Havas Okulu - Tekil Mesaj gösterimi - Enfal Suresi Açıklamalı Tefsiri
Tekil Mesaj gösterimi
  #4  
Alt 03.07.18, 11:25
Havasokulu Havasokulu isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Daimi Üye
 
Üyelik tarihi: 28.04.15
Bulunduğu yer: Nefes Aldığım Yerde
Mesajlar: 15,056
Etiketlendiği Mesaj: 884 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Eğer siz Allah'a ve iki ordunun karşı karşıya geldiği, müslüman ve kâfirlerin çarpıştığı gün, o furkan günü (yani hak ile batılın ayrıldığı Bedir günü) kulumuza indirdiğimiz şeylere, ki bunlar vahiy âyetleri, yardım melekleri ve ilâhî nusret ve zaferdir, işte bunlara iman etmiş hakiki müminler iseniz biliniz ki, bu böyledir. Yani enfâl ve ganimetin bu şekilde taksim olunması gerekir. Bunun böyle olduğunu bilin, ona göre gereğini yaparsınız. Ve Allah her şeye kâdirdir. O gün gözlerinizle gördüğünüz gibi, çoğa karşı aza, kuvvetliye karşı zayıfa zafer ve nusret vermeye kadir olan Allah, daha nelere, nelere kâdirdir ve siz O'nun emrine uyar, hükmüne uygun hareket ederseniz size daha neler neler verecektir.

42-Hani bilirsiniz ya! O vakit siz vadinin beri kıyısında, fena bir yerde idiniz, onlarsa öte kıyısında daha müsait bir yerde idiler kervan ve süvarileri de sizden daha aşağıda, -sahilde- idiler. Yani kervan bir taraftan sizin etki alanınızda demekti, fakat diğer cihetten bunlar düşman ordusunun size saldırmasını gerektirecek, aynı zamanda savaşa hırsla girmelerini tahrik edecek bir sebepti. İşte bu durum, sizi korkutuyor ve işinizi güçleştiriyor ve sizin için bir tehlike oluşturuyordu. Hasılı, gerek asker sayısı, gerek taktik, gerek arazi durumu, gerekse araç, gereç ve donanım bakımından görünüşte düşman güçlü, siz de gayet zayıf bulunuyordunuz. İki ordu arasında her bakımdan büyük bir fark vardı. Öyle ki eğer daha önceden sözleşmiş olsa idiniz, yani o gün orada savaşmak için siz onlara, onlar size vaad etmiş, söz vermiş olsa idiniz, aranızda meydana gelecek bu farkı önceden bilmiş olsa idiniz, o sözünüzde anlaşmazlığa düşerdiniz, mutlaka ihtilaf ederdiniz. Bu vaziyeti görünce cesaret edemez, verdiğiniz sözden döner, zaferden de ümidinizi keserdiniz. Yani onlara üstün gelmeyi düşünmek şöyle dursun, karşılarına çıkmayı bile göze alamazdınız, savaştan kaçınırdınız. Şu halde iş size ve sizin anlayışınıza ve görünürdeki sebeplere bağlı kalsa idi, aradaki bu büyük farklılıklardan dolayı bu başarı ve zaferin meydana gelmesine imkân yoktu. Ve lâkin bunu Allah yaptı, öyle bir sözleşme olmaksızın ve sizi kendinize bırakmaksızın, iki tarafı öyle bir duruma düşürüp birbirine çattırdı ki, Allah, o fiil alanına çıkan emri, o harikulade olayı, o olması gereken işi, oluş alanına yansıtarak hak ile batılı ayıran ve Allah dostları ile düşmanlarını açık seçik ortaya koyan o furkanı yapsın, bir muhkem kazıyye kılsın, vaad ettiği nusret ve zaferi bir kesin delil ile isbat ve tesbit etsin. Ta ki, helak olan bir açık belgeye dayalı olarak helak olsun, yaşayan da yine bir açık belgeye dayalı olarak yaşasın.

Bedir olayı, Allah'ın öyle açık bir âyeti ve öyle kesin bir belgesidir ki, hem Kureyş müşriklerinin ölüleri ve mağlupları gibi ilâhî emre karşı gelenler ve Resulüne düşmanlık güdenlerin, yani helak olanların veya olacak olanların ebedi helakine, hem de müslüman gazi ve şehitleri gibi Allah'a ve Resulüne itaatle maddi anlamda zafer, manevî anlamda ebedî hayat ve kurtuluşa ermek demek olan kurtuluşa gözle görülür ölçüde bir kesin belgedir. Ve artık ne ölünün, ne dirinin, ne kâfirin, ne müminin Allah'a karşı ortaya koyabilecek bir delili ve O'nun hükümlerine itiraz olabilecek bir mazereti yoktur. Ve bu beyyine, bu kesin belge ile de sabittir ki, hiç şüphesiz Allah işitendir, bilendir. Dostlarının ve düşmanlarının her söylediklerini işitir, onların niyyet ve itikatlarını, maksat ve art düşüncelerini bildiği gibi, onlar hakkında ne yapacağını da bilir. Bu âyetin sonu, yukarıda geçen "Onları sen öldürmedin lâkin Allah öldürd" (Enfâl 8/17) âyetinin sonunu hatırlatır ve o sonu tekitli olarak tekrar eder. Hasılı harikalar ve mucizeler birer tesadüf eseri değiller.

43- Düşün ki, o vakit uykunda (veya yatağında veya gözünde) Allah onları sana sayıca az gösteriyordu. Bu işle ilgili olmak üzere evvela bir rüya gösteriyordu ki, bu rüya işin başlangıcı ile sonucu arasında bir bağlantı olduğunu ve olayın büsbütün tesadüfe bağlı bulunmadığını belgeler. Ayrıca o çokluğu, azınlık olarak gösteriyordu. Sen de bunu haber verip ashabı teşci ve teşvik ediyordun. Bu da bir aldanma ve aldatma değildi. Bir hikmeti, bir maslahatı içeriyordu.

Gerçekten de eğer sana onları (aslında oldukları gibi) çok gösterseydi, elbette yılgınlık gösterecektiniz, ve elbette o konuda münakaşa edecek, birbirinizle didişecek ve anlaşmazlığa düşecektiniz. Savaşı göze alıp almamak hususunda görüş ayrılığına düşecektiniz; kiminiz sebat, kiminiz firar taraftarı olacaktınız. Ve lâkin Allah, selamet ihsan etti. Sana onların dış görünüşüyle kalabalıklarını değil, hakikatteki zayıflıklarını, değersizliklerini gösterdi. Sizi yılgınlığa düşürmedi ve aranızda çıkacak muhtemel bir anlaşmazlığa meydan vermedi ve selamette tuttu. İşin başlangıcı ile sonunu başarılı kılıp selamete erdirdi. Muhakkak ki O, sinelerde gizli sırları da bilir. Gönüllerde ne vardır, ne olacaktır ve ne gibi sebep ve şartlarla değişik hallere uğrayacaktır hepsini tamamıyla ve hakkıyla bilir.

44-45- Ve yine onlarla karşı karşıya geldiğiniz sırada da onları gözünüze az gösteriyordu, gözünüzü yıldırmıyordu. Peygamber'in rüyasını, böylece görünüşte de doğruluyordu ve sizi her türlü korkudan selamette tutuyordu, size cesaret veriyor, yüreklendiriyordu. Sonra da onları gözünüzde büyütmüyordu. Hatta Abdullah b. Mesud, yanındaki arkadaşına "Nasıl onları yetmiş kişi kadar görüyor musun?" demiş, o da "yüz kişi kadar görüyorum" demişti. Sizi de onların gözünde azaltıyordu. Nitekim Ebu Cehil o sırada "Muhammed ve ashabı "bir deve yiyimi" yani bir lokmacık" demişti. Bu henüz savaş başlamadan, cüretlerini arttırmak, gurur ve saygısızlıkla gayrı muntazam bir surette kıtale çattırmak için idi ki, savaşa başladıktan sonra gözlerinde müminleri birdenbire büyütmüş, çoğaltıvermişti. Âl-i İmrân Sûresi'nde de geçtiği üzere "göz görüşüyle kendilerinin iki katı kadar görüyorlardı." (Âl-i İmran, 3/13) yani üçyüz onüç kişi olan müslümanları iki bin kişi gibi görüyorlardı, kalplerine korku giriyor, ödleri kopuyordu. Her iki tarafın kalbleri üzerinde durmadan değişip duran bu duygular, aslında normal göz yanılmalarının çok üstünde ve ötesinde bizzat Allah'ın iradesi ve hükmüyle meydana geliyordu. İşte bu durum bile Allah'ın kudretini gösteren başlı başına bir mucizeydi. Allah Teâlâ, yalnız müminleri akıbeti ve hakiki kuvveti görebilen bir gözle baktırıyordu ve işte böyle tarafları birbirinin gözünde az ve zayıf gösteriyordu ki, o fiil alanına çıkan emri kesinlikle meydana getirsin. Yani hükmettiği ve olmasına karar verdiği olayı, iki tarafı birbirine çattırmak suretiyle oluş sahasına çıkarsın, sonuçları itibariyle harika bir zafer olan harbi tam bir emr-i vaki, bir oldu bitti yapsın. Böylece yukarıda da geçtiği üzere o emri, yani İslâm'ı aziz kılan ve küffarı zelil eden furkan harikasını gerçekleştirsin.

Bu ifade ile şunu anlatmak isteriz ki, buradaki 'dan maksat, iki ordunun karşılaşması emridir, öncekinden murad da furkandır. Buna da daha önceki âyetlerde "yevmelfurkan", "yevmel-tekalcem'ân" ile işaret edilmiştir. Demek ki, Bedir Savaşı, başlangıcı bakımından da bir ilâhî mucize eseridir, sonucu bakımından da mucizedir. Baştan sona bütün aşamaları ve cereyan şekli ile de birçok harikaları içinde barındırmaktadır. Şu halde bütünüyle bir ilâhî mucize ve beyyinedir. Bütün işler de ancak Allah'a irca olunur. Yani yalnızca bu ve bunun gibi olağanüstü olan işler ve oluşlar değil, size sıradanmış gibi görünen işler dahi Allah'a irca olunur, O'na döndürülür. Her iş eninde sonunda O'na dayanır.

Bunun için:

Meâl-i Şerifi

45- Ey iman edenler, bir düşman topluluğu ile karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah'ı çokça zikredin ki, kurtuluşa eresiniz.

46- Ayrıca Allah'a ve Resulü'ne itaat edin. Ve birbirinizle didişmeyin. Sonra içinize korku düşer ve kuvvetiniz elden gider. Sabırlı olun, çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.

47- Çalım atarak ve halka gösteriş yaparak yurtlarından çıkanlar ve Allah yoluna engel koyanlar gibi olmayın. Allah onların bütün yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır.

Size savaş açmış bir cemaate çattığınız zaman (yani kâfir olduğu bilinen veya ne olduğu bilinmeyen herhangi bir cemaatle harp vaziyetinde karşı karşıya geldiğiniz vakit), gerek toplu halde, gerek teke tek olsun, ister sayıca sizden çok, ister az olsunlar, siz hemen sebat edin, geri çekilmek veya başka bir geri çizgide yeniden mevzilenmek durumu dışında, sakın yüz çevirmeyin ve Allah'ı çokça zikredin. (Savaşırken O'nun yardımına sığınarak ve ihsan edeceği zaferi gözeterek kalbinizle ve dilinizle O'nu çok çok anın ki, Allah'ın zikri ile moral ve kuvvet kazanasınız). Muradınız olan nusret ve sevaba erebilesiniz. Yoksa galip bile gelseniz sevaba eremezsiniz. "Bütün işler eninde sonunda Allah'a irca olunacak" olduğundan dolayı hiçbir şey, savaş dahi, insanoğlunu Allah'ı anmaktan alıkoymamalıdır. Kul, özellikle bela ve musibet zamanlarında, ümitsizliğe düşmeyip Allah'a iltica etmeli ve her ne hâl içinde olursa olsun Allah'ın lütfuna güvenerek, kalbini kötü duygulardan arındırmaya çalışmalı ve bütün varlığıyla Allah'a yönelmelidir. Gerçek kurtuluş buna bağlıdır. Bunun için sebat gösteriniz ve Allah'ı zikrediniz.

46- Ayrıca Allah'a ve Resulü'ne itaat eyleyiniz, ve aranızda niza etmeyiniz ki, feşele düşersiniz, yani, zayıf, tembel, çekingen ve korkak olursunuz, salaklaşır, yılgınlaşırsınız ve rüzgârınız kesilir, havanız söner, ağırlığınız kaybolur, devletiniz elden gider. Ve sabırlı olunuz. Zira Allah, kesinlikle sabredenlerle beraberdir. Beraber olduğu için de sabredenlere zafer ihsan eder.

47- Ve o mağrurlar gibi olmayın ki, diyarlarından çalım satarak, kibirli ve gururlu bir şekilde halka gösteriş yaparak çıktılar. Ve onlar Allah yolundan menediyorlardı. Allah yoluna engeller koymaya çalışıyorlardı, İslâm'a ve imana girmek isteyenlere engel oldukları gibi, müminlerin Kâbe'yi ziyaret ve tavaf etmelerine de engel oluyorlardı. Halbuki Allah, onların bütün amellerini muhittir. Her ne yapmışlarsa, yapıyorlarsa hepsini ilmiyle ve kudretiyle kuşatmıştır. O'nun hükmünün, O'nun takdirinin dışına çıkamazlar. Ruveys rivayetine göre okunur. Yani "Sizin hepinizin amellerinizi muhittir." Hiç birinizin iyi veya kötü hiçbir işi, hiçbir ameli yoktur ki, O'na ulaşmasın, O'nda son bulmasın, O'nun ilmi, O'nun hükmü ve hakimiyeti çerçevesine girmiş olmasın. Sonuç itibariyle ahiret sevabı veya ikabı ile taltif veya cezalandırılmasın. Böylece her yaptığınız veya yapacağınızla Allah Teâlâ'nın kuşatması altında bulunduğunuz halde nasıl olur da bunu düşünmeden çalım atmaya, böbürlenip şımarmaya, riya ve gösterişe kapılarak halka caka yapmaya ve haddinizi aşmaya kalkarsınız?

Nitekim Müşrikler Mekke'den böyle çıkmışlardı. Cuhfe'ye vardıkları zaman Ebu Süfyan'ın gönderdiği adam geldi, "Geri dönünüz, kervan tehlikede değil, selamette." dedi. Bu haber üzerine Ebu Cehil, "Hayır, vallahi ta Bedir'e kadar varıp şaraplar içmeyince, çengilerle cariyelerle saz çalıp eğlenmeyince ve oradaki Araplara ziyafetler çekip yemekler yedirmeyince, kesinlikle dönmeyeceğiz." dedi. Gerçekten de ta Bedir'e kadar geldiler. Ancak yedikleri kılıç darbeleri, içtikleri de ölüm şerbeti oldu. Sazları feryad u figan, kucakladıkları da azab ve hüsran oldu.

İşte o şımarıklığın, o kibir ve gururun, o riya ve gösterişin akıbetine misal olmak üzere:

Meâl-i Şerifi

48- Şeytan, onlara amellerini güzel gösterdiği zaman, "Bu gün insanlardan size galip gelecek yoktur, ben de size yardımcıyım." demişti. Fakat iki tarafın karşı karşıya geldiği görününce arkasını dönüp kaçtı ve şöyle dedi: "Ben sizden kesinlikle uzağım. Ben sizin göremeyeceğiniz şeyler görüyorum ve ben Allah'dan korkarım. Ayrıca Allah'ın azabı çok çetindir."

49- O sırada münafıklar ve kalblerinde hastalık bulunanlar, (müslümanlar hakkında) "şu adamları dinleri aldattı" diyorlardı. Oysa her kim Allah'a tevekkül ederse bilsin ki, Allah galiptir, güçlüdür ve hikmet sahibidir.

50- Melekler, o kâfirlerin yüzlerine ve sırtlarına vura vura ve "Tadın bakalım cehennem azabını!" diye diye canlarını alırken hallerini bir görmeliydin.

51- İşte bu, sizin kendi ellerinizle meydana getirdiğiniz bir sonuçtur. Hiç şüphesiz Allah, kullarına hiçbir şekilde zalim biri değildir.

48- Düşün o vakti ki, Şeytan onların, o kibirli müşriklerin yaptıklarını süsleyip püsleyip kendilerine sunmuştu ve demişti ki: Ben bugün sizinle beraber iken, size yardımcı iken insanlardan size galip gelecek kimse yoktur. Yani o şeytan, o aldatıcı gurur ve nefsaniyet, o habis benlik ruhu, kendi içlerinde veya karşılarında temessül ederek onlara bu kuruntuyu yaldızlayıp gönüllerine bırakmış ve hayallerinde güzel göstermişti ki, bu sayıca üstünlük, bu hazırlık ve bu kuvvet onlarda mevcut iken karşılarında Muhammed ve ashabı değil, kimse tutunamazdı. Vehimlerine öyle söylemiş ve onlara bu zannı vermişti. Eğer onlar hareket ve amellerinde kendine uyar, ardına düşerlerse bu hayal kendilerinden ayrılmayacaktı, daima kendileriyle birlikte bulunacak, her dara düştükçe onları kurtaracaktı.

Ne zaman ki, iki cemaat birbirleriyle karşılaşıp birbirini yakından gördüler, yani harbe tutuşup göz göze, göğüs göğüse geldiler ve çarpışmaya başladılar; meleklerin, ilâhî ve ruhânî kuvvetlerin müminlerin safında ve imdadında olduğu gerçeğinin tecellisini görünce, şeytan gerisin geri kaçtı gitti ve ben sizden beriyim, uzağım dedi. Sizinle hiçbir ilişkim yoktur, başınıza geleceğe karışmam, kesinlikle ben sizin göremeyeceğiniz şeyler görüyorum, gerçekten de ben Allah'dan korkarım. Şurası muhakkak ki, ben hakkın karşısına duramam, işin sonu korkunç görünüyor, haliniz pek yaman olacağa benziyor karışmam. İşte böyle diyerek o şeytan, o gurur ve hayal, işin tam can alıcı noktasında onlardan uzaklaşıp gidiverdi. Ne kadar dikkat çekicidir ki, şeytan çekilirken habersizce bırakıp sıvışmamış da fenalıklarını yüzlerine vurmuş, onları büsbütün ümitsizliğe attıktan başka önceki tatlı hayaller yerine acı endişeler saçarak ve daha savaşın başlangıcında iken tehlikeyi gözlerinde büyütüp, telaş ve ızdıraplarını arttırarak gerisin geri çekilip gidiyor. Nasıl çekilmez ve nasıl korkmaz ki, Allah, azabı şiddetli olandır.

49- O vakit münafıklar ve kalblerinde hastalık bulunanlar, henüz iman ile mutmain olmayıp, kalblerinde bir çeşit şüphe veya tereddüt kalmış olanlar da diyorlardı ki, şunları dinleri mağrur etti, yani müminleri dinleri aldattı, mağrur etti de takat getiremeyecekleri bir işe giriştiler. Üçyüz küsur fakir fukara kalktılar da bin kişilik güçlü bir düşmana karşı çıktılar. Bir taraftan Medine'deki münafıklar, diğer taraftan Kureyş askerleri içinde bulunan birtakım şüpheci müşrikler işte böyle diyorlardı. Medine münafıkları içinden Muattib b. Kuşeyr'den başka Bedir'e katılan kimse olmamıştı. Mekke'li müşrikler arasında bazı gizli müslümanlar vardı. Fakat henüz kalblerindeki imanları kuvvet bulmamış ve böyle bir şüphe ve tereddütten dolayı hicret etmemiş olan birtakım kimseler bulunuyordu. Bunlar müşriklerle beraber sürüklenip gelmişlerdi. Gönüllerinde "şayet müslüman askeri çoksa belki o tarafa geçeriz, azsa kavmimizle beraber döner geliriz." gibi bir takım gizli niyetler taşıyorlardı. Sonra Bedir'de müslümanların sayıca çok az olduklarını görünce, "O!... Bunları dinleri aldatmış." diyerek müşrikler safında kalmaya karar vermişlerdi. Ve halbuki her kim Allah'a dayanır, Allah için vazifesini yaparsa, Muhakkak ki, Allah güçlüdür ve hikmet sahibidir. Şu halde O'nun izzeti, gücü, kuvveti, şanı ve şerefi, kendisine güvenip dayananı zelil ve perişan etmez. O'nun hikmeti de dostlarına rahmet ve sevap, düşmanlarına da zillet ve ikap ettirir. Mümin ölse bile Rahmân olan Allah'ın rahmetine kavuşur, ebedi hayata ve necata erer. Kâfir ise zelîl ve perişan olarak hüsrana uğrar. Ve nitekim imanlarında tereddüt gösterip, Allah'a değil de sayıca çoğunluk olan tarafa güvenenler ve küffar ile beraber olanlar Bedir'de kâfirler safında öldüler ki: Kays b. Velid b. Muğire, Ebu kays b. Fakih b. Muğire, Haris b. Zem'a İbnil-Esved, Ali b. Ümeyye ve As ibni'l-Münebbih ibni'l-Haccac bunlardan idi, diye rivayet olunmuştur.

50- Ey Muhatap! Sen o kâfirleri, melekler onların yüzlerine ve kıçlarına vurarak ve haydi bakalım tadın ateş azabını,

51- işte bu, kendi ellerinizin sunduğu cürmünüz, bir de Allah'ın kullarına hiçbir şekilde zalim olmaması sebebiyle böyledir, diyerek, canlarını alırken bir görecek olsaydın, ne feci bir şey görmüş olacaktın! Acaba o sırada bunların o feci halleri ortada değil miydi, görülmüyor muydu? O halde "görecek olsa idin" diye görülmemiş bir feci olayı bu tarzda tasvir buyurmanın hikmeti nedir?

Bu şekilde bir tasvir, özellikle şunu gösteriyor ki; kâfir kimsenin bedeninden ruhu kabzolunurken onun hakikatte neler çektiğini ve nasıl yanarak gittiğini dışardakilerin görüp müşahede etmesi mümkün değildir. Bunu ihtar ederken şuna da işaret ediyor ki, kâfirin ruhu, dünyaya yönelik iken bedeninden kabzolunduğu nezi' halinde, dünyadan döner ahirete yönelir ve halbuki o, küfründen dolayı ahiret âleminde karanlıklardan başka bir şey müşahede etmez. Dünyaya ve cismani hazlara şiddetle muhabbetinden dolayı o vakit bu ayrılık anında, bu kopmadan ve uzaklaşmadan öyle bir elem ve hasret duyar, öyle bir acı çeker ki, yanar da yanar. Bu yanmadan dolayı her türlü nurdan mahrum olarak önünde azab, ardında lanet olarak o karanlığa atılır. Ve artık yeniden dirilişinde de mahşer yerinde haşrolunuşunda da bu minval üzere acıları sürer gider.

Bunların bu gidişi:

Meâl-i Şerifi

52- Tıpkı Firavun'un izinden gidenlerle onlardan öncekilerin gidişi gibi onlar da Allah'ın âyetlerini tanımadılar, Allah da kendilerini günahları yüzünden tutuklayıverdi. Çünkü Allah çok kuvvetli ve azabı çok çetin olandır.

53- Bu, Allah'ın bir kavme verdiği nimeti, onlar kendilerini değiştirmedikçe değiştirmemesinden dolayıdır. Gerçekten de Allah hakkiyle işiten, herşeyi bilendir.

52- Bu, yani bu âdetin böyle olması, bütün bunların başlarına gelen cezaların ve ikabın böylece kendi amellerine, dayanması şu iki sebep iledir ki, Allah Teâlâ bir kavme, bir topluma ihsan ettiği nimeti durup dururken değiştirecek değildir. Ta onlar kendilerindekini değiştirinceye kadar. Yani onlar o nimete erdikleri zaman kendilerinde o nimete sebep ve vesile olan fıtri misakı, ahlâk ve güzel amelleri, kendileri bozup değiştirinceye kadar, huylarını değiştirinceye kadar Allah'ın o nimeti değiştirmesi, Allah'ın âdetlerinden değildir. İlâhî âdet kişisel sebeplere dayalı olarak verdiği nimetin değişmesini de yine kişisel huyların ve davranışların değişmesi sebebine bağlamıştır. Ki insanın sorumluluğu da buna dayanır. Sebeplerin birincisi işte budur. İkincisi de Allah kesinlikle herşeyi işitir ve bilir. Çünkü Allah herkesin içyüzünü bilir, ne söylediğini de işitir. Onun gözünden hiç kimse birşey kaçıramayacağı için, O da ona göre hesaba çeker. Şu halde akıl ve irade, küfür ve iman , ahlâk ve amel gibi kişisel sebeplere bağlı olan nimetlerin dışındaki doğrudan doğruya alınıp verilen nimetler bu konunun dışındadır. Hiç şüphe yok ki, bu konuda bütün kişisel sebeplerin kıymeti, nimet veya nimet sayılan şeylerin gerçek yüzünü tanıtan âyetleri tanıyıp tanımamaktan ileri gelmektedir. Bir kimsenin kendi fıtratını ve fıtratla ilgili ahdini bozması ve kendisine varid olan sezgi ve delillerin yardımıyla hakkı duymaması ve duymak istememesi elindeki nimetin değişmesine sebep olur. Yine bir kavmin kendi içinde veya dışında bulunan ve kendilerine ilâhî ahkamı tebliğ eden hak rehberlerinin davetini duymak ve tanımak istememesi, toplumsal şuur ve zihniyetlerinde öyle bir bozukluktur ki, bu da onların ellerindeki nimetlerin değişmesine ve elden çıkmasına sebep olur.

İşte bu huy ve şahsiyet değişikliği:

Meâl-i Şerifi

54- Tıpkı Firavun'un izinden gidenlerle onlardan öncekilerin gidişi gibi, Rabblerinin âyetlerini yalanladılar. Biz de onları günahları yüzünden helâk ettik. Firavun ile arkasından gidenleri suda boğduk. Hepsi de zalim idiler.

54- "Tıpkı Firavun'un izinden gidenlerle, onlardan öncekilerin gidişi gibi." (Ârâf Sûresi 7/136. âyetin tefsirine bakınız.) Bütün bunların hepsi zalim idiler.İç dünyalarında inkâr ve küfrü adeta iman ve tasdik yerine koymuş ve böylesine sübjefktif bir değişme ile kendi helaklerine sebep olmuş ve kendi kendilerine zulmetmiş zalim kavimler idiler.



__________________
Sözün kıymetini '' Lal'' olandan,
Ekmeğini kıymetini ''Aç '' olandan,
Aşkın kıymetini ''Hiç'' olandan öğren..

Alıntı ile Cevapla
 

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147