Alıntı:
Hvs hdm Nickli Üyeden Alıntı
Kaza ve kaderi karıştırmayın kader alın yazısıdır misal kaç yaşında ölecek,kaç çocuğu olacak,eşi kim,nerede nasıl ölecek, annesi babası kim olacak gibi
//kader biz daha doğmadan belirlenir kimi ana rahmindeyken der kimi daha rahime bile düşmeden yani ruhlar yaratıldığı an belirlenir der. Kader kadir geceleri yeniden allah azze ve celle tarafından yeniden yazılır yada bazı şeyler değiştirilir en doğrusunu azim olan bilir.//
Kaza ise kader dışı gerçekleşen olaydır insan kadere müdahale edemez kazayı engelleye bilir yalnızca
O halde kişinin ettiği yaptığı işlediği ameller ise kader değil kazadır…
//misal birine bir laf attın oda kalktı seni öldürdü bu kader değil kazadır hem kaderden bağımsız hemde insani irade ile gerçekleştiği için kader denmez…
Kaza kısaca kaderden bağımsız insan iradesiyle gerçekleşen olaylardır…
Kader rahmanın iradesi ile gerçekleşir yani onun bize yazdığı şeylerdir
Kaza ise rahmanın yazması olmadan insani irade ile allah müsadesi ile gerçekleşir
|
Fıkhi olarak yazdıklarınız çok yanlış.
öyle bir KAZA kavramı tanımı yok.
Siz bunu kendiniz mi uydurdunuz yoksa kaynağınız nedir
?
Bakın öncelikle en temel lügat manasını buraya kopyalayıp yapıştırıyorum önce bunu bir okuyalım.
KAZA:. * Allah'ın takdirinin ve emrinin yerine gelmesi. * Hâkimlik, hâkimin hükmü. * İstemeden yapılan zarar. * Hükmeylemek, hüküm. * Bir şeyi birbirine lâzım kılmak. * Beyan eylemek. * Ahdini yerine getirmek. * Ödemek, edâ etmek. * İcab. * Ölüm. .Fık: İnsanlar arasında vuku bulan dâva ve muhasamayı şer'î hükümler dairesinde fasletmek, halletmek.(Fetvanın kazadan farkı, mevzuu âmdır; gayr-i muayyendir, hem mülzim değil. Kaza ise; muayyen ve mülzimdir.)"
KADER: Cenâb-ı Hakk'ın kâinatta olmuş ve olacak her şeyin evsafını ve havassını ve sâir geleceğini ve geçmişini ezelden bilip, levh-i mahfuzunda takdiri ve yazması. Takdir-i İlâhî. * Ezelî kısmet. * Tali'. Baht. Şans.
(Kader ve cüz-i ihtiyarî, İslâmiyetin ve imanın nihayet hududunu gösteren, halî ve vicdanî bir imanın cüz'lerindendir. Yoksa ilmî ve nazarî değillerdir. Yâni, mü'min her şeyi, hattâ fiilini, nefsini Cenab-ı Hakk'a vere vere, tâ nihayette teklif ve mes'uliyetten kurtulmamak için "cüz-i ihtiyarî" önüne çıkıyor. Ona: "Mes'ul ve mükellefsin" der.
Sonra ondan sudur eden iyilikler ve kemâlât ile mağrur olmamak için "kader" karşısına geliyor. Der: "Haddini bil, yapan sen değilsin." S.)
(... Eğer kader ve cüz-i ihtiyarîden bahseden adam, ehl-i huzur ve kemal-i iman sahibi ise; kâinatı ve nefsini Cenab-ı Hakk'a verir, Onun tasarrufunda bilir. O vakit hakkı var, kaderden ve cüz-i ihtiyarîden bahsetsin. Çünkü, madem nefsini ve her şeyi Cenab-ı Hak'tan bilir, o vakit cüz-i ihtiyarîye istinad ederek mes'uliyeti deruhde eder, seyyiata merciiyyeti kabul edip, Rabbini takdis eder, daire-i ubudiyyette kalıp teklif-i İlâhiyyeyi zimmetine alır. S.)
(İrade-i cüz'iye-i insaniye ve cüz'-i ihtiyariyesi; çendan zaiftir, bir emr-i itibarîdir, fakat, Cenab-ı Hak ve Hakîm-i Mutlak, o zaif, cüz'î iradeyi, irade-i külliyesinin taallukuna bir şart-ı âdi yapmıştır.
Yâni, mânen der: "Ey abdim; ihtiyarınla hangi yolu istersen, seni o yolda götürürüm. Öyle ise mes'uliyet sana aittir!" Teşbihte hatâ olmasın, sen bir iktidarsız çocuğu omuzuna alsan. O'nu muhayyer bırakıp "Nereyi istersen seni oraya götüreceğim" desen. O Çocuk, yüksek bir dağı istedi, götürdün. Çocuk üşüdü yahut düştü. Elbette "Sen istedin" diyerek itab edip üstünde bir tokat vuracaksın. İşte Cenab-ı Hak, Ahkem-ül-Hâkimîn, nihayet zaafta olan abdin iradesini, bir şart-ı âdi yapıp irade-i külliyesi ona nazar eder. S.)"