|
|
LinkBack | Seçenekler | Stil |
#1
|
||||
|
||||
Sihir diye bir şey var mıdır? Sihir gerçek midir?
Sihir Diye BirŞey Var mıdır, Gerçekmidir?
( 1) اَعُوذُ بِااللهِ مِنَ اَلشَّيْطَانِ اَلرَّجِيمِ بِسمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحي اَلْحَمْدُ الِلّهِ رَبِّ الْعاَلَمِينَ وَالصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلىَ سَيِّدِناَ مُحَمَّدٍ وَأَلِه اَجْمَعِينَ Selef-i Sâlihîn'i (Sahâbe'yi,Tâbiûn'u ve ilk Müctehid imamlarımızı), diğer fukahâmızı, Muhaddislerimizi, Müfessirlerimizi, Akâid âlimlerimizi ve eserlerini hiçe sayan aklını putlaştıran câhil ve bir o kadar da edebsiz bir nesil türetildi. Her hususta bilir bilmez avurtlarını şişire şişire konuşan bu ecvef ve kof zavallılar sihir mevzuunda da ciddiyetsizce ve câhilâne konuşmaktadırlar... "Sihir" mes'elesi de sözü edilen şu kimseler tarafından üzerinde gelişi güzel konuşulan hususlardandır. Bu yüzden Sihir bahsini bir Mukaddime, sekiz Mes'ele ve bir Netîce çerçevesinde ele alıp îzâh etmeye çalışacağız. Mukaddime, mevzû'un, târîhin seyri içindeki yeri ve arka planı, Birinci Mes'ele, sihrin ma'nâsı ve ne demek olduğu, İkinci Mes'ele, sihrin çeşitleri, Üçüncü Mes'ele, sihrin hakîkatinin olup olmadığı, Dördüncü Mes'ele, 'sihrin hakîkati vardır' diyenlerin delîlleri, Beşinci Mes'ele, 'sihrin hakîkati ve te'sîri yoktur' diyenlerin delîlleri, Altıncı Mes'ele, Ehl-i Sünnet âlimlerinin, Mu'tezile'nin delîl zannettikleri şübhelerine cevâbları, Yedinci Mes'ele, sihrin hükmünün ne olduğu, Sekizinci Mes'ele, Hayrettin Karaman'ın "Büyü" başlıklı makâlesinin kısa tahlîli, Netîce de, Ehl-i Sünnet anlayışının yıkılıp yok edilmesinin işi nerelere vardıracağı hakkındadır. Tevfîk sadece Allah'tandır. Mukaddime Bir yanda Kur'ân ve Sünnet'i, Resûlüllâh sallellâhu aleyhi ve sellem ve Ashâb radıyellâhu anhum gibi anlayıp anlatan ve aklını bu noktada kullanmakla akıllılık yapan Ehl-i Sünnet âlimleri... Diğer yanda Kur'ân ve Sünnet'i aklının ve canının anlayıp ma'nâlandırmak istediği gibi anlayıp ma'nâlandıran ve karıncanın sırtına koca dağı yüklercesine akıllarına hiçbir zaman kaldıramayacakları kadar ağır yükü yüklemekle akılsızlık yapan akılcı akılsızlar tâifesi Mu'tezile ve onların kör taklîdçileri. Bu iki tâifenin, yani Ehl-i Hak ile Ehl-i Bid'at ve Hevâ'nın, arasındaki anlaşmazlık noktalarından biri de sihir mevzû'udur. Târîhin her devrinde, akla ancak kaldıracağı kadar yük yükleyenler akıllıca iş yapmışlar, rasyonalistler (akılcılar) ise hep akılsızlık yapagelmişlerdir. Onlar her zaman aklı -ya kaldıramayacağını bile bile veya ne kadar yüklenileceğini yine akla danışarak devir girdabına kapılarak- olmayacak kadar ağır yük altına koymuşlar ve akıl olmaktan çıkarmışlardır. Günümüzdeki rasyonalistlere göre çok daha seviyeli ve akıllı olan geçmiş rasyonalistlerin, Ehl-i Sünnet'e karşı olan bütün kanâatlerinde târîhin ve tenâkuzlarının şehâdetiyle akılsızlık yapmış olmaları katiyyetle sübût bulmuştur. Bu mühim nokta göz önünde bulundurulacak olursa, onların çok kötü kopyaları mesâbesindeki zamâne akılsız akılcılarının seviyesini varınız sizler tasavvur ediniz. İşin en mühim, en can alıcı, en heyecanlandırıcı ve en düşündürücü yanı da -âciz kanaatimce- şudur: Bu akılcı akılsızlar, hep zâlim ve despot padişahların, şeflerin, liderlerin ve iktidarların dönemlerinde tutunabildiler, desteklendiler ve beslendiler. Hep sırtlarını zâlimlere dayayarak Ehl-i Sünnet taraftarlarına kan kusturdular. Her zaman, zâlimlerle anlaşmalı ve sözleşmeli olarak yaşadılar ve geliştiler. Ancak, bâtıl yok olmaya mahkûm olduğu için, hicri dördüncü asırdan i'tibâren târîhin çöplüğüne fırlatıldılar, sesleri solukları kesildi. Nihâyet, geçen asrın sonlarında, gittikçe zayıflayan Ümmet, küfür milleti tarafından iyice ablukaya alınıp, kendi içindeki beyinsizler yardımıyla tamamen felç edilince, bu rasyonalistler tekrâr devreye sokuldu. İngilizlerin Mısır Hıdivliğine tazyik ederek, Mason Abduh'u nasıl işbaşına getirdiklerini, İngiliz yetkilinin ağzından, büyük muhaddis Allâme Kevserî, Nazratu'n-Âbire'sinin başlarında ibretli bir şekilde anlatır. Mason biraderler Abduhların, Reşid Rızâların, Merağîlerin, Mahmûd Şeltûtların, Tahâ Hüseyinlerin, Ferid Vecdilerin dîne nasıl hıyânet ettiklerinin safahatını Şeyhu'l-İslâm Mustafa Sabri Efendinin, Mevkıfu'l-Akl ve'l-İlm'inde ibretle okuyabilirsiniz. Aynı zamanda, çağdaş rasyonalizmin veya 'Neo Mu'tezile'nin erkan-ı harbiyesi olan ekip Mısır'da işbaşında bulundurulup geliştirilmekle kalınmayıp,tohumlarını bütün dünyaya yaymalarında da onlara yardımcı olundu. Öte yandan, daha önce Hindistan'da sömürgeci İngilizler tarafından tezgâhlanan Kadiyânîlik nebîsi ve fitnesi ile işlerini yürüten küfür cephesi, oryantalizmin destek atışlarıyla da kuvvetlendirdiği bu iki fitne karargâhının birbirleriyle paslaşmasını temin etti. Söz misâli, Kadıyânîlerden olan birisi, Ezher Şeyhi Merağî'ye, 'İsa aleyhisselâm'ın âhir zamanda inip inmeyeceğini' soruyor, o, işi Mahmûd Şeltût'a havâle ediyor. O da Mü'minlerin İcmâı ile bir îmân unsuru olan nüzûl hakîkatini inkâr ediyor, gelmeyeceğini söylüyor, Kadıyânîliğin bu iddiâsı böylece Mısır cephesince de imzalanmış oluyordu. Bu cephe, dedikleriyle, yazdıklarıyla ve fetvâlarıyla, her zaman -bilerek veya bilmeyerek- Ehl-i Sünnet'i, hatta bizzat Kur'ân'ı ve Sünnet'i hedef almıştır. Abduh ve Reşid Rıza biraderlerin Menâr'ı, Mahmûd Şeltût'un fetvâları ve diğerleri... Garb medeniyyeti karşısında aşağılık kompleksine kapılan bu şahsiyyet müflisi sürünün hepsinin hedefi budur. Bu cephenin Ehl-i Sünnet'e karşı giriştiği taarruzun mühim bir noktası da işte bu sihir mes'elesidir. Öyleyse bu meseleyi etraflıca ele alalım. Tevfîk sadece Allahdandır. Birinci Mes'ele Sihir ne deektir? Bu mes'eleyi birkaç yönü ile ele alalım: Bir: Lügâtlarda sihir. -"Sihir, zebün etmek, alda(t)mak, almak, cadılık etmek, bâtıl bir şeyi (asılsız olanı) sûret-i haktan göstermek."[1] -"İbnu Fâris şöyle dedi: Sihir, bâtılı hakk sûretinde çıkarmak demektir. Kelâmı ile onu sihirledi, demek, sözün inceliği ve güzel terkibi ile onu (kendine) meylettirdi, demektir."[2] -"Sihir, kapıp almak demektir. Me'hazı (Alındığı yer) küçük ve ince her bir şey sihirdir." "Sehr, seher, suhr, akciğere derler…[3] -"Sihir ki, cadılığa denir, aslında (ilk îcâd edilişinde) bir adamın akciğerine vurup onu değişen ve sersemleşen biri etmek ma'nâsında mastar olup, sonra (bunu) cadılıkta kullandılar."[4] İki: Istılahta (Bir Terim Olarak) Sihir Fahruddîn-i Râzî, Tefsîr'inde şöyle dedi:"Sihir lafzı Şerîat örfünde, sebebi gizli kalmakta ve hakîkatinden başka bir biçimde hayâl edilmekte olan, yaldızlamak, karıştırmak ve aldatmak şeklinde olan her bir şeye aittir."[5] Râğıb, el-Müfredât'da şöyle demektedir: "Sihir bir takım ma'nâlara gelir: Birincisi, aldatmak, hakîkati olmayan hayâl gös*termeler, göz boyayıcının el hafifliği ve çabukluğu ile yapmakta olduğu şeylerden gözleri başka taraflara çevirmesi gibi. İkincisi, şeytâna bir şekilde yaklaşarak onun yar*dımını celb etmek. Üçüncüsü, pelteklerin, bir şey doğru konuşa*mayanların (beyinsizlerin-Tânevî) gittiği şey, sâhib olduğu kanaat. Bu bir fiilin ismidir. Bu sihrin kuvvetinden ötürü sûretleri ve tabiatları değiştirdiğini, insanı eşek, yaptığını iddiâ ediyorlar, ama bunun âlimlere göre hakîkati yoktur. (Bu görüş Mu'tezile'nin görüşüne yatkındır.)"[6] Keşşâfu Istılâhâti'l-Fünûn sâhibi Mevlevî Muhammed Alî İbnu Alî et-Tânevî (Ö:1158 h.) şöyle demektedir: "Sihir, sebebi gizli kalan, bir şeyi hakîkatinden çevirdiği zannını uyandıran bir fiildir (iştir). İbnu Mes'ûd böyle dedi. Keşfu'l-Keşşâf'ta şöyle denildi: Sihir, lügatin aslında, çevirmek demektir. Ezherî bunu, Ferrâ'dan ve Yûnus'tan hikâye etti ve şöyle dedi: Sihir, bir şeyi yönünden çevirdiği için, sihir diye isimlendirildi. Sanki, sihir eden, bâtılı hakk, yani hakk sûretinde, gösterince, o şeyi hakîkatinden çevirmiş oluyor. Leys'den sihrin, kendisiyle şeytâna yaklaşılan ve onun yardımı olan bir ameldir, dediği anlatıldı... Fıkıh kitâblarında, i'timâd edilebilecek bir sihir ta'rîfi bana ulaşmadı. En isâbetli ta'rîf şu olabilir: Sihir, şeraitte harâm olan bir söz veya fiil yardımı ile olan harikulade bir iş yapmak demektir ki Allah imtihan anında bunun hâsıl olmasına dâir kanununu icrâ eder. Ravza'da, (musannifi) İmâmu'l-Haremeyn'in el-İrşâd isimli kitâbından şu nakli yaptılar: Nasıl ki kerâmet sadece takvâ sâhiblerinin elinde zuhûr ederse, sihir de ancak fâsığın elinde zuhûr eder. Beydâvî, tefsîrinde şöyle denildi: Sihir ile murâd edilen, elde edilmesinde şeytâna yaklaşmaktan faydalanılan şeydir ki, insanın kendisi bunu yapmakta müstakil değildir. Bu, ancak şerli olmakta ve nefis pisliğinde şeytâna benzeyen kimse tarafından elde edilir. Zîrâ, benzerlik bir arada olmak ve yardımlaşma için şarttır. İşte, sihirbaz(ın sihri) ile nebî(nin mu'cizesi) ve velî(nin kerâmeti) bununla birbirinden ayrılır. Hîle sâhiblerinin, âletler veya ilaçların yardımıyla yaptıkları veya el çabukluğuna sâhib olan kimselerin göstermekte oldukları gibi, şaşılacak, tuhaf görü*lecek şeylere gelince, bunlar (sihir gibi) kınanan şeyler değildir. Bunlara sihir denilmesi mecâz yoluyla veya onlardaki (sanat) inceliğ(i) sebebiyledir. Zîrâ sihir asıl'da, sebebi gizli olan şey için îcâd edilmiştir. [(Beydâvî'den nakil ) bitti.] Fetâvâ el-Hammâdiyye'de şöyle denilmiştir: Sihir, cevherlerin havassını ve yıldızların doğduğu vakit ve yerler hakkında olan hesâb işlerini bilmekten istifâdeyle elde edilen bir çeşit şeydir. O cevherlerden, büyülenecek olan kimsenin sûretinde, belli bir heykel edinilir. Şerîat'e ters düşen kötü sözler ve küfür sözlerini telaffuz etmek de buna ilâve edilir. Bunların isimlerinin anılmasında şeytânlardan yardım beklenir. Bütün bunların tamamından, Allah'ın âdetini (kanununu) icrâ etmesi hükmüyle, sihirlenen şahısta ğarîb (görülmedik) hâller hâsıl olur...[7](Keşşâfu Istılâhâti'l-Fünûn'dan Nakil Bitti.) İkinci Mes'ele Kaç Çeşit Sihir Vardır? İslâmî eserlerde sihrin birçok çeşidinden söz edilir. Cessâs'ın Ahkâm-ı Kur'an'ında, Râzî'nin Tefsîr-i Kebîr'inde, Râğıb'ın Müfredât'ında, Semin'in Umdetu'l-Huffâz'ında, Tânevî'nin Ahkâm-ı Kur'an'ında ve başka eserlerde bu husûsta geniş bilgiler vardır. Biz burada Tefsîr-i Kebîr'den kısaltarak bir nakil yapacağız. Zîrâ bilebildiğimiz ve görebildiğimiz kadarıyla en güzel taksîm ve tafsîl orada vardır. Râzî, tefsîrinde sihrin sekiz çeşidini zikreder: "Sihrin birinci çeşidi, eski zamanda yaşamış Keldâniler ile Kestânilerin sihri. Bunlar yıldızlara tapan, yıldızların bu kâinatı idâre ettiğini zanneden, hayır ile şerrin mutluluk ile uğursuzluğun yıldızlardan olduğuna inanan bir topluluk olup, Hak teâlâ'nın, görüşlerini geçersiz kılmak ve mezheblerini reddetmek için Hz. İbrâhîm'i gönderdiği kavimdir. Sihrin ikinci çeşidi, vehim sâhiblerinin ve kuvvetli nefislerin (ruhların) sihridir. Âlimler şöyle demiştir. İnsanlar, herkesin kendisine 'ben' diye işaret ettikleri şeyin ne olduğu husûsunda ihtilâf etmişlerdir. Bazıları, onun insanın bu bünyesi olduğunu, bazıları onun bu bünye içinde bir cisim olduğunu, bazıları da, onun ne cisim ne de cisimle ilgili bir şey olmadığı hâlde var olan bir şey olduğunu söylemişlerdir. Biz insanın bu bünye olduğunu ve bu bünyenin dört ana unsurdan (enâsır-ı erbaa) meydana geldiğini söylediğimiz zaman, bazı soğuk rüzgârlar sırasında, o insanın mizâcının herhangi yönden bambaşka bir mizâc haline gelmesi, bunun da cismi şekillendirmeye ve bizim bilemediğimiz ve bilmemiz imkânsız olan şeyleri bilmeye muktedir olmayı gerektirmesi niçin câiz olmasın? Eğer biz: 'insan bu bünye içinde dolaşan bir cisimdir' dersek, söylenecek söz budur. Fakat, 'İnsan nefistir' dersek, o zaman, nefislerin çeşitli olduğunu, bazı nefislerin zâtları gereği bu ğarîb olaylara güçleri olduğu takdîrde, ğâib olan sırlara muttali olabileceklerini söylemek niçin câiz olmasın? Bu ihtimâlin yanlış olduğuna dâir, yukarıda geçmiş olan açıklamalardan başka bir delîl yoktur. Yukarıdaki açıklamaların ise bâtıl olduğu ortaya çıkmıştır. Sihrin üçüncü çeşidi, yerdeki rûhlardan (cinler*den) yardım dilemektir. Bil ki, cinlerden yardım husûsundaki görüşe gelince, müteahhîr felsefeciler ve Mû'tezile ulemâsı, bunu kabûl etmemiştir. Ama önde gelen felsefecilere gelince, onlar bu husûsla ilgili hükmü inkâr etmemişlerdir. Ne var ki onlar bunu, yere ait rûhlar diye isimlendirmişlerdir. Bunlar, haddi zâtında kendi aralarında farklılık gösterirler. Bunların bir kısmı hayırlı, bir kısmı da şerlidirler. Hayırlı olanlar, mü'min cinler, şerli olanlar ise, cinlerin kâfirleri ile şeytânlarıdır. Sihrin dördüncü çeşidi, tahayyulât ve gözbağ*cılığıdır. Sihrin beşinci çeşidi, bazen hendesî (geometrik) oranlara, bazen de çeşitli sanat hîlelerine göre yapılmış âletlerin birleştirilmesi ile ortaya çıkartılan ve insanı şaşırtan işlerdir. Meselâ, birbirleriyle dövüşen, biri diğerini öldüren iki süvâri gibi; elinde borazan bulunan ve bir at üzerinde olan, gündüzün her saati geçtiğinde hiç kimse ona dokunmadığı halde borazanını çalan süvâri (heykeli) gibi. Yine bu cümleden olarak Rumların, Hintlilerin çizmiş oldukları ve bakanların onun resim mi insan mı olduğunu ayırt edemedikleri resimler vardır. Hatta onlar, ağlayan ve gülen resimler çizerler. Hatta onlar bundan da öteye sevinç, utanç ve alay ifâde eden gülmeleri dahî birbirinden farklı yaparlar. İşte bütün bunlar, insanın muhayyilesini aldatan ince işler cümlesindendir. Firavun'un sihirbazlarının sihri de bu çeşittendir. Saatlerin yapısı da bu bâbtandır. Bu konuya ağır yükleri kaldırma, çekme (Cerru'l-Eskal) ilmi de dâhildir. Bu da çok büyük ağırlıkları hafif ve basit âletlerle çekmektir. Bunun hakîkatte sihirden sayılmaması gerekir. Çünkü bunların dayandığı bilinen pek ince sebebleri vardır. Kim onları bilir ve öğrenirse bu işleri yapabilir. Fakat diğer insanlar bunu sihir sanmışlardır. Sihrin altıncı çeşidi, ilaçların özelliklerinden istifâde edilerek yapılan sihirlerdir. Meselâ insanın yemeğine -eşeğin beyni gibi- aklı uyuşturan bazıilaçların konulması, sarhoş edici uyuşturucuların katılması. İnsan eşek beyni yediğinde salaklaşır ve zihni azalır. Bil ki bu özellikleri inkâr etmeye imkân yoktur. Çünkü mıknatısın eseri gözle görülmektedir. Ne var ki insanlar bu husûsa fazla ehemmiyet verip doğruyu yalana, bâtılı hakka karıştırmışlardır. Sihrin yedinci çeşidi, kalbi bağlamaktır.Bu da sihirbazın İsm-i a'zam duâsını bildiğini, cinlerin kendisine itâat edip pek çok işte kendisine boyun eğdiklerini iddiâ etmesidir.Onun bu sözlerini dinleyen kimse zayıf akıllı ve temyîz kâbiliyeti olmayan birisi olduğunda, bunların gerçek olduğuna inanır ve kalbi buna bağlanır(aldanır). Böylece bu kimsede bir çeşit korku ve çekingenlik hâsıl olur. Korku meydana geldiğinde hissî kuvvetleri zayıflar, böylece de sihirbaz o zaman ona istediğini yapabilir. Bu işleri deneyen, ilim ehlinin durumlarını bilen kimse, işleri yaptırma ve sırları gizleme husûsunda kalbin bağlamasının pek büyük te'sîrleri olduğunu anlar. Sihrin sekizinci çeşidi, şudur: Söz taşımak ve kışkırtmacılık gibi şeylere gayret etmek de, latîf ve gizli şeylerdendir. Bu, insanlar arasında yaygındır. İşte bütün bu saydıklarımız, sihrin kısımları, çeşitleri ve bölümleri hakkında söylenen sözlerdir. Allah celle celâlühû en iyisini bilir."[8]
__________________
Ne senle yaşanıyor Ne de sensiz oluyor Şu garip bomboş dünyada.. |
#2
|
|||
|
|||
Kişi Değiştirmeye Güç Yetiremeyeceği Bir Münkiri (Sakıncalı Eylemi) Görünce, Allah’a O Eylemin Münkir Olduğunu, Yani Asla Hoşlanmadığını Bildirmesi, Onu Kurtarmaya Yeter.
[Taberânî] |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|