Zikir Neden Arapça Olmalıdır? - Havas Okulu
 

Go Back   Havas Okulu > Havas ilmi & Gizli ilimler > Zikir

Acil işlemleriniz için instagram: @HavasOkulu
Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
  #1  
Alt 10.01.18, 10:37
Daimi Üye
 
Üyelik tarihi: 28.04.15
Bulunduğu yer: Nefes Aldığım Yerde
Mesajlar: 15,069
Etiketlendiği Mesaj: 883 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart Zikir Neden Arapça Olmalıdır?

Zikirden söz edildiği zaman hemen akla takılan ve sorulan bir soru da şudur:
— Niçin biz bu kelimeleri Arapça olarak söyleyelim? Aynı kelimelerin Türkçe karşılığını söylesek olmaz mı? Allâh, sanki Türkçe anlamaz mı ki biz Türkçe okuyamıyoruz? Elbette, bu sorunun cevabını da vermek böyle bir kitapta, bize
düşer! Öyleyse, dilimiz döndüğünce, bunun da izahını yapalım.Bilelim ki; sesle duyduğumuz bir kelime, yapılan işin en son safhasıdır! Olay beyinde, o anda içten yani kozmik boyuttan veya kozmik âleme ait bir varlıktan gelen; ya da dıştan yani çevremizde algılamakta olduğumuz herhangi bir varlıktan gelen bir impulsla yani bir mikrodalga -ışınsal etki- ile başlar. Bu gelen etki neticesinde, önce beynin biyomanyetiği, sonra biyoelektriği ve daha sonra da biyoşimik yapısı tesir alır. Biyoşimik yapı aldığı tesirle kendisindeki verileri bir araya getirdikten sonra, çıkan neticeyi tekrar biyoelektrik kata dönüştürerek, ilgili sinir sistemini uyarır ve hangi organla ilgili bir durum söz konusu ise olayı
ona aktarır. Ve biz, o organdan yansıyan bir eylem olarak, sonucu algılarız.
Yani esas olan, dışta algıladığımız ses-görüntü değil, bir üst boyutta cereyan eden ışınsal yapı-biyoelektrik-biyoşimik üçlü sistemidir! Şayet, beynin bu ana çalışma sistemini kavrayabildiysek, anlayacağız ki; önemli olan, kelimenin harf dizilişinden oluşan lisan değil, kelimeleri meydana getiren frekans-titreşimdir! “Üst Madde” isimli ses ve video sohbetlerimde izah ettiğim üzere,
evren ve içinde her boyutta var olan, tüm varlıklar orijini itibarıyla kuantsal kökenli ışınsal varlıklardır. Ve dahi bu ışınsal yapıların her biri, bir anlam taşımaktadır. Ki, bu ışınsal kökenli varlıklar tanımına uygun olarak, salt enerji varlıklar, belli bir anlam taşıyan ve o anlama yönelik görev yapan varlıklar dinde “MELEK” kavramı ile açıklanmıştır. Nitekim, “Melek” kelimesinin aslı “melk”ten gelir ki “güç, kuvvet, enerji” anlamındadır. İşte, evrensel mânâda her titreşim-frekans bir anlam taşıdığı gibi, beyne ulaşan her kozmik ışın, frekans dahi bir anlam ihtiva eder biçimde evrende yer almakta ve bu yapılar bizim tarafımızdan “MELEK” adıyla bilinmektedir.İnsan ise, kendi öz gerçeğini, Allâh’ı tanımak için var edilmiş, yeryüzündeki en geniş kapsamlı birimdir. İnsanın kendini bu beden sanması, Kur’ân tâbiriyle “aşağıların en aşağısında var olması”; buna karşılık özünün hükümleriyle yaşaması ise “cennet hayatı” diye tanımlanmasına sebep olduğu için, insana tek bir görev düşmektedir:
KENDİNİ ÖZ YAPISINDA TANIMAK! Bunu da din, “NEFSini bilen RABbini bilir” diye formüllemiştir. İşte, madde boyutunu asıl sanan beyin, kesitsel algılama
araçlarının -beş duyu- kaydından ve onun getirdiği şartlanma blokajından kendini kurtarabildiği takdirde; ışınsal evren gerçeğini fark edip idrak edecek ve o gerçek boyutta, gerçek yerini almak için, gerçek varlığını hissetme arzusu duyacaktır. Bu arzu, onun ışınsal yapıyla ilintisini güçlendirecek ve neticede fark edecektir ki, kendisinde meydana gelen tüm olaylar, ışınsal
anlamların açığa çıkışından başka bir şey değildir. Yani beyin, ışınsal anlamları, bildiğimiz boyuta transfer eden ve bu arada da, bir yandan bu kavramları bir tür holografik ışınsal bedene yüklerken, diğer yandan da dışarıya yayan muazzam bir cihazdır. Zikir, ancak işte bu anlattıklarımızın kavranılmasından sonra anlaşılabilecek, idrak edilebilecek bir sebepledir ki, Arapça orijinal kelimelerle yapılan çalışmadır. Zira, her bir kelime, harf; belli bir frekansın-titreşimin beyinde ses dalgalarına dönüşmüş hâlidir. Her frekans bir anlam taşıdığına göre; kelimeler, belli anlam taşıyan frekansların, ses dalgalarına dönüşmüş hâlidir ki;bu da “zikir kelime ve kavramlarını” oluşturur.
Yani, belirli evrensel anlamlar, kuantsal anlamlar, evrende dalga boyları, titreşimler hâlinde mevcut olduğundan; bunların ses frekansına dönüşmüş hâline de kelimeler dendiğinden; o anlamların titreşimine en uygun kelimeler Arapça olduğu için, zikir kelimeleri Arapça olmuştur. Dolayısıyla, siz o kelimeyi değiştirdiğiniz zaman, asla o frekansı tutturamaz ve asla, o istenilen frekansın ihtiva ettiği anlama ulaşamazsınız. İşte bu sebepledir ki. Kişi, Allâh Rasûlü’nün, Kur’ân-ı Kerîm’in insanlara idrak ettirmek istediği sırlara ermek ve evrensel gerçeklere vâkıf olmak istiyorsa, zikir kelimelerini geldiği gibi, yani Arapça orijinalinde olduğu gibi, tekrarlamak mecburiyetindedir. Ve en az hayatında bir kere, kesinlikle, Kur’ân-ı Kerîm’i Arapça orijinal kelimeleriyle beyninde tekrar etmek ve bunu RUHUNA yani bir tür holografik ışınsal bedenine yüklemek zorundadır! Ki, ölüm ötesi yaşamında sonsuza dek kendisinde bulunan bu bilgi kaynağından yararlanabilsin.Ayrıca, bu kelimelerin Arapça olarak orijinaline uygun biçimde tekrar edilmesi zorunluluğunun bir diğer sebebi de şudur: Bu Arapça kelimeleri,eğer Türkçe’ye çevirmeye kalkarsanız, bazen bir sayfa, bazen daha fazla yazmak zorunda kalırsınız; o anlamı verebilmek, o mânâyı kavrayabilmek için. Oysa, bunu tek kelime olarak tekrar imkânı mevcutken!.

Bilmem anlatabildim mi, zikirin neden daima geldiği orijinal
lisanıyla yapılması gerektiğini?

A.Hulusi - Dua ve Zikir
__________________
Sözün kıymetini '' Lal'' olandan,
Ekmeğini kıymetini ''Aç '' olandan,
Aşkın kıymetini ''Hiç'' olandan öğren..

Alıntı ile Cevapla
  #2  
Alt 28.04.18, 22:03
 
Üyelik tarihi: 10.04.18
Bulunduğu yer: İstanbul
Mesajlar: 239
Etiketlendiği Mesaj: 19 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Emeğinize ve yüreğinize sağlık hocam. Allah razı olsun. Keşke bu yazdığınız izahatı bütün insanlar görse.

Çünkü öyle insanlar var ki "Amaaaannn biz türküz, türkçe okusak da aynı. hem kuran evrensel bir kitap değil mi. ha arapça okumuşuuuz ha türkçe" "arapçayı latinceye çevirip öyle okusak da farketmez." gibi düşüncelere kapılıyor.

Hatta kıraata dikkat etmeden olduğu gibi latinceye çevrilmiş halde zikri okuyan var ve bunun normal olduğunu savunuyorlar. "Allah içimizi bilmiyor mu" diyorlar.

işte hocam sizin bahsettiğiniz durum aslında bunların bu yanlış kanısını adeta çürütecek bir açıklama.
Alıntı ile Cevapla
  #3  
Alt 02.05.20, 15:53
Modern Sofi - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Daimi Üye
 
Üyelik tarihi: 24.08.19
Bulunduğu yer: Fena yurdu
Mesajlar: 1,348
Etiketlendiği Mesaj: 122 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Çok demiyorum "Bismillahir Rahmanir Rahim"in karşılığı, anlamı arapça haric hiç bir dilde ifade edilemiyor.
__________________
Sufiye göre, ölü köpeğin dişleri güzeldir. Bardağın yarısı doludur. Hak şerleri hayr eyler.
Alıntı ile Cevapla
  #4  
Alt 03.05.20, 15:52
Gayretli üye
 
Üyelik tarihi: 01.05.20
Bulunduğu yer: Antalya
Mesajlar: 169
Etiketlendiği Mesaj: 15 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Çok mantıklı geldi anlattığınız için sğaolun
Alıntı ile Cevapla
  #5  
Alt 12.03.22, 23:20
HuseyinP - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: 03.03.22
Bulunduğu yer: İstanbul
Mesajlar: 254
Etiketlendiği Mesaj: 10 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Alıntı:
Havasokulu Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Zikirden söz edildiği zaman hemen akla takılan ve sorulan bir soru da şudur:
— Niçin biz bu kelimeleri Arapça olarak söyleyelim? Aynı kelimelerin Türkçe karşılığını söylesek olmaz mı? Allâh, sanki Türkçe anlamaz mı ki biz Türkçe okuyamıyoruz? Elbette, bu sorunun cevabını da vermek böyle bir kitapta, bize
düşer! Öyleyse, dilimiz döndüğünce, bunun da izahını yapalım.Bilelim ki; sesle duyduğumuz bir kelime, yapılan işin en son safhasıdır! Olay beyinde, o anda içten yani kozmik boyuttan veya kozmik âleme ait bir varlıktan gelen; ya da dıştan yani çevremizde algılamakta olduğumuz herhangi bir varlıktan gelen bir impulsla yani bir mikrodalga -ışınsal etki- ile başlar. Bu gelen etki neticesinde, önce beynin biyomanyetiği, sonra biyoelektriği ve daha sonra da biyoşimik yapısı tesir alır. Biyoşimik yapı aldığı tesirle kendisindeki verileri bir araya getirdikten sonra, çıkan neticeyi tekrar biyoelektrik kata dönüştürerek, ilgili sinir sistemini uyarır ve hangi organla ilgili bir durum söz konusu ise olayı
ona aktarır. Ve biz, o organdan yansıyan bir eylem olarak, sonucu algılarız.
Yani esas olan, dışta algıladığımız ses-görüntü değil, bir üst boyutta cereyan eden ışınsal yapı-biyoelektrik-biyoşimik üçlü sistemidir! Şayet, beynin bu ana çalışma sistemini kavrayabildiysek, anlayacağız ki; önemli olan, kelimenin harf dizilişinden oluşan lisan değil, kelimeleri meydana getiren frekans-titreşimdir! “Üst Madde” isimli ses ve video sohbetlerimde izah ettiğim üzere,
evren ve içinde her boyutta var olan, tüm varlıklar orijini itibarıyla kuantsal kökenli ışınsal varlıklardır. Ve dahi bu ışınsal yapıların her biri, bir anlam taşımaktadır. Ki, bu ışınsal kökenli varlıklar tanımına uygun olarak, salt enerji varlıklar, belli bir anlam taşıyan ve o anlama yönelik görev yapan varlıklar dinde “MELEK” kavramı ile açıklanmıştır. Nitekim, “Melek” kelimesinin aslı “melk”ten gelir ki “güç, kuvvet, enerji” anlamındadır. İşte, evrensel mânâda her titreşim-frekans bir anlam taşıdığı gibi, beyne ulaşan her kozmik ışın, frekans dahi bir anlam ihtiva eder biçimde evrende yer almakta ve bu yapılar bizim tarafımızdan “MELEK” adıyla bilinmektedir.İnsan ise, kendi öz gerçeğini, Allâh’ı tanımak için var edilmiş, yeryüzündeki en geniş kapsamlı birimdir. İnsanın kendini bu beden sanması, Kur’ân tâbiriyle “aşağıların en aşağısında var olması”; buna karşılık özünün hükümleriyle yaşaması ise “cennet hayatı” diye tanımlanmasına sebep olduğu için, insana tek bir görev düşmektedir:
KENDİNİ ÖZ YAPISINDA TANIMAK! Bunu da din, “NEFSini bilen RABbini bilir” diye formüllemiştir. İşte, madde boyutunu asıl sanan beyin, kesitsel algılama
araçlarının -beş duyu- kaydından ve onun getirdiği şartlanma blokajından kendini kurtarabildiği takdirde; ışınsal evren gerçeğini fark edip idrak edecek ve o gerçek boyutta, gerçek yerini almak için, gerçek varlığını hissetme arzusu duyacaktır. Bu arzu, onun ışınsal yapıyla ilintisini güçlendirecek ve neticede fark edecektir ki, kendisinde meydana gelen tüm olaylar, ışınsal
anlamların açığa çıkışından başka bir şey değildir. Yani beyin, ışınsal anlamları, bildiğimiz boyuta transfer eden ve bu arada da, bir yandan bu kavramları bir tür holografik ışınsal bedene yüklerken, diğer yandan da dışarıya yayan muazzam bir cihazdır. Zikir, ancak işte bu anlattıklarımızın kavranılmasından sonra anlaşılabilecek, idrak edilebilecek bir sebepledir ki, Arapça orijinal kelimelerle yapılan çalışmadır. Zira, her bir kelime, harf; belli bir frekansın-titreşimin beyinde ses dalgalarına dönüşmüş hâlidir. Her frekans bir anlam taşıdığına göre; kelimeler, belli anlam taşıyan frekansların, ses dalgalarına dönüşmüş hâlidir ki;bu da “zikir kelime ve kavramlarını” oluşturur.
Yani, belirli evrensel anlamlar, kuantsal anlamlar, evrende dalga boyları, titreşimler hâlinde mevcut olduğundan; bunların ses frekansına dönüşmüş hâline de kelimeler dendiğinden; o anlamların titreşimine en uygun kelimeler Arapça olduğu için, zikir kelimeleri Arapça olmuştur. Dolayısıyla, siz o kelimeyi değiştirdiğiniz zaman, asla o frekansı tutturamaz ve asla, o istenilen frekansın ihtiva ettiği anlama ulaşamazsınız. İşte bu sebepledir ki. Kişi, Allâh Rasûlü’nün, Kur’ân-ı Kerîm’in insanlara idrak ettirmek istediği sırlara ermek ve evrensel gerçeklere vâkıf olmak istiyorsa, zikir kelimelerini geldiği gibi, yani Arapça orijinalinde olduğu gibi, tekrarlamak mecburiyetindedir. Ve en az hayatında bir kere, kesinlikle, Kur’ân-ı Kerîm’i Arapça orijinal kelimeleriyle beyninde tekrar etmek ve bunu RUHUNA yani bir tür holografik ışınsal bedenine yüklemek zorundadır! Ki, ölüm ötesi yaşamında sonsuza dek kendisinde bulunan bu bilgi kaynağından yararlanabilsin.Ayrıca, bu kelimelerin Arapça olarak orijinaline uygun biçimde tekrar edilmesi zorunluluğunun bir diğer sebebi de şudur: Bu Arapça kelimeleri,eğer Türkçe’ye çevirmeye kalkarsanız, bazen bir sayfa, bazen daha fazla yazmak zorunda kalırsınız; o anlamı verebilmek, o mânâyı kavrayabilmek için. Oysa, bunu tek kelime olarak tekrar imkânı mevcutken!.

Bilmem anlatabildim mi, zikirin neden daima geldiği orijinal
lisanıyla yapılması gerektiğini?

A.Hulusi - Dua ve Zikir
Bu görüşe katiliyorum. Ahmet hulusinin kitaplarini okumustum adamin anlattiklarini herkez idrak edemez ama adam kuantumla frekansla vs konulari bazi kesim insanlar icin iyi açıklamış.
Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Etiketler
arapca, neden, olmalidir, zikir

Seçenekler
Stil

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevap Son Mesaj
Ruhsal olan her işte neden Arapça kullanılıyor? tingir Sorularınız 4 01.12.21 23:16
Zikir rahmani varlıkları neden celbeder? Encyclopedia Sorularınız 16 01.11.21 22:29
Zikir çekerken neden hızlı çekiliyor La Tahzen12 Sorularınız 11 07.03.21 16:20
Neden fazla zikir ve dua kafayı yedirtir diyor insanlar? twennywann Sorularınız 16 01.10.20 23:41
Neden zikir sırasında rahatsız ediyorlar? Elifje Sorularınız 6 01.08.20 18:15


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 22:14.


Powered by vBulletin® Version 3.8.5
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
HavasOkulu.Com

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147