Havas Okulu - Tekil Mesaj gösterimi - A-la Suresi Açıklamalı Tefsiri
Tekil Mesaj gösterimi
  #1  
Alt 02.07.18, 12:18
Havasokulu Havasokulu isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Daimi Üye
 
Üyelik tarihi: 28.04.15
Bulunduğu yer: Nefes Aldığım Yerde
Mesajlar: 15,056
Etiketlendiği Mesaj: 884 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart A-la Suresi Açıklamalı Tefsiri

87-A'LA:

Sûresi'ni çok severdi." Ebu Ubeyd'in, Ebu Temim tarafından rivayet edildiğini tesbit ettiği bir hadiste de, Resulullah (s.a.v.) buna "Allah'ı tesbihi anlatan sûrelerin en faziletlisi." adını vermişti.

Ebu Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbnü Mâce, Hakim ve Beyhakî Hz. Aişe'nin şöyle rivayet ettiğini tesbit etmişlerdir: "Hz. Peygamber (s.a.v.) vitir namazının birinci rekatında , ikincide , üçüncüde İhlas ve Muavizeteyn sûrelerini okurdu." Tirmizî'nin dışında yine bunların Übeyy b. Ka'b'tan rivayetlerinde Muavvizeteyn yoktur.

İbnü Ebi Şeybe, İmam Ahmed, Müslim, Ebu Davud, Tirmizî, Nesâî ve İbnü Mâce Nu'man b. Beşir'in şöyle rivayet ettiğini tesbit etmişlerdir: "Resululah (s.a.v.) bayram namazlarında ve cuma günü ve sûrelerini okurdu. Eğer cumaya rastgelirse ikisini de okurdu."

Taberanî, Abdullah b. Hâris'in şöyle rivayet ettiğini yazar: "Resulullah (s.a.v.)'ın kıldığı son namaz akşamdır. Birinci rekatta yı, ikincide u okudu." demiştir.

Târık Sûresi'nin sonu, kâfirlerin tuzaklarına karşı ilâhî emir ile Resulullah (s.a.v.)'ın ilerde galip geleceği vaadini kapsıyordu. Bu sûrede "Seni en kolaya muvaffak kılacağız." ile onu açıklığa kavuşturmak ve gerçekleşeceğini vurgulamak üzere öncelikle Rabbinin "Â'lâ" (en yüce) ismiyle garanti vererek şükür vazifesinin yerine getirilmesinin akışı içersinde onu tesbih etmeye davet için "Rabbinin yüce adını tesbih et." diye başlayacak ve bunun bayram yapılmaya değer bir müjde olduğuna işaretle beraber, ahiretin daha hayırlı ve daha kalıcı olduğunu ve dolayısıyla gerçek bayramın asıl o vakit olacağını anlatacaktır.

Âyetleri : İhtilafsız ondokuzdur.

Fâsılası : Yalnız harfidir.

Meâl-i Şerifi

1- Rabbinin yüce adını tesbih et.

2- Yaratıp düzene koyan O'dur.

3- Takdir edip hidayeti gösteren O'dur.

4- Otlağı çıkaran,

5- Sonra da onu karamsı bir sel köpüğü haline getiren O'dur.

6- Bundan böyle sana Kur'ân'ı okutacağız da unutmayacaksın.

7- Yalnız Allah'ın dilediği başkadır. Çünkü o açığı da bilir, gizliyi de.

8- Seni en kolay yola muvaffak kılacağız.

9- Onun için öğüt ver, eğer öğüt fayda verirse.

10- Saygısı olan öğüt alacaktır.

11- Pek bedbaht olan da ondan kaçınacaktır.

12- O ki, en büyük ateşe girecektir.

13- Sonra ne ölecek onda, ne de hayat bulacaktır.

14- Doğrusu felaha ermiştir, temizlenen,

15- Rabbinin adını anıp namaz kılan.

16- Fakat siz dünya hayatını tercih ediyorsunuz.

17- Oysa ahiret daha hayırlı ve daha kalıcıdır.

18- Kuşkusuz bu ilk sahifelerde vardır,

19- İbrahim ve Musa'nın sahifelerinde.

Rabbinin yüce ismini tesbih ederek onu noksan sıfatlardan uzak tut. Yani seni yetiştiren ve kâfirlerin tuzaklarını başlarına geçirecek olan Rabb'ın zatında her şeyden üstün, hepsinden yüksek ve yüce olduğu gibi, onun sıfat ve isimleri de bütün sıfatların, kendilerine isim oldukları varlıkları tanıtan isimlerin en yükseği, en ulusudur.

Allah'ın güzel isimlerinden birisi de el-A'lâ ismidir. Onun için sen O'nun bütün isimlerini O'na layık olmayacak eksikliklerden tezih edip uzak tutarak O'nu tesbih et. Dolayısıyla O'nun zat ve sıfat olarak kendisine özgü olan Allah, Rahman, Hallâk, Rezzâk, Âlimu'l-gayb, Ekber ve Â'lâ gibi isimleri başkasına vermek caiz olmayacağı gibi, onun fiil ve sıfatlarını anlatmak için söylenen isimleri de sade lugatte konuldukları ve diğer eşya için de verilmesi uygun olan mânâlarla değil, onun yüce şanına layık olmayacak noksan izlerden soyutlayıp uzak tutarak, "Hiçbir şeye benzemeyen." (Şûrâ, 42/11) yüce zatına yaraşan şer'î bir mânâ ile düşünmek ve değersizliği ve küçümsemeyi hissettirecek hal ve durumlardan koruyup saygı ve hürmetle anmak gerekir. Bundan dolayı hile, tuzak, intikam gibi ilâhî fiiller için söylenen isimler dahi Allah hakkında eksiklik lekelerinden uzak tutularak yüksek bir mânâda düşünülmelidir.

Kuşku yok ki önceki sûrenin sonunda "Onlar hile kuruyorlar. Ben de hilelerine karşılık vereceğim. Onun için sen kâfirlere mühlet ver. Onlara az bir zaman tanı."(Târık, 86/15-17) buyrulması, bunun hemen peşinden burada "Rabb" isminin yüce olduğunun hatırlatılması, onun tuzaklarına karşılık kâfirlere mühlet vermesinde yücelik ve üstünlüğüyle peygambere olan vaadin gerçekleşip neticeleneceğine dair bir garanti vermedir.

Böyle Rabbinin en yüce ismini tesbih etmekle emir O'na karşı şükran vazifesine davettir. Şunu da unutmamak gerekir ki bir ismi noksanlıklardan uzak tutmak, o ismin sahibini noksanlıklardan daha çok uzak tutmak demektir. Çünkü bir ismin sahibinin yücelik ve kutsiliği, ismin yüceliği ve nezihliği ile ifade olunur. Bundan dolayı burada bazıları besmelede geçtiği üzere "Seneye... Sonra Selam ismi sizin üzerinize olsun." mısrasında olduğu gibi "isim" lafzı mukham (kaynaştırma için fazladan zikredilmiş. Yani beyitte geçen "selam ismi"nden maksat "selam"dır demiş, bazıları da isimden maksat ismin sahibidir demiştir. Bir kısım âlimler de, "isim ile ismin sahibi aynıdır" demiş iseler de hepsinin maksadı, ismin tenzih edilmesinden ismin sahibinin tenzih edilmesi lazım geleceğini ve asıl maksat, sade lafzı değil, sıfat ve isimleriyle asıl onların sahibinin zatını tenzihe yönelik olduğunu anlatmaktır diye anlaşılması gerekir. Nitekim Zemahşeri de Keşşaf'ta "Yüce Allah'ın ismini tesbih etmek demek, Allah hakkında sahih olmayan cebr ve Allah'ı bir şeye benzetme gibi, onun isimlerini inkar etmeye götüren mânâlardan onu uzak tutmak; o ismi hafife almaktan ve huşu ve saygı dışında bir maksatla anmaktan korunmaktır." demekle bunu demek istemiştir.

Ahmed, Ebu Davud, İbn Mâce ve daha başkaları Ukbe b. Âmiri Cühenî'nin şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: "O halde Rabb'ını yüce ismi ile tesbih et." (Vâkıa, 56/74, 96) âyeti indiğinde Resulullah (s. a.v.) bize buyurdu ki: "bunu rükularınızda yapın". Sonra âyeti inince de "onu secdelerinizde yapın" buyurdu. Bilindiği gibi rükûda secdede denir.

Yine İmam Ahmed, Ebu Davud, Taberanî ve Sünen'de Beyhakî İbnü Abbas'tan şöyle rivayet etmişlerdir:

Resulullah (s.a.v.) yı okuduğu zaman, "Yüce Rabbimi noksanlıklardan tenzih ederim." derdi. Görülüyor ki bunlar sadece ismi noksanlıklardan tenzih değil, ismin sahibini tenzihtir. Bununla beraber ismin sahibini diyerek büyük, yüksek gibi noksanlıktan uzak isimlerle tenzihtir. Buna göre, "Rabbini yüce ismiyle tenzih et."(Vâkıa, 56/74-96) denildiği gibi burada da "Rabbini yüce ismiyle tesbih et." denilmek daha açık olurdu. Buradaki "isim" kelimesi kaynaştırma maksadıyla fazladan zikredilmiştir diyenlerin maksadı budur. Lakin söylediğimiz gibi, Rabbin kendisini tenzih etmenin kastedilmiş olduğu gibi isminin de tenzihi kastedilmiş olduğuna dikkat çekmek için buyrulmuştur. Burada "en yüce" tabiri Rabbin de ismin de sıfatı olabilir. "En yüce" sıfatı, sanki başka Rab ve isimler varmış da onları konu dışı bırakmak için zikredilmiş bir sıfat değil; açıklayıcı mahiyette söylenmiş bir sıfattır. Zira başka Rab yoktur. Gerçi Allah'ın isimleri çoktur ve aralarında mertebeler vardır. Mesela yüce yaratıcının zatının ismi olan Allah ismi hepsinden üstün ve hepsinin niteliklerini kendinde toplayıcıdır. "İsm-i A'zam" tabiri de vardır. Bu itibarla Azim (ulu), A'zam (en ulu), Aliyy (yüce), A'la (en yüce) gibi isimler hiç kuşkusuz vardır. Fakat ilâhî isimlerin hepsi esma-i hüsna (güzel isimler) olduğu için diğer isimlere göre hepsi en yücedir, noksanlıklardan uzak tutulması gerekir. Özellikle "A'la" ismi veya sıfatı da bu mânâyı ifade etmesi itibarıyla açıklayıcı mahiyette bir sıfattır. Bu nedenle "el-A'lâ", Rabb'a nazaran sıfat, isme nazaran onun atf-ı beyanı demek olur. Her iki durumda da yükseklikten maksat mekanda yükseklik değil, kudret ve eserlerde, kuvvet ve hükümlerde en mükemmel olma mânâsında üstünlüktür.

TESBİH, söz ve fiille olur. Daha önce de geçtiği üzere namaz ve özellikle nafile namaz mânâlarında da meşhur olmuştur. Sözlü tesbih, dil ile yapılan tenzih ve takdistir ki demek, bunu ifade eden özel bir isim olmuştur. Kullar tarafından fiilî tesbih, kalp ile Allah'ın bir ve noksan sıfatlardan uzak olduğuna inanmak; fiilen de tesbihi ifade eden fiilleri yapmak suretiyle ibadettir ki namaz, mal ve bedenle cihad, fiil ile iyiliği emretmek ve kötülükten yasaklamak bu cümledendir. "O halde akşama girerken, sabaha ererken Allah'ı tesbih edin."(Rum, 30/17) âyetinde "namaz kılın" mânâsına olduğu geçmiştir. İsme izafetle namaz mânâsına olduğu zaman "Rabbinin yüce ismiyle"(Vâkıa, 56/74, 96) gibi "bâ" edatı ile fiile bağlanması gerekir. Çünkü "Rabb'ının ismine namaz kıl." olmaz; "Rabbinin ismiyle namaz kıl." denilir. Burada da "el-Bahru'l-Muhit"te İbn Abbas'tan "Rabbinin yüce ismiyle namaz kıl!" mânâsına tefsir edilmiş olduğu ve "bâ" harf-i cerinin zikredilmemiş olduğu da nakledilmiştir. Lakin böyle olmadığı açıktır.

Alûsî'nin nakline göre İsâmuddin demiştir ki: İsimden maksadın "eser" olması da uzak değildir. "Yüce Rabbinin eserlerini noksandan tenzih et." demek olur. Çünkü yüce Allah'ın eseri de ona delalet etmesi itibarıyla ismi gibidir. Bu durumda, yaratıkları yüce Allah'ın yaratığı olmaları nedeniyle ve "O Rahman'ın yarattığında hiçbir düzensizlik göremezsin."(Mülk, 67/3) âyetine zıt olacak şekilde, ayıplamaktan men olmuş olur.

Alûsî'nin dediği gibi daha sonra gelen sıfatlarda bunu andıracak bir yön bulunmakla beraber, ismin bilinen mânâsını vermeye engel bir ipucu olmadığı halde hiçbir gerek yok iken yapılmış bir tevil gibi görünür. Bundan her şeyi asıl itibarıyla tenzih etmek gibi bir şirk mânâsı olduğu kuruntusuna düşmemelidir. Çünkü maksat yaratıkların kendilerine nazaran bizzat kendilerini noksanlıklardan uzak tutmak değil, açıklandığı üzere yüce Allah'ın yaratığı olmaları ve ona delalet etmeleri nedeniyle ayıptan, eksiklikten uzak tutmak olduğu ifade edilmiştir ki, bu da neticede yüce Allah'ın sıfatı olan yaratma fiilini ve delalet ettiği sıfatı noksanlıktan uzak tutmaya ve "Hiçbir şey yoktur ki onu hamdi ile tesbih etmesin..."(İsrâ, 17/44) mânâsına döner.

Âlemden onu yapıp yaratana, fiili sıfatlarından zati ve manevi sıfatlarına varırken zihnimizde meydana gelen "yaratıcı", "rab, "kudretli", "her şeyi bilen" ve benzeri mânâlarla zihnimizde oluşan şekiller de onun eseri olması itibarıyla buna dahil olur ki "ilâhî isimler" dediğimiz de akıl ve nakilden edindiğimiz bu mânâlar ve kelimelerdir. Bunlar hem eşyanın yaratıcısını gösterme yönü yani "Kendisine bakılarak yaratıcısının varlığı anlaşılan." âlemin delalet yönü olan ilmi suretler, hem de yüce yaratıcının bize azamet ve ikram ifade eden eseri ve âyetleri demek olan yönüdür ki, biz Allah'ı bunlarla hepsinin ötesinde tanırız. "Aklına ne gelirse Allah ondan başkadır." Buna göre isim, sadece ilk konulmuş olduğu mânâya delalet eden bir lafızdan ibaret değil, ismin sahibine de aklen bir delalet yönü bulunan mânâ ve nisbetlere uygun olarak "Yaratıcının varlığının bilindiği şey" mânâsını da içine alacak şekilde kullanılmış oluyor. Bundan dolayı Şeyh Muhammed Abduh İsam'ın bu fikrini şu şekilde ifade ederek biricik bir mânâ gibi göstermiş ve demiştir ki:

"Bu gibi âyetlerde Allah'ın ismi "onu tanımaya sebep olan"dır. Allah ise bize sıfatlarıyla tanınır. Bizim zihinlerimiz onu ancak "herşeyi bilen", "herşeye gücü yeten", "hikmet sahibi" diye yaratmasında bakışımızın bizi kendisine delalet ve vicdanımızın hidayet ettiği şekilde tanır. Rahmân Sûresi'nde "Rabb'ının celal ve ikram sahibi olan adı çok yücedir."(Rahmân, 55/78) diye nitelenen isim de budur. Bu "İsmin sahibinin tanınmasına sebep olan şey" mânâsına isim "Celal ve ikram sahibi olan Rabb'ının yüzü bakidir."(Rahmân, 55/27) âyetindeki "yüz"dür. Çünkü yüz, "sahibinin kendisiyle tanındığı şey"dir. Hatta yüz sahibi, ancak yüzüyle tanınır. "Âdem'e bütün isimleri öğretti." (Bakara, 2/31) âyetinde anılan isimler de bu mânâdaki isimdendir ki eşyanın kendisiyle tanındığı resimleri demektir.

Bu yoruma göre Allah'ın ismi de, zihinlerimizin Allah'a yönelmesi ne ile mümkün oluyorsa odur. Allah bize bu ismi tesbih etmemizi emrediyor. Yani O'nu yaratılanlara benzemek, yahut onlardan birinde aynen ortaya çıkmak, yahut ortak veya çocuk edinmek veya bunlara benzer bir kusuru bulunmaktan uzak tutmamızı emrediyor. Biz ona akıllarımızı ancak şöyle yöneltebiliriz: O herşeyin yaratıcısıdır. İlmi, varlıkların bütün inceliklerini kuşatmıştır... Nitekim "O, yaratan ve düzene koyandır." (A'lâ, 87/2) buyrulur. Bizim onu böyle bütün varlıkları yaratmış, mevcut kılmış ve düzene koymuş, takdir ve hidayet etmiş olmak gibi niteliklerle tanımamız gerekir.

Görülüyor ki ismi bu tarif ve izahı İsam'ın "eser" mânâsıyla açıklayarak, "Çünkü Allah'ın eseri, isim gibi onun varlığına delalet etmektedir." dediği mânâ üzerinde bir intikal adımı mânâsını taşıyan bir tariftir ki, bunun özeti, isimde muteber olan asıl mânâyı akli ve tabii delalet ile genelleştirmektir. Dolayısıyla bu bir mecazi mânâ olur. Bizzat âlemi noksanlıklardan uzak tutmak gibi bir mânânın bulunduğu vehmine kapılmamak ve tenzihte gözetilen itibari kayıt iyi düşünülmek şartıyla bu aslında doğru bir mânâdır. Bunu caiz kılan bir karine (ipucu) vardır. Ancak ilâhî isimlerin vahye dayalı olması esası ve zahiri mânâyı göz önüne almamak için hakiki mânânın verilmesine engel bir karinenin varlığı açık olmaması dikkate alınırsa mecazî mânâyı vermek uzak olur. Şu kadar var ki bunda, ismin sahibine delaleti bir mânâ vasıtasıyla olan fiil ve sıfat isimlerinin, bu delalet yönlerini izah etme faydası vardır. Sofiyye anlayışında da sıfatlar zatın, isimler sıfatların, eserler isimlerin netice ve gereği olan hükümleri olduğuna göre, eserler isimlerin kendisi değil, hükümleridir. İsam'ın buna "isim gibi delalet eder" demesi de, gerçekte isim olmadığını göstermektedir. Mesela, yaratılmış olan, eser; yaratan, isim; yaratmak, sıfat; bu isim ve sıfatla nitelenmiş olan Hakk'ın zâtı da, nitelenen ve isimlendirilen yüce zattır. Bu isim ve sıfatların tenzih edilmesi ile asıl tenzihi istenen odur, eserlerin kendisi değildir. Tenzih'in mânâsı da, dediğimiz gibi, bu isimleri ve sıfatları eserlerin ve yaratılmışların imkan dahilinde olan durumlarından soyutlayarak hepsinden üstün tutmak ve şirke sapan veya Allah'ı yarattıklarına benzeterek tarif eden inkârcıların yaptığı gibi onlara Allah'a layık olmayan bir mânâ karıştırmamaktır. Şu halde asıl maksat zatın kendisini noksanlıklardan uzak tutmak olduğu halde doğrudan doğruya bu emredilmeyip de ismin noksanlıklardan uzak tutulmasının emredilmesi, sözlü tesbih bakımından, zatın noksanlıklardan uzak tutulması ancak ismin uzak tutulmasıyla ifade olunabileceğinden; fiilî tesbih bakımından da gerçek zatın bizim dünyada akıl ve zihinlerimizin doğrudan doğruya yönelip idrak etmesinden çok yüksek ve bizim ona yönelip kendisini tanımamızın ancak sıfatlarını gösteren isimler veya eserler ile olabileceğinden dolayı demek olur. Gerçi Allah'ın görülebileceği görüşünde olan Ehl-i Sünnet'e göre zatın tecelli etmesi dahi caiz demek ise de, o ahirette olacaktır. Sûrenin sonunda "Doğrusu temizlenen ve Rabbinin ismini anıp da namaz kılan felah buldu." buyrulması tesbihin sözlü ve fiilîden daha genel olduğunu anlatır. Sonra "Oysa ahiret daha hayırlı ve daha devamlıdır." buyrulması da ahirette olacak tecellilerin en mükemmel tecelliler olduğunu gösterir.

__________________
Sözün kıymetini '' Lal'' olandan,
Ekmeğini kıymetini ''Aç '' olandan,
Aşkın kıymetini ''Hiç'' olandan öğren..

Alıntı ile Cevapla
 

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147