Ruh Nedir ? - Havas Okulu
 

Go Back   Havas Okulu > Evrensel Enerjiler & Parapsikoloji > Parapsikoloji & Spiritüalizm

Acil işlemleriniz için instagram: @HavasOkulu
Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
  #1  
Alt 26.12.19, 18:23
Gayretli üye
 
Üyelik tarihi: 14.10.17
Bulunduğu yer: LEVH-i MAHFÛZ
Mesajlar: 694
Etiketlendiği Mesaj: 255 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Ruh nedir, mevzuunu aydmlatabilmemiz için her türlü doğmalardan sıyrılarak, bitaraf olmaya çalışacağız. Neticede verilecek
hükmü okuyucularımıza bırakıyoruz. Maksadımız hiç bir akideye
tariz olmadığı gibi samimiyetimizden asla şüphe edilmemesini de
önemle dileriz. Arasıra şahsî düşünce ve hükümlerimizde hataya
düşmemiz mümkündür. Okuyucularımdan beni tenvir eden olursa
minnettar kalırım. Bütün samimî gayemiz, ruhun varlığı hakkında
İlmî yollardan araştırma yapmak ve inandığımız hâdiselerin hangi
saiklerle bizi inanmaya mecbur ettiğini belirtmektir. Elimizden
geldiği kadar geniş mütalâalardan sonra bu bahsi açmıya cesaret ettik. Yazılarımızda mümkün olduğu kadar sade bir dil kullanmıya çalıştık. Böyle mevzuları herkesin anlıyabileceği sade bir dil
ile anlatmak biraz güçtür. Hele bizde İlmî tâbirlerin henüz yerleşmemiş olması bu güçlüğü arttıran bir âmil oluyor. Bu şratlar altında İlmî bir mevzuu avamîleştirmek (Popularize etmek) ^ külfeti ile
bazı zühullerde bulunmuş isek kusurumuzun affını dileriz. Ruh mevzuunu bütün görüşlerin toplu bir hulâsası halinde okuyucularıma
sunabildiysem bahtiyarım.

RUH KELİMESİNİN MANASI
Ruh kelimesinin İngilizcesi Soul, Almancası Seele, Fransızcası
Ame’dir. Bizim kullandığımız kelime (yani ruh) aslında arapçadır.
Felsefe tarihi ve dinler üzerinde derin bir bilgisi olan Sir William
Hamilton, bir çok dillerde bu kelimenin nereden geldiğini, hangi
mânalara delâlet ettiğini araştırmış ve hemen hepsinde ayni neticeyi bulmuştur. Bugün bütün dillerde bu kelimenin nefes, rüzgâr,
koku, hava gibi anlamlara geldiğini söylüyor. Bu müellife göre:
Lâtince Spiritus’da teneffüs etmek mânasına gelen bir mastardanalınmıştır. Bu da, Yunancanın (Anemos =; rüzgâr, hava) kelimesine
benzer. İngilizce Soul ve Almanca Seele gelimeleri de eski Gotik
dilinin Saivala kelimesinden ayrılmıştır. İbranî dilinde (Nefeş) ve
(Revah) sözleri de nefes almak mânasına geliyoi. Sanskrit, yani eski
Hint dilinde Atma hem ruh he mde rüzgâr ve hava anlamlarını verir. Yunanca Atmos kelimesi de bundan alınmıştır. Ve buhar, hava
mânasına gelir. Arapçada da böyle... Ruh, rayiha, riyh; rüzgâr, hava,
koku demektir. (72). Mahiyeti hakkında bugün de hiç bir şey bilmediğimiz ruh için dinler, ilim, felsefe bir çok şeyler söylemiştir.
Bunları tarihî seyrine göre izah ederek okuyucularımıza ruh hakkında mümkün olduğu kadar geniş bilgiler vermiye çalışacağız. Bu
gün materyalist ilimle aynı mektebin felsefesine bağlı filozoflardan
bir kısmı ruh diye maddeden ayrı ve ona tesir edebilecek bir kuvvet
tanımıyorlar. Buna karşılık hemen bütün dinler ve akideler, filozofların çoğunluğu, spiritualistler böyle bir kudretin maddeden ayrı bil varlık olarak mevcut olduğunu iddia ediyorlar .Bütün felsefe
mekteplerinin ister istemez inceledikleri ruh konusu pek eski devirlerden miras kalmış bir dâvadır. (Materyalizm - spiritualizm)
kavgaları tarihler boyunca sürüp giden bir iştir. Maamafih ne kadar eski olsa da her zaman canlılığını muhafaza eder. Çünkü insanın
ölümle varacağı en kaçınılmaz âkıbet budur. Eski insanlarm da
ölüm karşısmda ister istemez bazı şeyler düşünmüş olduklarını görüyoruz. Eskiler, insanın öldüğüne en büyük delil olarak nefesin
kesilmesini sayarlardı. Bugün bile böyle değil mi? Ölümün hakikî
olup olmadığını anlamak için nefes borusuna ayna tutmak bugün
de tıbbın kullandığı bir usuldür. Yalnız eskiler, son nefesle birlikte bundan ruh denilen varlığın da çıktığına inanmışlardı. İşte bu ayrılan şeyin mahiyetidir ki bir çok fikir ayrılıklarını doğurur. Kimisi buna maddenin faaliyetinin durmasıdır der. Kimisi bunu daha
ince bir madde (Esîr gibi, yahut daha kaba olarak hava gibi) sayar.
Bazıları maddede bulunan enerji cinsinden bir şeydir diye inanır.
Bir kısmı da hiç bilinmeyen ve bilinmiyecek olan bir nesne olarak
tanır. Böylece ruha inanış da çeşit çeşit olmuş olur. İşte biz bu yazılarımızla bunları toplu bir halde gözden geçirmiş oluyoruz. Her
faslın nihayetinde o kısımdaki görüşleri gösteren neticeler kısaca
belirtilecektir. Bu suretle okuyucularımız, bütün dünya mütefekkirlerinin ruh hakkmdaki düşüncelerini toplu ve kısaca gözden geçirmek imkânını bulacaklardır. Bu maksadı temin için şahsî tecrübe
ve kanaatlerimize dayanarak hususî bir takım tasnifler yapmamızı,
okuyucularım müsamaha ile karşılarlar ümidindeyim.
«Ruh nedir.» mevzuunu biz şu 4 kısımda mütalea etmeyi uygun
bulduk:1 — Dinlerin görüşü,
2 — İlmin kanaati,
3 — Felsefenin mütaleaları,
4 — Spiritualizmin iddiaları.
Bütün bu kısımlar yazıldıktan sonra kendi kanaatlerimizi de
hulâsa ederek ruh hakkmdaki mütaleayı tamamlamaya açlışacağız.
Ruha inanış hemen her şahsın kültürü, tahayyül kabiliyeti, hâdiseleri tahlil kudretiyle ilgilidir. Onun için böyle bir konuyu yukarıki
gibi 4 görüş içinde çerçevelemek pek kaba olacaksa da mütaleayı
kolaylaştıması bakımından biz bu yolu tercih ettik. Hattâ bunu,
1 — ruha inananlar 2 — inanmıyanlar diye iki grupda da mütalea
etmek mümkündü. Fakat okuyucuyu daha dar imkânlarla bunaltmayı istemedik. Maamafih en sonra bunu yapacağız. Yukarıda yazdığımız dört grup birer birer tetkik edildiği zaman görülecektir ki
bunlarda da bir çok düşünce farklariyle yayılan inanışlar var...
Meselâ en eski çağlarda yaşamış insanlar, belki de her köyün bir
dini, bir akidesi olacak kadar değişik ve çok inanışlara saplanmışlardı. Bu kadar karışık ve dağınık inanışları birleştirici bazı unsurlar gözönünde tutularak bir grupta mütalea etmek elbette daha ilmi
ve pratiktir. Böylece küçük gruplar birleşe birleşe ana gruplar
meydana gelmiş; bunlar da bizim yukarıda saydığımız 4 kısımda
bireı birer yer almıştır. Milyarlarca insanın mukadderatında rol
oynayan ruh mevzuunun azametini müdrikiz. Esasen bundan ötürü
mehazlarda mevzua verdiğimiz ehemmiyetin ufak bir delili olarak
yazılmıştır. Hiç şüphesiz bu vasıtalarımız çok fakirdir. Bunu da
biliyoruz. Fakat ne yapalım ki kütüphanelerimizde ruh mevzuu ile
alâkalı yerli eserlerimiz çok azdır... Biz de mecburen yetimsedik...
Maamafih sonda ismini verdiğimiz kitaplaı, bu alanda derinleşmeyi arzulayanlar için birer ipucu olabileceklerdir.
I — DİNLERİN GÖRÜŞÜ
Bütün dünya dinlerini karakterleri ve doğuş yerlerini gözönüne getirerek şöyle bir tasnife tâbi tutmayı düşündük:
1 — Amerika, Afrika ve Avustralyada çok eskidenberi (tarihten önceki çağlardanberi) mevcut olan dinler .
Bunlar karakter bakımından ve İlmî tedkiklerde aynı gruplarda yer alan akidelerdir ki belli başlı 4 şekli vardır:
A. Animizm,
B. Naturizm,
C. Fetişizm,
D. Totemizm.
2 — Doğu Asya dinleri. Bu da:
A. Japon dini,
B. Çindeki dinler,
C. Hindistanın dinleri,
olmak üzere üçe ayrılır.
3 — Batı Asya dinleri:
A. İran,
B. Küçük Asya,
C. Arabistan (Musevilik, Hıristiyanlık, Müslümanlık),
dinlerinden ibarettir. Biz bu sıra üzerinden onları birer birer tetkik ederek her birisinin ruh hakkında ne düşündüğünü görelim:
1 — Amerika, Afrika ve Avustralyamn eski dinleri
A — Animizm

Başta Tylor ve Max Muller olduğu halde Dawson, Roth,
Parker’in Afrika, Amerika ve Avustralyada yaptıkları tetkiklere göre (Animizm ve Naturizm) bütün dinlerin anasıdır.
Bugün bile serpintilerine rastlanan bu akideler iptidaî insanların dini idi. Tylor ve mektebi Animizm, diğer bir kısım âlimler de
Naturizmi daha eski sayarlar. Bütün diğerlerinin bunlardan doğduklarını söylerler. Hangisi olursa olsun biz, onlardaki ruha inanış tarzını tetkik edelim:
Tylor der ki: «iptidaî insanlarda ruh fikrini doğuran şey ölüm,
rüya gibi kendilerini çok yakmdan ilgilendiren olaylar olmuştur.
Onlar bu iki hâdiseden kendilerinde cesetten başka bir şey bulunduğunu düşünmüşler. Cançekişen bir adamda hayatın sönmesini bildiren alâmetler, soluğun kesilmesi olduğundan bu olay, cesetten
farklı olan bu şeyin (soluk ve hava) cinsinden olması kanaatini
vermiştir. Ruh hakkıııdaki bu umumî akide iptidaî kabilelerce değişik şekillere sokulmuştur. Avustralya yerlilerinden her kabilenin
ruhu başka bir şekildedir. Fakat hepsinde de gayri maddî bir şey
gibi tahayyül edilememiş olduğu görülyor. Hattâ bazı kabileler onun
dünya hayatında bile, bir takım ihtiyaçları olduğuna inanmışlardır.
Bunlara göre ruh yiyip içen, hattâ yenebilen bir şeydir. Arasıra bedenden dışarı çıkar. Ondan büsbütün kurtulduğu zaman da yine
dünyadaki hayatına benzer bir hayat geçirir. (82). Biyoloji ilimleri
insan yaşayışını 3 çeşit faaliyet etrafında toplarlar. Birincisi nebati
hayat; ki yemek içmek ve tenasül gibi vazifelerden ibarettir.
İkincisi hayvani hayat; ki hareket ve akselere cevap vermek gibi
ödevlerden müteşekkildir: Üçüncüsü, duygu ve düşünce gibi aklî
veya İnsanî hayattır. Animizmde ruh tasavvuru ilk iki vazifenin
çerçevesi içinde düşünülmüş gibidir. Zaten akideye bu ismin verilmesi de bu mülâhazalardan ileri gelmiştir. Animizmde ruhun hayvani
ve nebatî hayatı yani keyfiyeti bu şekilde düşünüldüğü gibi kemmiyeti de teemmül edilmiştir. Nitekim her insanda bir veya bir kaç ruhun da bulunabileceğine inanılmıştır. Bazıları da bu ruhları vücudün
mühim uzuvlarında oturur diye itikad ederler. Hattâ bunlara isimler
verildiği de görülmüştür. Meselâ (Pennefather) ırmağında oturan
kabileler arasında, kalpte oturan ruha (Ngaî) döl yataklarındakine
(Chau-i) nefes borusu ve ciğerlerde oturanına da (Wandiji) ismi
verilmiştir. (72). Ruhların çekildikleri âlemdeki hayatları da dünyadakine benzetilmiştir. Rüya ve uyurken görülen haller, ruhun
bedeni bırakıp çıkması, dolaşması şeklinde tefsir olunur. Hume
«İnsanda bütün kâinattaki hâdiseleri kendisine benzetme hevesi
vardır. Hattâ mevcudatı (varlıkları) kendisine benzetmek için, onlarda akıl, fikir, ihtiras bulunduğunu farzedecek kadar ileri gider.
Vahşi kavimlerin, insan iradesine boyun eğmeyen hâdiseleri, serseri ruhların kinlerine ve intikam hislerine bağladıkları gibi, dünyada ne kadar garip ve izah edilmez şeyler olursa hepsinin bu görülmeyen ruhlardan geldiğini düşünmeleri bu sebeptendir. Onlar, zelzele, şimşek, ay tutulması, rüzgâr, fırtına, kıtlık gibi hâdiseleri hep
kötü ruhların intikamiyle; bilâkis bunların tersi olan iyilikleri de
iyi ruhlarn tesiriyle vukua geldiklerini kabul ederler.» diyor.
B — Naturizm: Bu akideyi en iyi tarif eden (Max Muller) olmuftur: «İptidaî insanların kâinatı (Evreni) seyrettikleri zaman,
dikkat nazarlarını ve hayretlerini en çok çeken, kendilerini en çok
işgal eden şey tabiat (Natür ) olmuştur. O, insanların gözünde en
çok şaşılmaya, korkulmaya değer sayılmış, onun karşısında duydukları hayranlık ve korku ruhlarında derhal din fikrini uyandırmış
bu suretle de (Natürizm) akidesi doğmuştur. Fakat zamanla bazı
olayların hep muntazam ve birbirine benzer şekilde tekrarlandığını
görünce, bazı hâdiselerin olmadan önce de anlaşılab leceği kanaati
doğmuş ve ancak o zaman bunlar tabiî hâdiseler hükmüne girmiştir. Natürizm akidesinde de ölümdan sonra kaybolmıyan bir şahsiyete inanış bulunduğunu görüyoruz. Nitekim ecdada tapma natürizmde de yer almıştır (72).
C — Fetişizm: Bu da Animizme yakın bir akidedir. Fetiche
kelimesini, putperestliğin (puta tapma) mevzuu olan pus = idole
ile karıştırmamalıdır. Maamafih aralarında şekil bakımından yakınlık yok değildir. Din tarihi müellifleri bu Fetişizmi putlara tapmanın iptidaî bir şekli olarak sayarlar. Fetiş ekseriya tesadüfen bulunmuş alelâde, kaba, saba fakat dikkat nazarını çeken maddelerdir.
Halbuki put işlenmiş, sun’î olarak yapılmıştır. Meselâ haçlar, heykeller, yontulmuş taş ve ağaçlar put sayılır. Buna mukabil denizfosilleri, renkli çakıllar, meteoritler (Eskiden Haceri semavî denilen, gökten düşme taşlar) Fetiche’dir. Fakat bunlar dayabancı kuvvetlerin, ruhların tecessüt ettiği (yani ruhların bu cisimlere girdiği)
kabul edilmiştir. Binaenaleyh Fetişizmde de bir ruha inanış fikri
çekirdek halinde mevcuttur.
D — Totemizm: (Durkheim) e göre Animizm ve Natürizm,
her ikisi daha basit bir mezheptten (Culte) ayrılmışlardır. Bunlarm
ana kaynağı Totemciliktir. Bazı kabileler kendi ecdadının bir hayvan veya nebattan geldiklerine inanırlar. Onun için o hayvan veya
nebat o kabile tarafından mukaddes sayılır. İşte Totemizm de
budur. Ve Avustralya ve Afrikadaki kabilelerde görülen bir din
şeklidir. Totem bazı yerlerde değişik şekil almıştır. Hayvan ve nebat yerine, deniz, mevsimler, kar, ay, güneş, yağmur, duman ilh.
gibi şeyler de olabilir. Şekilleri ve çeşitleri pek çok olan bu din
Animizm ve daha ziyade Natürizme karıştığı için dolayısiyle
ruh fikrini kabul etmiş sayılır.
2 — Doğu Asya dinleri
Burada A - Japon dini, B - Çindeki dinler, C - Hindistanm dinleri
görülecektir:

A - Japon dini:
Japonyanm asıl resmî millî dini Shinto’dur. Maamafih bundan
başka Çinin bütün dinleri, hıristiyanlık ve müslümanhk da son zamanlarda Japonyada yayılmıştır.
Japonların Shimto dini çok eski dinlerdendir. Bunun üç tane
kitabı vardır ki: (Shiou-i) (Nihomshok) ve (Kojiki). Bütün bu
kitaplarda bilhassa ecdada ve onların ruhlarına ait bir çok meraklı
hikâyeler bulunur. Bu dinin eskiden garip âdetleri vardı. Fakat
sonraları bunlar terkedilmiştir. Bu âdetlerden ölülerin gömülme şekillerine ait olanı enteresandır. Eskiden Japonlar dinî geleneklere
uyarak ölülerini 8 gün (matem odalarında) saklarlardı. Bu sırada
ölüye — yaşıyormuş gibi — her gün yiyecekler, içecekler taşınır,
dışarıda da musikinin yardımiyle şarkılar söylenir, dansedilirdi. Bu
danslar yakılan büyük bir ateşin etrafında icra olunurdu. 8 gün
sonra asilzade ölüler bütün eşyası ve zinetleriyle birlikte defnedilirdi. Onunla beraber, atları, hizmetçileri de diri diri gömülürdü.
Sonraları bu âdet değişmiş ve atlarla uşakların diri diri gömülmesinden vazgeçilmiş ve onların yerine alçıdan veya topraktan modelleri, heykelleri gömülmeye başlanmıştır.
B — Çindeki dinler:
Çinin ilk ve iptidaî dini (Yang) ve (Ying) gibi Dualistbir akideye dayanır^ Yang ateş ve Ying suyu temsil eder.
Bu çok eski Çin dini sonraları yerini 1 — (Jou - Kiao) 2 —
(Tac - Kiao), 3 — (Fo - Kiao) ya bırakmıştır. Bugün Çinde çoğunluğun dini bu üç dindir. Bu sonuncusu Budizmdir. Çinde bugün
hıristiyanlık, Musevilik, İslâmlık da epeyi yayılmış bir durumdadır. Fakat en çok yayılan yukarıda gösterdiklerimizdir. Bunlardan
Jou - Kiao asilzadelerin, prenslerin ve ilim mensuplarının dinidir. Daha ziyade felsefî bir akide mahiyetinde telâkki edilir.
Bir çok siyasî ve sosyolojik sebeplerle hayli daralan ve değişen bu dinin dışında, Çin topluluğunun asıl inandığı akideler
Tao - Kiao (Taoizm ve Budizm) dir. Bazı din tarihi âlimleri Konfuçyus’un doktrinlerini bir din mahiyetinde kabul etmedikleri için
Konfuçyus, muasırı olan (aynı zamanda doğan) Taoizm ile birlikte
mütalea etmek yerinde olur-. «Sinologlardan bazıları Çinlilerin
ölümden sonraki olaylara pek ehemmiyet vermemiş olmalarına
bakarak dinlerini koyu bir materyalizm saymışlardır. Halbuki Çinlilerin dünya hayatlarından ziyade büyük babalariyle (Ecdatlariyle)
ilgilenmeleri bu kanaatte bulunanları yalanlamıştır. Filhakika onlar, gelecek hayat hakkında pek umursamazlar. Amma bir teselli,
bir yardım bekledikleri zaman ecdattan meded ummaları ölümle
ruhun tamamen kaybolmadığına inandıklarını gösterir. Çünkü bu
maksadı temin için adaklar kurbanlar ve âyinlere Çinde de rastlanır. Çinin Taonizm ve Konfuçyüs hattâ bunlardan pek farklı sayılmayan Budizmini daha ziyade ahlâkî ve sosyolojik bakımdan bir
felsefe mektebi saymak mümkünse de tatbikatı ve bilhassa âyinlerine göre bütün bunlarda bir ruh varlığına inanış fikrinin hâkim olduğu görülür. Bu kanaat hemen bütün sinologlar ve din tarihi
âlimlerince kabul edilmiştir (4). «Çinin din müceddidi Konfüçyüs
ölülere ait meseleleri bahis mevzuu etmekten çekinmekle beraber
atalara tapmayı kabul ile uhrevî bir hayat tanıdığını göstermiştir.
Taoizm mezhebi ise insanların liyakat ve meziyetlerinin mükâfatı
olarak onlara ebediyet vadetmiştir.» (24)
Çindeki üç esaslı dinden birisi olan Budizm Hindistandan gelmiştir. Hindistanm dinleri arasında Budizm de tetkik edileceği için
ayrıca burada zikredilmekten sarfınazar olunmuştur.
2 — Hindistandaki dinler:
Din ve medeniyet bakımından bu ülke akıllara hayret verecek
bir durumdadır. En eski Kint dili olan Sanskrit hemen bütün Ariyen
dillerin anasıdır. Bundan, eski Acem, Ermeni, Yunan, Slav, SeltCermen dilleri doğmuştur. Hindistamn en kıymetli eserleri sayılan
(Veda) 1ar hep bu dilde yazılmıştır.
Hint dinleri ehemmiyet bakımından şöyle sıralanır^: 1 — Brehmen dini (% 72 nisbetinde, 2 — Budizm (% 3), 3 — Janya dini
(% 0,5), 4 — Sihler (% 0,5).
1 — Brahmanizm:
Hindistamn büyük bir çoğunluğu bu dindedir. Esasını Vedalardan almışsa da Brehmen dini ile bunu birbirine karıştırmamak
lâzımdır. Bu din zahiren teslis akidesine benzer.
«Üç Uknum’un ismi: (Brahma, Vişno, Sida) dır. Bu üç isim Allahın birer tezahürüdür. Fakat bunların en büyüğü Brahmadır ki
onun sırlarına ermek hiç bir akim kârı değildir. Bu üç isimle tecelli eden hâliklik yine Brahmanm kendisinden ibarettir. Bu akideyi hıristiyanlığın teslisi ile mukayese etmek yerinde olur. Brahmanizmde ruh ebedî ve lâyemuttur. «Âhiret hayatı göklerde ve ziya
âleminde bulunur. Ruh oraya çıkınca cennet hayatına kavuşur.» (4).
2 — Budizm: Hindistamn en eski dinidir. Brehmen dininden önce
bütün Hindistanı sarmıştır. Fakat sonraları Brahmanizmin yayılmasiyle kısmen ona karışmış yahut Çine doğru çekilerek yerini Brahnizme bırakmıştır. Bugün Hindistanda bir çok şekillere girmiş, âdeta inkıraz bulmuş bir haldedir. Budizm bugün Hindistandan ziyade
Çin, Korea, Japonya, Tibet, Moğolistan, Seylân, Birmanya, Siyam ve
Garnbuç’da yerleşmiş bir haldedir. Buralarda 400 milyon kadar insan
tarafından din olarak kabul edilmiştir. Budizmi kuran (Budha) nın
asıl ismi Sidaratha’dır. Kendisine (Çakyamoni) ve (Gutama) isimleri de verilmiştir.
Budizmin esasını 4 hakikat teşkil eder. Bunlar (Dokha, Samudaya, Nirodha, Marga) adında, insanın felâket ve ıstıraplarını temsil
eden mefhumlardır. Bu sonuncusu Nirvanada kemalini bulur. Ruh
telâkkisi bakımından Budizm bütün dinlere takaddüm eder. Tenasüh fikri de buradan gelir. Budizmin eski devirlerden kalmış (Veda)
denilen dinî mahiyetteki kitaplardan çıktığı bu Veda'lar dört tanedir.
Hintlilerin mukaddes kitap dedikleri bu Vedalar 1 — Righ - Veda,
2 — Samma - Veda, 3 — Badjhur - Veda, 4 — Atharva - Veda isimlerini taşırlar. Righ Veda manzum kasidelerden ibaret şiirlerdir.
Samma, İlâhi ve şarkılardan mürekkep olup şark musikisinin menşei
olan bestelerle teganni olunur. Badjhur Veda kurbanların ve adakların şekillerinden bahseder. Athara ise bir takım sırlar, kehanet ve hünerler gibi eskilerin ulûm-u mektume dedikleri gizli ilimler ve astrolojiden bahseder. Bu kitapların felsefî tefsirleri de vardır. Bunlardan bilhassa (Araniaka), (Opanichad) isimli iki eser büyük bir
kıymeti haizdir. Bütün bu eserlerin îsadan önce 8-10 bin sene hattâ
daha eski olduklarına dair deliller vardır. Brahmanizm gibi Budizmin de gaip kuvvetler (yani ruhlar) ve ilâhlara, iyi ve kötülük isnad
ettikleri; iyiler için adaklar adadıkları, ziyafetler çektikleri ve kötü
ruhlar için de — gazablarmdan korunmak için — kurban kestikleri
malûmdur, netice itibariyle bu iki akide de ruhları kabul etmiş olmak
bakımından birbirinin benzeridir. •
3 — Janyalar dini yukarıki iki âkidenin melezi sayılır, bu da
Hindistanda günden güne inkıraz bulmaktadır.
4 — Sihlerin dini ise âdeta bütün Hint dinlerinin bir mahlûtudur. Müslümanlıktan, hıristiyanlıktan tutun da Budizm, Brehmenizme kadar her dinin karışmasından husule gelmiş, kararsız bir
akidedir. Brahmanizmme, daha yakın olduğu için bu dine salik olanlardan bir çokları buraya doğru dönmektedirler.
Netice itibariyle, görülüyor ki bütün Hint dinlerinde, müteaddit Allahlara, ruhlara, şeytanlara inanmak vardır. Bu varlıkların
bu ve öteki dünyadaki hayatları çeşitli şekillerde tasvir edilmiştir.
Din tarihi kitapları bunların enteressan hikâyeleriyle dolu olduğu
için isteyen okuyucularımız oralardan bol bol istifade edebilirler.
Biz bu dinlerin ruha inanıp inanmadıklarını kısaca gözden geçirmek mecburiyetinde olduğumuzdan belki de okuyucularımızın pek
hoşlanacakları bu meraklı hikâyeleri atlamak zorunda kalıyoruz.
Buraya kadar mütalea ettiğimiz bütün dinlerde ruhun varlığına
inanıldığını gördük. Şimdi biraz Batı Asya dinlerinin görüşüne
geçelim:
3 — Batı Asya dinleri:
Burada görülecek olanlar A - 'İran, B - Küçükasya, C - Arabistan (Musa, İsa, Muhammed) dinleridir.
A — İran dini:
Eski İranın dini Zerdüştlüktür. Bu dini ilk tesis eden
Zerdüşt değildir. (4) «Kendisinden pek çok evvel Hazer denizi
kıyılarında yayılmış olan (Mazdoizm) den gelmiştir. Sumerler güneye doğru akın yaptıkları zaman bu dini de İrana getirmişler ve yaymışlardı. îranlılarm (Kebir) dedikleri din budur ki «gâvur» kelimesinin bundan geldiğine şüphe yoktur. Arapların Mecusî ve bugünkü
îranlılarm ve Türklerin (Ateşperest) dedikleri din de budur. Aynı
âkide daha cenuba hattâ Hindistana da buradan gitmişti.
Zerdüşt tıpkı Çindeki Konfüçyüsün yaptığı gibi bu eski mazdeizmi, ona dair kitaplar yazmak suretiyle yeniden tesis etti. Böylecemazdeizm. zerdüşlük adını almış oldu. Zerdüşt yazdığı (Zend avesta) kitabiyle bunu İrana, Hindistana yaymıştır. Zend avesta bir tek
kitap değildir. Mevzuumuzu ilgilendiren bir ikisini yazalım:
«Vispered» bütün başkanlar mânasına geliyor. Gökdeki ruhlara nasıl
hikâye edileceğini gösteriyor. «Vandidad» mazdeizmin esaslarını ve
devlerle, şeytanların kovulmasının usullerini yazar. Bu dine göre
(Ahura mazda) yani (Allah) Kafkasyanm Aibrez dağında oturur.
Ölenlerin ruhunu «Sinvat» köprüsünden geçtikten sonra cennete giderek Ahuramazda («Hürmüz = Ormazd)mn tahtının önüne gelir
ve orada ebedî saadete kavuşurlar.
B — Küçükasya dinleri:
Küçükasya ve Mezopotamya ilk medeniyetlerdeki kıymetli
rolünü dinde de göstermiştir. Asur ve Sumerlerdeki dinî inanışların daha sonraları Arabistanda çıkan dinler üzerine tesir
ettiğini tarih kitapları yazıyor. Ayni sınıfta sayılması gereken Mısır dini de bu arada mühim roller onyamıştır. Bir
çok istilâlar ve muhaceretlere sahne olmuş olan bu kısımlar
zamanla dinlerini de hâdisata uydurmuşlardır. Bu sebepten
Küçükasya dinleri hakkında pek az şey biliyoruz. Ve kitabeler ve
ele geçeiblen kitaplarından öğrenebildiklerimizle yetimseniyoruz.
Esasen büyük bir yayılış ve istikrara kavuşmadığı için bunların
tafsilâtını din tarihi kitaplarında da bulamıyoruz. Yalnız öğrenebildiklerimiz bütün bu dinlerin yukarıdanberi anlattığımız dinler çerçevesine girecek akidelere sahip oluşlarıdır. Binaenaleyh onlarda da ruh varlığına inanışın izlerini görüyoruz. Heykeller, mâbedler ve bazı kitabeler bunun en kat’î delillerini teşkil eder.
C — Arabistan dinleri:
Bu kısımda. Doğu Asya dinleri müstesna dünyanın büyük
üç dini yer alır. Doğuşları sırasiyle Musa, İsa ve Muhammed
dini, ruhlara inanış bakımından tekâmül seyrini pek güzel
şekilde ispat ediyor. Musa dininde mânevî kıymetlerin materyalist doktrinlere hâkim vasfını göremiyoruz. Halbuki îsada bu bariz şekilde tezahür etmiştir. Ahdi atik ile ahdi cedid denilen Tevrat
ve İncilin tetkiki bunu ispatlar. Esasen her dinin kat’î hükümlerini kendi kitaplarından çıkarmak en doğru yoldui. Şimdi ruha inanış bakımından bu üç dini ayrı ayrı takip edelim:
1 — Musa dini:
Tevrat (yani ahdi atik) tetkik edildiği zaman görülecektir
ki orada ruh hakkında hemen hiç bir söz, söylenmemiştir.
Ne mahiyeti, ne de âhirete dair izahat yok. Biz, ahdi atikde ayinizİki yerde şunları okuduk: «Eşiya veya îşaya — bab 42, bend 1»:
(Ruhumu onun üzerine kodum ve taifelere hakkı ilân edecektir: (10) aynı babın 5 mci bendinde de (Semavatı halkedip anları
yapan, mahsulâtiyle zemini saran anın üzerinde olan halka nefes
ve onda hareket edenlere ruh veren Rab Allah böyle diyor. (10)
1885 de eski harflerle Baybilhavz tarafından tabettirilmiş Kitabı Mukaddes bunları yazar. Aynı müessese tarafmdan 1941 de tabettirilmiş olanında ise aynı sözler biraz değişiktir. (Ruhumu onun üzerine koydum. Milletler için hakkı meydana çıkaracaktır.), (gökleri
yaratmış ve onları yapmış yeri ve ondan çıkanları sermiş olan; yer
üzerinde Kavme soluk ve onda yürüyenlere «Ruh» veren Rab Allah
şöyle diyor.) (11) Dikkate değer ki melekler, şeytanlar, ervah, âhiret... vesaire gibi ruhun nevileri, âkıbeti hakkındaki — müphem ve
muhtasar da olsa— sözlere îincil ve bilhassa Kur’anda sık sık rastlandığı halde Tevratta bunları görmek mümkün değildir. Maamafih şu kadar söylenebilir ki tam bir materyalist âkideden uzak olan
Musevilik, esas inanışı da gözönünde tutularak ruh varlığına inanmıştır diyebiliriz.2 — İsa dini:'
İncilde ruh kelimesi daha sık geçer. (Metta veya Matta,
bab 4, bend 1): «O zaman İsa şeytan tarafından tecrübe olunmak üzere ruhun şevkiyle Beriyye’ye gitti. Ve kırk gün kırk gece
oruç tutup sonra acıktı.) (10). (Matta, bab 4, bend 11: O zaman
şeytan anı terketti ve işte melekler gelip ona hizmet ettiler. (10);
Bab 7, bend 21, (Bana Yarab, Yarab diyen her kimse Melekûtu Samavata girecek değildir. Ancak semavatta olan pederimin irâdetini
fiile getiren girer.). (Bab 14, bend 49: dünyanın âhırında öyle olacaktır.) (11). Fakat İncil de ruh hakkında bize bu sözlerle hiç bir
şey bildirmiş olmuyor. Ne mahiyetini ne nasıl ve neden halkedilmiş olduğunu anlatmıyor. İncilde sık geçen ruhulkudüs kelimesi
de karanlıktır^. Esasen hıristiyanlığın da İbranî fikirlerinden
mülhem olduğu bir çok erbabının gözünden kaçmamıştır. Çünkü
Allah, ruh, ebediyet ve âhiret cezaları gibi esaslar, bir çok Allahlar
tanıyan, o zamanın inanışlarına uymuyordu. Böyle bir inanış halk
tabakaları arasında pek tutunamamıştı. Hıristiyanlık ise düşkünleri
gözetmesi, dünyadaki basit insanları zenginlere ve büyüklere tercih etmesi ve bunları ötekilerden ziyade Allahın evlâdı olmaya lâyık görmesi, bu dinin süratle yayılmasının sırrını teşkil eder. Hıristiyan akidesi şöyle idi: Allah ezelî ve ebedidir. Maddenin isebu vasıfları yoktur. Allah maddeyi hiç yoktan halketmiştir. Sonra
Allahın kendi esas vasfına gelince bunu (Ekanimi selâse, üç uknum) şeklinde izah ediyor. Birincisi kuvvet, İkincisi muhabbet, üçüncüsü zekâ ve akıl... bir de Allahın insan şeklinde tecellisi meselesi
vardı ki bu da Hazreti Isadır. Ahiretteki mükâfat ve ceza meselesinde de: Eski mütefekkirlerin, sevap işleyenlere mahsus gökyüzü cenneti ile, günahkârlara mahsus cehennemine hıristiyanlık bir de
(a’raf) ı eklemiştir. İnsanların burada ceza görerek işledikleri günahlardan kurtulmaları mümkündü (35).

---------- Post added 26.12.19 at 18:24 ----------

3 — Muhammed dini:
Tevrat ve İncile kıyasen Kur’an, ruh hakkında çok şeyler
söylemiştir. Fazla olarak ruhun mahiyeti hakkında da bir şeyler söylemek istemiştir. Hele onun âkıbetini, cehennem ve cennet
gibi iki yol çizerek tâyin etmeğe çalışmıştır. Ruh hakkındaki sözler
Kur’anda öbür kitaplardan çoktur. İnsan, cin, şeytan, melek, İsrafil, Mikâil, Cebrail, ruhülkudüs, ruhülemin’in de birer ruh oldukları düşünürlürse, Kur’anı bu hususta en çok şey söyleyen bir kitap
olarak saymak mümkündür:
(14 inci İbrahim suresi, âyet 28: Hani Tanrın meleklere demişti
ki: Ben kuru çamurdan, biçim verilmiş kara abiçıktan beşer yaratacağım.) (24), (Onun yaratılışını tekmilleyip ruhumdan ona üfürdüğüm zaman yere kapanarak ona secde edin.)
(17 inci İsrâ suresi, âyet 85: Sana ruhu sorarlar: De ki ruh Tanrımın emrindendir.)^ .
(19 uncu Meryem suresi, âyet 16: Onlardan gizlenmek için perde
germişti, biz de ona ruhumuzu^ göndermiştik. O da ona tastamam bir insan şeklinde- görünmüştü.)
(21 inci Enbiya suresi, âyet 91:... Biz ona ruhumuzdan nefhettik
(üfürdük) onu da oğlunu da âlemlere örnek yaptık.)
(32 inci Secde suresi, âyet 9: Sonra onu düzeltip tamamladı, ona
ruhundan üfürdü. Sizin için kulaklar, gözler, basiretler yarattı. Ne
kadar da az şükrediyorsunuz.)
(38 inci Sad suresi, âyet 72: Onu tamamlayıp ona ruhumdan üfürdüğüm gibi hepiniz yere kapanıp ona secde edin demiştik.)
(40 mcı Mü’min suresi, âyet 15: Dereceleri yükselten, kudret
arşının sahibi insanları kavuşma günü ile korkutmak için ruhunu
kullarından dilediğine kendi emriyle telkin eder.)(42 inci Şûra suresi, âyet 52: Biz böylece öz emirlerimizle sana
bir ruh vahy ettik^
(66 inci Tahrim suresi, Ayet 12): Meryem iffetini muhafaza etmiş biz de ona ruhumuzdan nefhetmiştik.)
(70 inci Meariç suresi, âyet 4: Melekler de, ruh da ona ölçüsü
elli bin sene olan bir günde yükselir.)
(78 inci Nebe’ suresi, âyet 38: Ruh ile meleklerin huzurda saf
saf duracağı gün ancak esirgeyici Tanrının izin verecekleri kimseler
söz söyler ve doğruyu söylerler).
(97 inci Kadir suresi, âyet 4: Meleklerle ruh o gece — yani Kadir
gecesi— Tanrının emirleriyle inerler. (24).
Kötü ruhları temsil ettiği muhakkak olan, ins, cin, şeytan hakkında da şu tafsilât görülür:
(6 inci Enam suresi, âyet 128: Onların hepsini topladığı gün;
Ey cin cemaati denir. İnsanların çoğunu baştan mı çıkardınız...
<fl30» Ey ins ile cin cemaat i,size ayetlerimi anlatan, bugüne kavuşmanızı ihtar ile korkutan kendinizden peygamberler gelmedi mi.)
(15 inci Hicr suresi, âyet 27 :Ondan evvel cini dumansız ateşten
yarattık.)
(17 inci îsra’ suresi, âyet 88: De ki bunun gibi bir Kur’an daha
getirmek için insler de cinler de bir araya gelseler, birbirlerine destek olsalar da onun gibisini getiremezler.)
(26 mcı Şuara suresi, âyet 212: Şeytanlar İlâhî vahyi işitmekten
uzaktırlar. Ayet 213. Şeytanlar yalana, günaha düşkün olana inerler.)
(27 inci Nemi suresi; âyet 17: Süleymanm cinden, insden, kuşlardan müteşekkil ordusu toplandı)...
(34 üncü Sebe’ suresi, âyet 12 ve 14. Cinlerden de bir kısmı Tanrısının izniyle onun — yani Süleymanm— önünde işlerlerdi)
(55 inci Rahman suresi, âyet 14 ve 15: İnsanı ateşte yuğurulmuş
gibi, kuru çamurdan yarattı, cini hâlis alevden yarattı. Âyet 33:
Ey ins ve cin cemaati: Köklerle yerin kenarından çıkıp kaçabilirseniz haydi kaçın.)
Ve nihayet, «Mikâil» sure, 2 âyet 98; «Ruhülkudüs» sure 16,
âyet 102; «Ruhülemin» sure 26, âyet 193; «Şeytan» sure 15, âyet 42;
sure 16, âyet 99 ve 100; sure 17, âyet 65; S 4, A 119 - 120, 22 : 53, 54
hakkında bazı malûmat görülür. Keza bu ruhların vazifeleri, âkıbetleri için de hayli şeyler bulmak mümkün. 21 : 95, 23 : 100, 39 :
42 de ölülerin bu dünyadan geri dönmediklerini; 2 : 25, 10 : 10 ve25, 13 : 31, 14 : 23 ve 24, 15 : 45 ve 48, 32 : 17, 35 : 34 ve 35, 36 : 56
ve 58, 47 : 15, 50 : 35, 52 : 20 de iyi ruhların cennete gidecekleri;
6 : 129, 11 : 107, 78 : 23, 20 : 74, 87 ; 12 ve 13 surelerinde de kötülük
yapan ruhlarm cehenneme atılacakları yazılıdır. Bütün bu izahattan müslümanlığın ruhu kabul ettiği neticesi çıkıyor. Yalnız ölen
bir insanın ruhunun mahşer denilen toplanma gününe kadar ne olacağı meçhuldür. Bunun hakkmda Kur’anda malûmat yoktur. Bazı
dinlerde bunun kısmen cevabı vardır. Meselâ tenasüh fikri — pek
iptidaî ve değişik olmasına rağmen— bu meseleyi kısmen izah eder
mahiyettedir. Doğu Asya dinleri arasında bir çoğunun tenasuha
taraftar olduklarını biliyoruz. Bu fikir, ölümden sonra ebediyetler
kadar uzun bir zaman içinde ruhu âtıl bir halde bırakmak gibi lüzumsuz bir düşünceden bizi kurtarır. Kısa bir zaman dünyada kalmış bir ruh varlığını imha ettikten sonra tekrar dirilterek ebediyetler içinde yaşamasını düşünmek de bizi ısındırmıyor. Burada şu
şekilde mülâhaza etmek yerinde olur. Ruh ya yoktur. Bu takdirde
uzun söz söylemeğ, yazmağa hacet kalmaz. Ya vardır ve ebedidir.
O takdirde onun müstakbel revişini bilmek ve takip etmek her
mütefekkir için lüzumunu hissetme nisbetinde zarurî olur. Bugünkü
müsbet ilim varlıkların yok edilemiyeceğini iddia ve ispat ile uğraşırken lâtif bir varlık olarak telâkki edilen ruhun yok olacağını
düşünmek yersiz olur. O kadar ki materyalizm madde ile enerjinin de mahvedilemiyeceğini ısrarla iddia ediyor. (Materyalizmin görüşü bahsine müracaat) bazı müelliflerin mahvolmayı mutlak bir
adem şeklinde telâkki etmemeleri yüzünden maddenin de enerjinin
de mahvolduğunu iddia ettikleri görülüyor. Meselâ bir atom parçalandığı zaman filhakika bugünkü vasıtalarımızla, bugünkü ittilaimızla
ortada kabili idrak bir varlığın artık kalmadığını söyliyebilmek
biraz cür’ete bağlı gibi geliyor bize. Kaldı ki atom çekirdeğini teşkil eden proton ile onun etrafında dönmekte olan elektron arasındaki — bu iki cismin cesametlerine nisbetle— muazzam mesafenin
tamamen (Halây-ı mutlak = Mutlak boşluk veya yokluk) dan ibaret olamıyacağını biliyoruz. Çünkü maddeler arasındaki cazibe tesirinin protondan elektrona intikali şarttır. Bu ise arada daha
— aklımızın alamıyacağı nisbette— küçük maddî zerrelerin bulunmasını zarurî kılıyor. Bu kabul edilmediği takdirde de bütün fizik
ve mihanik kanunlarına bir silgi çekmek icap eder. (Bu hususta
daha ileride tamamlayıcı izahata girişeceğiz, Rüya ve materyalizm
bahsine bakınız).
Bütün dinlerde ruha inanış şekillerini gördük. Bunlar arasında
bu mevzua en çok temas edenin de müslümanlık olduğunu belirttik. Fakat bazı müphem kalmış noktaları da işaret etmekten geridurmadık. Bu müphem kalmış veyahut meskût geçilmiş yerler hakkmda felsefenin, teozofi ve bilhassa Spiritualizmin görüşlerini aşağıda göreceğiz. Buraya kadar yazılanlarla ruh hakkında dinlerin
görüşü belirtildi. Mütalea ettiklerimizin arasında meselâ «Hinduizm», «Samajizm», eski Avrupanın «Dropizm» i. Aram, Asur, eski
Mısır, Şaman dini ve Lamaizm gibi dinler yoktur. Maksadımız bütün dünya dinlerini sıralayarak tarih yazmak değil. Yalnız mevzuumuzla alâkası olan cihetlerin tebarüz ettirilmesi için bütün dünyanın tanıdığı ve din tarihi kitaplarında mühim yer işgal etmiş olan
dinlerin görüşünü incelemekti. Esasen hakkında pek az malûmat
bulunan bu son dinler, diğerlerinin birer variyasyonu veya benzerleridir. Sonra, yayılışı ve kesafeti bakımından da pek önemli bulmadığımızdan zikirlerinden vaz geçilmiştir. Şimdi tasnifimize göre
ilmin ruh hakkındaki görüşüne, yani ikinci kısma geçiyoruz.

kaynak:İshak L.Kuday - Spiritualizm (Ruh Alemi)
Alıntı ile Cevapla
  #2  
Alt 26.12.19, 18:27
Gayretli üye
 
Üyelik tarihi: 14.10.17
Bulunduğu yer: LEVH-i MAHFÛZ
Mesajlar: 694
Etiketlendiği Mesaj: 255 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

İLMİN GÖRÜŞÜ...
İlim deyince bütün şubeleri arasından ruh fikri ile doğrudan
doğruya ilgili şubeleri kastettiğimiz bedihidir. Bunlar da 1 — Psikoloji, 2 — Psişiatri dir. Yani birisi ruhiyat ilmi, diğeri de ruh has
talıkları ve tedavisi ilmidir. Her ikisi de mevzuumuz bakımından
aynı kanaati taşıdıklarından bu kısmı ikiye ayırarak mütalea etmeyi
uygun bulmadık. Bilâkis her ikisini de birlikte gözden geçirmeyi
münasip gördük. Ve ilim deyince bu kısımda münhasıran bunları
kastedeceğiz. Zarurî izahlara sapınca, eğer başka bir ilim şubesi bahis
mevzuu olursa adını yazarak bir karışıklığa meydan vermemeğe dikkat edeceğiz. Yukarıdanberi zikrettiğimiz kanaatlerin tersine ilim ruh
diye bir şey kabul etmez. Yani maddeden ayrı ve müstaikl, ona tesir edebilen bir cevher yoktur der. Dinlerin ve aşağıda zikredeceğimiz bazı felsefe mekteplerinin iddiasını tamamen çürütür. İlimle beraber felsefenin materyalizmi elele yürümektedir. Onun için
bu kısımda yazılacaklar aynı zamanda materyalizm mektebinin de
görüşlerini ihtiva edecektir. Hattâ Psikoloji, psişiatri, ilim gibi adlar kullanacak yerde doğrudan doğruya bu görüşün sembolü olan
materyalizm kelimesini kullanmamız daha uygun düşecek. Aralarında Meslier, Helmoltz, May er, Johans Muller, Haller Hidenheim,
Raymond, Moleschott, Buchner gibi cidden mühim şahsiyetlerin
bulunduğu bu materyalizm mesleği mensupları, çoğunluğu teşkil
eden felsefe, din ve spiritualizmacıların iddialarına rağmen ruhu
kabul etmiyorlar. Kendilerine hak verdirecek bazı delillerine rağmen... Materyalizmin bu ademci (yokluğa inanan) düşüncelerine
fizyoloji, psikoloji, psişiatri ve materyalist felsefe sadakatle bağlanmıştır. Burada sözü onlara bırakalım:
«Semayı her türlü mânasiyle tetkik ettim, araştırdım, hiç bir
yerde Allahtan eser görmedim. Lalande» (18) «Kâinat ne bir Allah,
ne bir insan tarafından yaratılmadı. O daima mevcuttur... «Anpedokl»: (18).
«Materyalislterle spiritualistler (Maddiyun ile ruhiyun) arasında, henüz uzayıp giden münakaşalar dikkatle takip edilecek olursa ciddî hiç bir mânayı haiz olmadıkları ve ruhiyun mesleğinin esasını teşkil eden (Sünaiyyet = Dualisme) fikrinin ne kadar boş olduğu görülür. Bugüne kadar konulmuş olan bütün felsefe
mesleklerinde bu esası görmek mümkündür. Bunlarm hepsinde de iki
ayrı üs vardır: Madde ile kuvvet, cevherle şekil, vücutla mevcut,
haıeketle muharrik, tabiatla ruh, âlemle Allah, vücutla ruh, yerle
gök, hayatla ölüm, zaman ve ebediyet, mekân ve lâyetenahiyet her
meslekte, az çok yekdiğerine zıd olarak, mevcutturlar. Halbuki, asrımızın ilimleri, gösteriyor ki sayılan şeyler arasındaki zıddiyet
hakıkatta mevcut değildir. Bunlar ancak fikren ve hayalen birbirinden ayrılabilirler. Maddesiz kuvvet ve kuvvetsiz madde olamıyacağı gibi vücutsuz ruh ve ruhsuz vücut, intizamsız kâinat, kâinatsız intizam, semasız yer, yersiz sema mevcut olamaz. Kezalik ebediyetin haricinde zaman olmadığı gibi zaman olmaymca ebediyet de olamaz. Bunu makân hakkında da tatbik edebiliriz.» (18)
«Allah fikri insanın tahayyülleri neticesinde husule gelir. Yani Allah olmadan insamn mevcudiyeti mümkün olabildiği halde, insan
olmadan bir Allah hayali mümkün olamaz. Çünkü Allahı hayalen
halk eyleyen insanlardır.» «Beyin, tefekkür, irade ve hassasiyetin uzvudur. Dimağ olmaksızın bu hassalardan hiç biri anlaşılamaz. Bu bir hakikattir ki hiç bir tabib, hiç bir fizyoloji âlimi bunda
tereddüt edemez.» «Bir çoklarının iddia ettiği gibi eğer ruh bedenden ayrı ve müstakil olsaydı vücudun harap olmaya yüz tuttuğu nisbette aklın da tezayüd etmesi lâzımgelirdi» (19).
«Ruh kelimesiyle bir taraftan beynin her kısmına ait olan faaliyet anlaşılır. Burada his, hareket ve irade vazifeleri tamamiyle
vardır. Ve bu vazifeler beynin kabuk kısmındaki hususî merkezlerde olur. Diğer taraftan yine beyin vasıtasiyle sinir merkezlerine tesir eden, tartılabilir bir iş (Fiil) anlaşılır. Şu hale göre ruh kelimesi müşterek iki mânayı ifade eder. Ve akıl kelimesine nisbetle
daha umumidir. Çünkü akıl kelimesi daha hususî bir mâna taşır,
meselâ hayvanların ruhu diyebiliriz. Halbuki akıl dediğimiz zaman,
bu ruha nazaran daha hususî olduğundan onu yalnız insanlar hakkında kullanırız. Bir çok zamanlar ruh gayri maddî bir cevher olmak üzere telâkki edildi. O zamanların itikadına göre bu cevher
kendi kendiliğinden mevcut idi. Muvakkat bir surette vücut ile birleşir. Ve ölüm ile ondan ayrılırdı. Bu nazariyeye inananlar böyle
bir ruha vücut da bir makar (oturacak yer) bulabilmek için pek çok
zahmet çektiler. Hakikaten, doktorluğun babası sayılan Hipokrat
(İsadan beş yüz yıl evvel) ve meşhur Filozof Eflâtun ile Araplarca
Calinus adiyle tanılmış olan Doktor Galiyen, dimağî ruhun makam
olmak üzere tanımışlardır.
O zamanlar ruhun bir takım kısımları olduğu farzolunduğundan bilhassa muhakeme ruhunu beyine tahsis etmişlerdi. Bu
zatlarm tababete ait bir çok nazariyeleri on dört asır yürürlükte
kaldı. Fakat Eflâtunun talebesi olan (Aristo) bu nazariyeyi kabul
etmiyerek ruha bir yer (bir makar) olmak üzere kalbi göstermişti. Tevratta da gerek akla gerek ruha ait olan her türlü melekelerin
yeri kalb olarak gösterilmiştir. Çinliler de böyle inanırlar. Diyojen
ve Kristip de bu görüşe katılır. Öbür yönden bir takım Yunan
filozofları ruhun oturduğu yeri kan, diğerleri göğüs olarak tanırlardı. Velhâsıl ruhun makarı nazariyesi eskilerce bir çok ayrılıklara
sebep olmuştur.» 16 ve 17 inci yüzyıllarda gerek teşrih ilminde ve gerek fizyolojide yapılan yemlikler ve ilerlemeler sayesinde ve «1664 de
Tomas Villis» m gayretiyle, ruhun makarı dimağ, (beyin) olarak
gösterillbildi.» Yine Fransız Filozofu (Dekart) beyindeki bir bezeyi, Alman Filozofu (Kant) ve teşrih âlimi Summering beynin içindeki iki boşluğu ve buradaki suyu göstermişti. Daha sonra Ennemoser adındaki âlim ruhun bütün vücuda yayılmış olduğunu, Filozof Ficher sinirlere yayılmış bulunduğunu söyler T. Vignoli kendi
dışında mevcut bir kuvvetin tesiri altında bir maddeyi düşünmek
o kadar hatalıdır ki ancak veraset yoliyle geçmiş kör beyinlerin
batıl itikadlarmdan doğar. Madde ile kuvvet, cisim ile vuh ^ibi asla
birbirinden ayrı olmıyan şeylerdir. Ayni şeyin başka başka jmzleridır. diyor.
«Ruh beynin, bütünü bakımından ödevi (vazifesi) değildir, tersine, beynin kabuk kısımlarının her kısmı kendine göre hususî bir
ödev görür. Bazı kısımların hafızaya, bazıları muhayyileye, mukayeseye, netice çıkarmaya, hassasiyetlere, iradî hareketler yapmaya
vesaireye sebep olurlar. Ruhun yeri beyin olmak üzere kabul edilirse bedenden ayrılmış bir kafada (aşağıya bakınız) ruhu daima mevcut olduğunu görmek icap eder ki böyle bir hal kabil değildir. Eğer kesilmiş bir kafa içinde bulunan dimağın beslenmesi
için icap eden kanı sun’î olarak vermek mümkün olsaydı, filhakika ruhun bu kafada nihayet zamana kadar mevcut olduğunu görjkten daha kolay bir şey olamazdı. Bu mümkün olmadığı gibi
cuttan ayrılan bir kafada tabiatiyle kandan mahrum kalacağınn ayni zamanda vicdan, dimağ vazifesi, ruhî faaliyet, hulâsa ha-
.t mahvolur, gider.» Hulâsa, Buhner ruh diye bir şeyin mevcut oladığını ve bunun ancak dimağ faaliyetinin bir ismi olduğunu kati-
;tle iddia ediyor. Bu materyalistler arasında Darvin, Ludvig, Fobah Dr. Gustave le Bon, Rahib Meslier en meşhurlardandır,
u son müellifin Le Bon Sens isimli kitabında materyalist görüşün
1 keskin iddialarını bulmak mümkündür (67) ruh hakkmdaki fiırlerini beraber gözden geçirelim: «Diğer hayvanlar üzerine faik
İmaları hakkını, insanlar kendilerinin ezcümle ebedî bir ruha mak oldukları kanaati üzerine kuruyorlar. Fakat bu ruhun neden
iaret olduğu sorulursa apışıp kaldıkları, dillerinin dolaştığı, kekeîdikleri görülür. Çünkü ruh meçhul bir cevherdir, cisimlerinden
yrı ve gizli bir kuvvettir. Hakkında hiç bir fikrimiz bulunmıyan
lir nesnedir. Bu ruha inanan zevata sorunuz! Allahları gibi tahayyüz
yani mekân ihtiyacı olmak) dan tamamen münezzeh (yani ona ihiyacı olmayan) farzettikleri bu ruhun nasıl olup da mütehayyiz
Yani mekâna ihtiyacı olan) cisimlerle birleşiyor?. Cevap olarak
lize, bu yolda hiç bir şey bilmediklerini, bunun bir sır Mystere olluğunu, bu birleşme ve uzlaşmanın Tanrının bir kudreti olduğunu...
JÖyler. Bütün iş ve güçlerinin kaynağı saydıkları gizli, daha doğru-
>u hayalî cevher (Substance) hakkında insanların edindikleri belirli
fikirler işte böyledir.» Ayni müellifin satırlarına devam edelim:
«Bir ruhun mevcudiyeti saçma bir faraziyedir. Ölmeyen (Lâyemut)
bir ruhun mevcudiyeti ise daha ziyade saçma bir faraziyedir. İnsanlar her ne kadar ruhları, yahut kendilerine hayat veren mahud can
nefhası (Esprit) hakkında en küçük bir fikir edinmek imkânsızlığında bulunmakla beraber yine bu meçhul ruhun, ölmezliğine
kendi kendilerini inandırırlar. Hangi sebepten ruhun ebedî olduğunu farzettiklerini sorsam, bana:
— İnsan yaradılışı iktizası olarak ölmez olmak, diğer bir deyimle, daima yaşamak istiyor.» cevabı verilir. Fakat ben de karşılık olarak derim ki:
— Bir şeyi şiddetle istemek, isteğin olacağını bu şiddetle istemekten çıkarmaya kâfi midir? Hangi garip mantıkladır ki vukuu
şiddetle arzu olunduğu için bir şeyin mutlaka olacağına hükmetmeye cesaret olunur? İnsanların muhayyilelerinin doğurduğu arzular
hakikatin (Realite) miyarı mıdırlar?» (67).
Materyalistlerin bu keskin iddia ve görüşleri acaba ölüm karşısında da ayni kuvveti, aynı umursamazlığı taşıyabiliyor mu?.. Bir
de onu görelim«Metchnikoff) nikbinane tecrübeler Essais Optimistes, adlı
eserinde, yaşlıların yaşama zevkine vararak daha çok yaşamayı istiyeceklerini iddia diyor. 88 yaşındaki (Charles Renouvier) ölümünden bir kaç gün evvel şu sözleri söylediğini yazıyor:
— Ahvalim hakkında hayale kapılmıyorum. Pek yakın bir vukitte, belki sekiz veya on beş gün zarfında öleceğimi biliyorum. Halbuki mesleğim hakkında söyliyecek daha ne kadar kanaatlerim var...
Benim yaşımda bulunanlarda artık daha çok yaşamayı ummak hakkı
yoktur. Bundan sonra günlerimiz, hattâ saatlerimiz sayılıdır.. Mütevekkil olmak lâzım. Teessüfsüz ölmüyorum. Bilhassa fikirlerimin
ileride ne şekilde karşılanacağını şimdiden anlıyabilmeğe hiç bir
suretle çare bulunamıyacağma teessüf ediyorum. Son sözlerimi söyliyemeden gidiyorum. Zaten daima vazifeler ikmal edilmeden bu
dünyadan gidilir. Bu keyfiyet dünya elemlerinin en kederlisidir...
Maamafih iş bununla da bitmez. Hayata alışmış ihtiyar, çok ihtiyar
olmuş olanlar, ölmekte çok zahmet çekerler. Ölüm fikrini, gençlerin
ihtiyarlardan daha pek çok kolaylıkla kabul edebildiklerini zannedebilirim. İnsan 80 yaşını geçti mi korkak oluyor. Ve artık ölmek
istemiyor. Ölümün yakın olduğunun bilinmesi ve bu hususta şüpheye mahal olmaması ruh için büyük bir elemdir... Ben bu meseleyi bütün safahatiyle tetkik ettim. Bir kaç gündenberi tekrar tetkik ediyorum. Öleceğimi bildiğim halde kendimi öleceğime bir türlü kandıramıyorum. Bana itiraz edenler, benim gibi öleceklerine bir
türlü inanmıyan filozoflar değil, ihtiyarlardır. Çünkü ihtiyar adamın mütevekkil olmaya cesareti yoktur. Maamafih çekinilmez olan
şeylere karşı her halde mütevekkil olmaktan başka da yapacak bir
şey yok...» (106)
Hayatta iken bazı materyalistlerin yaratıcıyı inkâr edişi belki
samimidir. Mutlak ademe dönecelkerini ve onun tatlı bir dinlenme
uykusu içinde yokluğuna karışacaklarını sananların ölüm karşısındaki bu âcizane çırpınışı cidden hazin oluyor. Halbuki o, hayatında
şu güzel felsefeyi ne kadar da inanırcasma haykırıyordu:
«îlk bakışta, bir düşünce ile koca bir taş parçası gibi birbirleriyle hiç de münasebeti olmıyan şeyleri birbirine karıştırmak gayri
kabil görünür. Fakat derin derin düşünülecek olursa bu büyük zıdlık kaybolur.», «Bazıları, bir takım esaslara, maddeciliğe düşmekten
korktukları için bağlı bulunduklarını safdilâne itiraf ederler. Ben
bu meslekte — [yani spiritualizm meslekinde, ruhlara inanan meslekte] — ölüme karşı pek tabiî bir dehşet hissi de görüyorum. Ölüm
bir çok kimselere — ki ben de o miyana dahilim— bir kin ve nefret hissi telkin eder. Spiritualizm mesleğine mensup bir zat, tefekkürün kat’î surette mahvolup bitmesi ihtimali karşısında bir isyanhissi duyar, Onun için, bu felsefî mesleği kabul etmesinin büyük bir
sebebi «ölmezliğe» doğru içinden bir gayret hamlesi kabarmasıdır.
İşte bu gayret, biri ruh, öbürü beden olmak üzere iki cevher tahayyül edilmesi nazariyesine sürüklenmiştir.»
«Maddecilik pek eski bir meslektir. Hattâ hepsinin en eskisidir...» Maddeciliğin menşei vahşî kavmlerin itikatları arasında bulunur.» «Fizik ilimlerin nail oldukları fevkalâde inkişafın maddeciliği pek ziyade teşci etmiş olduğu itiraz kabul etmez bir hakikattir, Denilebilir ki tabiat felsefesinde maddecilik üstün bir yer
almıştır. Orada kendi malikânesinde gibidir. Hücumdan masundur.»
«Asrî maddecilerin Allahı rahat bırakarak işe karıştırmamakta
hakları vardır.»
«Ruh ,ancak bir maddeye tatbik edilmesi suretiyle fiil sahasına
çıkan şekil gibidir... Maddesiz ruha akıl erdirmek kabil değildir.» (15).
Fizyoloji, psikoloji, psişiatri ilimleri ruh hakkında daha kat.î
ve kestirme yoldan fikirlerini beyan etmişlerdir: «ruh, dimağın fizyolojik vazifeleri heyeti umumiyesidir!» (3, 22, 23, 43, 49, 89, 90,
91, 92) nihayet bu bahsi kapamak için bugünkü akademinin mümessili sayılanlaidan bir operatörün şu sözlerini yazalım: «Ben bir çok
kadavra (ölü) 1er teslih (ölü üzerinde ameliyat) ettim, fakat bistürü
(bıçak) mün ucuna ruh diye bir şeyin çarptığmı asla görmedim.) (76)
Alıntı ile Cevapla
  #3  
Alt 26.12.19, 22:19
Daimi Üye
 
Üyelik tarihi: 03.12.18
Bulunduğu yer: H
Mesajlar: 1,084
Etiketlendiği Mesaj: 144 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Ruh Allah tarafından üflenen kendi zatından bir parçadır, zaten "ölünce bana döneceksiniz" diyor Allahu teala, verdiğini geri alacak.
Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Seçenekler
Stil

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevap Son Mesaj
Polifenol nedir? Mideye faydası nedir? Lady Alternatif Tıp ve Bitkiler 0 03.03.22 18:01
Avam nedir? Havas nedir? Bişey bilmeyen ben gibiler nedir? Kgumus Sorularınız 30 04.07.21 18:41
Hadim nedir huddam nedir La Tahzen12 Sorularınız 24 15.04.21 12:37
Varlık Nedir? Ruh Ölümlü müdür? Metafizik Nedir ?? Och Metafizik 8 17.12.20 09:53
Karabasan nedir? Uyku Felci tıbbi ve bilimsel olarak nedir? SiLence Gizemli Olaylar ve Mekanlar 4 25.09.19 17:00


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 07:16.


Powered by vBulletin® Version 3.8.5
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
HavasOkulu.Com

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147