Havas Okulu - Tekil Mesaj gösterimi - Yecüc Mecüc / Gog-Magog
Tekil Mesaj gösterimi
  #1  
Alt 18.11.19, 11:14
Logos Logos isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Daimi Üye
 
Üyelik tarihi: 03.12.18
Bulunduğu yer: H
Mesajlar: 1,087
Etiketlendiği Mesaj: 144 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart Yecüc Mecüc / Gog-Magog


İnsanlık tarihi, bilindiği gibi Adem'in yeryüzüne gönderilmesiyle başlamıştır. İlk insan ve ilk peygamberAdem, kendisine saygı gösterilmesi emrini tereddütle karşılayan Azazel'in tuzağına düşmüş ve cennetten çıkarılmıştır. Böylece Adem ve Havva, tek yeşil gezegen olan Dünya'da; cinlerle ve Sonsuz Yüce'nin lanetiyle iblisleşen Azazel'le birlikte yaşamaya başlamıştır.

Dünya'da çok uzun zamandan beri İblis'in de mensubu bulunduğu cinler yaşamaktaydı. Cinlerin ne zaman yaratıldığını ve Dünya'dan önce nerelerde; hangi gezegenlerde yaşadıklarını bilmiyoruz. Ancak çağın gelişen ilmi verilerine ve İslam kaynaklarına dayanarak bazı tahminlerde bulunabiliriz. Cin toplumlarının da insan toplumları gibi imtihan edildiklerini, İslam'dan saparak zalimleştikleri vakit uyarıcı gönderildiğini; uyarıcı Hak Elçilerini öldürmeye kalkışarak, aynen müşrik-zalim insan kavimleri gibi helak olduklarını biliyoruz.

Bu nedenledir ki içlerinden iman edenlerin kurtarılarak; Güneş sisteminde başka bir gezegene yerleştirildiklerini söyleyebiliriz. Bu şekilde "Güneş sistemi"ndeki birçok gezegenin yaşanmaz hale geldiğini; sonunda muhtemelen Mars'tan,Dünya gezegenine geçtikleri konusunda yeterli olmasa da işaretler bulunduğunu söyleyebiliriz.

İşte Güneş sisteminin bu son ve adeta yaşam için hazırlanmış Dünya gezegeninde, bir taraftan Ademoğulları çoğalıp-yayılırken; diğer taraftan cinler ve İblisoğulları ve yandaşları olan cin-şeytanlar çoğalmıştır. Dünya, tüm canlı yaşamı, bitki örtüsü, yiyecek- içecek su kaynaklarıyla; tüm yer altı-yer üstü kaynaklarıyla cin ve insanoğlu için yaşam-ölüm yeri ve yurt olarak hazırlanmış olup; eceline kadar yaşamını sürdürecektir.

KUR'AN'A GÖRE "İNSANLIK TARİHİ"

İnsanlık tarihini; yahut kavimler tarihini genel olarak iki döneme(periyoda) ayırabiliriz. Birincisi Adem'den, Nuh'a kadar; ikincisi Nuh'tan, Dünya'nın sonuna yahut fiili kıyamete kadar olan dönem. Kur'an'a baktığımızda insanoğlunun, Nuh'a kadar devam eden serüveninden adeta söz edilmediğini görürüz. Nuh'tan sonraki insanoğlunun; yani Nuhoğullarının kavimleri, peygamberlerin bu kavimlerle mücadeleleri ve kavimlerin helakları; açıkça ve ibretli bir şekilde anlatılmıştır. Ancak Adem- Nuh arası Ademoğlu'nun, kavimleri, elçileri ve mücadelelerinden söz edilmemiştir. Ayrıca Nuh tufanının, Dünya ölçeğinde Ademoğullarını yok etmesi oldukça anlamlıdır ve bize bazı ipuçları sunmaktadır. Nuh tufanının evrensel bir tufan olduğunu,Kur'an'dan ve Peygamber sünnetinden biliyoruz ve bunun delillerini inşallah "Küresel Yok Oluş: Nuh Tufanı" konulu çalışmamızda ortaya koyacağız.

Sonsuz Yüce'nin insanoğluna indirdiği son kitap Kur'an'da; sadece Adem'in iki oğlu Habil ve Kabil'in mücadelesinden ve peygamber olarak da İdris'ten bahsedilmektedir. Adem'in diğer bir oğlu Şit'in peygamberliğini ise hadis kaynaklarından veTevrat'tan bilmekteyiz. Bu gerçeği, evrensel Nuh tufanıyla birlikte göz önüne aldığımızda vardığımız sonuç; Sonsuz Yüce Rabb'imizin insanoğlunun bu dönemini "sessiz karanlığa" mahkum etmiş olmasıdır. Ayrıca, Tevrat'ın Tekvin bölümü de bizim bu hükmümüzü teyit etmektedir.

Demek ki; bu birinci insanlık periyodu içinde ademoğulları öyle yoldan çıkmış; o derece sapkın hale gelmişler ki; ya peygamberlerini öldürmüşler ya da peygamber gönderilemeyecek derecede Yüce Rabb'imizin gazabını üzerlerine çekmişler ve böylece Yüce Rabb'imiz de bu dönemi "sessiz karanlığa" mahkum etmiştir. Bu sebepledir ki Kur'an'ın bu konudaki sessizliği, bizce oldukça anlamlıdır ve bu periyodu değerlendirirken bazı sonuçlar tahsil etmemize imkan vermektedir. Bu çağrışımlar, insanlığın "birinci periyodu"nda ortaya çıkan ve insanoğlunun "şirk"e; oradan da şeytanlaşma sürecine girişini bize hatırlatmaktadır. Bu insanlık tarihinin "birinci periyodu"nda ortaya çıkan sapkınlık, öyle bir sapkınlıktır ki; Sonsuz Yüce Rabb'imizin gazabını üzerine çekmiş ve bu dönem "karanlığa" mahkum edilmiştir.

Sünnetullah şudur: İnsanoğlu önce Sonsuz Yüce Allah'a teslim olur; sonra kısa bir zaman periyodunda "şirk"e kayar; gönderilmiş uyarıcı-elçileri dinlemez, öldürmeye kalkar ve giderek adeta şeytanlaşır ve helak çukuruna yuvarlanır.

NUH ÖNCESİ İNSANLIĞIN SAPKINLAŞMA SÜRECİ: YE'CUC-ME'CUC

Nuh tufanından önce de Dünya öyle ifsada uğramış; ademoğulları öyle azgınlaşmış; nesli ve nesebi öyle bozmuştu ki; insanlık tarihi böyle bir olaya bir daha şahit olmayacaktı. İşte bu insanlık tarihinin en ilginç ve dramatik ve bir daha şahit olunamayacak olayı; Ye'cuc-Me'cuc'un ortaya çıkması, yeryüzünü baştan başa fesada uğratması olayıdır. Evet, Yüce Rabb'imizin gazabını Dünya üzerine çeken olay budur ve Nuh tufanı bu sebeple dünya insanlığını vurmuştur. Evet, evrenselNuh tufanını davet eden insanlık tarihinin bu en önemli "azgınlaşma-şeytanlaşma süreci"ni kısaca özetleyelim ve arkasından da kanıtlarını verelim.

Azazel, melek boyutundan düşürülerek iblisleşmiş ve lanetli olarak ademoğullarının peşine düşmüş; Adem'i cennetten kaydırdığı gibi oğullarını da "Hak Yol"dan saptırıp, şeytanlaştırmak için elinden geleni arkasına koymamıştır. Azazel iken kendisine tabi olan cinlerin ileri gelenlerinin ayağını kaydırarak; onları da kendisi gibi şeytanlaştırmıştır. Arkasından da İblis,Allah'a olan teslimiyetlerini bozan bu şeytanlaşmış cinlerini, ademoğlunun kızlarıyla yasak olan ilişkiye teşvik etmiştir ve bu sapkın ilişki böylece başlamıştır.

Kısacası, Nuh tufanından önce yeryüzünde bugüne benzer küresel bir hakimiyet kurmuş olan bir toplumun; muhtemelen "Mu-Atlantis"in, "üstün insan"; yani "cin-insan" arzularını yem olarak kullanan İblis, insanlığı Ye'cuc-Me'cuc belasına ve arkasından da Tufan felaketine sürüklemiştir. Şimdi bu konuyu deliller ışığında gözden geçirelim:

İŞTE VAHYE DAYALI DELİLLER:

KUR'AN: SÜNNETULLAHI ORTAYA KOYUYOR

1) Kur'an, Ye'cuc- Me'cuc oluşumuna yol açacak "insan-şeytan ilişkileri"ni bize şöyle bildiriyor:

Muhakkak onlar(müşrikler), O'nun(Allah'ın) dışında, dişileri(cinleri-perileri) çağırıyorlardı. Onlar, (gerçekte) (kovulmuş) asi şeytandan başkasını çağırmıyorlardı.

Allah, onu lanetledi ve o(Şeytan) dedi ki: "Elbette, Sen'in kölelerin içinden belirlenmiş bir zümreyi, kendime(köle) edineceğim."

"Ve elbette onları saptıracağım, ümitlendireceğim; onlara, hayvanların kulaklarını kesmelerini emredeceğim.Elbette yine onlara, Allah'ın yarattığını değiştirmelerini emredeceğim. "Kim, Allah'ı bırakıp da şeytanı dost edinirse, muhakkak o, apaçık bir hüsrana uğramıştır.

(Şeytan), onlara vaad ediyor, onları ümitlendiriyor. Oysa Şeytan, onlara aldanmadan başkasını vaad etmez.

[NİSA(4)/117-120]

O gün (Allah) onların hepsini toplar: "Ey cin topluluğu, siz insanlardan kendinizi çoğaltmak istediniz." (Bunun üzerine) onların(cinlerin), insanlardan dostları olan kimse dedi ki: "Rabb'imiz, bazımız, bazımızdan yararlanıp, bizim için takdir ettiğin süreye ulaştık." (Allah) dedi ki: "Allah'ın dilediklerinin dışında onların barınağı ateştir, orada kalıcıdırlar. Muhakak senin Rabb'in Hakim'dir, Alim'dir."

[ENAM(6)/128]

Muhakkak İblis, onlar(insanlar) üzerindeki zannını doğruladı. Müminlerden bir grup hariç ona(İblis'e) tabi oldular.

[SEBE(34)/20]

Biz, onlara yakınlar(cin-şeytanlar) hazırladık. Onlar(cin-şeytanlar), onların önlerinde ve arkalarında olanları güzel gösterirler. Onlardan önce geçmiş olan ümmetler içindeki insan ve cinler gibi, onlara da söz(azap) hak oldu. Muhakkak onlar hüsrana uğrayanlardır.

[FUSSİLET(41)/25]

Şeytan onları kaplamıştır; böylece onlara Allah'ın zikrini unutturmuştur. Böyle olanlar, şeytan hizbidir. Dikkat edin! Muhakkak şeytanın hizbi olanlar, hüsrana uğrayanlardır.

[MÜCADELE(58)/19]

TORA(TEVRAT): OLAYI İFŞA EDİYOR

2) Tora'nın Bereşit(Tekvin) bölümünde, Ye'cuc-Me'cuc'un ortaya çıkışı açık bir şekilde şöyle özetleniyor:

İnsanoğlu, toprak üzerinde çoğalmaya başlayıp kızları doğunca,
Tanrı'nın oğulları, insan kızlarının iyi olduklarını gördüler ve her şeçtiklerinden kendilerine eş aldılar.
Tanrı: "Ruhum insanı sonsuza dek yargılamayacak; çünkü o etten başka bir şey değil. Günleri 120 yıl olacak" dedi.Devler(Nefilim) o günlerde ve daha sonraları yeryüzündeydiler. Tanrı'nın oğulları, insan kızlarına gelmişler ve(devlere) baba olmuşlardı. (Devler) ezelden beri en güçlülerdi; şöhretli kişilerdi.
Tanrı yeryüzünde insanın kötülüğünün artmakta olduğunu gördü. (İnsanın) en derin düşüncelerinin yarattığı eğilimler, gün boyunca, sadece kötüyeydi.
Tanrı: "Yaratmış olduğum insanoğlunu yeryüzünden sileceğim, – insandan evcil hayvanlara, yer hayvanlarına ve gökyüzündeki kuşlara kadar-" dedi.
Fakat Noah, Tanrı'nın gözünde beğeni bulmuştu.
Bereşit(Tekvin): 6/1-5, 7-8

"Tanrı'nın oğulları" yerine Tora tefsircileri "yöneticilerin oğulları" veya "hakimlerin oğulları" ifadesini kullanmışlardır. Bizce bu "Tanrı'nın oğulları" ifadesi, ancak mecazi anlamda doğrudur ve İblis'in "düşmüş melekler" diye yutturmaya çalıştığı;düşmüş cinler; İblis hizbi olan cinler; yani şeytanlardır. Tüm erkek olan insan ve cinler; mecazi anlamda Tanrı oğulları gibidir. Sonsuz Yüce Rabb'imiz tüm noksan sıfatlardan münezzehtir. Yarattığı hiçbir varlığa benzemez, doğmamış, doğurmamış, bizzat var olan, varlığını hiçbir şeye muhtaç olmayan "Gerçek ve Tek İlah"tır. Aksini ne Kur'an ne de gerçekTevrat kabul eder.

Önceden Azazel'le beraber Yüce Allah'a teslim olan "cinlerin lider kadrosu"ndan bir grup; Azazel'e tabiydi. Azazel, meleklikten düşüp iblisleşince, onun yanında yer aldılar; böylece Hak'tan saptılar ve İblis yandaşı oldular. İşte bunlar, İblis'in teşvikiyle insan kızlarıyla ilişki kurdular ve Devler(Nefilim); yani Ye'cuc ve Me'cuc böylece ortaya çıktı.

Kur'an'ın ayetleriyle Tora'daki ifadelerden; Tufan'a muhatap olan insanlığın nasıl azgınlaşıp-şeytanlaştığı; İblis hizbinin kontrolüne girdiği açıkça görülmektedir. Kur'an, Enam(6)/128'de; "cinlerin, insanlardan kendilerini çoğaltmak istediklerini" bize açıkça bildirmiştir.

PEYGAMBERİMİZ: YE'CUC-ME'CUC'U TAVSİF EDİYOR

3) Peygamberimiz; Kur'an'ın bu konudaki ayetlerine açıklık getirmiş; özellikle Ye'cuc-Me'cuc'un nasıl ortaya çıktığına değil;Yaklaşansaat'te, Deccal'e köle olan insanlığın efendilerini nasıl helak edeceğine şiddetle vurgu yapmıştır. Ancak aşağıdaki birkaç hadiste de Peygamberimizin, Ye'cuc-Me'cuc'u vasfettiğini görmekteyiz. Bu yaratıkların Adem soyu olduklarını,insanlığı-dünyayı ifsad edeceklerini belirtmiş; boylarına, çoğalmalarına-sayılarına ve kavimlerine atıfta bulunmuştur:

İbn Amr bin el-As şöyle rivayet etmiştir:
Resulullah (s.a.v.), buyurdu: "Ye'cuc-Me'cuc, Adem'in neslindendir. Onlar, insanlara gönderilse, onların yaşantılarını ifsad ederler. Onlardan biri arkasında, zürriyetinden binden fazla kişi bırakmaksızın ölmeyecek. Onların arkasında üç ümmet vardır: Tavil, Tarnes ve Mensek."
Rudani, C.5, H.no: 9930, s.372

Huzeyfe rivayet etmiştir ki:
Resulullah (s.a.v.), şöyle buyurdu: "Ye'cuc bir ümmettir. Me'cuc da bir ümmettir. Her bir ümmet, dört yüz bin ümmettir. Onlardan bir adam, sulbünden eli silahlı tam bin erkek görmeden ölmez."
Dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü! Onları bize anlatır mısın?"
Dedi ki: "Onlar üç sınıftır. Onların bir sınıfı 'erz' gibidir." Soruldu ki: "Erz ne demektir?" Resulullah (s.a.v.) dedi ki: "O, Şam'da bir ağaçtır ki o ağacın uzunluğu yüz yirmi arşındır(12 arşın mı?). Göğe doğru yükselir." buyurdu ve ondan sonraPeygamber (s.a.v.), şunu ilave etti: "İşte bunlara ne dağ dayanır ve ne de demir. Onların ikinci sınıfı da kulaklarının birini serer, ötekini de kendisine yorgan yapıp öyle yatar. Fil, yabani hayvan, deve ve domuz ne görürlerse yerler. Onlardan birisi öldüğünde de onu yerler. Onların bir ucu Şam'da, bir ucu Horasan'da olacaktır. Doğu nehirlerinin tümünü ve Taberiye gölünü de içeceklerdir."
Rudani, C.5, H.no: 9931, s.372

ENOK(İDRİS): YE'CUC-ME'CUC'U İFŞA EDİYOR

Güney Afrika'da Swaziland-Mpaluzi kasabası yakınlarında bulunan 4 feet(120 cm) uzunluğunda Dev ayak izi. Bu ayak izine dayanarak "Devler"in boyunu hesaplarsak yaklaşık 8-9 metre olur.

İş adamı ve pramit araştırmacısı Gregor Spörri'nin Mısır'da resmini çektiği " kesilmiş dev parmağı". Mumyalanmış vaziyette saklanmış bu işaret parmağının uzunluğu 38 cm'dir. Bugün normal bir insanın parmağı ise 7-8 cm civarındadır. Bu uzunluğa dayanarak parmağın sahibi olan "devin boyu"nu hesaplarsak; yaklaşık olarak 8-9 metre çıkar.


4) Ye'cuc-Me'cuc; yani "Devler"in, tarihin hangi döneminde müşahede edildiği, nasıl ortaya çıktığı ve nasıl Nuh tufanıyla helakın geldiği, en açık bir şekilde "Enok'un Kitabı"nda açıklanmaktadır. "Enok'un Kitabı"ndan aşağıya aldığımız metin okunurken parantez içi açıklamaların bize ait olduğu bilinmelidir:

"1. İnsanoğulları çoğalınca, güzel ve alımlı kızları oldu.
2. Gözcüler(cin-şeytanlar); göklerin çocukları, onları(insan kızlarını) görüp onlara karşı şehvet hissettiler. Birbirlerine dediler ki: ''Gelin insanların arasından kendimize eşler seçelim ve onlardan çocuklarımız olsun.''
9. Liderlerinin isimleri şöyleydi: Semyaza, Araklba, Rameel, Kokablel, Tamlel, Ramlel, Danel, Ezeqeel, Baraqiyal, Asael, Armarel, Batarel, Ananel, Zaqiel, Samsapeel, Satarel, Turel, Yomyael, Sariel. İki yüz gözcünün liderleri bunlardı. (Bunlar; 19 kişilik gözcü-cin-şeytan lider grubu. İblis'in yalanıyla, düşmüş melekler.)
10. Bunlara tabi olan diğer tüm gözcüler (ki bunların da sayısı 200'dür)birlikte kendilerine eşler aldılar. Her biri kendine bir eş seçti ve onlarla birleşmeye, kendilerini onlarla kirletmeye başladılar. Onlara büyüler öğrettiler.
11. Sonra kadınlar hamile kaldı ve boyları 135 metre(13.5 metre mi?) olanDevler doğurdu.
12. Sonunda insanlar, onları besleyemeyecek hale gelene kadar, bu devler insanların ürettiği her şeyi tüketti.
13. Ve Devler, yemek için insanlara döndü ve onları yediler. Kuşlara, yabani hayvanlara, sürüngenlere, balıklara karşı günah işlemeye ve sonra birbirlerinin vücutlarını yemeye, hatta kanını içmeye başladılar.
(Enok'un Kitabı 7. Bölüm)

Anlaşıldığına göre bu cin-şeytanlarla, insan kızlarının birleşmesinden ortaya çıkan Devler(Ye'cuc-Me'cuc), bir süre sonra insanları ve canlıları yemeye başlıyorlar. İşte böylece dünya ve insanoğlu büyük bir ifsada uğruyor. Bize göre devler; yani Ye'cuc-Me'cuc; aralarında bazı kavmi özellikler gösterse de; esas iki ana gruba ayrılıyorlardı. Birincisi Ye'cuc; Peygamberimiz tarafından da "Erz ağacı"nın boyuyla tavsif edilen dev adamlar. İkincisi Me'cuc; yani boyları oldukça kısa olan cücelerdir.

Ye'cuc ve Me'cuc'un, kontrol edilemez boyutlarda yeryüzünde fesat çıkarması ve insanoğlunun feryatları üzerine Baş melekler, Rab'lerine yakarırlar ve daha sonra da Nuh tufanı gelir. İşte Enok'un(İdris'in) kitabından bu duruma işaret eden ifadeler:

"1. Sonra Mikail ve Cebrail, Rafael, Suriel, Uriel göklerden aşağı bakıp, dünyada dökülen hesapsız kanı, işlenen sınırsız kötülükleri gördü. Birbirlerine dediler ki:
2. ''Boşalan dünyanın çığlıkları göklerin kapısına ulaştı.
3. İnsanların ruhları bize sesleniyor ve durumlarını En Yüce'ye(Allah'a) bildirmemizi istiyorlar.'' Onlar da Kral'a(Allah'a) dediler ki...
5. Azazel'in neler yaptığını, dünyaya nasıl tüm kötülükleri öğrettiğini, göklerin ebedi sırlarını nasıl ifşa ettiğini gördün." (Enok'un Kitabı 9. Bölüm)



ENOK(İDRİS) KİMDİR?

Yeryüzünde Ye'cuc-Me'cuc ifsadına şahit olan Enok kimdir? Burada

Kur'an'da İdris olarak geçer. Arapça "drs" kökünden "idris"; ders görmüş-ilim sahibi anlamına gelir. Aynı zamanda Rabb'ineyükseltilmiş bir peygamberdir. Allah katından "özel bir ilme"(ilmun ledun) sahiptir. Hızır; diye halk arasında bilinen veMusa'yla yolculuk eden, ona ders veren ve Belkıs'ın tahtını göz açıp kapayıncaya kadar Süleyman'a getiren odur. Ancak İblis ve cin-şeytanlar, insanların bu "Hızır kültü"nü kullanarak insanları ve dostlarını rüyalarda yahut gerçek hayatta kandırmışlar ve kendi mesajlarını bu yolla vermişlerdir. Halen İblis, bu "Enok-İdris-Hızır" formunu kullanarak; birçok mutasavvıfları, kabalacıları ve çağın cahillerini kandırmaya devam etmektedir. İşte Kur'an'da İdris peygamberle ilgili ayetler:

(Musa) kölelerimizden bir köleyi(İdris-Hızır) buldu ki; Biz, ona katımızdan bir rahmet vermiş ve nezdimizden bir ilim(ilmi ledun) öğretmiştik.

[KEHF(18)/65]

Kitap'ta İdris'i de hatırla. Muhakkak o, bir sıddıktı ve nebiydi.

Biz onu yüce bir 'mekan'a(makama) yükseltmiştik.

[MERYEM(19)/56-57]

(Süleyman'ın) yanında, Kitap'tan ilim verilmiş bir kimse(İdris) dedi ki: "Sen gözünü açıp kapayıncaya kadar, ben, onu sana getiririm." Derken (Süleyman) tahtı, yanında dururken gördü, dedi ki: "Bu, Rabb'imin bana fazlıdır(lütfudur). Rabb'im, kendisine teşekkür edecek miyim, yoksa örtecek miyim diye beni denemektedir. Her kim, teşekkür ederse, onun teşekkürü kendisi içindir. Her kim de örterse; muhakkak benim Rabb'im, Gani'dir(ihtiyaçsızdır), Kerim'dir(üstündür-cömertdir).

[NEML(27)/40]

İNSAN TOPLUMLARINI BAŞTAN ÇIKARANLAR: CİN-ŞEYTANLAR

Anladığımız kadarıyla, Azazel melek boyutundayken, "cin toplumu"nun liderlerinden 19 kişi onun yardımcıları idi. Bunlar, kendilerini tamamen Allah'a adamış, O'nu melekler gibi tespih ve takdis eden önderlerdendi. Bu sebeple de adeta cennetlere; 2. Sema'ya yolculuk edebiliyorlar; meleklerin konuşmalarını; Allah'tan gelen talimatları dinleyebiliyorlardı. Azazel, İblisolunca, aldatıcı-yaldızlı laflarla bunların da ayaklarını kaydırdı. Böylece İblis'in kölesi ve lanetli şeytanlar oldular. İblis'in; "düşmüş melekler" dediği işte cinlerin ileri gelenlerinden olan bu 19 kişidir. Bu 19 kişilik "öncü cinler" de, kendilerine bağlı olan cinleri saptırdılar ki bunların da sayısı, Enok'a(İdris'e) göre 200'dür.

Arkasından bütün bu cinlerin reisleri ve tabiinleri, İblis'in emrine girerek; nesli bozmak için temasta bulundukları zamanın toplumlarını "cin boyutlu üstün insan olmak" vaadiyle kandırmışlardır. Böylece insan kızlarıyla birleşerek "Devler"in(Ye'cuc-Me'cuc'un) babaları olmuşlardır. Yüce Allah'ın yasalarını çiğneyen herkes, sünnetullah gereği lanetlenerek kendilerini ve çocuklarının geleceklerini tehlikeye atarlar. Enok, insanlığı uyarmak için kitabında bunları detaylı bir şekilde anlatmıştır. Ancak biz konuyu uzatmamak için bunları aktarmıyoruz. Diğer taraftan "Ölü Deniz Parşömenleri Kumran Yazıtları"nda benzer anlatımlar vardır. Nitekim Kumran metinlerinden "devler olayı"nı ve "Nuh tufanı"nı kısaca şöyle özetleyebiliriz:

"Bütün bunlar, seçtikleri arasından kendilerine eş seçtiler, onların yanına gitmeye başladılar ve onlarla kendilerini kirlettiler. Onlara büyücülük ve sihirbazlık öğretmek için... Onlardan hamile kalıp devleri doğurdular...

"Güçlü Olan(Allah), onlara haykırdı ve Dünya'nın bütün temelleri sallandı ve dipsiz kuyulardaki sular fışkırdı. Göğün bütün pencereleri açıldı ve dipsiz kuyulardan çıkan güçlü sular sele dönüştü. Göğün pencerelerinden yağmurlar boşaldı ve O,Tufan'la onları yok etti... Bu nedenle kuru toprak üzerindeki her şey helak oldu; adamlar, hayvanlar, kuşlar ve kanatlı yaratıklar öldü. Devler kaçmadı..."

Ye'cuc-Me'cuc, Enok zamanında ortaya çıkmış, torunu Lemeh'in oğlu Nuh zamanında da "Nuh tufanı"yla Dünya yaşayanları cezalandırılmıştır. Devler, iblislere tabi olan insanlığı tekrar cezalandırmak için Yaklaşansaat'te tekrar yeryüzüne çıkarılmak üzere yer altına geçirilmişlerdir. Ne ölmüşler, ne de kaçıp kurtulmuşlardır, saklı bulundukları yer altı sığınakları batmıştır. Zamanı geldiğinde bu Devler(Ye'cuc-Me'cuc), serbest bırakılacaklar ve Deccal'e tabi olanlara her bir tepeden saldıracaklardır.Ye'cuc-Me'cuc'un, Yaklaşansaat'te Dünya insanlığı için nasıl bir tehdit oluşturduğu; Kur'an'da, "Sahih Sünnet"te ve "Eski Ahit"te muhkem ve şiddetli bir şekilde ortaya konmuştur.

Ancak biz bu noktadan sonra, "Ye'cuc-Me'cuc devlerini ve cüceleri"ni üreten çağa ve toplumlara ışık tutmaya çalışacağız. Bu konuda başvuracağımız kaynaklar, doğrudan kutsal kitaplar ve vahiy kaynakları olmayıp; eski kavimlere ait tarihi-arkeolojik araştırmalar olacaktır. Yani her ne kadar sözünü ettiğimiz bu çalışmalar, bilimsellik iddiasında olsalar da; alanın kayganlığı ve belirsizliği dolayısıyla, bizim de varacağımız sonuçlar elbette tartışılır olacaktır.

Bu bölümdeki temel yöntemimiz, tüm verileri yine Kur'an'ın ve Vahyin ışığında analiz etmek ve muhtemel sonuçlara ulaşmaktır. O halde burada temel sorularımız şunlar olacaktır: dünyayı ifsada ve dehşete düşüren Ye'cuc-Me'cuc; hangi zamanda ortaya çıktı? Bu fesat yaratıklarını doğuran "eski çağların hegemon kavimleri" ve bunların Dünya üzerindeki küresel etkileri nasıldı? Neden böyle evrensel bir felaket ortaya çıktı ve Sonsuz Yüce Rahman'ın Kahhar sıfatı tecelli etti? Bir benzeri olmayan ve olmayacak olan Nuh Tufanı sonucunda Ye'cuc-Me'cuc'un akıbeti ne oldu? Evet bu soruları daha da çoğaltabiliriz... Mu ve Atlantis gibi antik toplumlar bunun neresinde? Bu en eski iki toplumun ataları, oluşumu ve yurtları hakkında ne biliyoruz? Bu toplumlar, gelişmiş bir uygarlık mı, yoksa bugün İblis'in ordusunun Dünya'yı ele geçirmek için ürettiği "galaktik uzaylı-insan uygarlığı" yaldızlı hapının yutturulduğu "yozlaşmış-şeytanlaşmış toplumlar" mı?

Bu soruları, insanoğlunun Dünya gezegenine atılma ve orada çoğalıp yayılma serüvenini ortaya koyarak cevaplamaya çalışacağız. Şu andan itibaren ortaya atacağımız görüşler; vahyi-dini-bilimsel kanıtlar ışığında "alternatif bir tez"dir ve elbette tartışmaya açıktır. Ancak biz, bu tezin, gerçeklik ihtimaliyetinin yüksek olduğuna inanmaktayız.

ADEM "ADEN CENNETİ"NDEN "ADEN BAHÇESİ"NE İNDİRİLDİ

Adem'i, Sonsuz Yüce Rabb'imiz, Mekke civarından aldığı "Dünya toprağı"ndan şekillendirdi. Önceden yarattığı "Adem'in Ruhu"nu bu kurumuş "çamur formu"na üfleyerek hayata getirdi ve "Aden Cenneti"ne yerleştirdi. Aden Cenneti(cenneti adnin), Kur'an'da 11 ayette aynen tekrarlanarak müminlere vaad edilmektedir. Adem bir süre Aden Cenneti'nde kaldı. Daha sonra yaklaşmaması gereken ağaca yaklaştı, yememesi gereken meyvesinden İblis'in "melek olma-cennette ebedi kalma tuzağı"na düşerek yedi ve cennetten kovuldu. Ancak "tevbe" ettiği için affedildi ve Dünya'daki "Aden-Yemen-Mekke" bölgesine yerleştirildi. Böylece Yüce Allah'ın; "birbirinize düşman olarak oradan(cennetten) inin!" talimatı gereğince İblis, Adem ve Havva, Dünya gezegenine gönderilmiş oldular.

Peygamberimizden gelen haberlere göre; Adem, Hindistan'a; Havva, Cidde-Mekke'ye indirildi. Bir zaman sonra Mekke'de buluştular. Taberi şöyle ifade eder:

"Adem, Hint'e, Havva Cidde'ye indirildi. Adem, onu arayarak Arabistan'a geldi, onlar birbirleriyle buluştular. Havva orada ona yaklaştığı için buluştukları yere Müzdelife adı verildi. Buluşup tanıştıkları yere Arafat, bir arada toplandıkları yere Cemidendi."

Müzdelife; Mekke'de, Arafat ile Mina arasında bulunan ve Hac'da, Arafat'tan sonra "vakfe" yapılan yerdir. Müzdelifekelimesi, "yaklaşmak, yakınlaşmak" anlamındaki Arapca "zlf" kökünden türetilmiş olup, "yakınlaşılan yer" anlamında, ism-i mekân(mekan ismi)dir. Ayrıca burası, "buluşma-toplanma" anlamında Cem adıyla da anılmaktadır.

Adem, Havva'yla buluştuktan sonra yaşamını, Mekke merkezli ve Aden-Yemen bölgesinde sürdürür. İnsanlığın başlangıcında bu bölge; hatta "Arap Yarımadası"nın tamamı, adeta bir cennet gibi yaşama elverişliydi. Bu coğrafya; ırmaklar, ormanlar, bitkiler ve hayvanlarla donatılmış; ılıman bir iklime sahipti. İnsanoğlunun kökleri, buradan Afrika'ya, Asya'ya veArabistan'ın kuzeyine yayılmışlardır. İnsanlığın başlangıcı ve yaşam serüveni bu merkezden başlayarak; Nuh tufanına kadar Dünya'nın her bir yanına yayılmıştır. Bunun kanıtlarını yeri geldiğinde ifade edeceğiz. Şimdi ise burada Adem'in "Aden cenneti"nden, "Mekke-Aden-Yemen Dünya bahçesi"ne yerleştirildiğinin Tora'daki kanıtını vereceğiz. İşte Tora(Tevrat)'ınBereşit(Tekvin) kitabında yer alan ayetler:

"Tanrı, içinden alındığı toprağı işlemesi için onu (insanı), Eden Bahçesi'nden(cennetten) kovdu.
İnsanı sürdü ve Yaşam Ağacı yolunu korumak için, Eden'in doğusuna Keruvim'i ve 'sürekli dönen kılıcın alevi'ni yerleştirdi." (Bereşit: 3/23-24)

3/23 ayetinde; Adem'in, Dünya toprağından yaratıldığına gönderme var ve ayetin devamında; bu toprağı(dünya toprağını) işlesin diye Eden(Aden) cennetinden kovulduğu bildiriliyor. Adem'in, Mekke civarındaki dağlardan alınan topraktan yaratıldığına dair Peygamberimizden haberler vardır. Hatta bu Mekke-Medine arasındaki bütün bu dağlara Paran(Faran) dağları denmektedir. İbranice'de de mevcut olan bu "faran" kelimesinin Arapça'da kökü "frn"dir ve "fırın-furun" ismiyle de anlamdaştır.

3/24'de Adem'in(insanın) cennetten sürülüşü tekrar vurgulanıyor. Yaşam Ağacı(Adem'in nesli)ni korumak için "Aden(Mekke-Yemen) Yurdu"nun; yani "Güney Arabistan"ın doğusuna Keruvim'in(meleklerin) ve "dönen kılıcın alevi"nin(cinlerin) yerleştirildiği bize bildiriliyor.

"Dönen kılıcın alevi" tanımlaması dumansız alevden yaratılmış olan cinleri en güzel bir şekilde tanımlamaktadır. Cinlerin Doğu'da Pasifik'te "Solomon adaları merkezli bir bölge"de yerleştirildiğine ileride değineceğiz. Böylece Adem, "Aden-Yemen"e; cinler Doğu'ya; melekler de "Yaşam Ağacı"nı korumak için ikisinin arasına yerleştirilmiş olmaktadır. Bir anlamdaAdem'in ve neslinin yaşayacağı "Mekke-Yemen Yurdu", "cinler"in şerrinden korunmuş bulunmaktadır.


MEKKE-KABE"NİN KONUMU VE İNSANLIK İÇİN ÖNEMİ

"İlk Kabe"nin, Adem'den önce ya da sonra Mekke'ye, Sema'dan indirildiği; 8. Sema'da Arş'ın altında "melekler"in toplanıpSonsuz Yüce Rabb'imizi tespih ve tekbir ettikleri ve etrafında döndükleri "Sema'daki Kabe"nin bir izdüşümü olduğu konusunda rivayetler vardır. "Sema'daki Kabe"nin bir izdüşümü-benzeri olan Kabe, Dünya'nın merkezinde; yani Mekke'de tesis edilmiştir. Mekke'deki bu "kutsal ev"in; "kadim ev"(Beyti Atik) olduğu Kur'an'da ve hadislerde beyan edilmektedir. Nitekim Kur'an'da [HAC(22)/33]'de Kabe'ye; "Beyti Atik"(eski-antik ev) diye atıf yapılırken; diğer bir ayette de yeryüzünde insanlar için "ilk vazedilen(konan) ev"in, Kabe olduğu bildirilir:

Muhakkak ki, Bekke(Mekke)de insanlar için ilk vazedilen(konan) Ev, mübarek ve alemlere hidayet olan (Kabe)dir.

[AL-İ İMRAN(3)/96]

İmam Suyuti'nin Camiu's-Sağir'inde bir rivayette; "Beytü'l-Ma'mur"un, Sema'da bir Mescid(Kabe) olduğu ve buMescid'in(Sema'daki Kabe'nin) izdüşümünün de Mekke'deki Kabe olduğu ifade edilir. Aynı rivayette, Sema'daki bu "Beytü'l Ma'mur"u, "melekler"in sürekli tavaf ederek Yüce Rabb'imizi tespih ettikleri; onun, Sema'daki hürmetinin, Kabe'nin Arz'daki hürmeti gibi olduğu bildirilir. Nitekim Kur'an'ın [TUR(52)/4] ayetinde "Beytü'l Ma'mur"a(imar edilmiş Ev'e) Sonsuz Yüce Rabb'imiz yemin eder ki bu oldukça anlamlı bir yemindir.

Taberani'nin Mu'cemu'l-Kebir'inde de; İbn Amr bin el-As'tan rivayet edilen bir hadiste şöyle denir:

Allah, Adem'i yeryüzüne indirdiği zaman şöyle der: "Ben seninle beraber, Arş'ımın etrafında dönüldüğü gibi, dönülecek olan bir Ev(Kabe) indireceğim."

İbni Abbas'tan nakledilen başka bir hadiste de Adem, Kabe'yi tavaf edip hac görevini bitirdikten sonra, melekler kendisiyle karşılaşır ve kendisine şöyle derler: "Ey Adem! Haccın kabul olsun!"

Kabe, Sema'dan indirildiğinde "Hacerül Esved" ışıklı bir cennet taşıydı. Adem'in, cennet özlemini gidermek için sık sıkKabe'yi ziyaret ettiği, hem hadislerde hem de saklı metinlerde geçer. "Adem ve Havva" saklı metninde Adem, Havva ve oğulları Şit'in, Cennet'i görmek ve Sonsuz Yüce Allah'a yalvarmak için "Cennet bahçesine gittikleri" sık sık ifade edilir ki; o yer Kabe'dir. Ve adeta görüntülü telefon yahut bir televizyon gibi cennetle iletişimi sağlayan bu "ışıklı-parlak taş", "Hacerül Esved"dir. Adem ve soyunun, bu ışıklı cennet yakutu olan "Hacerül Esved"le cenneti gördüklerini; özellikle Adem'in böylececennet özlemini giderdiğini söyleyebiliriz. Ancak sonradan ademoğlunun "şirk koşması"yla, söz konusu olan taşın karardığıve bu fonksiyonunu kaybettiği ifade edilmektedir.

Taberi rivayetine göre Adem'den sonra oğlu Şit, yeryüzünde halife peygamber oldu. Adem öldüğü zaman ademoğulları40.000'e ulaşmıştı. Şit, Mekke'de oturdu ve ömrünü Mekke merkezli Güney Arabistan'da tamamladı. Kabe'yi tavaf eder, şerefli sayar ve imar ederdi.

Diğer taraftan Mekke, coğrafi açıdan; enlem, boylam ve kutuplara olan mesafesi bakımından, "altın oran"a uygun bir "merkez"dir. Kur'an [EN'AM(6)/92] ayetindeki "ümmül kura"; yani "şehirlerin anası-merkezi" ifadesi, anlamlı ve önemli bir işarettir. Bu kavramla Kur'an, "Mekke'nin merkezi konumu"na ve "insanoğlunun başlangıcı"na atıfta bulunmaktadır. Nitekim Prof. Dr. Zağlul en-Naccar bu konuda şunları söylüyor:

"Batı, Mekke'nin, Gezegenimizin merkezinde bulunduğuna dair bilimsel kanıtlardan hoşlanmıyor. Ancak biz her şeye rağmen araştırmalarımıza devam edeceğiz. Ve bunun bir gerçek olduğunu ortaya koyacağız. Prof. Dr. Hüseyin Kemaleddin, Dünya'nın başlıca şehirlerinde kıble yönünü belirlemeye çalışırken; Mekke'nin, Yerküre'yi oluşturan yedi kıtanın hepsinin etrafından geçen bir dairenin tam merkezinde olduğunu gösterdi."

Sonuç olarak Adem'den beri; özellikle de İbrahim'den beri bu "merkez", korunmuş, haram belde ve şirk koşulmadığı taktirde "melekler"in kuşattığı "emin belde" olma özelliğini hep korumuştur. Ancak bugünkü gibi "şirk"in-"cehalet"in at koşturduğu her yer, her toplum merkezi; ne emindir, ne korunmuştur ve ne de Sonsuz Yüce Allah'ın azabından uzaktır.

Yukarıdan beri işaret ettiğimiz deliller, insanoğlunun Dünya gezegenindeki yaşam serüvenin "başlangıç noktası"nın "Mekke merkezli Güney Arabistan" olduğu tezimize önemli bir katkı sağlamaktadır.

ADEM'İN İLK OĞULLARI: KABİL(KAYİN), HABİL(EVEL)'İ ÖLDÜRDÜ!

Adem'in, yerleşik hale geldiği bu Mekke merkezli "Dünya Yurdu"nda ilk oğlu Kabil, ikincisi Habil'dir. Adem ve HavvaAllah'tan salih bir erkek evlat isterler. Kabil'e hamile olan ve gittikçe ağırlaşan Havva ve Adem, bu sırada ikinci büyük hatalarını işlerler; çocuğun doğumuyla Allah'a ortak koşarlar. Bunun üzerine Yüce Allah da onları şiddetle kınar. İşteKur'an'da ve Tora'daki delilleri... Kur'an, Kabil'in(Kayin'in) doğuşunu ve "şirk" koşulmasını şöyle açıklıyor:

O(Allah) ki, sizi tek bir nefisten(Adem'den) yarattı. Onda sükun bulması için, kendisinden zevcesini(eşini) yarattı. O zaman ki, onu örttü, o hafif bir yükle yüklendi ve onunla(o yükle) dolaştı. Arkasından ağırlaştı. Ve o ikisi, Rableri olan Allah'ı çağırdı: "Şayet bize bir salih (çocuk) verirsen, elbette biz, teşekkür edenlerden olacağız."

Ne zaman ki (Allah), o ikisine salih bir çocuk verdi, o ikisi, onlara verdiği çocuk konusunda O'na(Allah'a) ortaklar kıldılar. Allah, onların şirk(ortak) koştuklarından yücedir, münezzehtir.

Onlar hiçbir şey yaratamayan yaratılmışlar iken, (Allah'a) şirk(ortak) mı koşuyorlar?

Onlar(ortak koştukları), ne onlara, ne de kendilerine yardım etmeye güç yetiremezler.

[ARAF(7)/189-192]

Tora(Tevrat) ise nasıl ortak koşulduğunu bildiriyor ve Kur'an ayetlerini adeta tefsir ediyor:

Adem eşi Havva'yı bildi. (Havva) hamile kaldı ve Kayin'i doğurdu ve "Tanrı ile birlikte bir insan edindim." dedi.
Bir doğum daha yaptı; (Kayin'in) kardeşi Evel'i (doğurdu). Evel davar çobanı oldu; Kayin ise toprak işçisiydi. (Bereşit: 4/1-2)

4/1'de Havva, Kabil(Kayin) doğunca ne diyor: "Tanrı ile birlikte bir insan edindim." İşte şirk olan bir ifade... Adem'i veHavva'yı doğrudan Sonsuz Yüce Allah yarattı. Sanki Allah'ın onlara lütfettiği "bu çocuk"; Adem, Havva ve onların yol göstericileri, yardımcıları olan meleklerin, Tanrı ile birlikte meydana getirdikleri bir "çocuk-insan". Allah'ın dışındaki sebeplere bir pay ayırmak, Allah'a ortak koşmaktır, "şirk"tir. Nitekim yukarıda zikrettiğimiz [ARAF(7)/190] ayetinde, Yüce Rabb'imiz bunu açıkça bildiriyor:

"Ne zaman ki (Allah), o ikisine salih bir çocuk verdi, o ikisi, onlara verdiği çocuk konusunda, O'na(Allah'a) ortaklar kıldılar. Allah, onların şirk koştuklarından yücedir, münezzehtir."

Evet, işte Kabil(Kayin)in hikayesi buradan başlıyor ve "Mu-Atlantis"e kadar uzanıyor. Bu şekilde doğan ve büyüyenKabil(Kayin), kendisinden sonra doğan küçük kardeşi Habil(Evel)'i kıskançlıkla öldürür ve lanetli hale gelir. İşte Tora'nın ifadeleri:

Tanrı; "Ne yaptın?" dedi. "Kardeşinin kanının sesi, topraktan bana doğru haykırıyor."
"Şimdi sen, kardeşinin kanını senin elinden almak için ağzını açan topraktan daha da lanetlisin."
"Toprağı işlediğin zaman, artık sana kuvvetini vermeyecek. Dünyada göçebe ve yalnız olacaksın."
Kayin, Tanrı'nın huzurundan ayrıldı. Eden'in doğusundaki Nod ülkesinde yerleşti.
Bereşit(Tekvin): 4/10-12,16

Birincisi, Kabil doğduğu zaman anne ve babası, "şirk" olan ikinci büyük hatayı işlediler. İkincisi, Kabil, olgunluk çağındaHabil'i kıskanarak öldürmeye teşebbüs etti ve öldürdü. Böylece insanlık tarihinin "taammüden kardeş öldüren" ilk katili oldu ve kardeş kanının dökülmesinin yolunu açtı. Sonsuz Yüce Allah, onu lanetledi. Artık işlediği topraktan önceki gibi verim alamayacağını; yalnız ve göçebe olacağını bildirdi. Yüce Rabb'imizin Rahmeti'nden mahrum olan Kabil, "Eden yurdu"nu; yani Mekke merkezli "Güney Arabistan"ı terk etti ve bu yurdun doğusuna; "Nod Ülkesi"ne gitti. "Nod"; İbranice'de "yalıtılmış" ya da "göçebelik" anlamına gelir ki; Kabil, böylece Aden'in doğusuna; göçebelik diyarına; Asya'ya gitmiştir.

Daha sonra İsrailoğulları'nda sehven adam öldüren kimselerin, öldürülmemesi ve katilin oraya kaçabilmesi için "vaad edilen toprakların doğu tarafında bir bölge" oluşturulur. Tora'da bu konuda birçok ayet vardır. Devarim(Tesniye) 4/41 de; " O zaman Moşe, Yarden'in(Erden ırmağının) güneşin doğduğu (taraftaki) yakasında üç şehir ayırdı." ayeti bu meseleyi özetlemek için yeterlidir. Ancak kasten(taammüden) adam öldürenler öldürülür, kısas vardır. Kabil, kasten kardeşini öldürmesine rağmen öldürülmemiş, lanetli olarak Asya'ya kaçmasına müsaade edilmiştir. Bunun sebebi ise; cinayetin örneksiz olarak işlenmesi; bu konuda bir bilinç olmamasıdır ki bu zannımızca hafifletici bir unsurdur. Elbette en iyisini, her yaptığı işte sayısız "hikmetler" bulunan Sonsuz İlim Sahibi Yüce Rabb'imiz bilir.

İNSANLIK DÜNYAYA NASIL YAYILDI?

1) Yemen-Umman'da: "Cebeli Faya" Arkeolojik Çalışması

Bugün modern araştırmalar, insanlığın, Dünya'ya, Afrika'dan; özellikle Doğu Afrika'dan; yani "Aden körfezi"ne yakın Rift vadisinden yayıldığını söylemektedir. Ancak en son yapılan bir arkeolojik çalışmada, Arap Yarımadası'nın güneyinde; "Aden-Yemen"in doğusunda; Cebeli Faya'da önemli kanıtlar bulunmuştur. Londra Üniversitesinden Simon Armitage ve meslektaşlarının 2011 yılında "Science Dergisi"nde yayınladıkları ve Yaklaşansaat'te haber olarak verdiğimiz bu araştırmada şu tespitler yapılmaktadır:

"Birleşik Arap Emirlikleri'ndeki Jebel Faya(Faya dağı); bereketsiz çölleri ve tepeleri, seyrek yağmurları ve kumlu toprağı ile sadece birkaç göçebe bedevinin dayanabileceği, tamamen yaşanması zor bir yer olarak görünüyor. Ancak, 125.000 yıl önce her şey çok farklıydı. Çöller, bolca su ve av hayvanını barındıran bir savanaydı. Yani geniş ova, çayır, küçük ağaçlıklar, yeşilliklerden oluşan ekosistem.

"Ekip, bu ilk modern insanların, İran körfezinden bile geçip ilerlemiş, belki de Hindistan'a, Endonezya'ya, hatta Avustralya'ya gitmiş olabileceklerine inanmaktadır.

"Son interglasiyel(buzularası) çağda, Doğu Arabistan'da insan varlığını gösteren Jebel Faya'da deliller bulunmaktadır. Jebel Faya'da bulunan aletler, Doğu Afrika'daki Orta Taş Çağının son dönemleri ile benzerlikler göstermektedir.
Diğer taraftan, buzularası çağda deniz seviyesi yüksekken, (Arabistan'daki) Necd platosunda bitki yoğunluğu fazlaydı ve daha çok su bulunmaktaydı.

"Güney Arabistan, insan nüfusun artması için ikinci bir merkez olmuş olabilir... Güney Arabistan'da yağmurlu dönemlere ilişkin kanıtlar bulunmaktadır. Muhtemelen insan popülasyonları, kıyı şeridine ilaveten, Arabistan'ın içlerine doğru da arttı ve ilerledi.

"Sonuç olarak, muhtemelen İran körfezi bölgesi, avantajlı dönemlerde ilk modern insanların yayılmış olabileceği diğer birpopülasyon merkezini oluşturdu. Güneydoğu Arabistan'dan, İran körfezine giriş, muhtemelen Hacar dağlarından İran körfezi havzasına uzanan çok sayıda vadi kanalları aracılığı ile olmuş olabilir. Bu kanallar aynı zamanda, körfez öncesi (proto-Gulf) kıyılar boyunca, tatlı su kaynaklarına erişimi sağlayarak, insan göçünü kolaylaştırmıştır."

2) Yemen-Umman'da: "Dhofar" Arkeolojik Çalışması

Bu yazımızı tamamlamak üzereyken Arabistan'da yapılmış çok yeni bir arkeolojik çalışma elimize geçti. Faya'da yapılan çalışmayı ve bizim tezimizi destekleyen çalışmanın lideri İngiltere'deki Birmingham Üniversitesinden paleolitik(yontma taş devri) arkeoloğu Jeffrey Rose'un ekibinin, "LiveScience"da yayınlanan çalışmasından işte birkaç paragraf daha:

"Umman Sultanlığı'nda 100'den fazla yeni bulunan bölge, genetik kanıtların işaret ettiğinden daha uzun süre önce Afrika'dan göçün Arabistan içlerinden olduğunu doğruluyor. İlginç bir şekilde yeni bulunan bu bölgeler, kıyılardan çok uzak, iç bölgelerde yer alıyor." Jeffrey Rose şunları söylüyor:

"On yıldır Güney Arabistan'da ilk insan yayılışını anlamamıza yardımcı olacak deliller aramamızdan sonra, nihayet Afrika'dan çıkışla ilgili açık deliller bulduk. Bunu heyecanlı yapan ise, bu senaryonun daha önce hiç düşünülmemiş olmasıydı."

Uluslararası ekipteki arkeolog ve jeologlar araştırmalarını Arabistan Yarımadası'nda bulunan, Güney Umman'ın güneydoğu köşesinde bulunan Dhofar dağlarında yaptı. Southern Methodist Üniversitesinden araştırmacı Antony Marks, kıyı boyunca toplu göçe işaret ederek kıyılardan geçen birinin deniz ürünlerini kullanmasının, çölün içinden geçmesine göre daha fazla anlam ifade edeceğini belirterek şunları söyledi:

"Kıyıdan göç hipotezi bir taraftan makul gözükse de bunu doğrulayacak arkeolojik hiçbir kanıt yok."

Araştırma ekibi 2010 sezonu bitiminde planladıkları son yer olan, sıcak, rüzgarlı, nehir kanalının yakınlarında bir çok taş aletin dağınık halde bulunduğu kuru bir platoya gitti. Bu tarz taş aletler Arabistan'da yaygın olarak bulunuyordu ancak bu zamana kadar bulunanların hepsi nispeten daha geç zamanlarda yapılmıştı. Yakın incelemelerden sonra Rose; "BunlarNübyelilere(Kuzey Afrika'da yaşayan etnik bir gruba) ait taşlar. Burada ne işleri var." diyerek arkadaşlarının dikkatini çekti. Araştırmacılara göre, bu çorak çöllerde bulunan birçok kanıt, çalışma alanının önemini vurguluyor. Marks:

"Bu bölgede, teorik modellerle, gerçek kanıtlar arasındaki bağları kopartacak örneklerimiz var." diyor.

Bu taşların, birisi tarafından terkedilmek yerine yapıldığı düşünülüyor. Nasılsa bu taş aletlerin yapıldığı zamanda, Arabistankuş uçmaz kervan geçmez viran ve ıssız bir yer değildi. O zamanlarda kıyıya düşen bereketli yağmurlar, Arabistan'ın çorak arazilerini verimli yapıyordu. Araştırmacıların açıklamalarına göre, bu otlaklıklarda avlanabilecek birçok hayvan bulunuyordu. Rose:

"Belli bir süreliğine Güney Arabistan, iri av hayvanları, bolca akan taze sular ve taştan araçlar yapmaya yarayan yüksek kalitede çakmak taşları gibi zengin kaynaklara sahip yeşil bir alandı." diyor.

Araştırmacıların iddia ettiğine göre, modern insanların Afrika'dan ilk göçü, Arabistan'ın kıyısından değil; günümüzde otoyololarak kullandığımız nehir bağlantıları boyunca yapılmıştır. Buralarda ilk modern insanların Afrika savanalarında avlamaya alıştıkları ceylanlar, antiloplar ve dağ keçileri gibi cazip hediyeler olduğu düşünülüyor. Rose, LiveScience ekibine şu açıklamada bulundu.

"70.000 yıl önce yapılan toplu göçün genetik işaretlerine baktığımızda, çıkışın Afrika'dan değil, Arabistan'dan yapılmış olabileceğini gördük."

Arkeologlar, Güney Arabistan çölleri boyunca "taş kalıntılarının yolları" olarak adlandırılan kanıtlardan daha fazla bulmak için taramaya devam edecekler."

TEZİMİZ: İNSANLIK, DÜNYA'YA "GÜNEY ARABİSTAN"DAN YAYILDI

Yukarıdan beri ortaya koyduğumuz özellikle vahye dayalı deliller; insanlığın başlangıcının ve yayılma merkezinin Mekkemerkezli "Güney Arabistan"; yani Mekke'yi içine alan "Aden-Yemen" bölgesi olduğunu bize açıkça göstermektedir. Adem, "Aden Cenneti"nden, Dünya'daki "Aden Bahçesi"ne indirilmiş; ademoğulları buradan dünyaya yayılmışlardır. Güney Arabistan, tarihler boyunca verimliliği ve her yöne ulaşım kolaylığı dolayısıyla hep "Saadet Ülkesi" yahut "Bereketli Arabistan" olarak görülmüştür. Nuh'tan sonra ortaya çıkan, Arapların atası olan ve dillere destan bağ-bahçelerine ve gücüneKur'an'da işaret edilen "Ad-İrem Kavmi"nin yurdu da burası olmuştur.

Bu bölgenin Doğu Afrika'yla Aden körfezi bağlantısı; Asya ile Umman körfezi bağlantısı, bu yayılmanın önemli iki yönünü bize göstermektedir. Ademoğullarının üçüncü yayılma yönü ise Arabistan'ın içinden kuzeye doğrudur. Son yapılan çalışmalarla da güç kazandığı gibi ademoğlu, Arabistan'ın içinden; bugün kurumuş gözüken, ancak insanlığın başlangıcında gürül gürül akan nehir yatakları boyunca Arabistan'ın kuzeyi yönünde ilerlemiş; Orta Doğu'ya ve Mezopotamya'ya yayılmıştır.

Bugün özellikle evrim aşığı araştırmacılar, modern insanın başlangıcını Afrika'da aramaktadır, zira bu arayış onların "evrim felsefesi"ne uygun düşmektedir. Modern insanlığın evrimleşerek ortaya çıkması için ilkel aşamalardan geçmesi varsayılmaktadır. Afrika'nın, hatta Doğu Afrika'nın başlangıç noktası izlenimi vermesi; bir anlamda yanılgıdır, bir anlamda daAden körfezinin en yakın komşusu olarak bizim tezimizi desteklemektedir. Afrika'da yapılan araştırmalar Güney Arabistan'da yapılsa, umuyoruz ki tezimizi doğrulayan kanıtlar daha da güçlenecektir. Nitekim yukarıda özetlediğimiz Yemen-Umman bölgesinde Cebeli Faya'da ve Dhofar bölgesinde yapılan arkeolojik çalışmalar, bizi doğrulamaktadır. Bu çalışmalar arttıkça tezimizin tamamen doğrulanacağı konusundan hiçbir kuşkumuz yoktur.

Adem'in ilk oğlu Kabil'in, "Nod Ülkesi"ne; Doğu'ya sürüldüğünü ve Cebeli Faya yoluyla Umman körfezinden geçerek Asya'ya geçtiğini ifade etmiştik. Kabil'in, bugünkü İran üzerinden Afganistan-Kabil'e; oradan da "Kabil soyu"nun, Tibet-Hind-Çin veAsya'nın tamamına yayıldığını düşünmekteyiz.

KABİL-YUAN-ÇİN VE MU TOPLUMU

Kabil ismi, Afganistan'da anlamlı ve yaygın bir isimdir. Kabil isminin yüklendiği olumsuz anlam dikkate alındığında; sonradan kullanıma girmesinin anlamlı olmayacağı açıktır. Ancak tarihsel köklere dayanarak zamanımıza ulaşması, bizce daha gerçekçi bir tespittir. Kabil, bugün Afganistan'ın başkenti ve en büyük şehridir. Kabil vilayeti, Hindukuş dağlarının güneyinden Hindistan'a giden yol üzerinde kurulmuş 1800 metre yüksekliğinde bir merkezdir. Aynı zamanda tarihi ipek yolu üzerinde,Asya'ya açılan bir kapıdır. Pakistan'a geçit veren Hayber geçidini de kontrol eden stratejik öneme sahip bir "antik şehir"dir.Kabil vilayetinin bir de Kabil ilçesi vardır. Ayrıca bölgeye bu ismi veren başkentin ortasından geçen Kabil nehribulunmaktadır. Afganistan'ın doğusundan yola çıkar ve Peşaver'in kuzeydoğusundan geçerek İndus nehrine katılır.

Evet, Asya'nın Kabil kapısından ilerleyen "Kabil soyu", Çin'e kadar ilerlemiş; Tufan'dan önceki Uygur-Tibet, Hint ve Çinkarasında egemen olan "Mu İmparatorluğu"nun; yani "Mu Karası"nın atası olmuştur. Muhtemelen Atlas okyanusunda yer alan "Atlantis Karası"nda konumlanmış olan "Atlantis toplumu"nun atası ise "Mu toplumu"dur. Yani batmadan önce Atlasokyanusunda konumlanan Atlantis toplumunun atası Mu'dur.

Taberi, Özellikle Çinlilerin atasının Kabil olduğunu bir hadise dayanarak bize bildirir. "Şarabı, çalgıyı, kopuzu, telli çalgılara kıl takmayı, defe-davula deri geçirmeyi ve bunun gibi işleri ilk önce kim icad etti?" şeklindeki bir soruyaPeygamber (s.a.v.)'in cevabı özetle şöyledir:

"Bu sorduğunuz şeyler Kabil oğullarından kaldı. Kabil'in çocukları arasında çok zaman önce bir kişi vardı ki adına Yuanderlerdi. Yuan, şenliği, şadlığı seven bir kişiydi. Şeytan onunla arkadaş oldu. Onu bu gibi eğlencelere alıştırdı, şevklendirdi. Bu gibi çalgıları ona hep İblis öğretti. Öyle ki yaş üzümü sıkıp şira etti. Birkaç gün ekşiyinceye kadar onu bıraktı. Sonra küplere testilere koydu. Çengiler düzdü, eğlenceler kurdu. O şaraptan bir miktar ortaya koyar, herkese içirirdi. Biraz çalgı çalardı, biraz da kalkar oynardı. Onlara bu şeyler gittikçe hoş gelmeye başladı. Herkes bu Yuan gence yakınlaşıp, onunla dostluk ettiler. Sonra İblis, insan formunda geldi, onunla arkadaşlık etti, onunla birlikte yiyip içti. Yuan'ı, güzel sözlerle eğlendirmeye başladı, onun taşkınlıklarını daha da artırdı. İşte bunların hepsi o Yuan'dan kalmıştır. O Yuan'a da Şeytan öğretmiştir. (Tarih-i Taberi, C.1, s.76)

Hadiste şaşılacak derecede ismi çokça zikredilen kişi, Kabil'in oğullarından birisi ve üstelik adı da Yuan. Yuan bugün bize hiç de yabancı gelmiyor. Bilindiği gibi Yuan, Çin'in sadece milli parası değil, çok daha fazlası, Çinlileri ve Çin tarihini simgeleyen bir "şifre-isim". Çin Halk Cumhuriyeti'nin resmi para birimi Yuan'dır ve Çin Merkez Bankası tarafından basılır.Yuan Hanedanlığı (1280-1368) yılları arasında egemen olmuştur. Çin'de bir araştırma yapılacak olursa en yaygın isimlerden birisinin "Yuan" olduğu görülür. Tipik bir örnek: Çin tarihindeki en büyük şair, bin yılı aşkın süreden beri Çinlilerin en çok sevdikleri klasik şairlerinin ismi "Qu Yuan" iken, bugün için Çin İstişare Komitesi üyesi ve Çin Askeri Akademisi Dünya Askeri Araştırmalar Enstitüsünün eski başkan yardımcısı Tümgeneralin ismi "Luo Yuan"dır. "Yuan" adeta Çinlilerin soyadı olmuştur.

Çin tarihi kadar mitolojisinde de "Yuan" ismi önemli bir yer tutmaktadır. Chiang-Yuan, Çin mitolojisinde bir tanrıdır. BixiaYuan-jin, bir Çin tanrıçası olup, güya çocukların doğumundan ve kaderinden sorumludur. "Taoizm"de mistik yaratıklar,Yuan-shi tian-zong tarafından yönetilirler ve yılda bir kere ona raporlarını sunarlar.

Diğer taraftan Yuan hanedanlığı döneminde eski Lijiang kentindeki köprüler ve bazı yapılardan söz edilirken; bir yerel yönetici "Mu" ve onun "Mu konutu"ndan söz edilir ki bu da oldukça anlamlıdır. Metin aynen şöyledir:

"Antik Lijiang kentinde bulunan Mu konutu, Lijiang yerel yöneticisi Mu'nun çalıştığı yerdi. Yuan hanedanı döneminde(1271-1368) inşa edilmeye başlayan Mu konutu, 1998 yılında kent müzesi haline getirildi. Üç hektar alanı kapsayan Mu konutu, küçüklü büyüklü toplam 162 odaya sahiptir. Konut içinde imparatorlar tarafından hediye edilen 11 tane yazılı levha asılıdır."

Aynı şekilde "Mu"nun, Çin mitolojisinde yaygın kullanımını görmekteyiz. Özellikle bu ismin, daha yüksek seviyede tanrı ve tanrıça isimlerinde yer aldığını görmekteyiz. İşte içinde "Mu" bulunan tanrı ve tanrıça isimleri: King-Mu, Xi Wang-Mu, Mu-Gong, Mu-King, Mu-Lan, Mu-Cera, Mu-m-Mu, Mu-t, Nudim-Mu,Tian-Mu...

Çin efsanelerinde, Uygurların, 17.000 yıl önce gelişmelerinin zirvesinde olduğu anlatılır. Bu Uygurlar, Tufan'dan öncekiUygurlardır ve "Mu toplumu"na bağlı koloni imparatorluğudur


KABİLOĞULLARINA ELÇİ: ENOK(İDRİS)

Kabil oğulları kavmini İslam'a çağırmak üzere uyarıcı elçi olarak İdris gönderildi. Taberi, Kabiloğullarının, İdrispeygamberin bu davetine olumlu cevap vermediklerini "Tarih-i Taberi"de şöyle açıklar:

"Ateşe tapmayınız, şarap içmeyiniz, zina etmeyiniz!' dedi. Bunlardan onları yasakladı. Fakat bu kavimden pek az kimseİdris'i tasdik etti. Ateşe tapmayı bırakmadılar. Çok zaman fısk ve fücur içinde kaldılar. İdris'e tabi olmadılar. Şit'e inen suhufu(sahifeleri) onlara okudu. Halkı o kitabın hükümlerine uymaları için uyardı."

Taberi, o tarihte devler ve cin-şeytanların insanlar tarafından gözle görüldüğünü ve insan toplumlarıyla devler arasında düşmanlık, cenk ve barış hallerinin Nuh tufanına kadar sürdüğünü, Tufan'dan sonra ise cin-şeytanların ve devlerin gözden kaybolduğunu bize nakleder.
Alıntı ile Cevapla
 

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147