihtiyarıyla girmek isteyen ve bu tip meseleleri tefekkür eden adam ilk önce iman tarafının o meseledeki delillerini öğrenmeli ve tefekküre öyle başlamalıdır.Doğruyu öğrenmeden, kıt anlayışı ile doğru ve yanlışı bulmaya ça-lışanlar, yanlışın kucağına düşebilirler.Bir zamanlar imam iken sonraları azılı bir din düşmanı olan bir bedbaht işte böyle bir muhakemenin neticesinde ebedî saadetini kay-betmiştir. Şöyle ki bir gün yerleri süpürürken, toz çıkmasın diye yere su serper. Yerden sıçrayan sular duvarda şehir şeklini alır ya da şeytan ona öyle gösterir. Bu bedbaht kendi kendine o anda der ki: “Acaba şu duvardaki şehir gibi, şu kâinat da tesadüfi olabilir mi?” Ve bu muha-keme onun dinden çıkmasına hatta daha da ileri giderek azılı bir din düşmanı olmasına sebep olur. O bu muhakemeyi yapmadan önce iman hakikatlerinin ve Allah’ın varlığının delillerini öğrenseydi elbette ta-rafsızca muhakeme ona zarar veremezdi. O hâlde tarafsızca muhakeme edenleri yani “Ne var ne yok diyelim, öylece araştıralım; sonra neticeye varalım.” diyenleri mağlup eden şey araştırdıkları meselenin delillerini bilmemektir.Şeytanın bu hilesinden kurtulmak için bilhassa iman hakikatlerinin anlatıldığı eserleri ve bu eserlerin başında Bediüzzaman Hazretlerinin Risale-i Nur külliyatını bol bol okumak gerekir.İman hakikatleri hakkında gelen en mühim vesvese şudur ki vesveseli adam imkân-ı zati ile imkân-ı akliyi birbirine karıştır.İmkân-ı zati bir şeyin aslında ve zatında mümkün olmasıdır.İmkân-ı akli ise bir şeyin aklen mümkün görmektir ki bu ikisi arasında dağlar kadar fark vardır. İmkân-ı zati ile imkân-ı aklinin farklarını bilmeyen birisi bir şeyi zatında mümkün görse, o şeyi zihnen dahi mümkün ve aklen olabilir zanneder. Hâlbuki kelam ilminin bir kaidesidir ki imkân-ı zati yani bir şeyin zatında mümkün olabilmesi kesin ve sağlam bilgiye zarar vermez ve onu hükümden düşürmez. Mesela şu dakikada Karadeniz’in batması zatında mümkündür. Ve imkân-ı zati ile muhtemeldir. Hâlbuki bizler yakinen o denizin yerinde olduğunu şüphesiz biliyoruz ve böylece hükmediyoruz. Karadenizin zatında batmış olma ihtimali veya zihnen bu ihtimali düşünmemiz bize zarar ve şüphe vermemekte, Karadeniz’in hâlihazırda mevcut olduğu hususunda bizim yakin ve inancımızı boz-mamaktadır.Yine mesela şu güneş zatında mümkündür ki bugün batmasın veya yarın doğmasın. Bunlar imkân-ı zati ile mümkündür. Hâlbuki bu ihti-mal güneşin bugün doğup yarın batacağı inancımıza zarar vermez, şüp-he getirmez. İşte bunun gibi, mesela iman hakikatlerinden olan, dünya hayatının batması ve ahiret hayatının doğmasına imkân-ı zati cihetin-den gelen vehimler, vesveseler ve içimizde şeytanın seslendirdiği “Ya ahiret yoksa...” sözleri inancımıza, imanımıza zarar vermez. Ayrıca şunu da unutmamak gerekir ki “Bir delilden meydana gel-meyen ihtimalin hiçbir ehemmiyeti yoktur.” kaidesi fıkıh usulü ve din usulü ilminin sabit ve değişmez bir kuralıdır. Madem iman hakikatleri noktasında gelen vesvese ve şüpheler irademiz dışında ve bir delile da-yanmadan gelmektedir o hâlde bunların hiçbir ehemmiyeti yoktur. |
#6
|
|||
|
|||
Rabbım bizi ağırlığından kacamadigimiz vesveselerden korusun diyerek 50. Mesaji böylelikle doldurmuş olayım. Şükür simde mesaj kutusuna bakabiliriz : )
|
#7
|
||||
|
||||
Allah razi olsun @[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] kardesim lakin cok uzun yazmissin. InsaAllah birgun okumak nasip olur.
|
#8
|
|||
|
|||
Alıntı:
|
#9
|
||||
|
||||
Alıntı:
|
#10
|
|||
|
|||
Alıntı:
|
Seçenekler | |
Stil | |
|
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevap | Son Mesaj |
Vesvese mi, musallat mı? | yolcu12141 | Sorularınız | 34 | 13.04.23 20:58 |
Takıntı ve Vesvese | Neo | Sorularınız | 13 | 22.04.22 16:12 |
Avam nedir? Havas nedir? Bişey bilmeyen ben gibiler nedir? | Kgumus | Sorularınız | 30 | 04.07.21 18:41 |
Vesvese mi 6. His mi? | Mervi | Sorularınız | 27 | 16.01.20 21:21 |
Vesvese için dua | BLueSea | Diğer Havas Konuları | 3 | 22.10.19 21:33 |