#1
|
|||
|
|||
Zohar'a Sonsöz'den
Kabala, manevi yasaların doğru ve tutarlı yerine getirilmesinin Yaratan’a tutunmaya
götüreceğini anlatır. Peki, “tutunma” kelimesi ne demektir? Aslında, zaman sınırlamasından, üç-boyutlu mekândan ve bedensel arzulardan dolayı düşüncelerimiz Yaratan’ı kavrayamıyor. Dolayısıyla, düşüncelerimiz bu sınırlarla bağlı olduğu sürece tarafsız olamayız. Egolarımızın üstünden geldikçe, alma arzusu ve zaman, yer ve hareket mefhumları değişir. Bunlar manevi bir boyut kazanırlar. Bu durumda, alma arzumuzu kontrol ederiz ve onun tarafından yönetilmeyiz. Dolayısıyla, düşüncelerimiz alma arzumuza bağlı değildir ve bu yüzden de tarafsızdır. Sonuç olarak, Kabala, O’na yakınlaşma aracı olarak, Yaratan’la özelliklerin ve eylemlerin eşitliğini edinmeyi sunar. Şöyle der: O’nun eylemleriyle birleşin; O’nun kadar sevecen, şefkatli ve alçakgönüllü olun. Fakat insan nasıl Yaratan’ın eylemleri ile O’nun Kendisinin aynı olduğundan emin olabilir? Dahası, neden O’nun eylemlerini taklit ederek Onunla birleşmeliyim? Maddesel dünyada, birleşmeyi, ya da tutunmayı, bedenler arasındaki mesafeyi kısaltmak ve ayrılığı da bir birimizden uzaklaşmak olarak düşünürüz. Ancak, manevi dünya zaman, yer ve hareket mefhumlarından yoksundur. Bu nedenle iki manevi nesnenin özelliklerinin denkliği onları bir birine yakınlaştırır ve özelliklerin farklılığı bir birinden uzaklaştırır. (Yerdeki tutunma ve birleşmeye karşıt olarak) tutunma veya ayrılma olamaz çünkü manevi nesne yer kaplamaz. Aynı bir baltanın fiziksel bir nesneyi böldüğü gibi, manevi nesnede yeni bir özelliğin ortaya çıkması onu iki parçaya böler. Yani, eğer özellikler arasındaki fark önemsiz ise, o zaman manevi nesneler bir birine yakındır. Onların özellikleri arasındaki fark ne kadar belirgin ise bir birlerinden o kadar uzaktırlar. Eğer bir birlerini severlerse, manevi olarak “yakın” dırlar ve fiziksel kabukları arasındaki mesafe önemsizdir. Onların aralarındaki ilişki manevi benzerlikleri ile belirlenir. Biri, bir başkası tarafından sevilmeyen bir şeyi seviyorsa, onların arasındaki mesafe görüşleri ve duyguları arasındaki farka bağlıdır. Eğer biri diğerinin nefret ettiği her şeyi seviyorsa onlar tamamen zıttırlar. Öyleyse, görüyoruz ki manevi dünyada (arzuların dünyası), amaçlar, arzular, düşünceler ve özelliklerdeki benzerlik ya da farklar maneviyatı parçalara bölerek bir baltanın işlevini görürler. Manevi nesnelerin arasındaki mesafe, onların duyuları ve özellikleri arasındaki uyumsuzluğun boyutuyla belirlenir. Dolayısıyla, Yaratan’ın arzusunu, hislerini ve düşüncelerini izleyerek O’na yaklaşabiliriz. Yaratan sadece O’nun yaratılan varlıkları için eylemde bulunduğundan, biz de dostlarımızın iyiliğini istemeli ve onların hepsine karşı iyi olmalıyız. Fiziksel dünyada varolduğumuzdan bedenin yaşaması için gereken minimum efor, egoizmin göstergesi değildir. Mutlak özgecillik ile başkalarına iyilik yapabilir miyiz? Nihayetinde, Yaratan bizi haz alma arzusuna sahip mutlak egoistler olarak yarattı. Bir birimize iyi davranarak bile doğamızı değiştiremeyiz, bilinçli ya da bilinçsiz kendimiz için fayda sağlamaya çalışırız. Menfaat görmeden bir başkası için ufacık bir hareket bile yapamayız. Gerçekten de insanlar mutlak egoizm olan doğalarını, bırakın tam zıttı olan bir şeye çevirmeyi (karşılığında itibar, dinlenme, ün, sağlık, ya da para almadan iyi olmak), değiştirmekte bile güçsüzdürler. Bu yüzden Kabala aracılığıyla manevi yasaların benimsenmesi verilmiştir. Doğamızı değiştirmenin başka yolu yoktur. Beden ve organları tek bir bütünü oluştururlar ve sürekli duygu ve bilgi alışverişinde bulunurlar. Örneğin, eğer beden bir parçasının bütün bedenin genel durumunu iyileştirebileceğini hissederse, bu belli parça bunu hemen hisseder ve bu isteği yerine getirir. Bir parça acı çekiyorsa da bunu bütün beden anında bilir ve durumu iyileştirmeye çalışır. |
#2
|
|||
|
|||
Bu örnekten kişi insanın durumunu ya da daha ziyade Yaratan’la birlik edinen ruhun
durumunu anlayabilir. Bedenle giyinmeden önce ruh, Yaratan’la görünüşte bir bütündür. Ancak, bedenle giyinir giyinmez, Yaratan’la bedenin özelliklerinin farklılığından dolayı, O’ndan tamamen ayrılır. Bu şu demektir, ruha egoizm hissini vermekle Yaratan Kendi dışında bir şey yarattı, çünkü farklı arzular manevi dünyadaki nesneleri ayırır. Dolayısıyla, nesne (ruh) ve egoizm (beden) ayrı parçalar haline gelirler. Benzer şekilde, bedenden kesilmiş bir organ gibi, insan Yaratan’dan ayrıdır. Bir birlerinden o kadar uzaktırlar ki insan Yaratan’ı hiçbir şekilde hissetmez. Gerçekten de, mesafe o kadar büyük ki insan O’nu bilemez, sadece O’na inanabilir. Dolayısıyla, eğer özelliklerimizi O’nunkine eşitleyerek birlik edinirsek (yani manevi yasaları benimseyip bizi Yaratan’dan ayıran egoizmi özgecilliğe dönüştürerek), O’nun düşüncelerini ve arzularını ediniriz. Hem de Kabala’nın gizemlerini, Yaratan’ın düşüncelerini evrenin gizemleriymiş gibi ifşa ederiz! Kabala’nın iki kısmı vardır: ifşa olmuş ve gizlenmiş. Her ikisi de Yaratan’ın düşüncelerinden oluşur. Kabala, egoizm denizinde boğulan bir insana yukarıdan atılmış bir halat gibidir. Manevi yasaları benimseyerek, kişi ikincisi için hazırlanır, esas aşama olan benimseyen ile zorlayanın manevi olarak birleşmesi. Manevi kuralları benimseyenler beş seviyeden geçerler: Nefeş, Ruah, Neşama, Hayâ ve Yehida. Her seviye beş alt-seviyeden meydana gelir ki bunlarda sonra beş ek alt- seviyeye bölünür. Tamamı, manevi yükseliş merdiveni, ya da Yaratan’a yakınlık, 125 basamaktan oluşur. Bu merdivenin 5 ana basamağına “dünyalar” denir. Bunların Sefirot’tan oluşan alt-seviyelerine Partzufim denir. Belli bir manevi dünyada varolan her şey o dünyadaki nesneleri ve alt dünyalardakileri algılar. Ancak, bir üst dünyadan her hangi bir şeyi ne hayal edebilir ne de hissedebilirler. Dolayısıyla, 125 seviyenin birine ulaşan bir kişi orada geçmiş, mevcut ve gelecek nesillerden varolan tüm ruhları edinir ve orada onlarla kalır. Sadece bizim dünyamızda varolan bizler ise diğer seviyelerde ya da dünyalarda var olan hiçbir şeyi, onların sakinleri de dâhil olmak üzere, ne hayal edebiliyor ne de hissedebiliyoruz. Yaratan’a doğru yollarında belli bir seviyeye ulaşan Kabalistler bulundukları seviyeyi sadece o seviyeyi edinmiş insanların anlayabileceği ifadelerle tanımlarlar. Bahsedilen seviyeyi edinmemiş kişilerin bu tanımlardan dolayı kafaları karışabilir ve doğru kavrayıştan uzaklaşabilirler. Yukarıda dediğimiz gibi Yaratan’a yolumuz 125 seviyeye/dereceye bölünmüştür, ancak kişi ıslahını tamamlamadan önce onların hepsine yükselemez. Tüm nesiller ile son, tamamen ıslah olmuş nesil arasında iki belirgin fark vardır: 1. Sadece son nesilde tüm 125 seviyeyi edinmek mümkün olacak. 2. Geçmiş nesillerde sadece birkaç insan diğer dünyaları edinebildi. Son nesilde, herkes manevi seviyelerden yükselip Yaratan’la birleşebilecek. “Son nesil” terimi 1995’ten sonraki tüm nesillerden söz eder, çünkü Zohar Kitabı’na göre, bu zamandan itibaren insanlık, Son Islah denilen, yeni bir safhaya girdi. Kabala’da bu döneme, insanlığın en alt durumdan çıkacağının tayin edildiği “kurtuluş zamanı” denir. Raşbi ve onun öğrencileri tüm 125 seviyeyi çıktılar. Bu nedenle dünyaların tüm 125 seviyesini içeren Zohar Kitabı’nı yazabildiler. Dolayısıyla Zohar’da, kitabın sadece “günlerin sonunda” ifşa edileceğini söyler, yani ıslahın sonunun arifesinde. Diğer nesiller ıslahın sonuna ulaşamadılar. Dolayısıyla, bu kitabı anlayamadılar çünkü Zohar Kitabı’nın yazıldığı tüm 125 seviyenin üstesinden gelemediler. Bizim neslimizde hepimiz 125. seviyeye ulaşabiliriz; o vakit hepimiz Zohar Kitabı’nı anlayabiliriz. Çağdaş bir Kabalist’in Zohar Kitabı’nı tamamıyla yorumlamayı başarması gerçeği, son neslin eşiğinde olduğumuzun ve herkesin Zohar Kitabı’nı anlayabileceğinin işaretidir. Gerçekten de, bizim zamanımızdan önce Zohar Kitabı üzerine tek bir tefsir bile ortaya çıkmadı. Bugün, Baal HaSulam tarafından yazılmış Zohar Kitabı üzerine açık ve tam Sulam tefsiri mevcuttur, tam da son nesilde olması gerektiği gibi. Ancak, manevi eylemlerin fiziksel eylemler gibi ortaya çıkmadığını anlamalıyız: yani, sebep ve sonuç hemen bir birini izlemez. Bizim zamanımızda, dünyaların manevi durumu Mesih’in (Yaratılışı egoizmden çıkarıp özgecilliğe götüren güç) gelişi için hazırdır. Ancak bu sadece bize edinim için bir fırsat verir, asıl edinim ise bize ve manevi seviyelerimize bağlıdır. |
#3
|
|||
|
|||
Yaratan’la kendi özelliklerimizi, arzularımızı ve hedeflerimizi O’nunkiler ile eşdeğer hale
getirerek, egoizmi tamamen yok edip özgecil olarak iyi şeyler yaparak, birleşebiliriz. Ancak bir soru ortaya çıkar: tam bir egoist (kişisel fayda sunmayan hiçbir manevi ya da fiziksel hareketi yapamayan kişi) başkaları için yaşama güç ve motivasyonunu nereden bulacak? Bu sorunun cevabı hayattan bir örnekle kolaylıkla anlaşılabilir: Sizin gözünüzde önemli olan, sevdiğiniz ve saygı duyduğunuz birine tüm kalbinizle hediye vermek istediğiniz bir durumu hayal edin. Farz edin bu kişi hediyenizi kabul etmeye, ya da evinize yemeğe gelmeye razı oldu. Para harcamanıza ve önemli misafiri iyi ağırlamak için çok çalışmanıza rağmen, siz değil de sanki misafiriniz sizin iyiliğinizi kabul etmeyi onaylayarak size verip, eğlendiriyor, lütufta bulunuyormuş gibi zevk alırsınız. Dolayısıyla, eğer Yaratan’ı saygı duyduğumuz biri gibi hayal edebilirsek O’nu seve seve memnun ederiz. Evrenin yasalarını sadece Yaratan’ın yüceliğini edinirsek gözlemleyebiliriz. O zaman, O’nun uğruna çalışıp ihtişamını anladığımızda, sanki O’ndan alıyormuş gibi oluruz. Ancak, düşünceler toplumun ve sosyal çevrenin etkisine bağlı olduğundan, toplumun övdüğü her şey bireyin gözünde de yükselmiş olur. Dolayısıyla, en önemli olan şey mümkün olduğunca Yaratan’ı yücelten kişilerin arasında olmaktır. Eğer çevremiz Yaratan’ı layık olduğu seviyeye çıkartmıyorsa bizim maneviyatı edinmemize izin vermeyecektir. Bir öğrenci, tüm öğrencilerin içinde kendisini en önemsiz olarak görmelidir. Bu yolla, öğrenci toplumun görüşlerini kendine katabilir, bu durumda, öğrenci toplumun görüşlerini önemli sayar. Bu nedenle herkesçe bilinen gerçek “Kendine bir dost satın al” ortaya çıkar. Gerçekten de ne kadar çok insan düşünceleri ile beni etkilerse Yaratan’ı hissetmek adına, egoizmimi ıslah etmek için kendi üzerimde o kadar çok sabırla çalışmam mümkün olur. Her kişinin Kökü, ruhunun kaynağını, edinmesi gerektiği söylenir. Başka bir deyişle, son hedef Yaratan’la tamamen birleşmek olmalı. Yaratan’ın özelliklerinden Sefirot diye bahsedilir. Bu nedenle, Sefirot’u ve onların eylemlerini çalışırken, bu özellikleri öğreniyor, onlarla kaynaşıyor, Yaratan’ın aklı ile birleşiyor ve Yaratan’la bir oluyor gibiyizdir. Kabala’nın önemi, onu çalıştıkça dünyaların nasıl yaratıldığını ve yönetildiğini öğrenmemiz gerçeğinden kaynaklanır. Yaratan’ın eylemlerini ve özelliklerini çalıştıkça, Onunla birleşmek için nasıl olmamız gerektiğini keşfederiz. |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevap | Son Mesaj |
Zohar'a Girişten | Naim | Kabala | 8 | 13.06.19 11:28 |
Zohar'a Sonsöz'den (2) | Naim | Kabala | 2 | 13.06.19 11:15 |