Havas Okulu - Tekil Mesaj gösterimi - Neml Suresi Açıklamalı Tefsiri
Tekil Mesaj gösterimi
  #5  
Alt 03.07.18, 08:31
Havasokulu Havasokulu isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Daimi Üye
 
Üyelik tarihi: 28.04.15
Bulunduğu yer: Nefes Aldığım Yerde
Mesajlar: 15,037
Etiketlendiği Mesaj: 884 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

66- fakat ahiret hakkında bilgileri onlara ardarda gelmektedir.

"İDDARAKE" aslında tedarekedir. Tedarük, ardı ardına yetişip ulanmak, diğer bir ifade ile aralıksız bir biri ardınca gelmek, birbiri ardınca gelip katılmak, ara vermeden gelmek, demektir. Buna şöyle de mânâ verilmiştir: "Belki ilimleri ahirette arkalarından ard arda yetişmektedir" Bu şekilde "iddareke" ye müteallık olur. Fakat ilim, malumat mânâsına, ondan hal olarak şu mânâ bizce daha uygundur: "Yeniden dirilmenin hangi saatte olacağını bilemezlerse de, esas yönüyle ahiretin olacağına dair kendilerine peygamberler vasıtasıyla ve hadiselerin oluşumu ile ardı ardına bilgi verilmekte, bilgiye ait sebepler olgunlaşmaktadır. Fakat onlar bundan şüphe etmektedirler, bir türlü inanamaz, ikna olamazlar. Daha doğrusu onlar, bundan yana kördürler, ahirete ait delilleri görmezler, görmek istemezler. Bak ne diyorlar:

Meâl-i Şerifi

67- İnkârcılar dediler ki: "Sahi biz ve atalarımız toprak olduktan sonra gerçekten (diriltilip) çıkarılacak mıyız?"

68- "And olsun ki, bu tehdit bize yapıldığı gibi, daha önce atalarımıza da yapılmıştır. Bu öncekilerin masallarından başka bir şey değildir."

69- De ki: "Hele bir yeryüzünde gezin de, günahkarların sonu nice oldu, bir bakın!"

70- (Habibim!) Onlara karşı mahzun olma, kurmakta oldukları tuzaklardan ötürü de sıkıntı duyma!

71- Bir de, "Eğer doğru söylüyorsanız bu vaad (ettiğiniz azab) hani, ne zaman?" derler.

72- De ki: "Çabucak gelmesini istediğiniz şeyin (azabın) bir kısmı herhalde yakında ensenize binecektir."

73- Şüphesiz Rabbin, insanlara karşı lütuf sahibidir; fakat insanların çoğu şükretmezler.

74- Rabbin elbette onların sinelerinin gizlediklerini de, açığa vurduklarını da bilir.

75- Gökte ve yerde gizli hiçbir şey yoktur ki apaçık bir kitapta (Lehv-i mahfuzda) bulunmasın.

76- Haberiniz olsun ki bu Kur'ân, İsrail oğullarına, hakkında ihtilaf edegeldikleri şeylerin pek çoğunu anlatmaktadır.

77- Ve o, müminler için gerçekten bir hidayet rehberi ve rahmettir.

78- Rabbin şüphesiz, onlar arasında kendi hükmünü verecektir. O, mutlak galiptir, hikmet sahibidir.

79- Ve o halde sen Allah'a güven. Çünkü sen, apaçık hakikatin üzerindesin.

80- Bil ki sen, ölülere işittiremezsin, arkasını dönüp kaçmakta olan sağırlara da daveti duyuramazsın.

81- Sen körleri sapıklıklarından çevirip doğru yola getirecek değilsin. Ancak (gönülden) teslim olarak âyetlerimize iman edenlere duyurabilirsin.

82- Söylenen başlarına geleceği vakit, bunlar için yerden bir "dâbbe" (canlı) çıkarırız ki bu, onlara insanların âyetlerimize kesin bir iman getirmemiş olduklarını söyler.

67-75- O çabuklaşmasını istediğinizin bazısı, nitekim "bedr" de oldu, geri kalanı da ölümlerinden sonra hem yerde ve gökte hiçbir gaibe, yani son derece gizlenmiş bir sır yoktur ki apaçık bir kitapta olmasın.

76- MÜBİN: Açık veya açıklayıcı ki, burada Allah Teâlâ'ya göre açık demektir. Maksat, Levh-i Mahfuz veya doğrudan doğruya Allah'ın ilmidir. Hakkında ihtilaf edip durdukları şeylerin pek çoğunu anlatmaktadır.

77- Teşbih ve tenzih, cennet ve cehennemin hal ve durumları, Uzeyr ve Mesîh meseleleri gibi ve şüphe yok ki o Kur'ân gerçekten bir hidayet, doğru yolu gösterir bir hidayet rehberidir. Bundan dolayı anlattığı konularda, hakkı gösterdiğinde şüphe etmemelidir. Tam bir rahmettir, fakat müminler için, çünkü o hidayetten faydalanacaklar ancak onlardır.

78- Gerçekten Rabbin onlar arasında, yani o ihtilaf eden Beni İsrail'den yahudi ve hıristiyanların arasında hükmiyle hüküm verecektir. Belli ki burada hüküm, kaza mânâsına masdar değil, hüküm kendisiyle verilen mânâsına isimdir. Nitekim "Ve böylece biz onu Arapça bir hüküm olarak indirdik" (Ra'd, 13/37) âyetinde bu mânâ ile Kur'ân'ın bir ismi olmuştur. Gerçekte "İnsanlar arasında hükmedesin diye sana kitabı indirdik." (Nisâ, 4/105) ifadesinde bildirildiğine göre Kur'ân, insanlar arasında hüküm için indirilmiştir. Buna göre ahkamı ile hükmedecek demek, Kur'ân ile hüküm buyuracak demek olur. Bu şekilde yahudi ve hıristiyanların ileride fiilen Kur'ân'ın hükmü ile mahkum olup, İslâm idaresi altına girecekleri haber verilerek sûrenin başında hatırlatıldığı üzere, vaad edilen kudret ve saltanat müjdelenmiştir. Sakın bunda tereddüt olmasın. O mutlak galip, kudretine karşı gelinme ihtimali olmayan galibdir, bundan dolayı vaadini yerine getirir, muhakkak hükmünü gerçekleştirir herşeyi bilendir. Bu sebepten onu nasıl yapacağını da bilir.

79- O halde Allah'a güven ve itimad et. Ya Muhammed! Çünkü sen, apaçık hakikatin üzerindesin. Onun için itimad etmelisin.

80-81- Bil ki, sen ölülere işittiremezsin... Onun için de çaresiz, Allah'a işlerini bağlayarak tevekkül etmek lazım gelir.

MEVTA' dan maksad, hakkı duymayan kâfirlerdir. Allah'ın âyetlerinden hiç etkilenmedikleri için duygusuzlukta ölülere benzetilmişlerdir. Nitekim derece derece sağırlar, körler de öyledir. Arkalarını dönmüş kaçarlarken, zira böyle olmasa, belki işaret ile filan çağırılmaları mümkün olabilir.

82- O söylenen başlarına geleceği vakit te, yani kâfirlerin acele gelmesini istedikleri söz, söylenen o azab tamamiyle aleyhlerinde meydana geleceği, başlarına kıyamet kopacağı zaman veya aleyhlerinde hüküm meydana geleceği zaman onlar için yerden bir "dâbbe" (hayvan) çıkarırız ki, bu, onlara insanların âyetlerimize kesin bir iman getirmemiş olduklarını söyler. Yukarda açıklandığı üzere "Bilakis onlar bundan şüphe etmektedirler, zira onlar bundan yana körler." (Neml, 27/66) olduklarını anlatır. Burada kıyamet alâmetlerinden olan bir dâbbetü'l-arz haber veriliyor.

DEBB VE DEBİB: Hafif yürüme, debelenme demektir. Hayvanlarda ve çoğunlukla haşerelerde, yani böceklerde kullanılır. İçkinin vücuda yayılması ve bir çürüklüğün etrafına bulaşması gibi, hareketi gözle tesbit olunamayan şeylerde de kullanılır. "Dabbe" kelimesi de bundan fail olmak üzere asıl lügatte "mâyedübbü", yani debbeden, hafif yürüyen, debelenen demek olur. Ve şu halde tren, otomobil, bisiklet gibi otomatik şeylere de, lügatın aslına göre "dâbbe" demek uygun olabilecekse de dil de kullanılışı hayvanlara mahsustur. Hatta örfde dört ayaklı hayvanlarda ve onlar içinde özellikle atta daha çok kullanılmıştır. Bununla beraber "Allah, her hayvanı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üstünde sürünen, kimi iki ayağı üstünde yürür, kimi dört ayak üstünde yürür..." (Nûr, 24/45) âyetinden anlaşılacağı üzere her hayvan hakkında kullanılır. Hayvan kelimesi ile eşanlamlı gibidir.

"Yer yüzünde yürüyen her canlının rızkı, yalnızca Allah'a aittir." (Hûd, 11/6) âyetinden anlaşılan da budur. Bundan dolayı hayvan gibi insan için de kullanılır. Bu âyette "dâbbe" diye nekre (belirsiz isim) olarak geldiğinden bunun bildiğimiz dâbbelerden bambaşka bir dâbbe olması akla gelir. "Onlarla konuşan dâbbe" terkibinde açıkça belirtilen bunun konuşan bir hayvan, yani insan olmasıdır .Tefsirler de bu iki nokta etrafında dolaşmaktadır.

Râgıb, Müfredat'ında bu konudaki görüşleri şöylece özetlemiştir: âyetinde denildi ki: "Dâbbe, tanıdığımızın aksine bir hayvandır ki, çıkması kıyamet vaktine mahsustur" Bir de denildi ki: "Bununla cehalet ve bilgisizlikte hayvanlar gibi olan en şerli kimseler kasdolunmuştur." Bu takdirde dâbbe bütün debelenen yaratıkların ismi olarak ifade edilmiş olur. "Hâin" kelimesinin cemisi, "hâine" gibi. Kâdı Beydâvî ve bazı hadisçiler bunu "cessâse" casuslar olarak göstermişlerdir ki, bir hadiste haber verildiğine göre, cessâse, Deccal için haberler araştırıp toplayan casus demektir. Ebü's-Suud da diyor ki: Bu dâbbe, casustur. Bundan cins isim söylenip, bir de tefhîm (büyüklüğüne işaret) tenviniyle bilinmezliğinin tekid edilmesi, şanının garibliğine ve özelliğinin, davranışının açıklamadan uzak olduğuna delalet eder. Bundan dolayı hadiste bildirilen bazı garip rivayetleri kaydettikten sonra, şunu da ilave ediyor: Hz. Ali'den naklolundu: Kuyruğu olan bir dâbbe değil, sakalı olan bir dâbbedir, demiş bir erkek olduğuna işaret etmiştir. Fakat meşhur olan bir dâbbe olmasıdır. Şüphesiz Kur'ân'da denildiği için bir dâbbedir. Fakat erkek bir dâbbedir. "Onlara söyleyen dâbbe" denilmesi ise, bunun bir insan olmasını belirtmek için açık bir delildir. Burada söze mecazî bir mânâ vermek veya fiilini "söylemek" mânâsına değil de cerh (yaralama) mânâsına konuşma ile yorumlamak, açık beyanın zıddınadır. Garib rivayetler ile Kur'ân'ı açık mânâsından çıkarmak yakin ilmine zarar vermektir.

Kaldı ki, Ahmed Tayalisi, Naim b. Hammad, Abd b. Hamid, Tirmizî hasen hadis diyerek, İbnü Mâce, İbnü Cerir, İbnü Münzir, İbnü Ebi Hatim, İbnü Merduye ve Beyhakî gibi zatların Ebu Hüreyre (r.a)den rivayet ettikleri bir hadiste Resulullah (s.a.v) buyurmuştur ki: "Dâbbetü'l-arz, Musa'nın âsası, Süleyman'ın mührü yanında olarak çıkacak, mühür ile müminin yüzünü parlatacak, âsa ile kâfirin burnunu kıracak, insanlar sofraya toplanacak, mümin ve kâfir tanınacak."

Bu hadise göre de, dâbbe, maddî ve manevî normalin üzerinde bir kuvvet ve saltanat ile ortaya çıkıp büyük bir İslâm devleti kuracak lider olmuş oluyor. Şüphe yok ki, Musa'nın asasına, Süleyman'ın mührüne sahip olan kimse, büyük bir şahsiyet olacaktır. Hem de kötülerden değil, iyi ve hayırlılardan olacak, bütün müminlerin yüzünü güldürecek, kâfirlerin burnunu kıracaktır. Âyette "Onlara insanların âyetlerimize kesin bir iman getirmemiş olduklarını söyler" buyurulması da bunu gerektiriyor. Şu halde buna dâbbe ismi verilmesinin sebebi, onun kâfirlere karşı acımasız olacağını ve Allah Teâlâ'ya göre onun meydana çıkarılmasının zor bir şey değil, yerden normal bir dâbbe çıkarmak gibi kolay olduğunu anlatmaktır. Burada bazı eserleri (haberleri) de kaydedelim:

1- İbnü Cerir'in Huzeyfe b. Esîd'den rivayet ettiğine göre: "Dâbbe'nin üç çıkışı vardı: Birisinde bazı çöllerde çıkar, sonra gizlenir. Birisinde de, emirler kan dökerken bazı şehirlerde çıkar, yine gizlenir. Sonra insanlar mescidlerin en şereflisi, en büyüğü ve faziletlisi içinde iken yeryüzü kendilerini fırlatmaya başlar. Derken halk kaçışır, müminlerden bir grup kalır, bizi Allah'tan hiç bir şey kurtaramaz derler. Dâbbe de onların üzerine çıkar, yüzlerini parlak yıldız gibi parlatır. Sonra hareket eder, artık ne takip eden yetişebilir, ne de kaçan kurtulabilir. Bir adama varır, namaz kılıyordur, vallahî sen namaz ehli değilsin der. Yakalar, müminin yüzünü ağartır, kâfirin burnunu kırar" dedi. "O zaman insanlar ne halde olur" dedik. "Arazide komşu, malda ortak, yolculuklarda arkadaş olurlar" dedi.

2- İlim ehlinden bir çokları dâbbenin ortaya çıkması, emir bi'l-ma'rûf (iyilikleri emir), ve nehiy ani'l-münker (kötülüklerden menetme) terk edildiği vakittir demişler. İbnü Ömer (r.a) den rivayet edilir ki, âyeti emir bi'l-ma'ruf ve nehiy ani'l-münker terk olunduğu vakittir, demiştir. Buna göre "müslümanlar da bozulup aleyhlerinde hüküm hak olduğu vakit" demek oluyor.

Meâl-i Şerifi

83- Ve her ümmetin âyetlerimizi yalan sayanlarından bir cemaati toplayacağımız gün, artık onlar bir arada tutulup (hesap yerine) sevkedilirler.

84- Nihayet (oraya) geldikleri vakit Allah buyurur: "Siz benim âyetlerimi, ne olduğunu kavramadan yalan saydınız öyle mi? Yoksa yaptığınız başka neydi?"

85- Yaptıkları haksızlıktan dolayı, o söz gerçekleşmiştir; artık onlar konuşamazlar.

86- Görmediler mi ki, dinlensinler diye geceyi yarattık ve (çalışsınlar diye) gündüzü apaydınlık yaptık. İman eden bir kavim için elbette bunda ibretler vardır.

83- "Toplayacağımız gün..." Sözün gelişine göre âyetin zahirî mânâsı, dâbbenin ortaya çıkışı ile meydana gelecek değişikliklerin bir bölümünü anlatmaktır. Yani ileride "Sûr'a üfürüldüğü gün" âyeti ile açıklanacak olan büyük kıyametten önce bir küçük kıyameti veya orta kıyameti açıklamaktır.

84- Nihayet geldikleri zaman, Cenab-ı Allah daha iyi bilir ya , maksat, öldürülüp de Hakk'ın huzuruna getirildikleri zaman demektir. O zaman Allah buyurur ki: Siz benim âyetlerimi ne olduğunu kavramadan yalan saydınız öyle mi, Yoksa, yani tekzib etmedinizse ne yaptınız, bu güne yarar ne amel işlediniz?

85- Yaptıkları haksızlıktan ötürü, o söylenen başlarına gelir, aleyhlerinde hüküm hak olup cehennemi boylarlar. Artık nutukları tutulur, ne itiraz, ne özür, hiç bir şey söyleyemezler.

86- Görmediler mi? Burada maksat, gözle görmek değil, kalple görmektir. Çünkü gece ve gündüz gözle görülürse de sakinlik ve görme hikmetiyle yapıldıkları gözle görünme özelliklerinden değil, akıl yürütmekle bilinir olmalarındandır.

Elbette bunda, bu yapılışta şüphesiz âyetler var. Allah'ın varlığına, birliğine, peygamberliğin gerçekliğine, ahiretin olacağına ve insanların hayat nizamına ve amellerine işaret olan deliller var:

BİRİNCİSİ: Kâinatın bir kararda, bir şekilde kalmayıp hareketten sakinliğe, sakinlikten harekete, karanlıktan aydınlığa değiştirilip durması, yaratılışlar üzerinde hakim yüce bir kudretin varlığını gösterdiği gibi, özellikle insan hayatı açısından, gecenin sükûnet ve dinlenme ve gündüzün uyanıklık ve faliyet hikmeti ve faydalarıyla ilgili yapılması, o yaratıcının her şeyi bilen, hakim, dilediğini yapar bir mutlak yaratıcı olduğunu gösterir. Çünkü isteseydi, insanları da yarasalar gibi yapar; gündüzleri göz açtırmaz ,geceleri dinlendirmezdi.

İKİNCİSİ: Hareketleri durdurup sükunete erdiren, duranların bir nur ile gözlerini açıp hareket etmelerine imkan veren o kudretin, bilgisizlik karanlığında uyuyan insanları uyandırmak, şaşkınlara yol göstermek için dünyayı peygamberlik nuru ile aydınlatacağını da gösterir.

ÜÇÜNCÜSÜ: Gece ve gündüzün bu değişmeleri, bu âlemin bir değişme âlemi olduğunu, bu sebepten bu günün bir yarını ve bu dünyanın bir ahireti bulunduğunu anlattığı gibi bir nur titremesi ile, uyuyan gözlerin açılması ve sakin olanların harekete geçivermesi, aynı şekilde bir üfürme ile ölülerin dirilebileceğini gösteren bir yeniden dirilme misali olarak görülür. Fakat iman eden bir kavim için, çünkü iman etmeyenler hiç bir âyete inanmazlar.

Meâl-i Şerifi

87- Sûr'a üfürüldüğü gün Allah'ın diledikleri müstesna göklerde ve yerde bulunanlar hep dehşete kapılır. Hepsi boyunları bükük olarak O'na gelirler.

88- Sen dağları görürsün de, yerinde durur sanırsın. Oysa onlar bulutun yürümesi gibi yürümektedirler. Bu, her şeyi sapasağlam yapan Allah'ın sanatıdır. Şüphesiz ki O, yaptıklarınızdan tamamıyla haberdardır.

89- Kim iyilikle gelirse, ona daha iyisi verilir ve onlar o gün korkudan da emin kalırlar.

90- Her kim de kötülükle gelirse artık yüzleri ateşte sürtülür. "Başka değil ancak yaptığınız amellerin cezasını çekeceksiniz." (denir).

87- Sûr'a üfürüldüğü gün, büyük kıyamet!

SÛR, bazıları bunu "vâv" harfinin fethi ile "suver" gibi "suret" kelimesinin çoğulu, nefhi de suretlere ruh üflemek diye kabul etmişlerdir. Eğer böyle olsaydı zamirinde denilmesi gerekirdi. Halbuki diğer bir âyette "Sonra, ona bir daha üflenince" (Zümer, 39/68) diye müfred müzekker zamiri gönderildiğinden bu mânâ doğru olamaz. Bazıları da bunu temsilî kabul etmişler, ölülerin kabirlerinden mahşere çağırılışları halini bir orduyu harekete geçirmek için boru çalınması haline benzetmek suretiyle temsili istiare yapıldığını söylemişlerdir. Tefsircilerin çoğuna göre ise bazı hadislerde rivayet edildiği üzere Sûr, büyük boru gibi bir şeydir ki, üç defa üfürülecektir: Birincisi, "nefha-i feza',"yani dayanamama, korku üfürmesi. İkincisi, "nefha-i saık" yani yok olma. Üfürmesi, üçüncüsü ise "nefha-i kıyam", yani kalkma üfürmesidir. Ve buna memur olan melek İsrafil'dir. Bu âyette açıklandığı üzere birincisi olan nefha-i feza'da göklerde ve yerde kim varsa, yüce Allah'ın dilediklerinden başkası, hep dehşetten sarsılacak. Zümer Sûresi'ndeki "Sûr'a üflenince, Allah'ın diledikleri müstesna olmak üzeri göklerde ve yerde, kim varsa düşüp ölmüş olacaktır." (Zümer, 39/68) âyeti gereğince ikinci olan nefha-i saık'ta ise Allah'ın dilediklerinden başka hepsi yıkılıp ölecek. "Sonra ona bir defa daha üflenince, hemen ayağa kalkıp bakakalacaklar." (Zümer, 39/68) ve "Bir de ne göresin! Onlar kabirlerinden kalkıp koşarak Rabblerine giderler" (Yasin, 36/51) âyetleri gereğince üçüncüsü olan nefha-i kıyamda kabirlerinden kalkıp mahşere koşuşacaklardır.

Tirmizî'nin Ebu Saîd-i Hudrî (r.a) den rivayet edip hasen dediği hadis-i şerifte Hz. Peygamber (s.a.v): "Nasıl zevk ve neşe içinde olurum, Sûr sahibi boruyu ağzına almış, ne zaman üfürmesi emredilecek diye izin bekliyor" buyurmuştu. Bu, ashabı kirama pek ağır geldi. O zaman Peygamber Efendimiz:

" "Allah bize yeter, o ne güzel vekildir." (Âli İmran, 3/173) deyiniz" buyurdu.

FEZA: Korkunç bir şeyden insanda meydana gelen tutukluk ve ürkeklik, yani şiddetli korku ile sarsılıp belinlemek demektir. Ancak Allah'ın dilediği kimseler müstesna olarak korkudan emindirler Bunların kim olduğu hakkında değişik sözler söylenmiş ise de kesin bir bilgi yoktur. En uygunu, bundan sonraki ikinci âyette "Ve onlar o gün korkudan da emin kalırlar" (Neml, 27/89) ifadesinin, bunun bir açıklaması şeklinde olmasıdır.

88-89- Bir de sen dağları görürsün de onları yerinde durur sanırsın. Halbuki onlar bulutun yürümesi gibi yürümektedirler. Bu âyet iyi anlaşılmış değildir Müfessirler bunu "Dağlar sallanıp yürütüldüğünde..." (Tekvîr, 81/3), "Dağlar atılmış yün gibi olduğu..." (Kâria, 101/5) âyetleri üzere kıyamet günü dağların yün gibi atılıp yürütülmesi manzarasının bir tasviri kabul etmişlerdir. Buna göre bu âyet "hepsi O'na dehşete kapılarak gelir." (Neml, 28/87) cümlesine matuf olarak bu görüş, bu sanış, bu bulut gibi geçiş, hep ilerde o feza günü olacak. Fakat buna göre "Sen onları durur sanırsın" cümlesi yakışıksız kalır. "Oysa, onlar bulutun yürümesi gibi yürümektedirler." denilmesi daha uygun olurdu. Çünkü "O gün dağlar bulut gibi geçecekler de o halde sen onları camid duruyor sanacaksın" denilmesi, şiddetlendirmek değil hafifletmek oluyor. Şu halde ile bu güne, o güne ait olmak ihtimali kalır. Yani "bu gün hal-i hazırda dağları görürsün câmid hareketsiz sanırsın, halbuki, onlar kıyamet günü bulut geçer gibi geçeceklerdir" demek olur. Bu surette ise fazla kalır denilmesi daha uygun olurdu.

Bunun için müteahhirin'den bazıları fiilinin de şimdiki zamana ait olması gerekeceğine hükmederek bununla yeryüzünün hareketini ispata çalışmışlardır. Buna göre mânâ şöyle olmaktadır: Sen bu gün dağları görür hareketsiz sanırsın, halbuki onlar hergün bulut geçer gibi geçerler. Bu esas itibariyle güzel bir mânâdır. Ancak bu geçiş yeryüzünün her gün güneş etrafındaki dönüşü olarak yorumlanınca kıyamet halleri arasında bunun ne sebeple zikredildiği anlaşılamıyor. Bir de bütün bu görüşlerde yalnız "yerinde durur" demek oluyor. Ve bunun yürümekle karşılığı anlaşılsa da, bulut ile olan karşılığındaki zevk kaybedilmiş oluyor.

Bizim görüşümüze göre bu âyet, şimdiki halin her an oluş ve yok oluşunu göstererek kıyamet ve yeniden dirilmeyi düşündürmek için bir nevi delil göstermek üzere ifade edilmiştir. Dağların aslında gezici gazlardan meydana gelmiş olup zerrelerinde bulut buharlaşır gibi olmak ve yok olmak, kimyasal değişim ile her an yeni yaratılışın devam edip durduğunu ve bu suretle yoğunluklarının da bir tek hacimde sabit kalmayıp her an değişmek ve yeniden meydana gelmek üzere bulunduğunu ve bu sebepten âlemin en sabit görülen şeylerinin bile böyle her an değişme ile bir kıyamete doğru gittiğini ve şu halde günün birinde bir üfürme ile o koca dağların yerinden bütün yoğunluklarıyla yürütülüp yeryüzünün başka bir yeryüzüne değiştirilebileceğini anlatıyor. Hem bu gidişin nizamsız bir değişiklik ile sadece bir tahrip için değil, bulutun rahmete gidişi gibi hikmet ve intizam ile daha yüksek bir hayata geçirmek için olduğuna işaret de ediyor. Bu işareti özellikle açıklamak için buyuruluyor ki: Her şeyi itkan eden, yani ilim ve hikmeti ile her şeyi yerli yerinde sağlam ve muntazam yapan Allah'ın sanatıdır! Şüphesiz ki O, yaptıklarınızdan tamamıyla haberdardır. Her kim bir iyilikle gelirse ona ondan daha hayırlısı var, hem onlar o iyilikle gelenler o günkü bir feza'dan, yani o üfürülme günü veya tekrar dirilme günü dehşetli bir korkudan emin kalırlar

90- her kim de bir seyyie ile, kötü amel ile gelirse yüzü koyun ateşte sürtülür. Başka değil, ancak yaptığınız amellerin cezası ile karşılanacaksınız.

Bu açıklamadan sonra, sonuç olarak Resulullah (s.a.v)a şöyle söylemesi emrolunuyor:

Meâl-i Şerifi

91- (De ki): "Ben ancak her şeyin sahibi olan ve burayı kutlu kılan bu şehrin (Mekke'nin) Rabbine kulluk etmekle emrolundum. Yine bana müslümanlardan olmam emredildi."

92- "Ve Kur'ân'ı okumam emredildi." Artık kim doğru yola gelirse, yalnız kendisi için gelmiş olur; kim de saparsa ona de ki: "Ben sadece uyarıcılardanım."

93- Ve şöyle de: Hamd, Allah'a mahsustur. O, âyetlerini size gösterecek, siz de onları görüp tanıyacaksınız. Rabbin, yaptıklarınızdan habersiz değildir.

91-92-93- "Bu belde" yani Mekke. "Kim Allah'a yüzünü iyilik yapan biri olarak çevirirse" (Bakara, 2/112) âyetine göre Allah'ın birliğine teslim olan ve yaptığını Allah için yapan halis müslümanlardan ve de ki: Hamdolsun Allah'a, o size âyetlerini gösterecek, siz de onları görüp tanıyacaksınız. Yani Kur'ân'da kudret delillerinden İslâm'a vaad ettiği olağanüstü yardım ve başarıları ileride fiilen gösterecek. Şimdi tanımak istemediğiniz o hakikatleri o vakit tanıyacaksınız. "Şüphesiz ki bu Kur'ân, sana hikmet sahibi ve her şeyi bilen Allah tarafından verilmektedir" (Neml, 27/6), "Rabbin şüphesiz onlar arasında hükmünü verecektir." (Neml, 27/78), "O, âyetlerini size gösterecek, siz de onları görüp tanıyacaksınız." âyetleri müminlere hidayet ve müjde için indirildiği, başında bildirilen bu sûrenin ruhu yerinde olan teminat âyetleridir.

Bu sûrenin indirildiği Mekke'de peygamber'in ne kadar yalnız, İslâm'ın ne kadar garip olduğu düşünülür de öyle bir zamanda böyle bir sûre ve özellikle bu kesin âyetlerle gelecek hakkında vaad ve teminatın kuvveti ve büyüklüğü ve gerçekte hicretten sonra İslâm tarihinin açtığı kudret ve saltanatın genişliği ve önemi düşünülürse bu sûrenin ve bu âyetlerin, bu yüksek haber ve teminatın ne kadar büyük mucizeleri içinde bulundurduğu ortaya çıkar. Ve gerçekten bu Kur'ân'ın, her şeye hakim, her şeyi bilen yüce Allah tarafından geldiği bütün açıklığı ile anlaşılır.

Tarihi araştıranlar "Bedir" den başlayıp Hz. Ömer devrinden, Fatih, Yavuz ve Kanuni Süleyman devirlerine kadar yüce Allah'ın "Hamd olsun Allah'a! O, âyetlerini size gösterecek, siz de onları görüp tanıyacaksınız" buyurduğu üzere, âyetlerini nasıl gösterdiğini hiç şüphesiz görür, hamd ederler. Selim ve Süleyman saltanatlarının, Davud ve Süleyman saltanatları gibi "Bizi mümin kullarının birçoğundan üstün kılan Allah'a hamd olsun" (Neml, 27/15) şükranesiyle doğması da bu sûredeki müjdelerin neticelerinden olduğunda şüphe yoktur.

__________________
Sözün kıymetini '' Lal'' olandan,
Ekmeğini kıymetini ''Aç '' olandan,
Aşkın kıymetini ''Hiç'' olandan öğren..

Alıntı ile Cevapla
 

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147