Havas Okulu - Tekil Mesaj gösterimi - Neml Suresi Açıklamalı Tefsiri
Tekil Mesaj gösterimi
  #4  
Alt 03.07.18, 08:30
Havasokulu Havasokulu isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Daimi Üye
 
Üyelik tarihi: 28.04.15
Bulunduğu yer: Nefes Aldığım Yerde
Mesajlar: 15,038
Etiketlendiği Mesaj: 884 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

46- Salih dedi ki: "Ey benim kavmim! İyilik dururken niçin kötülüğe koşuyorsunuz? Ne olur Allah'a istiğfar etseniz, belki rahmetine ulaşırdınız."

47- Cevap verdiler: "Senin ve beraberindekilerin yüzünden uğursuzluğa uğradık." Salih: "Size çöken uğursuzluk (sebebi) Allah katında (yazılı) dır. Belki siz imtihana çekilen bir kavimsiniz" dedi.

48- O şehirde dokuz çete vardı ki, bunlar yeryüzünde bozgunculuk yapıyorlar, iyilik tarafına hiç yanaşmıyorlardı.

49- Allah'a and içerek birbirlerine şöyle dediler: "Gece ona ve ailesine baskın yapalım; sonra da velisine, 'Biz o ailenin yok edilişi sırasında orada değildik, inanın ki doğru söylüyoruz' diyelim."

50- Onlar böyle bir tuzak kurdular, biz de kendileri farkında olmadan onların planlarını altüst ettik.

51- İşte bak! Tuzaklarının akibeti nice oldu: Onları da, kavimlerini de toptan helak ettik.

52- İşte haksızlıkları yüzünden çökmüş evleri! Bilen bir kavim için elbette bunda bir ibret vardır.

53- İman edip Allah'a karşı gelmekten sakınanları da kurtardık.

45-53- REHT, ona kadar olan çeteye denir.

TİS'ATÜ REHT, görünüşe göre dokuz çete demek ise de müfessirlerin çoğu bunu dokuz kişilik bir çete diye tefsir etmişlerdir.

Dördüncü Kıssa:

Meâl-i Şerifi

54-58- 54- Lût'u da (peygamber olarak kavmine gönderdik). O, kavmine şöyle demişti: "Göz göre göre hala o hayasızlığı yapacak mısınız?"

55- "Siz ille de kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşacak mısınız? Doğrusu siz beyinsizlikte devam edegelen bir kavimsiniz!"

56- Buna kavminin cevabı sadece: "Lût ailesini memleketinizden çıkarın; baksanıza onlar (bizim yaptıklarımızdan) temiz kalmak isteyen insanlarmış!" demelerinden ibaret oldu.

57- Bunun üzerine onu ve ailesini kurtardık. Yalnız karısı müstesna; onun geride (azaba uğrayanların içinde) kalmasını takdir ettik.

58- Onların üzerlerine öyle bir yağmur indirdik ki, ne kötü idi uyarılanların yağmuru!

Meâl-i Şerifi

59- (Resulüm!) de ki: "Hamd olsun Allah'a, selam olsun seçkin kıldığı kullarına. Allah mı hayırlı, yoksa O'na koştukları ortaklar mı?"

60- (Onlar mı hayırlı) yoksa, gökleri ve yeri yaratan, gökten size su indiren mi? Çünkü biz onunla, bir ağacını bile bitirmeye gücünüzün yetmediği güzel güzel bahçeler bitirmişizdir. Allah'la beraber başka bir ilâh mı var! Doğrusu onlar sapıklıkta devam eden bir güruhtur.

61- (Onlar mı hayırlı) yoksa, yeryüzünü oturmaya elverişli kılan, aralarında nehirler akıtan, onun için sabit dağlar yaratan, iki deniz arasına engel koyan mı? Allah'ın yanında başka bir ilâh mı var? Hayır onların çoğu (hakikatları) bilmiyorlar.

62- (Onlar mı hayırlı) yoksa, kendine yalvardığı zaman bunalmışa karşılık veren ve başındaki sıkıntıyı gideren, sizi yeryüzünün hakimleri yapan mı? Allah'ın yanında başka bir ilâh mı var? Ne kıt düşünüyorsunuz!

63- (Onlar mı hayırlı) yoksa, karanın ve denizin karanlıkları içinde size yolu bulduran, rahmetinin (yağmurun) önünde rüzgarları müjdeci olarak gönderen mi? Allah'ın yanında başka bir ilâh mı var? Allah onların koştukları ortaklardan çok yücedir, münezzehtir.

64- (Onlar mı hayırlı) yoksa, önce yaratan, sonra yaratmayı tekrar eden ve sizi hem gökten, hem yerden rızıklandıran mı? Allah ile beraber başka bir ilâh mı var? De ki: Eğer doğru söylüyorsanız, siz kesin delilinizi getirin haydi!

65- De ki: Göklerde ve yerde Allah'tan başka kimse gaybı bilmez. Ne zaman diriltileceklerini de bilmezler.

66- Fakat ahiret hakkında bilgiler onlara ardarda gelmektedir. Ama onlar bundan bir şüphe içindedirler. Çünkü onlar bundan yana kördürler.

59- De ki: Hamd olsun Allah'a, Kur'ân'ın bir hikmet sahibi ve her şeyi bilen Allah Teâlâ'dan alındığını izah için zikredilen kıssalar, yüce Allah'ın kudretinin büyüklüğü ve şanının yüceliği ile peygamberine verdiği mucizeler ve yardımların, her türlü düşüncenin üzerinde bir yüksekliğe sahip olduğunu anlattığı gibi, özellikle Hz. Muhammed'in peygamber olarak gönderilmesi ile vaad edilen yüce inkılabların meydana geliş şekline ait geçmişten bazı örnekler ile müminleri müjdeleme kasdıyla geldiği için, burada Resulullah'ın hem diye hamdetmesi, hem de Allah'ın seçtiği yani süzüp seçerek peygamberliği ve velâyeti için seçip ayırdığı güzide kullarına bir de selam olsun o seçtiği kullarına, diye bir selam hediye etmesi emrolunmuş ve bununla bir hutbeye giriş yapılarak müşriklerin başına kakma ve onları susturmak için şöyle bir karşılaştırma yürütülmüştür: Allah mı hayırlı, yoksa O'na koştukları ortaklar mı?

Yani bahsedilen kıssalardan kudretinin yüceliği anlaşılan ve bu sebepten her türlü hamd, övgü ve yücelik kendisine ait olan Allah mı hayırlı, yoksa müşriklerin O'na ortak koşarak taptıkları şeyler mi? Nasıl, kime ibadet etmeli? Bütün hayır kudreti elinde olan Allah ile hiçbir şey denk ve benzer tutulamayacağından bu karşılaştırmanın sadece müşriklere başa kakma için olduğu apaçıktır. Bahsi geçen tarihi kıssalar Allah'ın hayırlı olduğu hususuna delil olarak naklî birer delil olduklarından, bu naklî delillere imanı olmayan müşriklere karşı daha açık ve daha genel olan aklî delillere geçerek derece derece başa kakmanın kuvvetini artırmak için buyuruluyor ki:

60- Yoksa o gökleri ve yeri yaratan mı? Arapçada atıf harflerinden biri olan "em" biri muttasıla, biri munkatıa olmak üzere iki kısımdır. Muttasıl olan "em", soru "hemzesi" karşısında edilgen bir "terdîd" yani iki ihtimalli bir mânâ ifade eder. Munkatı' olan "em" ise cümlenin başına gelerek "bel" gibi ıdrab (sözü başka yöne çevirme) ile "hemze" yani soru mânâsına gelir, ancak "Şu sizin askerleriniz, hani kimlerdir?" (Mülk, 67/20) gibi önünde açık bir soru edatı bulunduğu zaman "hemze" yani soru, var saymaya gerek olmaksızın yalnız "bel" mânâsına ıdrab olur. Yani bir sözden bir söze geçmeyi ifade eder. Biz bunların ikisini de "yoksa" diye tercüme ediyorsak da "yoksa" aslı itibariyle mânâsında bir şartıyye olduğundan doğrudan doğruya değil, dolayısıyla bir tercüme oluyor. Bunun için muttasıl "em" e uygun olsa bile münkatı' "em" e her zaman uygun düştüğü iddia edilemeyecektir. Bu sebepten "bel" yerinde hayır, yok, daha doğrusu, fakat tabirlerinden birini kullanıyoruz. de "em" muttasıldır. "Mâ" yı tekil olarak Allah kelimesine atfediyor. Fakat ve benzerleri munkatıadır. Cümleyi cümleye atfedip bağlıyor. Müfessirler burada kelimesini mevsule yükledikleri için cümle tamam olmak üzere haberin hazfedilmiş olduğunu söylüyorlar. İbnü Atıyye gibi bazıları bunu takdir etmişler ki "Ya o gökleri ve yeri yaratana şirk koşulur mu?" demek oluyor. Keşşaf sahibi gibi bir çokları da daha önce geçen cümleyi ipucu kabul ederek takdir etmişlerdir. Bu şekilde "yoksa o gökleri ve yeri yaratan ve şöyle şöyle yapan mı hayırlı, onların şirk koştukları mı?" demek oluyor ki, meâl buna göre yazılmak istenilmiştir. Gerçi bu meâlde cümlenin atfı mânâsı açıkça görülmese de yine o mânâ anlaşılabilecektir.

Bu sebepten o şekilde açıklayalım: Yoksa; Allah'ın kudret ve birliği ile hayırlı oluşunu anlatan o kıssalar gibi naklî delillerin olmadığı farz edilse aklen bilinip anlaşılmış değil midir ki, o gökleri ve yeri yaratan ve sizin için, yani sizin yararınızı ortaya çıkarmak için gökten bir su indiren mi hayırlıdır, yoksa şirk koştukları mı? Burada görülüyor ki nin mefûlü lehidir. Bilindiği üzere nahivde mefûlü leh iki kısımdır. Birine husû-lî, diğerine tahsilî denir. Fiilden zihnen ve haricen önce olursa husulidir. "Susadığı için içti" gibi. Susamak, içmek fiilinden öncedir. Zihnen önce, haricen sonra olursa tahsilî olur. "Kanmak için içti" gibi. Kanmak, içmek fiilinden sonradır. İşte buradaki böyle tahsili bir mefulü lehdir. Buna illet-i gaiyye, yani gaye sebep de denilir. Dikkat çekicidir ki fiiliyle ilgili kılınmış ise mutlak bırakılmıştır. Demek ki, bütün âlemin yaratılışı insanlar için denemezse de yukarıdan suyun indirilmesinde, yağmur yağdırılmasında, insanoğlunun hayat ve faydasının hedef ve gaye olduğu gerçeğinde şüphe yoktur. Su ile hayat arasındaki ilgiyi kuran ve bu sebeple hayatı meydana getirme hikmeti ile suyu indiren yüce Allah'tır.

Şimdi, suyun meydana getirdiği feyiz ve bereketi düşünen herhangi bir akıl onu yaratıp indirenin hayırlılığında şüphe gösterir mi? Fakat bu illet-i gaiyye konusunda filozofların bazı fikir tartışmaları olmuştur. "İllet-i gaiyye gerçekte, işi yapanın yapma kabiliyetine ve o işe göre bir önceliğe sebep olacağından ilâhî fiillerde illet-i gayye düşünülemez, çünkü bir başka şeyle tamamlanmayı gerektirir. Bu ise Allah Teâlâ hakkında imkansızdır" demişlerdir. Buna iki yönden cevap verilir:

1- Başkası ile değil, kendi sıfatı olan ilim ve iradesi ile kemal gerekir.

2- İlâhî fiillerde işi yapanın işi yapmasına illet olmak mânâsına illet-i gaiyye değil, fakat fayda, gaye ve hikmet cereyan ettiğinde şüphe yoktur. Burada şu mânâları ayırdetmelidir, bir fiil üzerine gereken herhangi bir neticeye fayda denir, eğer o fayda fiilin sonunda olursa buna gaye denir. Eğer o gaye fiilden istenilen ise, fiile gerekliliği istenilmesi itibariyle garaz veya maksat denildiği gibi fiile sebep olması itibariyle de illet-i gaiyye denilir.

Mesela su çıkarmak için bir kuyu kazmak istesem, dışarda kuyu kazmak su çıkarmanın sebebidir. Kuyu önce kazılır, su onun sonunda çıkar; bu şekilde su çıkarmak kuyu kazmanın hem bir faydası, hem bir gayesidir. Aynı zamanda kuyuyu kazmaktan maksadım su çıkarmaktır. Bu yönüyle bu gaye benim garazım, yani hedefimdir. Su çıkarmak maksadı olmasa kuyu kazmayacaktım, bu sebepten su çıkarmak kuyu kazmanın zihnen önce illet-i gaiyyesidir. Bununla birlikte ben kuyu kazarken orada eski eserlerden kıymetli bir eser de bulsam, bu benim için yalnız bir fayda olur. Garaz değil, gaye de değildir. Çünkü fiilin sonunda değil, o fiil yapılırken meydana gelmiştir. Ve ben onu belki hiç düşünmemişimdir. Sonra benim bu kuyuyu kazmamdan dolayı birtakım kimseler faydalanırlarsa, bu da onun fayda ve gayelerinden olur. Faydası olmayan bir fiil batıl ve gereksizdir. Gerçek mânâda bir faydası bulunmayan bir fiil, boş ve faydasızdır. Faydası ve gayesi bilinerek katî bir isabetle yapılan fiile hikmet denildiği gibi, fiilin sebep olduğu faydalara ve gayelere de o fiilin hikmetleri denilir. "Rabbimiz! Sen bunu boşa yaratmadın" (Âl-i İmran, 3/191) ifadesince yaratılış, boş yere olmayıp baştanbaşa faydalar ve gayeler ile birbirine bağlı ve hikmet ile dopdolu olduğundan, Allah Teâlâ'nın fiilerinde faydalar ve gayeler ile hikmetler mevcut olduğunda şüphe yoktur. Bu şekilde fiil ile gayesi aynı ölçüde hedeflenerek cereyan eder.

Bununla beraber, hikmette gereklilik istenildiğinden, gayeler, istenilen hedef şeklinde de meydana gelebilir. Ancak bu istenilen şeyin ilâhî fiillerde nedeni olmaz, yani garazda illet-i gaiyyelik değeri bulunmaz. Mesela Allah Teâlâ hayat fayda ve gayelerine sebep olmak hikmetiyle suyu yaratmış ve yere indirmiştir. Fakat hayat gayesini dilemeseydi suyu yaratmazdı veya suyu yaratmasa idi hayatı yaratmazdı, demek mânâsında değil, yalnız su üzerine hayatın gerekliliğini dilemiş olması, mânâsınadır. Demek olur ki, filozofların ilâhî fiillerde münakaşa ettikleri illet-i gaiyye delili, hikmet delili olarak düşünüldüğü takdirde daha doğru bir şekilde düşünülmüş olur. İşte bu şekilde nin hikmetini göstermekte, âyetteki hitabın zevki de bu hikmetle ortaya çıkmaktadır. Buradan her yağmurun sadece insanların faydalanması için yağdığını anlamalı, fakat insanların faydası için yağdığı muhakkak olan suyu ki Kur'ân'da ona teşbih edilmiştir düşünmeli ve onu yağdıran yüce Rabb'ın hayrındaki büyüklüğü tefekkür etmelidir. Bu noktada hiçbir şüpheye yer bırakmamak üzere delilin delaletinden, delil getirilenin açıklığına geçilerek onun kim olduğunu anlatmak için, gaibden tekellüme (üçüncü şahıstan birinci şahısa) iltifat suretiyle şöyle buyurulmuştur:

Bir su ki indirip de onunla güzel güzel bahçeler bitirmişizdir.

HADİKA: İçinde su bulunan, göz bebeği gibi kıymetli bahçe, bostan.

BEHÇET: Göze, gönüle neşe ve sevinç veren güzellik demektir. Onları biz yapıyoruz, çalışma ve bilgimizle biz yetiştiriyoruz, demek âdetleri olan cahilleri reddetmek için de şöyle buyuruluyor: Siz onların bir ağacını bile bitiremezdiniz. Yani o güzel bahçelerin bostanların yetişmesinde siz insanların da hizmeti ve gayreti yok değildir. Fakat siz kendi kendinize onların meyvalarını ve o güzel faydalarını yetiştirmek şöyle dursun, ağacını bile bitiremezdiniz. Bundan dolayı sizin amel ve işleriniz yaratıcının emri sınırları içinde kulluk etmekten ileri geçemez, O'na hâşâ bir ortaklık ifade edemez. Bir tanrı mı var Allah ile beraber, yani Allah'tan başka tapılacak, O'na ortak tutulacak bir tanrı daha bulunmasına imkan ve ihtimal mi var? Doğrusu onlar sapıklıkta devam eden bir güruhtur, apaçık haktan sapıyorlar, bu apaçık delil ve işaretleri göz önünde bulundurmuyorlar.

61- Yoksa o yeryüzünü oturmaya elverişli kılan, yani insan ve hayvanların barınıp yaşayabilecekleri yönüyle o suyun durabileceği bir yer kılan kılıp da aralarında ırmaklar akıtan ve onun için, yani yeryüzünün oturmaya elverişli yer olması ve ırmakların akması için sabit oturaklı dağlar yapan ve iki deniz arasına bir engel koyan mı? Yani dağların altında ve aralarındaki deniz gibi tatlı sularla acı denizleri birbirine karıştırmayıp aralarında bir gergi, bir engel koyan veya iki acı deniz arasında Arabistan kıtası gibi ince uzun bir kara parçasını koyup tutan zat mı hayırlı, yoksa onların ortak koştukları mı "Birinin suyu tatlı ve susuzluğu giderici, diğerininki tuzlu ve acı iki denizi salıveren... O'dur." Furkan, 25/53. âyetinin tefsirine bkz.) Bir tanrı mı var Allah ile beraber? Hayır onların çoğu (hakikatleri) bilmiyorlar. Bulundukları yeryüzünün durumlarını bile bilmezler. Bu âyetin ifade ettiği mânâ, özellikle yeryüzüne ait olan coğrafya ve yeryüzünün katmanları ile ilgili bilgilerle alakalı olduğundan böyle ifade edilmiştir. Bu iki âyet objektif, yani nesnel delillere örnektir. Buradan subjektif, yani öznel âyete geçilerek buyuruluyor ki:

62- Yoksa, kendisine yalvardığı zaman bunalmışa karşılık verip başındaki sıkıntıyı gideren, yani uzaklaştıran, MUZTARR, Hastalık veya diğer bir şiddet ve ihtiyaç ile sıkışan, bunalan çaresiz demektir. Burada kastedilen cinstir. Bu sebepten her sıkılanın duasını kabul etmek gerekmez. "O dilerse kaldırılmasını istediğiniz belayı kaldırır" (En'âm, 6/41) gibi dilemesiyle kayıtlıdır. Bununla birlikte çoğu zaman şiddetli ihtiyaç halinde duanın kabul olunacağına işaret, hatta vaad, yani söz verme de var, demektir. Çünkü sıkışma halinde ihlâs ortaya çıkar. Nice imansızların imana geldikleri görülür. Ve sizi yer yüzünün halifeleri kılan mı? Yeryüzünün halifeleri, yeryüzünde geçmişlerin yerlerine kalanlar, demek olursa da, ilâhî hükümlerin yerine getirilmesi kendilerine emredilmiş hilafet sahipleri, yani yeryüzünün hükümdarları mânâsına olması da uygundur. Sıkıntıda bulunanın duası ile kötülüğün kaldırılmasına işaret edilmiş olması da ancak bununla uygun olur. Ve o halde bu cümle müminlere daha ta İslâm'ın başlangıcında geleceğin İslâmî hakimiyetini vaad eden büyük bir müjdeyi ifade eder. Sûrenin başındaki "Müminler için hidayet rehberi ve müjdedir" (Neml, 27/2) müjdesi ile, Davud ve Süleyman kıssasının burada zikredildiğine göre de bu mânâya olduğu belli demektir. Önceki âyetle de sılalar diye geçmiş zaman kipi ile getirilmiş iken, buradan itibaren değiştirilerek muzârî, yani şimdiki ve gelecek zaman kipi kullanılması da Hz. Muhammed'in peygamberliği ile vaad edilen durumların değiştiğini göstermesi yönünden bu mânâya açık bir delildir. Bunun için kipi koruyarak bunu şöyle tercüme etmek daha uygun olacaktır. "Ve sizi yeryüzünün halifesi yapacak olan mı hayırlı, yoksa onların ortak koştukları mı? Bir tanrı mı var, Allah ile beraber? Ne kadar kıt düşünüyorsunuz! Bu âyet, biri kişisel nefis, biri de toplumsal nefis ile ilgili iki nefsî âyet hatırlattığından burada tezekkür denilmiştir.

63- Yoksa karanın ve denizin karanlıkları içinde yol gösteren ve rahmetinin (yağmurun) önünde rüzgarları müjdeci olarak gönderen mi hayırlıdır, onların ortak koştukları mı? Bu âyette kara ve deniz yolculuklarında cihad ile İslâm fetihlerinin ilerleyeceği haber veriliyor. Ve Hak rızasını takip ederek fiilen birlik ile neticelenecek olan farklı fikir ve görüş akımlarının "Ümmetimin ihtilafı geniş bir rahmettir" hadisinin açıkladığı üzere bir rahmet müjdecisi olduğuna da işaret edilmiştir. Bir tanrı mı var Allah ile beraber çok yücedir, münezzehtir Allah onların ortak koştuklarından. Beşinci defa bu, bir de hem objektif yai nesnel, hem subjektif yani öznel delili içinde bulunduran şu âyet ile tekid ve ifade buyuruluyor:

64- Yoksa, önce yaratan sonra yaratmayı tekrar eden, döndürüp yine yaratacak, dünyaya bir de ahiret yapacak olan ve size gökten ve yerden rızık veren mi hayırlı, onların ortak koştukları mı? Bir tanrı mı var Allah ile beraber? Yani bir tanrı daha olsa idi, ilk defa yaratma başlayamazdı, iki kudret bir birine mani olur, aralarında çatışma çıkardı. Biri galip gelse, mağlub olan ilâh olamaz, gelmese hiçbiri ilâh olamaz, bir şey yaratılmazdı ve şu görülen yaratılış düzeni bulunamaz ve siz yerden ve gökten rızıklanamazdınız. Demek ki, bu yaratılışı ta başından yapan ve yerden maddî ve manevî rızıklarla rızıklandıran ve sonra çevirip soracak olan Allah Teâlâ'dan başka tapılacak hiçbir şey yoktur.

De ki: Haydi (ey müşrikler) getirin delilinizi eğer doğrulardansanız, yani şirk davanızda doğru iseniz, gerçekte Allah'tan başka tapılacak mabudlar bulunduğuna bir deliliniz olması gerekir, getirin görelim, fakat ne mümkün?

65- Ey Resul! De ki: Göklerde ve yerde Allah'tan başka kimse gaybı bilmez. Onlar ne zaman tekrar diriltileceklerini de bilmezler

__________________
Sözün kıymetini '' Lal'' olandan,
Ekmeğini kıymetini ''Aç '' olandan,
Aşkın kıymetini ''Hiç'' olandan öğren..

Alıntı ile Cevapla
 

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147