Havas Okulu - Tekil Mesaj gösterimi - Enbiya Suresi Açıklamalı Tefsiri
Tekil Mesaj gösterimi
  #2  
Alt 03.07.18, 08:45
Havasokulu Havasokulu isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Daimi Üye
 
Üyelik tarihi: 28.04.15
Bulunduğu yer: Nefes Aldığım Yerde
Mesajlar: 15,040
Etiketlendiği Mesaj: 884 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

İşte, sizin de gördüğünüz gibi benimle birlikte olanların kitabı, yani ümmetime bir öğüt ve bir tefekkür kaynağı olmak üzere tebliğ edip açıkladığım kitab ve öğüt ve benden öncekilerin kitabı! Daha önceki peygamberlerin ümmetleri için yapılan öğüt. Bunlar meydanda, hepsi de Allah'ın birliğini gösteren aklî ve naklî deliller olarak ortaya konmuştur. Hani ya sizin ki? Diğer bir ifadeyle: İşte benim ümmetimin kitabı olan Kur'ân ve önceki ümmetlerin kitabı olan Tevrat ve diğer bilinen kitaplar! Bunlara müracaat edin, sizin Allah'a ortak koşma davanıza bir delil bulabilir misiniz? Haydin bakalım! Ne mümkün. Hayır, onların çoğu gerçeği bilmezler, körü körüne başkalarının arkasından giderler de onun için haktan yüz çevirmektedirler. Ancak bir azınlık vardır ki, haktan hoşlanmazlar, haksızlıklarından dolayı bile bile yüz çevirirler.

Bunlar, önceki peygamberlerin öğrettikleri tevhid inancı değildi diyecek olurlarsa: "Senden önce hiçbir peygamber göndermedik ki, ona şöyle vahyetmiş olmayalım: 'Gerçek şu ki, benden başka ilâh yoktur. Onun için bana ibadet edin..."

30- O kâfir olanlar, görmediler mi? Baksalar ya; veya haberleri yok mu, sorsalar ya; veyahut şu görüş ve düşüncede değiller mi? Göklerle yer, şu gördükleri âlemin yukarı kısmını teşkil eden yüksekler ve alt kısmını oluşturan yer bitişik idiler. İkisi de deliksizdi. Yukarıdan yağmur yağmıyor, yerde ot bitmiyordu, bunu görüyorlardı. Veyahut yer, dağsız deresiz yekpare; gök boyutları da güneşi, ayı, gökcisimleri ve yıldızları yok, tek bir bütün halindeydi. Veyahut yer, gökcisimlerine bitişik, hepsi bir şeydi. Gök cisimleri ve kütleleri arasında şimdiki çeşitlilik sözkonusu olmayıp hepsi de birbirine benzer birer madde idi. Veyahut hepsi başlangıçta var olmamakla ortaktı. Dışta görünen ve farklı özellik gösteren bir varlık değildi. Bunları da şimdiki görünen durumlarından bir fikir edinip ondan delil çıkarmak yolu ile veya duyulup nakledilen bilgiler ışığında bilirler veya bilebilirler. Baksalar ya, öyle iken biz onları koparıp ayırdık. Yok iken yaratıldılar, bir şey iken çoğaldılar. Başlangıçta duman gibi bir madde iken farklı şekiller alıp değişik kütleler oldular. Bir tabiatta kalamayıp değişik karekterlerle çeşitlendirildiler. Yer, göklerden ayrıldı, yukarısından yağmur yağdırıldı, üzerinde otlar bitirildi. Ve hayatı olan herşeyi sudan yarattık. Yani gerek bitki, gerek hayvan ve gerek insan olsun, canlı olan her şeyin hayatına suyu sebep kıldık. Bazıları buradaki sudan maksadın nutfe (sperma) olduğunu söylemişlerdir. Ancak bu takdirde canlılardan sadece bir kısmını canlılık kavramına tahsis etmek icab eder. Halbuki su bilinen yönüyle asıl mânâsına olduğu takdirde "hayatı olan her şey" mânâsı genel olarak hayvanlardan başka bitkileri de içine alacaktır. Şüphesiz gerek hayvanların ve gerek bitkilerin hayatlarının su ile bağlantısı bilinen bir gerçektir.

Son zamanlarda suyu oluşturan elementlerin en önemlisi olan hidrojen, bütün elementlerin temel esası gibi mütalaa olunmaya başladığına göre, Kur'ân'ın bu uyarısı daha kapsamlı bir gerçeğe işareti de içine almış olur. Gerçi organik kimyada karbon bir temel element olarak mütalaa edilmektedir. Ve hayatın hava ile de alakası vardır. Fakat âyette sözü edilen "Şey" sözcüğünün, suyun dışında kalan diğerleri için de aykırı bir tarafı olmadığı gibi, bunlar herkes için su kadar açık ve gözle görülen şeyler de olmadığından, burada en açık delil ileri sürülmüştür ki, o da sudur. Suyun ratk (bitişik olma) ve fatk (ayırma) ile münasebeti apaçık olup herkesçe bilinmektedir. Tabiat (yaratılış) üzerinde bu bitişik olma ve ayrışma durumu ile, bu şekilden şekile değiştirme olayı o kâfirlerin görüp durdukları veya düşünüp kıyaslama yoluyla bildikleri veya haber aldıkları bir iş, bir icraat olduğu halde yine de imana gelmezler hâ! Bir sudan yaratıldıklarını bilirler de hâlâ Allah'ın sanat ve tesirine inanmazlar, tabiat, tabiat deyip dururlar hâ! İşte tabiate kalsaydı tabiat kendi kendine değişir miydi, yer ile gök yokluktan varlığa gelirler miydi veya yer gökten ayrılır mıydı veya kuru havada yukarıdan yağmur yağar, kuru toprakta otlar biter miydi, sonra o cansız tabiatlarda aynı bir sudan değişik hayatlar meydana gelir miydi, insanlar olur muydu, kendileri hayat bulurlar mıydı? Onlar kendilerini parçalanmaz mı zannediyorlar? ü

31- Halbuki onları yaratan biz, o yeryüzünde kendilerini sarsacak diye ağır baskılar yaptık. Yani gökten ayırdığımız ve üzerinde kendilerine sudan hayat verdiğimiz insanları, yerküresi hareketiyle çalkalayıp sıkıntıya sokmasın, sakin olacak yer bulsunlar diye o yeryüzünde suya karşılık sulb oturaklı kıt'alar (Omurgaları derinliklere gömülmüş parçalar yani dağlar meydana getirdik. Bir düşünmeli ki, yeryüzü, sıvı bir halde kalsaydı ve yer hareket ettikçe insanlar çalkanıp dursaydı ne büyük sıkıntı olurdu. Toprak kütlesinin yaratılması ve dağların kazık gibi oturtulması ile, bu sıkıntı bertaraf edilip yeryüzü, insanların yaşaması için oturulabilir bir hale getirildi. Ve orada birtakım alanlar, yollar yaptık ki doğru yolu bulabilsinler. Arzu ettikleri yere doğru gidebilsinler veya hak yolunu tutsunlar.

32- Gökyüzünü de korunmuş bir tavan yaptık. "Onları (gökleri) kovulmuş her şeytandan koruduk" (Hıcr15/17) âyetinde belirtildiği gibi, şeytanların saldırısından korumuş veyahut kendisine tayin edilmiş zamana kadar bozulup dağılmaktan korunmuştur. "Doğrusu gökleri ve yeri zeval bulmaktan Allah koruyup tutuyor. And olsun ki, zeval bulurlarsa, onları O'ndan başka kimse tutamaz. O şüphesiz Halîmdir, bağışlayandır." (Fâtır, 35/41) Onlar ise bunun (gökyüzünün) alâmetlerinden yüz çevirmektedirler. Gökyüzünde Allah'ın kudretini ve O'nun birliğini gösteren bunca delillerin gösterdiği gerçeklerden yüz çevirip geçiyorlar.

33- Halbuki geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı yaratan O'dur. Bunların her biri kendi dairesinde dolaşmaktadır. Demek zannedildiği gibi onları felek (yörünge) döndürüyor değil, onlar felekte ve herbiri bir yörüngede yüzüyorlar. Felek, devreden şey demek olduğuna göre, bazıları feleği dolaşan bir cisim saymışlardır ki, bunlar, zamanlarının fen telâkkisine kapılmış görünüyorlar. Halbuki Dahhâk'tan rivayet olunduğu üzere felek, yıldızların medarı, yani dolaştığı yer diye tarif edilmiştir ki, sırf rıyazî (matematiksel) bir ifadedir. Son zamanlarda dilimizde bu medar kelimesi gibi "mahrek" (hareket yeri) demek de terim olmuştur. Biri devirden ism-i mekân, biri de hareketten ism-i mekândır. Âyette yalnız güneş ile ay zikredildiği halde haberde tesniye getirilmeyip ikiden daha fazlasını ifade eden çoğul siğasıyla "yüzerler." buyurulması dikkate değer görülmüştür.Burada tefsirciler, bir kaç yorum söylemişlerdir:

Birincisi: "Güneş, ay ve yıldızlar" takdirinde olmasıdır ki, güneş ile ayın yanında yıldızlar hazfedilmiş sonra da, hepsi anlamında olan "küllün" sözcüğü ve çoğul siğası olan "yesbehûn" ile hepsine işaret olunmuş demektir.

İkincisi: Bu karîne (maksadı gösteren alâmet) ile güneş ve aydan cins olarak bütün yıldızların kast edilmiş olmasıdır. Bunu bazıları, doğuş yerlerinin değişmesi itibariyle güneş ile ayın bir çoğulu gibi düşünmek ve dolayısıyla da diğer yıldızların âyette söz konusu edilmediğini kabul etmek istemişlerdir. Fakat bu tarz düşünce söz konusu edilecek olursa, diğer yıldızların da kimisinin ay mânâsında olduğuna işaret olarak bu ikisini hepsini cinsi gibi almak daha münasiptir. Sonra "kül" genellemesi, güneş ve ayla beraber daha önce adı geçen "yer"i de içine alarak hepsine işaret yapılmış olma ihtimali de vardır ki yer, güneş, ay bütün gök cisimlerinden herbiri bir yörüngede yüzüyorlar demek olur. Ve demek ki ne kadar gök cisimleri varsa o kadar da yörüngeleri vardır. Sözün özü, hangisi olursa olsun şurası muhakkak ki, burada eski astronomi ilminin kabul ettiği bir teorinin reddedilmesi vardır. Çünkü onlar güneş ile ayı, yörünge hareket ettiriyor diyorlardı. Burada ise herbirinin birer yörüngede kendilerinin yüzdükleri haber veriliyor ki, gök cisimlerinden her birinin fezada bir mihver (eksen) veya mahrek (yörünge) üzerinde hareket ettiklerini söyleyen yeni astronomi nazariyesinin esası da budur. Şüphesiz eskilerin nazarında da fenleri şimdikilerinki gibi ve belki daha kuvvetli bir kanaatle takip ediliyordu. Demek ki, bugün bu ve benzeri âyetlerde Kur'ân'ın fenne karşı büyük bir zaferini okumaktayız. O halde bildiğimiz fen ilimlerine aykırı görünen noktalara rast gelindiği zaman, Kur'ân fenne uydurulmaya çalışılmamalı, fen, Kur'ân ile bağdaştırılmaya uğraşılmalıdır.

Şimdi düşünün ki, bir kısmı güneş gibi ışığın kaynağı, bir kısmı ay gibi başkası tarafından aydınlatılan (milyarlarca) gök cisimlerinin herbiri kendine mahsus bir dairede yüzüyor; hiçbiri sakin değil, hepsi de birer eksen etrafında periyodik hareketler yapmaktadır. Bir tutarları da yok, hepsi fezânın boşluğunda, bir nizam ve düzen içerisinde yollarına devam etmekte ve her türlü kusurdan korunmuş olarak yörüngelerinde yüzmektedirler. Bu ne harika sanat, ne büyük kudret ve ne büyük âyetlerdir. Bunların hepsinden Allah'ın birliği ve yüceliği okunur. Fakat kâfirler bunları görseler de şaşkınlıklarından yüzlerini çevirirler, şuna buna isnad etmeye kalkışırlar. Zerre kadar insafı olanların itiraf etmesi gerekir ki, işte bu sözü, yüce Allah'ın birliğinin ve kudretinin delillerini görünen âlemde gösterirken, aynı zamanda Allah'ı gösteren delillerden birisi de Hz. Muhammed'in nuru olduğunu göstermek için, Hz. Muhammed'in peygamberliğini anlatacak hususi bir delil olmak üzere, yerin gökten ayrılmış olması gibi bilimsel bir gerçeği fizik ve felsefe adamlarına ders verdikten sonra, Batlamyus astronomisini kökünden yıkan bir vecize ile astronomi bilginlerine de yeni bir fenn (ilmi buluş)in başlangıcı olacak bilimsel bir genel kaide veriyor. Gerçi Kopernik, Nevton, Lâplâs gibi bu fen (Astronomi) ile meşgul olan kimselerin böyle bir Astronomik kanunu bulmaları aslında çok üstün bilimsel bir başarı ve bir deha olmakla beraber bir mucize sayılmazsa da, bunu, ümmi (okuma, yazması olmayan) bir insanın bütün ilim dünyasına karşı meydan okurcasına haber vermiş olması, onun peygamberliğini ortaya koyan Allah'ın âyetlerinden bir âyet olduğunda şüpheye yer bırakmaz.

34- Bir de biz senden önce de hiçbir insanı ölümsüz kılmadık. Her kim olursa olsun insanoğlundan hiç bir ferde bu dünyada ebedî kalmayı nasib etmedik. O halde sanki sen ölürsen onlar baki kalacaklar mı? Senin ölümünü gözeten "Biz onun felaket zamanını bekliyoruz." (Tûr, 52/30) diyen o kâfirler bâkî mi kalacaklar ki, senin ölümünü düşünerek teselli bulmak istiyorlar?

35-41- Her nefis ölümü tadacaktır. O acıyı duyacaktır. (Al-i İmran, 3/114 . âyetin tefsirine bkz.) Ve biz sizi bir imtihan olarak kötülük ve iyilikle deneyeceğiz. Bu dünya öyle bir imtihan ve deneme yeridir ki, her iyiliğin önünde bir şer engeli vardır. Bununla beraber ölümle her şey bitiverecek değildir. Hepiniz de sonunda bize döndürüleceksiniz, dağılıp toplanılarak hesap görülecek, imtihanların iyi veya kötü, mükafat veya cezaları verilecektir. "O inkârcılar seni gördükleri zaman seni alaya alıyorlar... "

Meâl-i Şerifi

42- De ki: "Geceleyin ve gündüzün sizi Rahmân'dan kim koruyabilir?" Ama onlar Rablerinin kitabından yüz çevirmektedirler.

43- Yoksa kendilerini bize karşı savunacak tanrıları mı var? O tanrılar kendilerine bile yardım edemezler, katımızdan da dostluk görmezler.

44- Doğrusu biz o kâfirleri ve atalarını yaşattık, hatta o ömür onlara uzun geldi. Fakat şimdi memleketlerini her yandan eksilttiğimizi görmüyorlar mı? O halde üstün gelen onlar mıdır?

45- De ki: "Ben sizi ancak vahiyle korkutup uyarıyorum," uyarıldıkları zaman sağırlar çağrıyı duymazlar.

46- Yemin olsun ki, Rabbinin azabından az bir şey onlara dokunursa, muhakkak "Vay bizlere, biz gerçekten zalimlerdik" diyeceklerdir.

47- Biz kıyamet günü için doğru teraziler kurarız; hiçbir kimse hiçbir haksızlığa uğratılmaz. Yapılan amel, bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa, onu getirir (tartıya koyarız.). Hesap görenler olarak da biz kâfiyiz.

42-47- "Bir yere gelir, etrafından eksiltiriz." (Râd, 13/41. âyetinin tefsirine bkz.)

Meâl-i Şerifi

48- Yemin olsun ki, Musa ve Harun'a eğriyi doğrudan ayıran kitabı, takva sahibleri için bir ışık ve öğüt olarak verdik.

49- Onlar görmedikleri halde Rablerinden korkarlar, kıyamet saatinden de titrerler.

48-49- Yani Musa ve Harun'a verilen âyetler ve mucizeler içinde en mühim ve en faydalı olarak Tevrat verildi ki, hak ile batılı ayıran hükümleri, aydınlatıcı ve öğüt verici irşad ve vaazları içine almaktaydı. Bu böyle.

Meâl-i Şerifi

50- İşte bu (Kur'ân) da indirdiğimiz kutsal bir kitaptır. Şimdi siz bunu mu inkâr ediyorsunuz?

50- İşte bu da, yani Kur'ân da öyle mübarek bir zikirdir ki onu biz indirdik. Ey önceki peygamberlere verilen mucizelerin tıpkısını isteyenler! Şimdi siz bunu mu inkâr ediyorsunuz?

Meâl-i Şerifi

51-73-51- And olsun ki biz daha önce İbrahim'e de rüşdünü vermiştik (akla uygun olanı göstermiştik). Biz onu biliyorduk.

52- O zaman o, babasına ve kavmine: "Bu tapınıp durduğunuz heykeller nedir?" demişti.

53- Onlar: "Biz atalarımızı bunlara tapar bulduk" dediler.

54- İbrahim: "And olsun ki sizler de, atalarınız da apaçık bir sapıklık içindesiniz" dedi.

55- Onlar : "Sen bize gerçeği mi getirdin (Sen ciddi mi söylüyorsun), yoksa şaka mı ediyorsun?" dediler.

56- O şöyle dedi: "Hayır Rabbiniz göklerin ve yerin Rabbidir ki onları O yaratmıştır. Ben de buna şahidlik edenlerdenim."

57- "Allah'a yemin ederim ki, siz arkanızı dönüp gittikten sonra, ben putlarınıza elbette bir tuzak kuracağım."

58- Derken o, bunları parça parça etti. Yalnız kendisine başvursunlar diye onların büyüğünü sağlam bıraktı.

59- (Kavmi) "Tanrılarımıza bunu kim yaptı? Doğrusu o zalimlerden biridir." dediler.

60- (Bazıları) "İbrahim denen bir gencin, onları diline doladığını duymuştuk" dediler.

61- "O halde onu insanların gözleri önüne getirin, olur ki (aleyhinde) şahidlik ederler" dediler.

62- (İbrahim gelince ona) "Ey İbrahim! bunu tanrılarımıza sen mi yaptın?" dediler

63- İbrahim: "Belki onu şu büyükleri yapmıştır, konuşabiliyorlarsa onlara sorun" dedi.

64- Bunun üzerine vicdanlarına dönüp (kendi kendilerine) dediler ki: "Doğrusu siz haksızsınız."

65- Sonra yine (eski) kafalarına döndüler: "And olsun ki (ey İbrahim!) bunların konuşmayacağını (sen de) bilirsin." dediler.

66- (İbrahim) dedi: "O halde, Allah'ı bırakıp da size hiçbir fayda ve zarar veremeyecek olan putlara mı tapıyorsunuz?"

67- "Size de, Allah'ı bırakıp taptıklarınıza da yazıklar olsun, siz hâlâ akıllanmayacak mısınız?"

68- Onlar: "Bir şey yapacaksanız, şunu yakın da tanrılarınıza yardım edin" dediler.

69- Biz: "Ey ateş! İbrahim'e karşı serin ve zararsız ol" dedik.

70- Ona düzen kurmak istediler, fakat biz kendilerini daha fazla hüsrana uğrattık.

71- Onu da, Lût'u da, âlemler için bereketli ve kutsal kıldığımız yere ulaştırıp kurtardık.

72- Ona (İbrahim'e) İshak'ı, üstelik bir de Yakub'u ihsan ettik ve herbirini salih kimseler kıldık.

73- Onları buyruğumuz altında (insanlara) doğru yolu gösterecek önderler kıldık. Kendilerine hayırlı işler yapmayı, namaz kılmayı, zekat vermeyi vahyettik. Onlar bize kulluk eden kimselerdir.

Meâl-i Şerifi

74-75-74-Biz Lût'a da bir hüküm, bir ilim verdik. Onu çirkin işler işleyen kasabadan kurtardık. Doğrusu onlar kötü, fasık bir kavimdi.

75- Onu ise rahmetimizin içine aldık. Çünkü o salihlerdendi.

Meâl-i Şerifi

76-77-76- Nuh da daha önceleri bize yalvarmıştı; biz de onun duasını kabul ettik, kendisini ve ailesini büyük sıkıntıdan kurtardık.

77- Âyetlerimizi yalanlayan kavminden onun öcünü aldık. Şüphesiz onlar kötü bir kavimdiler. Biz de hepsini (suda) boğduk.

Meâl-i Şerifi

78- Davud ve Süleyman'ı da (hatırla). Hani onlar ekin hakkında hüküm veriyorlardı. Hani milletin koyunları (geceleyin) içinde yayılmıştı, biz onların hükmüne şahittik.

79- Biz onu(n hükmünü) hemen Süleyman'a bildirmiştik; (zaten) herbirine hüküm ve ilim vermiştik. Davud'la beraber tesbih etsinler diye, dağları ve kuşları buyruk altına aldık. (Bütün bunları) yapan bizdik.

80- Ona, sizi savaşta korumak için zırh yapma sanatını öğrettik, artık şükreder misiniz?
__________________
Sözün kıymetini '' Lal'' olandan,
Ekmeğini kıymetini ''Aç '' olandan,
Aşkın kıymetini ''Hiç'' olandan öğren..

Alıntı ile Cevapla
 

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147