#1
|
|||
|
|||
iradenin özgürlüğü
Özgürlük kavramı bizim tüm hayatımızı belirler. Esaretteki hayvanlar genellikle kötü
hastalık geliştirirler ve hatta ölebilirler – bu, doğanın her türlü boyun eğdirmeye karşı olduğunun açık bir işaretidir. İnsanlığın asırlarca belli ölçüde bir özgürlük elde etmek için kan dökmesi ve savaşlar yapması tesadüf değildir. Buna rağmen, özgürlük ve bağımsızlık hakkında çok belirsiz bir fikrimiz vardır. Herkesin özgürlük ve bağımsızlık için içsel bir ihtiyacı olduğunu ve istediğimiz an elde edebileceğimizi sanırız. Ancak, eylemlerimizi dikkatlice incelersek, zorlanarak hareket ettiğimizi ve hiçbir şekilde özgür irademiz olmadığını keşfederiz. Böyle bir ifade açıklama gerektiriyor: dıştan, insan varlığına iki dizgin rehberlik eder: haz ve keder (“mutluluk” ve “acı çekme” olarak da tanımlanır). Hayvanların özgür seçeneği yoktur. İnsan türünün hayvanlara avantajı, eğer sonunda hazzın beklediğine inanırlarsa acıya katlanmayı sürekli tercih etmeleridir. Bu yüzden, hasta bir kişi sağlığını düzelteceğine inandığından meşakkatli bir ameliyata razı olur. Ancak, bu seçenek kişinin mevcut acıyı gelecekteki hazla kıyaslamasının sadece pragmatik bir hesabıdır. Diğer bir deyişle, bu hesaplama, gelecek hazdan acı miktarının çıkartıldığı basit bir matematiksel işlemdir ve fark sonucu belirler. Eğer gerçekleşen haz beklenilenden daha az ise o zaman kişi memnuniyet hissetmek yerine acı çeker. Zevkin cazibesinin gücü ve acıdan geri çekilme, insanları, hayvanları ve hatta bitkileri kontrol eden tek güçtür. Her durumdaki ve yaşam seviyesindeki tüm yaşayan yaratıklar bunun tarafından idare edilirler, dolayısıyla, bu anlamda aralarında bir fark yoktur çünkü özgür irade akla bağlı değil. Dahası, hazzın türünün seçimi bile zorakidir ve kişinin özgür seçimine bağlı değildir. Bunun yerine, seçimlerimiz kişinin özgür iradesi değil toplumun norm ve beğenisi tarafından belirlenir. Bundan, eylem özgürlüğü olan bağımsız birey gibi şeylerin olmadığı sonucu çıkar. |
#2
|
|||
|
|||
Üst Yönetime inanan insanlar eylemleri için bir sonraki dünyada ödül veya ceza
beklerler. Ateistler ise bunu bu dünyada beklerler. İnsanlar eylemlerinden dolayı ödül veya ceza bekledikleri için özgür seçimlerinin olduğunu sanıyorlar. Bu olgunun kökü, doğayı bir bütün olarak ve özellikle her bireyi etkileyen sebep sonuç yasasında yatar. Diğer bir deyişle, Yaratılışın tüm dört çeşidi – cansız, bitkisel, canlı (hayvansal) ve insan – sürekli olarak nedensellik ve amaç yasası tarafından etkilenir. Bunların her durumu, gelecek durum olan, kendi seçtikleri önceden belirlenmiş amaca göre dış sebeplerin etkisiyle belirlenmiştir. Dünyadaki her nesne sürekli gelişir. Bu, her nesnenin sürekli bir önceki formunu bıraktığını ve dört faktörün etkisiyle yenilerini edindiğini gösterir: 1. Köken 2. Kendi doğasından kaynaklanan evrim; dolayısıyla değişmezdir. 3. Dış faktörlerin etkisiyle değişen evrim 4. Dış faktörlerin değişim ve evrimi İlk faktör, kök ya da ilk maddedir, bir önceki formu. Her nesne sürekli form değiştirdiğine göre, her bir önceki form bir sonrakine göre “ilk” diye adlandırılır. İçsel özellikler tamamen köke bağlıdır, bir sonraki formu belirler ve ana faktörü, bireysel bilgisini, gen ya da özelliğini oluşturur. İkinci faktör, nesnenin köküne bağlı sebep-sonuç gelişiminin sırasıdır. Bu sıra değişmez. Bir örnek toprağın altında çürüyen tahıl tanesidir ve sonuç olarak yeni bir filiz meydana getirir. Buğday tanesi orijinal formunu kaybeder, yani tamamen yok olur ve yeni bir başlangıç formu oluşturacak, aynı orijindeki bir tahıl tanesi gibi, yeni bir filiz formu edinir. Sadece tahıl tanelerinin sayısı ve muhtemelen nitelikleri (büyüklük ve tat) değişebilir. Başka bir deyişle, kişi, her şeyin nesnenin orijinine bağlı olduğu sebep- sonuç sıralamasını gözlemleyebilir. Üçüncü faktör: Dış güçlerle temastan sonra özelliklerini değiştiren ilk maddenin sebep-sonuç bağlantısıdır. Sonuç olarak, tahılın miktar ve niteliği, ilk maddenin niteliklerini tamamlıyor görünen ek faktörlerden dolayı (toprak, su, güneş) değişir. Orijinin güçleri ek faktörlere üstün geldiğinden, değişiklikler tahılın niteliğini değiştirebilir ancak türün kendisini değil, mesela buğday tanesini arpa tanesine çevirmek gibi. Diğer bir deyişle, ikinci faktör gibi üçüncü faktör de nesnenin içsel faktörüdür fakat ikincisinden farklı olarak niteliksel ve miktarsal olarak değişebilir. Dördüncü faktör: Dışarıdan tesir eden güçlerin arasındaki, mesela şans, doğanın unsurları ve komşular gibi, sebep-sonuç bağlantısıdır. Çoğunlukla, bu dört faktör birlikte her bir nesneyi etkiler. İlk faktör (orijin) bizim için önemlidir çünkü ebeveynlerimizin yarattıklarıyız. Onların ürünleri olarak, bir bakıma onların kopyalarıyız; yani ebeveynlerin ve büyük ebeveynlerin hemen hemen tüm özellikleri kendini çocuklarında gösterir. Atalar tarafından edinilen olgu ve bilgi, bilinçsiz bir seviyede bile olsa, torunlarda alışkanlık ve nitelikler olarak ortaya çıkar. Kalıtımın gizli güçleri torunların hareketlerinin tamamını etkiler ve nesilden nesle geçerler. Bu, insanlarda gözlemlenebilen çeşitli eğilimlere sebep olur: inanç, eleştirme, maddesel rahatlık, pintilik, ya da tevazu. Bunların hiç biri edinilen özellik değil daha ziyade çocukların beyinlerine yakın ve uzak atalardan kaydedilmiş kalıtımdır. Otomatikman atalarımızın kazanılmış özelliklerini miras olarak aldığımızdan, bu nitelikler toprakta formunu kaybeden tahıla benziyor. Ancak, bizim aldığımız bazı özellikler içimizde zıt bir şekilde ortaya çıkar. Çünkü ilk madde, dış formu olmayan güçlerde ortaya çıkar, bu madde hem pozitif hem de negatif özellikler taşıyabilir. Diğer üç faktör de bizi etkiler. Sebeplerin sırası ve onların kişinin orijininden gelen sonuçları (ikinci faktör) değişmez. Tahıl tanesi çevrenin etkisi altında çürür ve yeni bir tane meydana gelene dek yavaş yavaş formunu değiştirir. Diğer bir deyişle, ilk faktör ilk maddenin formunu alır; önceki bitki ile yeni filiz arasındaki fark sadece miktar ve nitelikte görünür. |
#3
|
|||
|
|||
Bu dünyaya gelerek, kişi kendi isteğine karşın çevresinin etkisi altındadır ve toplumun yapısı ve özelliklerini alır. Dolayısıyla, kişinin kalıtsal eğilimleri toplumun etkisi altında
değişir. Üçüncü etken çevrenin etkisinden temellenir. Her birimiz bazen zevklerimizin ve görüşlerimizin çevrenin etkisi altında değiştiğini biliyoruz. Doğanın cansız, bitkisel ve hayvansal seviyelerinde buna benzer şeyler ortaya çıkmaz; bu sadece insanlarda olabilir. Dördüncü etken, ilk maddenin gelişiminin ardışık sırasıyla hiçbir ilgisi olmayan, negatif dış etkenlerin (sorunlar ve endişe) doğrudan ve dolaylı etkisidir. Tüm düşüncelerimiz ve hareketlerimiz bu dört faktöre bağlıdır ve bütün hayatımızı belirlerler. Aynı çömlekçinin elindeki kil gibi, biz de bu dört faktörün etkisi altındayız. Dolayısıyla, görüyoruz ki arzunun özgürlüğü yok, her şey tamamıyla bu dört faktörün bir biriyle etkileşimine bağlı ve hiçbir kontrolümüz olamaz. Hiçbir bilimsel teori maneviyatın maddeyi içten nasıl idare ettiğine ya da nerede ve neyin beden ile ruhu bir araya getirdiğine cevap veremez. Kabala, tüm dünyalarda her hangi bir zamanda yaratılmış olan her şeyin sadece Işık’tan ve onun doldurduğu kaptan oluştuğunu söyler. Yaratılan tek şey, Yaratan’dan doğrudan gelen Işığı almak isteyen kaptır. Kaba hayat ve zevk getiren Işığı alma isteği, kişinin arzusunun yoğunluğuna bağlı olarak, hem manevi hem de fiziksel maddedir. Yaratılmış olan tüm varlıklardaki doğa, nitelik ve miktardaki farklılıklar yalnızca arzunun derecesinde yatar ki bu da aynı ölçüde hayat-veren Yaratan’dan gelen Işıkla doldurulur. Bir nesneyi diğerinden ayıran renk, öz, dalgalar ve diğer farklılaştıran etkenler, alma arzusunun kapasitesinin sonucudur, dolayısıyla, onu dolduran Işığın miktarının. Başka bir deyişle, belli bir büyüklükteki arzu mineralin formunu verir; farklı büyüklükteki arzular sıvı, renk, ya da dalgaları oluşturur. Bizi ve dünyaları saran Işık eşit ve değişmez olmasına rağmen, her şey arzu terazisinin pozisyonuna bağlıdır. Şimdi bireyin özgürlüğü sorusuna açıklık getirebiliriz. Kişinin, Yaratan’ın Işığından belli bir miktar alma arzusundan oluştuğunu zaten anladığımıza göre, bu arzuya alışılmamış gelen tüm özellikler tamamen arzunun yoğunluğuna, Işığın çekim gücüne bağlıdır. Genellikle “ego” dediğimiz çekim gücü, hayatta kalabilmemiz için bizi mücadeleye zorlar. Eğer egonun arzularından ya da isteklerinden birini yok edersek, onun potansiyel kabını kullanma fırsatına, Yaratan’ca verilmiş doyum hakkına engel oluruz. Tüm fikirlerimizi çevrenin etkisi aracılığıyla ediniriz, zira bir tahıl tanesi sadece toprakta, ona uyan çevrede yetişir. Dolayısıyla, hayattaki tek seçimimiz toplumun seçimidir, arkadaş çevresi. Çevremizi değiştirerek, ister istemez bakış açımızı değiştiririz, çünkü kişi yalnızca toplumun bir kopyası, ürünüdür. Bunu fark eden insanlar, irade özgürlüğünün olmadığı sonucuna varırlar çünkü kişi toplumun ürünüdür ve kişinin düşüncesi bedenini yönetmez. Daha ziyade, dışsal bilgi beynin hafızasında saklanır ve beyin sadece bir ayna gibi, çevrede meydana gelen her şeyi yansıtır. Başlangıcımız, bizim temel, ilk maddemizdir. İsteklerimizi ve eğilimlerimizi kalıtımla elde ederiz ve bu kalıtım bir kişiyi diğerinden ayıran tek özelliktir. Herkes toplum tarafından farklı etkilenir; bu yüzden asla iki benzer kişi bulamayız. Bu ilk maddenin kişinin gerçek serveti olduğunu bilin ve kişi bunu değiştirmeye çalışmamalı, çünkü kişi benzersiz özelliklerini geliştirerek kişilik olur. Dolayısıyla, kişi tek bir dürtü ya da istekten kurtulsa, bu bile dünyada boşluk yaratır; bu dürtü ya da istek başka hiçbir bedende asla tekrarlanmayacaktır. Bundan, “gelişmiş milletler” in kendi kültürlerini diğer milletlere zorlamakla ve onların temellerini yıkmak ile ne tür bir suç işlediklerini görebiliyoruz. Peki, toplumda tam bir kişisel özgürlük sağlamak mümkün mü? Açıkçası, normal fonksiyon gösterebilmesi için toplumun kişilere kanunlarını, kısıtlamalarını ve normlarını zorla kabul ettirmesi gerekiyor. Bunu, kişinin toplumla sürekli mücadele içinde olması izler. Burada daha keskin bir nokta ortaya çıkıyor: eğer çoğunluğun toplumun kurallarını belirleme hakkı var ise ve kitleler, toplumdaki en gelişmiş kişilerden her zaman daha az gelişmişlerse, bu ilerleme yerine gerileme yaratır. Eğer toplum, kurallarını manevi yasalara göre oluşturursa, bunları yerine getirenler kişisel olarak Yaratan’la birleşme fırsatını kaçırmazlar. Bunun sebebi bu yasaların dünya ve toplumun yönetimi için doğal yasalar olmasıdır. Eğer bir toplum manevi doğanın yasaları ile zıt kendi yasalarını yaratırsa, manevi yasaları benimseyenler maksimum gelişim sağlarlar. Amaçlı yönetime göre, doğanın yasalarını benimsemeliyiz ki kişiler ve toplum doğru yönde gelişsin. Kabala, tüm kararlarımızı toplumun düşüncelerine göre verdiğimizi öğretir. Kabala, günlük hayatta çoğunluğun düşüncelerini ve manevi gelişimde ise gelişmiş bireylerin düşüncelerini izlememiz gerektiğini gösterir. Bu yasaya “doğal yönetim yasası” denir. Kabala ilminin tüm kural ve yasaları, doğanın yönetiminin yasalarından oluşur. Kabala aracılığıyla Yukarıdan aşağıya dünyamızı etkileyen yasaların bir birleri arasındaki bağları incelerken, toplumu etkileyen çoğunluğun yasalarının aslında doğal olan olduğu açıkça belirgin hale gelir. |
|
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevap | Son Mesaj |
Özgüven ve iradenin artması için tılsım | Sadi | Vefk & Tılsım | 6 | 19.01.23 09:56 |