Hicr Suresi Açıklamalı Tefsiri - Havas Okulu
 

Go Back   Havas Okulu > islam & Tasavvuf > Kuran-ı Kerim > Kuran-ı Kerim Tefsiri

Acil işlemleriniz için instagram: @HavasOkulu
 
 
LinkBack Seçenekler Stil
Prev önceki Mesaj   sonraki Mesaj Next
  #1  
Alt 03.07.18, 09:00
Daimi Üye
 
Üyelik tarihi: 28.04.15
Bulunduğu yer: Nefes Aldığım Yerde
Mesajlar: 15,036
Etiketlendiği Mesaj: 884 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart Hicr Suresi Açıklamalı Tefsiri

15-HİCR:

1- (Yunus Sûresine ve benzerlerine bkz.) Bunlar, ilâhi bir sırrı kapsayan bu sûre, bu kitabın ve apaçık bir Kur'ân'ın âyetleridir. Yani Allah'a ait bütün kitapların mükemmelliklerini kapsayan ve hepsinden üstün olduğu için, kitap denildiği zaman doğrudan doğruya akıllara gelecek olan ve şöhretinden dolayı vasıflandırmaya ihtiyacı olmayan o bilinen kitabın, muhtevasını en güzel beyan ile anlatan eşsiz Kur'ân'ın âyetleridir. Bundan dolayı bunları başka sözlerle mukayese etmeyip tam bir özenle okumalı ve dinlemeliyiz.

2- O inkâr edenler, yani Kur'ân'ı tanımayan, bu kitabın Allah tarafından indirildiğini inkâr edenler, bir zaman olur arzu eder veya bir zaman gelecek arzu edecekler ki müslüman olsaydılar. Keşke onun hüküm ve emrine boyun eğip müslüman olsaydık diye temenni ederler veya edeceklerdir. Amma ya uzun bir alışkanlık ile küfrün uğursuzluğuna mağlup olduklarından dolayı o arzuyu gerçekleştiremezler, İslâm fazileti ile vasıflanmazlar veya vasıflansalar bile teklif zamanı geçmiş, ceza zamanı gelip çatmış bulunur. Bu arzı ya müslümanların güzel durumlarını gördükleri zaman veya ölüm sırasında veya kıyamet gününde veya günahkâr müslümanların cehennemden çıktıklarını gördükleri sırada olacaktır.

Ebu Musa el-Eş'arî'nin rivayetine göre Hz. Peygamber (s.a.v) buyurmuştur ki: "Kıyamet gününde cehennemlikler cehehnemde toplandıkları ve kıble ehlinden (müslümanlardan) Allah'ın dilediği bir kısmı da beraberlerinde bulunduğu vakit kâfirler, bunlara: "Siz müslüman değil miydiniz?" diyecekler. Onlar: "evet!" diyecekler. "O halde gördünüz ya İslâm'ınızın hiç faydası yokmuş, işte siz de bizimle beraber ateşte yanıyorsunuz." diye onları kınayacaklardır. Onlar: Hayır öyle değil; bizim bir takım günahlarımız vardı. Yüce Allah, onunla bizi sorumlu tuttu." cevabını verecekler. Bunun üzerine Yüce Allah o kâfirlere kızacak ve rahmeti ve ihsanı ile kıble ehlinden olanların kurtuluşlarını emredecek de onlar cehehnemden çıkacaklar. Ve işte o vakit kâfirler: "Ah keşke biz de müslüman olsaydık diyecekler..."

İbnü Abbas (r.a)dan da Mücahid şunu rivayet etmiştir ki: "Yüce Allah, müslümanları yavaş yavaş rahmet ve şefaatine mazhar edecek ve sonunda 'Müslüman olan cennete girsin'' buyuracak ve işte o zaman kâfirler müslüman olmalarını temenni edeceklerdir..."

Bununla birlikte gerçek şudur ki bu rivayetler, şiddetli arzu zamanlarına yorumlanır. Yoksa ahirette kâfirlerin bu temenni ve pişmanlığı her an ve sonsuza kadar devam edecektir.

3- Onları bırak, İslâm'dan ve hak nasihatından faydalanmak ihtimalleri olmayan o kâfirleri yesinler. Yani onların derdi hayvan gibi yiyip içmek, nefse hoş gelen şeyler ve şehvetler peşinde koşmaktır. Bundan dolayı bırak yemeye devam etsinler ve faydalansınlar, yani hayvanca zevkleri ile boğuşadursunlar. Allah korkusu, ahiret ve hesap düşüncesi ile ilgilenmeyerek eğlence etmeye devam etsinler. Ve ümit, kendilerini oyalasın, işlerimiz düzgün gidecek, uzun ömürler süreceğiz, dünyadan istediğimiz gibi faydalanacağız diye kendilerini aldatarak sonuçtan gafil olsunlar ki sonra bilecekler, başlarına geleceği görecekler. Ne hata edeceklerini anlayacaklar, "ah!" diyecekler amma iş işten geçmiş bulunacak.

Fakat "Hesabı çabuk gören Allah, bu kâfirleri niçin derhal mahvetmiyor?" gibi bir soru hatıra gelecek olursa:

Meâl-i Şerifi

4- Biz hiçbir memleketi (Allah katında) bilinen bir zamanı olmaksızın helak etmedik.

5- Hiçbir millet, ecelinin önüne geçemez ve onu geciktiremez.

4- hiçbir memleketi de başka şekilde helak etmedik ancak bilinen bir kitabı olarak. Burada "bilinen" vasfı, unutulmaz ve gaflet olunmaz ve bundan dolayı ileri geri şaşmaz demektir. Yani gerek arazisini yerin dibine geçirip batırmak ve gerek halkını kırıp geçirmek gibi, türlü türlü felaket ve afetler ile öteden beri mahvedilen memleketlerin hiçbiri nasıl rastgelirse ve körü körüne değil, mutlaka herbiri Allah'ın hikmeti gereğince tayin ve takdir edilip, Levh-i Mahfuz'a yazılmış şaşmaz, unutulmaz, gaflet edilmez bir yazısı olarak ve dolayısıyla o yazıdaki kayıtlar ve şartlar ve özel eceli gereğince helak edilmişlerdir.

5- Onun için hiçbir ümmet ecelinin önüne geçemez. O yazıda belirlenmiş olan vaktinden önce helak olmaz. Geri de kalamazlar. Bundan dolayı bu kâfirler de, yani senin şehir halkın olan Mekke kâfirleri de böyledir ey Muhammed! Zamanı gelince bir an geri kalmıyacaklar, İbrahim Sûresi'nin sonunda (49-50 âyetlerde) açıklandığı üzere el ve ayaklarına kelepçe takılarak birbirine çatılıp katrandan gömlekler içinde cehennemi boylayacak ve o zaman ne hata ettiklerini anlayacaklardır.

Meâl-i Şerifi

6- Dediler ki: "Ey kendisine Kur'ân indirilen (Muhammed)! Sen mutlaka bir mecnunsun."

7- "Eğer peygamberlik davanda doğru kimselerdensen, bize melekleri getirmeliydin."

6- Bir de dediler ki Mükâtil'in açıklamasına göre bu âyetin indirilmesinin sebebi; Abdullah b. Ümeyye, Nadr b. Hâris, Nevfel b. Hüveylid, Velid b. Muğire'dir. Mekke müşriklerinin bu çok inatçı ve azgın kodamanları ve bunlara uyan kâfirler, apaçık Kur'ân'a ve bunun, üzerine indiği Hz. Peygambere şöyle küfretmişlerdi ki ey kendisine o zikir indirilen! O, zikir, Kur'ân'dır. Çünkü Kur'ân Allah Teâlânın halka va'z ve öğütlerini hatırlattığından dolayı bir ismi de "zikir"dir. Kâfirler bu tabirle çağırmayı teslim olmak ve inanmak şekli ile değil, gelecek tarz üzere delilik saçmalıklarının sebebi olmak üzere alay tavrı ile yapıyorlardı. Kısacası Musa (a.s) hakkında Firavun'un "Size gönderilen bu elçiniz mutlaka delidir." (Şuarâ, 26/27) dediği gibi, bunlar da Kur'ân'ın uyarıları hoşlarına gitmediği için, Kur'ân vahyini ve Hz. Muhammed'in peygamberliğini akıl kabul etmez, delice bir iddia farzederek ve vahiy inerken Hz. Peygamber (s.a.v)'e gelmesi alışılmış olan ve Hakk'ın vahyini, irade ile yapılan düşünmeden tamamen ayıran ve soyutlayan istiğrak (gark olma, kendinden geçme) durumunu bahane edinerek o hitap şekli ile demiş oluyorlardı ki, "Sana o zikir (Kur'ân) indiriliyormuş, Kur'ân vahy olunuyormuş ha!... Hiç bu olacak şey mi? Ey bu büyük ve olağanüstü vahiy ve peygamberlik davasının iddiacısı! Bu davadan dolayı hiç şüphe yok sen kesin olarak delisin, cin tutmuş delirmişsin. Yoksa bize o melekleri getirsene!... Sana o Kur'ân'ı indiren veya bize azab getirecek olan melekleri getirsene bakalım eğer doğrulardan isen böyle yapman gerekir. Sana görünen neden bize görünmesin?..."

Allah Teâlâ bunların bu hilelerini redderek buyurur ki:

Meâl-i Şerifi

8- Biz o melekleri ancak, hak ile indiririz. Ve indirildikleri vakit de onlara (kâfirlere) hiç mühlet verilmez.

9- Hiç şüphe yok ki, Kur'ân'ı biz indirdik, elbette onu yine biz koruyacağız.

7- Bir de dediler ki Mükâtil'in açıklamasına göre bu âyetin indirilmesinin sebebi; Abdullah b. Ümeyye, Nadr b. Hâris, Nevfel b. Hüveylid, Velid b. Muğire'dir. Mekke müşriklerinin bu çok inatçı ve azgın kodamanları ve bunlara uyan kâfirler, apaçık Kur'ân'a ve bunun, üzerine indiği Hz. Peygambere şöyle küfretmişlerdi ki ey kendisine o zikir indirilen! O, zikir, Kur'ân'dır. Çünkü Kur'ân Allah Teâlânın halka va'z ve öğütlerini hatırlattığından dolayı bir ismi de "zikir"dir. Kâfirler bu tabirle çağırmayı teslim olmak ve inanmak şekli ile değil, gelecek tarz üzere delilik saçmalıklarının sebebi olmak üzere alay tavrı ile yapıyorlardı. Kısacası Musa (a.s) hakkında Firavun'un "Size gönderilen bu elçiniz mutlaka delidir." (Şuarâ, 26/27) dediği gibi, bunlar da Kur'ân'ın uyarıları hoşlarına gitmediği için, Kur'ân vahyini ve Hz. Muhammed'in peygamberliğini akıl kabul etmez, delice bir iddia farzederek ve vahiy inerken Hz. Peygamber (s.a.v)'e gelmesi alışılmış olan ve Hakk'ın vahyini, irade ile yapılan düşünmeden tamamen ayıran ve soyutlayan istiğrak (gark olma, kendinden geçme) durumunu bahane edinerek o hitap şekli ile demiş oluyorlardı ki, "Sana o zikir (Kur'ân) indiriliyormuş, Kur'ân vahy olunuyormuş ha!... Hiç bu olacak şey mi? Ey bu büyük ve olağanüstü vahiy ve peygamberlik davasının iddiacısı! Bu davadan dolayı hiç şüphe yok sen kesin olarak delisin, cin tutmuş delirmişsin. Yoksa bize o melekleri getirsene!... Sana o Kur'ân'ı indiren veya bize azab getirecek olan melekleri getirsene bakalım eğer doğrulardan isen böyle yapman gerekir. Sana görünen neden bize görünmesin?..." Allah Teâlâ bunların bu hilelerini redderek buyurur ki:

Meâl-i Şerifi

8- Biz o melekleri ancak, hak ile indiririz. Ve indirildikleri vakit de onlara (kâfirlere) hiç mühlet verilmez.

9- Hiç şüphe yok ki, Kur'ân'ı biz indirdik, elbette onu yine biz koruyacağız.

8- Biz melekleri ancak hakk ile indiririz. Yani melekler onların zannettikleri gibi getirilmez, Hareketlerinin gayesi öyle kâfirlerin olması şöyle dursun, insanlardan hiçbirinin emri altına da girmezler. Ancak Allah Teâlâ'nın yüce emri ile indirilirler. O da şunun bunun arzusu gibi boş yere değil, hak bir yol ve hikmetle indirilir. Bundan dolayı peygambere Allah'ın vahyini getiren meleklerin onlara da görünmesi hak değildir. Bir de o takdirde mühlet verilenlerden olamazlar. Kendilerine göz açtırılmaz, azab melekleri indirildi mi, derhal işleri bitirilir.

9- Hiç şüphe yok ki o zikri (Kur'ân'ı) biz indirdik biz hiç şüphesiz onun koruyucusu da mutlaka biziz. Buradaki zamiri iki ayrı şekilde yorumlanmıştır. Birincisi "zikr"e ait olmasıdır tefsircilerin çoğunun görüşü budur. İkincisi Ferrâ ve İbnü'l Enbârî'nin görüşleridir ki, Kur'ân üzerine indirilen Hz. Peygambere ait olmasıdır. Bu durumda mânâsı onu cin ve şeytan şerrinden ve düşman tecavüzünden koruyan ve koruyacak olan da biz şanı Yüce Allah'ız demek olur. Bu da doğru bir mânâ olmakla beraber âyetten ilk bakışta anlaşılan, birinci mânâdır. Yani Allah Teâlâ, bununla Kur'ân'ın fazlalık veya noksanlıkla bozma ve değiştirmeden korumasını üzerine almış ve korunarak kalmasını anlatmıştır. O halde bu vaad varken sahabe, Kur'ân'ın Mushaf'ta toplanması ile niçin meşgul oldular? Sorusu da sorulamaz. Çünkü hafızların Kur'ân'ı ezberlemesi gibi, sahabenin onu toplaması da Allah Teâlâ'nın koruma sebebleri cümlesindendir. Allah, onun korumasını üzerine aldığı içindir ki, onları bu şekilde toplamaya ve zaptetmeye muvaffak etmiştir.

Burada tefsirciler Allah Teâlâ'nın Kur'ân'ı korumasının niteliği hakkında da birkaç ayrı görüş açıklamışlardır. Şöyle ki:

1- Bunu Allah'ın koruması, insan sözünden ayrı bir mucize kılarak halkı, artırma ve eksiltmeden aciz bırakması şeklindedir. Çünkü Kur'ân'a bir şey ilave edecek veya eksiltecek olsalar Kur'ân nazmı değişir ve bütün aklı erenlere onun Kur'ân'dan olmadığı meydana çıkar. Bunun için Kur'ân'ın icâzkâr olması (benzerini getirmekten insanları aciz bırakması) bir şehri kuşatan sur ve istihkâm gibi onu korunmuş tutar.

2- Allah Teâlâ, hiç kimseye Kur'ân'a sözlü mücadele edebilecek kuvvet vermemek suretiyle onu korumuş ve muhafaza etmiştir. Bu iki yorum şekli birbirine yakındır.

3- Allah Teâlâ, teklif (yükümlülük) süresinin sonuna kadar Kur'ân'ı koruyacak, okutacak ve halk arasında neşredecek bir topluluğu görevlendirmek suretiyle, onu halkın iptal etmesinden ve bozmasından koruyup muhafaza edecektir.

4- Korumadan maksadın şu olduğunu söylemişler: Bir kimse Kur'ânın bir harfini veya bir noktasını değiştirecek olsa bütün âlem ona: "Bu yanlıştır, Allah'ın sözünü değiştirmektir" der. Hatta büyük ve heybetli bir adam Allah kitabının bir harfinde veya harekesinde yanlışlıkla bir hata veya bir lâhin yapacak olsa çocuklar bile ona hemen, "Efendi yanıldın, doğrusu şöyledir!" derler.

Fahreddin Râzî der ki: "Kur'ân'ınki gibi korunma hiçbir kitaba nasib olmamıştır. Başka hiçbir kitap yoktur ki, az çok tashif (kelimeyi yanlış yazma), tahrif (yazarken harflerin yerini değiştirme) ve bozulma girmemiş olsun. Bunca dinsizlerin, yahudilerin ve hıristiyanların Kur'ânı değiştirmek ve bozmak üzere birçok arzuları ve hırsları bulunduğu halde, bu kitabın her yönden tahriften korunmuş olarak kalması en büyük mucizelerdendir. Bir de Allah bunun böyle korunmuş olarak kalmasını bu âyetle haber vermiştir. Şimdiye kadar da altı yüz seneye yakın bir zaman geçmiştir. Bundan dolayı, bunun bir gayb haberi olduğu gerçekleşmiş bulunuyor. Bu ise üstün bir mucizedir. Bu satırların yazıldığı şu zamanımızda ise, yüce hicretin bin üç yüz kırk dokuzuncu (günümüzde ise bin dört yüz on üç) senesinde bulunuyoruz. Bu sûre, Mekke'de indiğinden dolayı demek ki bin üç yüz elli seneyi geçen bir müddetten beri, bütün kâinat bu gayb haberinin gerçekleştiğine şahid olmaktadır. Gerçekten Kur'ân'da bu âyet, açık bir ifade olmasaydı bile, hiçbir kitaba nasib olmayan bir koruma ile bu kadar senedir korunması, Râzî'nin dediği gibi başlı başına büyük bir fiilî mucize olurdu. Bunun, bu âyetle başlangıçtan itibaren açık olarak ifade edilmesi, özellikle pekiştirilerek anlatılmış olması ise, hiç söz götürme ihtimali olmayan ilmî bir mucizedir. Ve işte on üç buçuk asırdan fazla bir zamandan beri, dünya böyle hem ilim ve hem de amelle ilgili yönleri toplayan bir mucizenin şahidi olagelmiştir. "Bunlar, kitabın ve apaçık olan Kur'ân'ın âyetleridir." (Hıcr, 15/1).

Böyle apaçık bir Kur'ân'a ve bunun, üzerine indiği Yüce Peygambere karşı, kâfirlerin neden insaf etmeyip de edepsizlikte bulunduklarına gelince; Allah Teâlâ, bunun sebebini açıklamakla Peygamberini teselli etme konusunda buyuruyor ki:

Meâl-i Şerifi

10- Andolsun, senden önceki milletler arasında da peygamberler gönderdik.

11- Onlara hiçbir peygamber gelmiyordu ki onunla alay etmiş olmasınlar.

12- Biz o küfrü suçluların kalbine işte böyle sokarız.

13- Kur'âna iman etmezler, halbuki öncekilerin sünneti (inanmadıkları için başlarına gelenler) gelip geçmiştir.

14- Onlara gökten bir kapı açsak da oradan yukarı çıksalar,

15- "Gözlerimiz perdelendi, daha doğrusu bize büyü yapılmıştır" derler.

10-11-12- İşte öyle yani bütün önceki peygamberlerin etrafında bulunan ve her gelen peygamber ile alay edenlerin kalblerine yaptığımız gibi biz ona, o zikre bir yol veririz suçluların kalplerinde, yani Allah'ın sözünün her kalbe girişi ve orada alacağı akım bir değildir. Güzel bir tohuma iyi bir yerde verilen gelişme ve büyüme, çorak yerlerde verilmediği gibi, Allah'ın sözünün de suçlu kalblerdeki yankılanmaları, temiz kalblerdeki tecellilerine benzemez. Temiz kalblere edebî bir hayatın yayılması ile girip dizilen sözünü Allah Teâlâ, suça bulaşa bulaşa mizacı bozulmuş olan suçluların çürük kalblerine mızrak saplar gibi, aksi tesir ile sokar.

13- Öyle ki ona inanmazlar. Halbuki önlerinde öncekilerin sünneti geçmiştir. Yani geçmişte peygamberleri yalanlayanlar ve onlarla alay eden imansızları o inanmadıkları şeylerle Allah Teâlâ'nın hep mahvetmiş olduğu ve bunun öteden beri meydana gelen Allah'ın bir sünneti, Allah'ın bir kanunu olduğu, tecrübe ile sabit bir gerçek iken ve bundan ötürü ders alacak bunca tarihi ibret önlerinde geçmiş iken yine inanmazlar.

14-15- Onlara gökten bir kapı açsak da orada göz göre yukarı çıksalar, yani melekler, o kapıda açıktan açığa inip çıkıyor olsalar veya doğrudan doğruya kendileri çıksalar gözlerine inanmazlar da mutlaka derler ki başka bir şey değil, muhakkak gözlerimiz perdelendi daha doğrusu biz büyülenmişiz de gözlerimize kuruntular ve hayaller gerçek gibi görünüyor. Yoksa gerçekten göğe çıkmak mümkün mü? diye inkâr ederlerdi.

Gerçekten;

Meâl-i Şerifi

16- Andolsun biz, gökte birtakım burçlar yarattık ve bakanlar için onu süsledik.

17- Ve göğü taşlanan bütün şeytanlardan koruduk.

18- Ancak kulak hırsızlığı eden şeytan hariç, onu apaçık bir alev sütunu takip eder.

19- Yeryüzünü düzgün bir şekilde yarattık ve oraya sabit dağlar yerleştirdik. Orada hikmetle ölçülmüş her şeyden bitkiler bitirdik.

20- Orada hem sizin için, hem de sizin rızıklarını veremediğiniz kimseler için geçim yollarını yarattık.

21- Her şeyin hazineleri yalnız bizim yanımızdadır. Fakat biz, onu ancak ihtiyaca göre, belli ölçülerde veririz.

22- Biz rüzgarları aşılayıcı olarak gönderdik ve gökten bir su indirip sizi onunla suladık. O suyu hazinelerde tutan da siz değilsiniz.

23- Elbette biz diriltiriz ve biz öldürürüz! Ve hepsinin varisleri de biziz.

24- Andolsun ki biz, içinizden İslâm'da öne geçmek isteyenleri de biliriz, geri kalmak isteyenleri de biliriz.

25- Şüphesiz Rabbin O'dur ki, onları kıyamet gününde hesaba çekmek için toplayacaktır. O, hikmet sahibidir, bilendir.

16- Şüphesiz ki biz gökte burçlar yarattık. BURC: aslında yüksek köşk demektir. Gökte özel bir şekilde toplanmış bir takım yıldızların toptan görünüşlerine de bu mânâ ile burc denilmiştir ki, bu takım yıldızların meşhurları on ikidir. Bulundukları yerlere "mıntakatü'l-bürûc" (burclar mıntıkası) denilir ki güneşin bir yerden diğer bir yere geçme noktalarını sınırlayan Yengeç burcu yörüngesi ile Oğlak burcunun yörüngesi arasındaki kuşaktır. Astronomi bilginlerinin teriminde burçlar denildiği zaman Güneş ve gezegenlerin yörüngeleri sayılan bu on iki burç anlaşılır. birçok tefsirciler de bu on ikiyi söylemişlerdir. Fakat gökteki burçlar, yalnız bu on iki burçtan ibaret değil, sayıları pek çoktur. Çoğu bu on iki burcun içinde ise de Büyükayı kümesi, Küçükayı kümesi gibi kutuplar bölgesinde olanlar da vardır. Ve bu âyette, belirsiz çoğul kipi ile genel olarak buyurulmuş olduğundan dolayı, bunu on iki ile sınırlamak görünüşe aykırıdır. Öyle ise âyetteki güzel zevki tatmak için burc kelimesinin içerdiği mânâlara dikkat etmelidir. Burc denildiği zaman ilk önce yüksek bir köşk mânâsı vardır. İkinci olarak bu köşkün maddesinde yıldızlar vardır Üçüncü olarak yıldız mânâsında ışık anlamı vardır. Bu şekilde buyuruluyor ki: "Baksanıza, biz gökte birçok burclar, yıldızlardan yapılmış, ışıklarla donanmış türlü türlü şekillerde yüksek yüksek köşkler yaptık. Yani tabiata kalsaydı bunlar olamazdı. Gök meydana gelmez, meydana gelseydi bile basit bir uzaklık olmaktan öteye geçemezdi. Yıldızlar ve özellikle bunların değişik şekillerde teşekkülleri olamaz, yıldız tabiatı ile miktarları, uzaklıkları farklı olamazdı, değişik manzaralara ayrılamaz, hepsi aynı şekilde, aynı vaziyette eşit mesafelerde, bir boyda, bir tarzda olur, gök manzaralarında bu güzel burçlar bulunmazdı. Sanat ve kuvvetimizle biz bunları yaptık."

Ve bakanlar için onu, o göğü süsledik. Yani o çeşitli burçları, nurdan avizeleri, güzel manzaralarıyla gök öyle güzeldir ki, dikkati çekmemesi, bakanların ibret almaması mümkün değildir. Fakat bunun için bakacak, baktığını görecek, gördüğünün ilerisini sezip ibret alacak görüş sahibi olması lazımdır. Görüş sahibi olanlar bu güzel sanata tutulup baksınlar, bu yüceliği bu kudret eserlerini seyretsinler de yaratanın yücelik ve ululuğuna delil getirmekle tevhide yükselsinler diye onu süsledik ve donattık.

17- Ve onu her taşlanmış şeytandan koruduk.

RACÎM: Recimden feîldir ki, fâil mânâsında olur, mef'ûl mânâsına da olur. Recm, lügatta taşlamak demektir. Sonra öldürülmüş mânâsına gelir ki, bu, benzetme yoluyladır. Kâzif (iftiracı) gibi sövmek ve küfretmek ile haysiyete dokunan söz söylemek mânâsına gelir. Çünkü çirkin söz atmaktır. "Seni mutlaka taşlarım" (Meryem, 19/48) gibi yalnız zan ile söyleyivermek mânâsına gelir ki, dilimizde de "atma" denilir.

"Karanlığa taş atar gibi" (Kehf, 18/22) zan ile söylemek terimi de bundandır. Atılan, "kendisi ile atış yapılan" her şeye isim de olur. Çünkü "Ve onları, şeytanlar için taşlamalar yaptık.." (Mülk, 67/5) âyetinde mermî mânâsınadır. Nihayet taşlama, kovma ve lanet mânâsına gelir. Çünkü kovulan taşlanır ve Bu mânâlardan her biri ile de tefsir edilmiştir. Şeytan taşlanmıştır, atar, kendi kendine hükümler verir. Bilmediği şeyleri atar, yalan söyler, iftira eder. Yukarda adı geçen alay edenler gibi küfreder ve söver; fırsat bulursa haksız yere öldürür. Taşlanmıştır, ileride açıkça ifade edileceği gibi kovulmuş ve lanetlenmiştir. Burada de "küllün" kapsamlı olması "racîm"in muhtemel bütün mânâlarına, cin ve insan şeytanlarının hiçbiri dışarda kalmamak üzere, hepsini içine almak suretiyle, yani herbirine birer kapsam ifade eder. Ve racîm (taşlanmış) niteliği, diğerlerini dışarda bırakan bir kayıt olmayıp şeytanın açıklayıcı bir niteliği olduğundan bu nitelik, "bütün şeytanlar"dan hiçbirini kapsam dışında bırakmaz, yani her şeytan, her mânâsı ile racîmdir. Racîm (taşlanmış) olmayan hiçbir şeytan yoktur. Özetle , "sûr" ipucu ile bu mânâlardan her birinin yalnız başına ve nöbetleşe anlatılmasının kastedilmiş olduğu anlaşılır. Kur'ân'a ve Hz. Peygambere dil uzatmak isteyen ve insan şeytanlarından olan adı geçen kâfirler, bu recmin asıl konusu olduğundan dolayı, mânâ açısından bu genelleştirme daha açıktır. Bununla birlikte şeytanın kendisinden ayrılmayan genel bir özelliği olan racîm niteliğinin, akla gelen ve bilinen mânâsı mercûm, (taşlanmış) yani kovulmuş ve lanetlenmiş mânâsı, tam açıklayıcı vasıf olduğundan dolayı, diğer mânâlara ihtiyaç da kalmayabilir. Bundan dolayı meâlin özeti şu olur: "Biz göğü bakanlar için süslemekle beraber her taşlanmış şeytandan koruduk. İster cin ve ister insandan hiçbir şeytan göğe çıkamaz, gökteki durumlar hakkında bilgi sahibi olamaz. Yerdeki gibi orada şeytanlık yapamaz. Benzerlerine açık olan o güzel gök, gözleri şeytanlıkta olan gizli açık bütün şeytanlara kapalıdır ve hepsi taşlanmış ve kovulmuşlardır. Bundan dolayıdır ki, o kâfirler de göğe baksalar bile yükselmeye imkan bulamazlar, yükselemezler. Ve diyelim ki kendilerine gökten bir kapı açılsa da açıktan açığa yükselecek olsalar, gözlerine inanmazlar da gözlerimiz döndü veya büyülendik derler.

18-Ancak kulak hırsızlığı eden müstasnâ, yani gök, korunmuş olup ona yükselemedikleri için melekler âlemini dinleyemez. "Artık o şeytanlar 'mele-i âlâ'yı (melekler âlemini) dinleyemezler." (Saffât, 37/8). Gökteki melekleri dinlemekle bilgi alamazlar. Ancak göğe ait inen ilimler ve haberlerden işittikleri bazı şeyleri çalarak şeytanlık yapmak için kulak hırsızlığı edenler vardır. (Saffât, 37/7-10. âyetler ile; Cin, 72/8-9. âyetlerin tefsirine bkz.) Onun da peşine açık bir alev sütunu düşmüştür. Açık bir alev ardından yetişmektedir.

ŞİHÂB: Lugatte ateş alevi demektir. Parıltılardan dolayı yıldızlara ve süngüye de denilir. Özellikle gökten yıldız kayıyor gibi, görünen aleve denildiği çok olmuştur. Bunun bir alevleme olduğu görünürse de fizikî olarak oluşma şekli henüz ilmi olarak açıklanmış değildir. Bu konuda değişik varsayımlar vardır. Eskiden tabiat ilmi ile uğraşan bilginler, yükselen buharların, yani havanın yüksek tabakalarına yükselmiş olan birtakım gazların tutuşmalarına yorumluyorlardı. Son zamanlarda da şu görüş ortaya çıkmıştır: Kıvılcımlar, uzayda sürüler halinde seyr ve hareket eden bir takım küçük cisimlerdirler. Yer bunların birçok yörüngelerine rast gelir. Ve bunlar yeryüzüne rast geldikleri zaman, atmosferin yüksek kısımları ile teması sonucunda süratlerinin şiddetinden dolayı sürtünme ile meydana gelen ısı ile tutuşurlar. Göktaşları da bunlardan düşer. Alev sütunlarının sürati saniyede kırk ile yetmiş iki kilometre arasında değişir. Gök taşlarının hareketi ne gezegenlerin düz yörüngeleri içinde, ne de onlarla aynı yönde olmayıp bunlar yörüngelerinin cinsine göre daha fazla kuyruklu yıldızlara benzetildiğinden astronomların bazısı bunları parçalanmış kuyruklu yıldızların bir döküntüsü olarak düşünmek istemişlerdir. Şüphe yok ki şihâb (alev sütunu) ve gök taşları konusu şimdiki astronomi ilminin üzerinde kurulduğu çekim kanununa tatbik edilerek henüz açıklanabilmekten uzaktır.
__________________
Sözün kıymetini '' Lal'' olandan,
Ekmeğini kıymetini ''Aç '' olandan,
Aşkın kıymetini ''Hiç'' olandan öğren..

Alıntı ile Cevapla
 

Etiketler
aciklamali, hicr, suresi, tefsiri


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevap Son Mesaj
Nuh Suresi Açıklamalı Tefsiri Havasokulu Kuran-ı Kerim Tefsiri 1 06.01.20 01:27
Tin Suresi Açıklamalı Tefsiri Havasokulu Kuran-ı Kerim Tefsiri 4 30.06.19 23:16
Asr Suresi Açıklamalı Tefsiri Havasokulu Kuran-ı Kerim Tefsiri 2 30.08.18 21:18
Fil Suresi Açıklamalı Tefsiri Havasokulu Kuran-ı Kerim Tefsiri 4 29.08.18 10:30
Hac Suresi Açıklamalı Tefsiri Havasokulu Kuran-ı Kerim Tefsiri 2 03.07.18 08:43


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 09:27.


Powered by vBulletin® Version 3.8.5
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
HavasOkulu.Com

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147