Havas Okulu - Tekil Mesaj gösterimi - Peygamberler tarihi Adem a.s
Tekil Mesaj gösterimi
  #13  
Alt 13.02.24, 19:48
Cazgircinx - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
☆Cazgircinx Cazgircinx isimli Üye şimdilik offline konumundadır
⚘️ Üveys
 
Üyelik tarihi: 27.02.23
Bulunduğu yer: Deprem bölgesinde akdenizde yaşamaktayım
Mesajlar: 2,025
Etiketlendiği Mesaj: 71 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Hazreti Yusuf’un maliye nazırı olması Allahü teala, onun bu duasını kabul etti. Zindandan çıkması için sebepler yarattı. Yusuf aleyhisselamın halleri Firavunun da hoşuna gitti. Çünkü, rüya tabiri ilmine vakıftı. Zindandan çıkmaya heveslenmemiş, ellerini kesen kadınların halinin araştırılmasını istemiş, bir de kendisine yapılan iftiradan uzak olup temiz ve günahsızlığını göstermişti. Ayrıca Yusuf aleyhisselamın çok ibadet ve taat yapması da, Firavunun hoşuna giden bir yönü idi. Bütün bunlar; Yusuf aleyhisselamın ilminin çokluğu başta olmak üzere, kendisine güvenilmesine ve ziyadesiyle hayranlık duyulmasına sebebiyet verdi. Böylece Firavun, Yusuf aleyhisselam hakkında hüsnüzan sahibi oldu. Hükümdarların ortak yönü, en değerli kimseleri ve en kıymetli şeyleri kendilerinde bulundurmak istemeleridir. Zamanın Mısır Firavunu da, böyle üstün hasletlere sahip olan Yusuf aleyhisselamı, kendisine müsteşar edinmek istedi.

Bu sebeple, “Onu bana getirin, kendisini has müsteşar edinip işlerimi ona bırakayım!” dedi. Firavunun emri üzerine bir elçi, Yusuf aleyhisselamın yanına geldi. Firavunun kendisini çağırdığını söyledi. Yusuf aleyhisselam, hakikat ortaya çıktığı için de Firavunun davetini kabul etti. Zindan arkadaşları, Yusuf aleyhisselamın aralarından ayrılışına çok üzüldüler. Çünkü ondan hep iyilik ve fayda görmüşlerdi. Kendilerine daima yardımcı oluyordu. Yusuf aleyhisselam zindandan çıkarken, zindandakilere veda edip şöyle dua etti: “Allahım! Hayırlı, salih kimselerin kalblerini onların üzerine çevir! Onlardan haberleri gizli tutma!” Yusuf aleyhisselamın bu duasından sonra, haberler herkesten önce hapishanedekiler tarafından öğrenilmeye başladı.

Zindanın kapısına; “Burası, bela, musibet ve hüzün evi, dirilerin kabri, düşmanların sevinç, dostların tecrübe yeridir” diye yazdı. Gusül abdesti alıp elbiselerini değiştirdi. Sonra Firavunun sarayının kapısına kadar geldi. Bu sırada, “Rabbim, dünyam ve yarattıkları hakkında bana kafidir. Ondan başka ilah yoktur!” diye dua etti. Firavunun odasına girince; “Allahım! Bana ondan hayır gelmesini nasip et! Onun ve başkasının şerrinden sana sığınırım!” diye dua etti. Firavun kendisini görünce, Yusuf aleyhisselam Arapça selam verdi. Firavun, çok lisan bilirdi. Hangi lisan ile konuşursa, Yusuf aleyhisselam da o dil ile cevap verirdi. Arapça ve İbraniceyi de onun bildiği lisanlardan fazla olarak biliyordu. Firavun, ondaki bu hallere hayran oldu. Çok iltifatlarda bulunarak dedi ki:

- Sen bugünden itibaren bizim nezdimizde mühim bir mevki sahibisin, her işte eminsin, itimat edilen bir müsteşarsın! Firavun, Yusuf aleyhisselamla konuştukça, ona olan hayranlığı gitgide artıyordu. Halbuki Yusuf aleyhisselamı ilk gördüğünde; “Bunca yaşlı başlı sihirbaz ve kahinin tabir edemediği rüyayı bu genç mi yorumladı?” diye sormaktan kendisini alamamıştı. Firavun, rüyasının yorumunu, bir de Yusuf aleyhisselamın ağzından dinlemek istedi. Yusuf aleyhisselam, Firavunun rüyasını ve tabirini şöyle anlattı: “Rüyanda, Nil nehri kenarında semiz ve güzel yedi ineğin ortaya çıktığını gördün. Sen onların güzelliklerine hayran hayran bakarken, aniden suyun kabardığını sonra da kuruduğunu gördün. Bu sırada Nil’in kokmuş çamurlarından, zayıflıktan karınları yapışmış yedi ineğin çıktığını gördün.

Bunlar yedi semiz ineğin arasına girip, onları yırtıcı hayvanların parçaladığı gibi parçaladılar. Etlerini yediler, derilerini parçaladılar ve kemiklerini kırdılar. Sen, zayıf olmalarına, semiz ineklere galip gelip, onları yemelerine rağmen, kendilerinde hiç semizleşme olmadığını görüp hayret ettin. Bu sırada aniden, tanesi dolgun yedi yeşil ve taze başak gördün. Bunun hemen yanında, kuru ve siyah yedi başak daha vardı. Hepsinin kökleri sulu bir yerde idi. Sen ise kendi kendine hayret içerisinde; “Bitkilerin yeri aynı, hepsi de sulu bir yerde bulunuyor. Fakat bu yedisi yeşil ve meyveli; şu yedisi ise, siyah ve kuru, bu nasıl oluyor?” diyordun. Bu sırada rüzgar esti. Kuru ve siyah olan başakların yaprakları, yeşil başakların üzerine dağıldı.

Bu sırada yeşil başaklar arasından bir ateş çıktı. Bu ateş onları yakıp kararttı. İşte, senin gördüğün rüya budur!” Yusuf aleyhisselamı dikkatle dinleyen Firavun dedi ki: - Ey Sıddik! Gördüğüm rüyayı olduğu gibi anlattın. Hiç hata etmedin. Senden dinlediklerim, gördüğüm bu rüyadan daha garip ve hayret vericidir. Şimdi bunun için ne tedbir almamız gerektiğini söyle! Firavun rüyanın tabirini daha önce dinlediği için sadece rüyayı dinlemekle yetindi. Yusuf aleyhisselam söze başladı: - Bolluk senelerinde bol bol ekin ekmenizi tavsiye ederim. Çünkü bu yıllarda taş ve kerpiç üzerine ekin ekseniz yine bitecektir.

Daha sonra büyük ambarlar yaptırın ve ekinleri sapları ile beraber ambarlarda saklayın! Bu şekilde ekinler bozulmadan kalır, hem de saplar, hayvanlarınız için yem olur. Halka da ekinlerinden ihtiyaçları kadarını yemelerini, geriye kalanını saklayıp korumalarını emretmelisin. Sakladığın bu kadar yiyecek, Mısır halkı ve etrafındakiler için kafi gelir. Böylece daha evvel kimsenin toplamadığı malı toplamış olursunuz. Kıtlık zamanı her taraftan insanlar, yiyecek almak için size gelirler. Topladığınız yiyecekleri, onlara satarsınız. Bu şekilde hem onlar ihtiyaçlarını giderir ve hem de devlet hazinesi mal ile dolar! Yusuf aleyhisselamın bu tavsiyeleri, Firavunun çok hoşuna gitti. Fakat bu işte kendisine yardım edebilecek, kabiliyetli birini tanımıyordu. Yusuf aleyhisselama dedi ki: - Bu hususta bana kim yardımcı olur? Bu işi benim için kim yapar?

- Mısır’ın hazinelerinin idare işini bana bırak! Ben onu müstahak olmayanlardan muhafaza etmeye muktedirim, tasarruf yollarını bilirim. Bu büyük ve mühim işi hakkıyla yaparım! Melik bu teklifi memnuniyetle kabul etti. Böylece Hazreti Yusuf Mısır diyarında Firavundan sonra en çok sözü geçen kimse oldu. Aslında halkın işlerinde tasarruf ve yetkiyi alması, Yusuf aleyhisselama vacip idi. Bundan dolayı işi üzerine almak ona caiz oldu. Halkın işlerinde tasarruf ve yetkiyi ele almasının Yusuf aleyhisselama vacip olmasının birkaç sebebi vardı: Yusuf aleyhisselam Allahü teala tarafından insanlara gönderilen bir peygamber idi. Onun için mümkün olduğu kadar, insanlara işlerinde faydalı olması lazım ve vacip idi.

Yusuf aleyhisselam, yakında kıtlık çekileceğini, bu seneler için tedbirli ve ihtiyatlı bulunulmazsa, halkın büyük bir kısmının helak olacağını vahiy ile öğrenmişti. Allahü tealanın, Yusuf aleyhisselama kıtlığın zararının az olması için tedbir almasını emretmiş olması muhtemeldir. Ayrıca layık olanlara faydalı olmak, onlardan zararı defetmek aklen de güzel bir iştir. Yusuf aleyhisselam halkın faydasına olan işlerde titizlik göstermekle mükellef idi. Hazinenin idaresi onun elinde olmadıkça, üstlendiği vazifeyi yerine getirmesi mümkün değildi. Vacip bir işin yerine getirilmesine sebep olan şey de vacip olur. Bundan dolayı, Mısır hazinelerini ele almak istemesi, Yusuf aleyhisselama vacip işlerdendi. Yoksa kıtlıkta, insanların ihtiyaçlarını gidermesi mümkün olamazdı.

Züleyha ile evlenmesi Züleyha aradan yıllar geçmesine rağmen, Hazreti Yusuf’u unutmuş değildi. Ancak eskiden Hazreti Yusuf kendi evinde ve emrinde idi. Şimdi ise böyle bir durum olmadığından, Yusuf aleyhisselamı eskisi gibi görme imkanı da yoktu. Bu arada Aziz ölmüş, Züleyha da serbest kalmıştı. Züleyha, kocasının ölümünden sonra her şeyden el etek çekip, saraydan uzaklaşıp, bir viranede yaşar olmuştu. Yusuf aleyhisselamın Maliye Nazırı olmasından sonra, kocasından kalan ziynet ve malını dağıtmaya başladı. Yusuf aleyhisselamdan bahseden herkese veriyordu. Elinde, avucunda hiçbir şeyi kalmadı. İyice fakir düştü. Hak dini seçip, kendisini ibadet ve taate verdi. Züleyha, birgün Yusuf aleyhisselamın yolu üstüne çıkıp dedi ki:

- Sultanları emrine isyan ile köle eden, köleleri emrine itaatle sultan eden Allahü tealayı tesbih ederim. O, her türlü noksanlıktan uzaktır. Züleyha’nın sesini duyan Yusuf aleyhisselam, onu tanıyıp iltifatlarda bulundu. Daha sonra, Firavunun da aracılık yapmasıyla, Allahü tealanın emri üzerine nikah kıyıp, onunla evlendi. Yusuf aleyhisselam, Züleyha’nın yanına girince sordu ki: - Evlilik yoluyla meşru şekilde bir araya gelmemiz, senin bir zamanlar istemiş olduğundan hayırlı değil mi? Bunun üzerine Züleyha’nın cevabı şöyle oldu: - Ey Sıddik, beni ayıplama! Bildiğin gibi ben; mal, mülk, güzellik gibi dünya nimetlerine sahip bir kadındım. Ancak kocam kadınlara yaklaşmaktan mahrumdu. Sen de benim gördüğüm en güzel kimseydin!

Bundan böyle Züleyha gerçek manasıyla mutluluğu tadacaktı. Gören kadınların ellerini kesecekleri derecede güzel bir kocası vardı. Aynı zamanda kocası, zamanında yaşayan insanların gıpta edecekleri derecede üstün bir edep ve terbiye numunesi idi. Züleyha’nın ikinci mutluluğu da, Hazreti Yusuf’un tanıttığı hak dini tanımış, ona inanmış ve ebedi huzura kavuşmuş olmasıydı. Beraber ibadet ediyor ve kocasının emirlerine severek uyuyordu. Zamanındaki müminlerin annesi olma şerefine de kavuşmuştu. Yusuf aleyhisselamın Züleyha’dan iki oğlu ile Rahmet adında bir kızı oldu. Yuşa aleyhisselam ve Eyyub aleyhisselamın hanımı, Yusuf aleyhisselamın soyundandır. Yusuf aleyhisselam, devlet işlerinde bütün yetkileri eline alınca, gelecek kıtlık senelerini düşünerek, çeşitli tedbirler almaya başladı.

Ülkenin her tarafına haber gönderip, insanların ziraatle meşgul olmasını istedi. Ekilmedik hiçbir yerin bırakılmamasını ve her tarafın ekinlerle doldurulmasını emretti. Bu hal tam yedi sene devam etti. Elde edilen mahsulün beşte birini devlet hesabına vergi olarak topladı. Bunun için kaleler ve depolar yaptırdı. Bolluk senelerinde topladığı yiyecekleri, ekinleri, başakları ile buralarda depoladı. İnsanlara çok iyilik ve ihsanlarda bulundu. Mısır halkı Hazreti Yusuf’tan çok memnundu. Onlara hep adaletle muamele ederdi. Bolluk seneleri böylece geçip gitti. Peşinden bütün şiddetiyle kıtlık başladı. O zamana kadar böyle kıtlık görülmemişti. Bir damla yağmur düşmediği gibi, yerden bitki namına hiçbir şey bitmez oldu.

Herkes bu bolluk yıllarında, kıtlığı hatırlarına bile getirmek istemiyorlardı. Yedinci bolluk senesi bitmeye yakın insanlar, acaba Firavunun rüyası gerçekleşecek mi diye bekliyor, kıtlığın gelmesini hiç arzu etmiyorlardı. Ancak sekizinci sene yağmur mevsimi geldiği halde bir damla bile yağmur düşmüyordu. O zaman Firavunun rüyasının gerçekleştiğini herkes anladı. Ancak Firavun bu rüyayı görmeseydi kıtlık olmazdı, diyen nasipsizler de vardı. Nil nehri neredeyse kuruyacak hale gelmişti. Kıtlığın ilk senesinde, insanlar biriktirdikleri yiyecekleri bitirdiler. Yusuf aleyhisselamdan para ile yiyecek satın almaya başladılar. Yusuf aleyhisselam, kim olursa olsun kimseyi kayırmadan, ilerde sıkıntı olmaması için, yiyecek almaya gelene, bir deve yükünden fazla yiyecek vermezdi. Bu hususta adaletten asla ayrılmazdı.

Yusuf aleyhisselamın bizzat kendisinin köle olarak satıldığı Mısır’da, herkes onun eline bakar olmuştu. İnsanlar, akın akın gelip, yiyecek bir şeyler almak için çırpınırlardı. Aç insanlar, Yusuf aleyhisselamın mübarek yüzünü görünce, açlıklarını unuturlardı. Yusuf aleyhisselam Firavuna da, yiyeceği halka verdiği gibi verir, insan olarak herkesin hakkını gözetir ve başkalarından fazla vermezdi. Bununla beraber Firavuna çok iyi muamele ederdi. Çünkü kendisini hazinelerinin başına geçirerek bunca insanın sıkıntıdan kurtulmasına vesile olan Firavun idi. Yusuf aleyhisselam, Firavunun Allahü tealaya ve kendisinin peygamberliğine inanması için, gayret ederdi. Hazreti Yusuf’un bu güzel muamelesi sayesinde, Firavun ve daha pek çok insan imanla şereflendi.

Mısır’da halk, kıtlık yıllarından önce biriktirdiği mahsulü yerken, civar yerlerde böyle bir tedbir alınmadığı için büyük sıkıntı çekiliyordu. Kıtlık, Kenan iline ve Şam taraflarına da isabet etmişti. Başkaları gibi, Yakub aleyhisselamın evindekiler de kıtlığın sıkıntısını çekiyordu. Mısır’da buğdayın bulunduğu, başka yerlerde buğdayın eserinin bile bulunmadığı haberi civar yerlere yayılmıştı. Bunu öğrenen insanlar, akın akın Mısır’a gelmeye başladılar. Ne kadar kıymetli mal ve elbiseleri varsa buğdayla değiştiler. Yusuf aleyhisselam insanların halini, dertlerini iyi anlamak için karnı doyasıya yemek yemezdi. Kıtlığın hüküm sürdüğü yedi sene boyunca adeti böyle olmuştu. Ona derlerdi ki: - Sen acıkmıyor musun ey Yusuf? - Elbette acıkıyorum.

- O halde neden yemiyorsun? Mısır hazineleri senin emrinde değil mi? - Kendim doyarsam, aç kalanların halini unutacağımdan, dertlerini anlayamayacağımdan korkuyorum. Böylece o Peygamber, her insan için geçerli olan, “Tok açın halinden anlamaz” gerçeğine işaret ediyordu.

Kardeşleri Mısır’da Mısır’da tedbir alındığı için kıtlık fazlasıyla hissedilmiyor, ancak civar memleketlerde ziyadesiyle hissediliyordu. Mısır’da buğday olduğunu işitenler, mal ve para olarak neleri varsa alıp geliyorlar ve bunları verip buğday alıyorlardı. Hazreti Yusuf bu işi bizzat kendisi kontrol ediyordu. Böylece buğday sıkıntısı çekenler, buğdaya kavuşup sevinç içinde dönüyor, Mısır hazinesi de altın vb. şeylerle doluyordu. Firavun da bu durumdan çok memnun idi. Bu amansız kıtlık Kenan ilinde Yakub aleyhisselamın evinde de hissediliyordu. Buğday ve ekmek namına bir şey kalmamıştı. Mısır’da buğday bulunduğu haberi buraya da gelmişti. Yakub aleyhisselam oğullarına dedi ki: - Mısır’a gidip biraz buğday getirin! İşittim ki Mısır sultanının bir hazinedarı varmış ve tahıl ambarlarının hepsi onun elinde olup, dedemiz İbrahim aleyhisselamın dini üzere imiş.

Nasıl bir kimse olduğunu gidip görün ve “Biz İbrahimoğullarındanız!” deyin. Belki İbrahim aleyhisselamın soyundan olduğunuzu bilir de size kolaylık gösterir. Bünyamin haricindeki diğer on oğlunu Mısır’a gönderdi. Bünyamin, Hazreti Yusuf ile aynı anneden kardeş olup, Hazreti Yakub onu yanından hiç ayırmazdı. Hazreti Yusuf’un ayrılık acısını onunla teskin ediyordu. Hazreti Yusuf, huzuruna giren on kişilik bir grubu gördüğü vakit gözlerine inanamadı. Evet, bunlar kendi kardeşleriydi. İçlerinde sadece Bünyamin yoktu. Onlara sordu: - Ne istiyorsunuz? - Buğday istemeye geldik. - Hangi beldenin insanlarısınız? - Kenan ilinden geliyoruz. - Orası Mısır’a çok uzak değil midir? - Öyledir efendim. Ancak araya açlık girdiği zaman uzaklar yakın oluyor. - Yurdunuzu ne halde bıraktınız? - Kıtlıktan başka bir şey yoktur.

Sadece kurak hava, sadece aç insanlar vardı. Sizin, gelenleri boş çevirmediğinizi duyduk, ümitle geldik. Lütfen bizi eli boş çevirmeyin. - Siz buğday alıcılarına değil, casuslara benziyorsunuz. - Doğru söylüyoruz. İhtiyar bir babanın on evladıyız. Babamızın ismi Yakub’dur. Beldemizde kıtlık var. Mısır’dan başka yerde buğday bulunmadığını ve senin iyi bir kimse olduğunu duyan babamız, bizi gönderdi. Kardeşleri Hazreti Yusuf’u tanımamışlardı. Zira Yusuf aleyhisselam makamında heybetli olduğundan, huzuruna gelenler mübarek yüzüne bakamazlardı. Bir de Hazreti Yusuf bir devletin başında bulunmakta idi. Onlar, Yusuf aleyhisselamdan ayrıldıktan sonra hiç haber alamamışlar, hatta onun, böyle bir devlete kavuşacağını hatırlarından bile geçirmemişlerdi. Ayrıca, Yusuf aleyhisselam daha çocuk iken ayrılmıştı. Şimdi ise yüzü, boyu ve şekli de değişmişti. Yusuf aleyhisselam ise onları hemen tanımıştı. Zira onlar hiç değişmemişti. Hazreti Yusuf kardeşleri için sofra serdirdi. Çeşitli ikramlarda bulundu. Kardeşleri ziyadesi ile memnundu. Daha sonra Hazreti Yusuf’un emriyle develer getirildi. Hizmetçiler çuvalları doldurmaya başladılar. Biraz sonra Hazreti Yusuf kardeşlerine sordu: - Siz on kişisiniz. Halbuki deve sayısı onbir.

Hani bu bir devenin sahibi? - Efendim, şu anda biz onbir kardeşiz. Memlekette kalan bir kardeşimiz daha vardır. Ancak babamız onu yanından pek ayırmak istemiyor? - Babanız neden onu yanından ayırmak istemiyor? - Babamızın, o küçük kardeşimizin annesinden bir oğlu daha vardı. Adı Yusuf olan o oğlunu çok severdi. Kırda telef oldu. Onun üzüntüsünden dolayı babamız, ismi Bünyamin olan küçük kardeşimizi yanından hiç ayırmaz. Yusuf’a çok üzüldüğünden dolayı gözleri de görmez oldu. Bir ev yaptırdı. Yusuf’a olan üzüntüsü sebebiyle o eve Beyt-ül-ahzan dedi. Her gün o eve girer, Yusuf diye ağlar. Babamız bütün bu üzüntülerini bu kardeşimizle teskin eder. Yusuf aleyhisselam, adeti olduğu üzere şahıs başına bir deve yükünden fazla buğday vermezdi. Onlara da birer deve yükü verip paralarını aldı. Ayrıca Bünyamin için de bir deve yükü verdi. Sonra şöyle buyurdu: - Sizin sözünüzden, babanızın, yanında bıraktığı kardeşinizi daha çok sevdiği anlaşılıyor.

Bu ise, insanı hayrette bırakıyor. Çünkü sizin bu kadar cemal ve olgunluk sahibi olmanıza rağmen, babanızın o kardeşinizi daha çok sevmesi, onun akıl, fazilet ve edep bakımından kamil birisi olduğunu gösteriyor. Bu yüzden onu görmek istiyorum, onu bana getiriniz! Eğer getirmezseniz bir daha size zahire vermem. Görüyorsunuz ki, size de, babanızın yanında kalan kardeşiniz adına da zahire veriyorum. Ben misafirperverlerin hayırlısıyım. Eğer onu da getirmezseniz, artık benim yanımda size hiçbir zahire yoktur! Yanıma da gelmeyiniz, diyarıma da girmeyiniz! Hazreti Yusuf bu sözleri amirane söylemişti. Kardeşleri korka korka cevap verdiler: - Onu babasından isteyecek ve emrinizi yerine getirmeye çalışacağız. Daha sonra Hazreti Yusuf hizmetçilerine, “Onlardan alınan parayı gizlice yüklerinin içine koyun!

Olur ki, ailelerine döndükleri zaman bunun farkına varırlar da, belki yine kardeşleri Bünyamin ile beraber buraya dönerler.” emrini verdi. Böylece onların tekrar gelmelerini teşvik etmek istedi. Hazreti Yusuf’un kardeşleri gördükleri ikramdan son derece memnun olmuşlardı. Getirdikleri çuvallar tıka basa doldurulmuş ve çok fazla da bir ücret alınmamıştı. Hazreti Yusuf’tan gördükleri ikramı ara sıra dile getirmekten kendilerini alamıyorlardı. Konuşa, gülüşe yollarına devam ediyorlardı. Ancak onları düşündüren bir şey vardı. Maliye Nazırı kesin konuşmuştu. Kardeşlerini bir dahaki gelişlerinde getirmezler ise, o zaman hiç buğday alamayacaklardı. Şimdi nasıl edip de babalarından izin alacaklarını düşünüyorlardı.

Yusuf aleyhisselamın kardeşleri, Yakub aleyhisselamın yanına varınca, daha yüklerini açmadan, babalarına, Mısır’da gördükleri izzet ve ikramı, kendilerine gösterilen iyi muameleyi etraflıca anlattıktan sonra dediler ki: - Mısır Maliye Nazırını çok iyi bir insan olarak gördük. Bize ikramda bulundu. Akrabamız olsa, o kadar ikramı bize yapamazdı. - Eğer bir daha giderseniz, ona benden selam söyleyin ve “Babamız sana dua ediyor!” deyin! Bunun üzerine oğulları, Yakub aleyhisselama şöyle dediler: - Baba, bizimle beraber Bünyamin’i de göndermedikçe bize verilecek zahire yasaklanmıştır. Bizimle birlikte kardeşimizi de gönder ki, tekrar buğday ve yiyecek alalım. Hiç şüphen olmasın ki, biz onu mutlaka koruruz. - Onu koruyacağınıza ve muhafaza edeceğinize dair size nasıl güvenirim?

Yusuf’un başına nelerin geldiğini sizler daha iyi bilirsiniz. Ancak Allahü teala en hayırlı koruyucudur ve tevekkül edip, işlerimi Ona bıraktım. O, merhamet edenlerin en merhametlisidir. Yakub aleyhisselamın bu sözünden, onun gitmesinde fayda gördüğü için, oğullarının Bünyamin’i götürmelerine izin verdiği anlaşılmaktadır. Yakub aleyhisselamın oğulları yüklerini açınca, zahire karşılığında verdikleri bedellerin kendilerine iade edildiğini gördüler. Karşılaştıkları bu manzara, babalarına Mısır Azizi hakkında arz ettiklerini teyit eder mahiyette olduğu için sevindiler. Babalarının huzuruna varıp nazik ve hürmetkar bir ifade ile durumu bildirdiler: - Ey babamız! Daha ne istiyoruz, bundan ziyade iyilik olur mu? Işte sermayemiz de bize iade edilmiş.

Biz onunla tekrar ailemize zahire getiririz. Kardeşimizi de koruruz. Kardeşimiz Bünyamin’i götürmekle bir deve yükü zahire de fazla alırız. Bu getirdiğimiz az bir zamanda tükenecektir, bizi idare etmez. - O akçeyi geri götürün, belki yanılmışlardır veyahut bizi denemişlerdir. “Peygamber oğullarıdır. Görelim, helali haramı seçerler mi?” demiş olabilirler. Yakub aleyhisselam sözlerine şöyle devam etti: - Bünyamin’i bana sağ salim getireceğinize dair Allahü teala adına yemin edip teminat vermedikçe asla sizinle göndermem. Ancak etrafınızın çevrilip çaresiz kalmış olmanız durumunda izin veririm. Oğulları yemin ederek teminat verince, Hazreti Yakub izin verdi ve dedi ki: - Allahü teala bizim söylediğimiz şu sözlere vekildir.

Burada ibret alınacak bir husus vardır: Hadis-i şerifte; (Bela [bazen] insanın konuştuğu söze bağlıdır.) buyurulduğu gibi, Yakub aleyhisselam daha önce oğullarına; “Yusuf’u kurt yemesinden korkuyorum.” buyurmuş, kendisine musibet bu cihetle gelmiş, oğulları; “Yusuf’u kurt yedi!” demişlerdi. Burada da; “Etrafınızın kuşatılıp çaresiz kalmış olmanız...” buyurdu. Yine bu yönden musibete duçar oldu. Yakub aleyhisselam, oğullarının Yusuf aleyhisselama yaptıklarını bilmesine rağmen, Bünyamin’i onlarla beraber gönderdi. Çünkü, onlarda Yusuf aleyhisselama karşı gördüğü hasedi, Bünyamin’e karşı görmemişti. Onların, ona karşı iyi niyet sahibi olduklarını görüyordu. Bir de kıtlık bütün şiddeti ile sürüyordu. Mısır Azizinden zahire alabilmek için buna mecburdu.

Oğulları ikinci sefere hazırlanırken, Yakub aleyhisselam, evlatlarına yolculuğa çıkmadan önce bazı tavsiyelerde bulundu. Çünkü oğulları, yakışıklı, cemal ve kemal sahibi, boylu boslu ve kuvvetli olup, hepsi de bir babanın oğlu idiler. Yusuf aleyhisselamın onlara ikramda bulunduğu, Mısır halkı tarafından da biliniyordu. Bu sebeple orada şöhretleri vardı. Yakub aleyhisselam, Mısır’a hep birlikte girerken, nazar değmesinden endişe ettiği için onlara dedi ki: - Ey oğullarım! Mısır’a varınca, hepiniz bir kapıdan girmeyin! Her biriniz ayrı ayrı kapılardan girin! Bununla beraber bu sözümle Allahın kazasından hiçbir şeyi sizin üzerinizden gideremem. Hüküm ve kaza ancak Allahü tealadandır. Ben ancak Ona güvenip dayandım. Tevekkül edenler de Ona güvenip dayanmalıdır.

Bu sözüyle onlar üzerine nazar isabet edeceğinden korktu. Halbuki Mısır’a ilk gidişlerinde böyle bir tavsiyede bulunmamıştı. Çünkü o zaman kimse onları tanımıyordu. Yakub aleyhisselamın oğulları, Mısır’a vardıkları zaman, babalarının emrine uyarak ayrı ayrı kapılardan şehre girdiler. Yusuf aleyhisselamın yanına giderek, ihsanlarına teşekkür ettiler. Ayrıca babalarının selam ve dualarını bildirerek dediler ki: - İşte o küçük kardeşimiz budur, onu da getirdik. Yusuf aleyhisselam onlara gereken ikram ve iltifatta bulundu. Hatta öncekinden daha çok ikramda bulundu. Onları yemeğe davet etti. Her bir sofraya ikişer kişi oturttu. Onbir kişi olduklarından, Bünyamin yalnız kaldı. Bu sırada kardeşi Bünyamin, Yusuf aleyhisselamı hatırlayıp ağladı ve kendi kendine, “Kardeşim Yusuf sağ olsa idi, Sultan beni de onunla beraber oturturdu.” diye söylendi.

Bu esnada Yusuf aleyhisselam kardeşlerine dedi ki: - Bu kardeşiniz yalnız kaldı. - Onun bir kardeşi vardı, öldü. Bunun üzerine Yusuf aleyhisselam, “Öyleyse onu yanıma oturtayım!” diyerek, Bünyamin’le aynı sofraya oturdu. Bünyamin, sofrada hem yemek yer, hem de sık sık Yusuf aleyhisselama bakardı. Yusuf aleyhisselam sordu: - Niçin bana böyle dikkatli dikkatli bakıyorsun? - Vefat eden kardeşim size çok benzerdi de onun için... Akşam olunca, yatıp istirahat etmek için iki kişiye bir oda gösterildi. Fakat Bünyamin yine tek kaldı. Bunun üzerine ağladı ve dedi ki:

- Kardeşim Yusuf sağ olsa idi, ben de onunla aynı odada kalırdım. Bu hali gören Yusuf aleyhisselam, “Gel, sen de benim odamda misafir ol!” dedi. Fakat Bünyamin, Yusuf aleyhisselamın kardeşi olduğunu hala anlayamamış ve kardeşlerinden ayrı kaldığına bile üzülmüştü. Bunun farkına varan Hazreti Yusuf, bulundukları odada kimseyi bırakmadı ve Bünyamin’e dedi ki: - Benim sana kardeş olmamı ister misin? - Senin gibi eşsiz bir insanla kardeş olmayı kim istemez ki? Ama senin baban Yakub aleyhisselam ve annen Rahil değil ki... Bu defa Hazreti Yusuf’un gözleri dolmuştu. - Neler oluyor sana ey Aziz? Seni üzdüm mü? - Ben senin kardeşin Yusuf’um. Artık huzurlu günlere kavuştun demektir. O halde kardeşlerinin yaptıklarından dolayı mahzun olma! Bünyamin bir anda şaşırmış, neye uğradığını bilemez olmuştu. Yıllardır özlenen, ardından gözyaşı dökülen ağabeyi hiç umulmayan bir zamanda karşısına çıkmıştı.

Bu ancak rüyalarda görülebilecek bir mutluluktu. Hazreti Yusuf kardeşine sarılmış, hasret gideriyordu. Yusuf aleyhisselam Bünyamin’e; “Sana söylediklerimi kardeşlerine söyleme!” diye tembih etti. Bünyamin ayrılmak istemediğini söyleyince, Hazreti Yusuf dedi ki: - Fakat babamızın benim yokluğuma ne kadar üzüldüğünü bilirsin. Sen de, bir sebep olmadan burada kalırsan, üzüntüsü daha da artar. Buna başka bir yol bulalım. - Karar senindir. İstediğini yap! İbrahim aleyhisselamın dininde, bir kimsenin bir şeyi çalınsa, mal sahibi de malını hırsızın elinde yakalasa, malı çalan, mal sahibine kölelik ederdi. Musa aleyhisselam zamanına kadar, bu hüküm aynen devam etmişti. Yusuf aleyhisselam da bunu bildiğinden, altından yapılmış bir su tasını, kimsenin haberi olmadan kardeşi Bünyamin’in yükünün içine koydurttu. Yusuf aleyhisselamın kardeşleri, her şey hazır olunca, vedalaşarak yola koyuldular. Keyiflerine diyecek yoktu. Yine oldukça yüklü bir erzak almışlar, ayrıca büyük bir izzet ve ikram görmüşlerdi. Şehirden henüz ayrılmış sayılırlardı ki, arkalarından yükselen bir ses onları durmaya mecbur etti: - Ey kafile ehli! Durun! Muhakkak siz hırsızlarsınız! Aynı zamanda kendilerine doğru dolu dizgin gelmekte olan bir grup insan gördüler.

Münadinin; “Ey kafile ehli, muhakkak siz hırsızlarsınız!” sözünü söylemelerinin sebebi, altın tası arayıp bulamayınca; “Burada şu kafiledekilerden başkası yok idi. Demek ki tası bunlar aldılar.” diye düşündükleri içindi. Yusuf aleyhisselamın kardeşleri, şanlarına yakışmayan böyle bir suçun üzerlerine atılmasına çok üzüldüler. Gelenlere dönerek dediler ki: - Ne kayboldu? Aradığınız nedir? - Azizin su kabını aramaktayız. Onu bulup getirene bir deve yükü bahşiş var. Yusuf aleyhisselamın kardeşlerinin, münadiye; “Hayır biz çalmadık!” yerine, “Ne kayboldu? Aradığınız nedir?” demeleri; “Bizim hırsız olmamız şöyle dursun, sizden zaten bir şey çalınmamıştır. Bu bir kayıp olabilir” demek istemelerindendir. Münadi ve yanındakiler, onların sözündeki inceliği anladıklarından, ikinci defa olarak; “Azizin tasını çaldınız!” yahut “Azizin su kabı çalındı!” demeyip; “Azizin su kabını zayi ettik. Onu arıyoruz!” demeye mecbur oldular. Kardeşlerin yüzlerinde hiçbir korku ve endişe sezilmiyordu. Kendilerinden emin bir tavırları vardı.

Bunca iyiliklerini gördükleri bu zata karşı bir de ihanet etmeyi düşünmüş olamazlardı. Kardeşlerin biri söz aldı: - Vallahi siz de bilirsiniz ki, biz buraya fitne ve fesat çıkarmak için gelmedik. Biz hırsız da değiliz. - Eğer “Hırsız değiliz!” sözünüzde yalancı çıkarsanız, eşyamızı sizde bulursak, sizin dininizde hırsızlığın cezası nedir? - Su kabı kimin yükünde bulunursa, cezası onun köle yapılmasıdır. Biz hırsızlık yaparak zulüm yolunu tutanları böyle cezalandırırız. - Böyle bir cezaya biz de razıyız. Dönün, arayacağız! Suçsuz olduğunuz anlaşılıncaya kadar sizleri yanımızda tutacağız. Ondan sonra yolunuza devam edersiniz. Yusuf aleyhisselamın adamları, onları Yusuf aleyhisselamın huzuruna getirdiler. Yusuf aleyhisselam aratmaya kardeşi Bünyamin’in yükünden başlatmadı. Onun yükünü sonraya bıraktı. Böylece, diğer kardeşlerinin kalbinde herhangi bir şüphe doğarak itiraz edilmesini önlemek istedi. Yoksa işin hakikati ortaya çıkacak, maksat hasıl olmayacaktı. Arama, Bünyamin’in yüküne gelince, Yusuf aleyhisselam dedi ki: - Bunun bir şey almış olacağını zannetmem. Kardeşleri de, “Böyle olursa, hem siz, hem biz vicdanen rahat oluruz.” dediler. Bunun üzerine Bünyamin’in yükü de arandı ve su kabı oradan çıktı.

Bunu gören kardeşleri utançlarından başlarını önlerine eğdiler. Bünyamin’e dönerek onu ayıplamaya ve kınamaya başladılar: - Bizim başımıza sen neler getirdin? Bizi rezil ettin! Yüzümüzü kara çıkardın! Yusuf aleyhisselamın maksadı; kardeşi Bünyamin’i yanında alıkoymaktı. Bu ise, ancak babası Yakub aleyhisselamın dinine göre mümkündü. Allahü teala Yusuf aleyhisselama bu tedbiri vahiy ile öğretti. Firavunun hırsız hakkındaki kanunu, hırsızın dövülüp, çaldığı malın iki katı ile ödetilmesi şeklinde idi. Bu kanuna göre, Yusuf aleyhisselamın kardeşini yanında alıkoyması mümkün değildi.

Bünyamin’i yanında alıkoyması Su kabı, umduklarının aksine Bünyamin’in yükünden çıkınca, diğer on kardeş telaşlandılar. Hepsi hiç hoşa gitmeyen bu manzara karşısında ne yapacaklarını şaşırdılar. Bunun üzerine on kardeş; “Su kabının Bünyamin’in yükünden çıkması hayret edilecek bir şey değildir. Nitekim onun kardeşi de daha evvel hırsızlık yapmıştı.” diyorlardı. Böylece kardeşler, içlerinde sakladıklarını dışarı vuruyorlardı. Yusuf aleyhisselama nisbet ettikleri hırsızlık, Yakub aleyhisselamın kız kardeşinin Yusuf aleyhisselamı yanında alıkoymak için başvurduğu çare idi. İbrahim aleyhisselamın kemerini Yusuf aleyhisselamın üzerine bağlayarak onu yanında alıkoymuştu. Gerek Yusuf aleyhisselamın ve gerekse Bünyamin’in durumlarında hırsızlık yoktu. Ancak hırsızlığa benzer bir görünüş bulunduğu ve başlarına gelen bu hadiseden canları sıkıldığı için kardeşleri böyle söylemişlerdir.

İçlerinden biri yine kendini tutamayarak Bünyamin’in üstüne yürüdü: - Yazıklar olsun sana ey Bünyamin! Bizi zor durumda bıraktın. Demek ki anan Rahil sadece iki hırsız doğurmuş... - Vallahi ben hırsızlık yapmadım. - Peki bu tas senin çuvalında ne arıyor? - Kimin koyduğunu da, nasıl konulduğunu da bilmiyorum. Artık olan olmuştu. Kabı çuvala kim koyarsa koysun netice aynı kapıya çıkıyordu. Bünyamin’e söylenen sözlerin hepsi, diğer kardeşlerin içini boşaltmalarına yarıyordu. Onların bir korkuları da, artık Mısır topraklarına girmelerinin yasaklanması idi. İçlerini şiddetli bir sıkıntı basmıştı. Ne yapacaklarını, ne söyleyeceklerini bilmiyorlardı. Hırslarını yenemiyorlar, aynı şeyleri tekrar tekrar söylüyorlardı.

Yusuf aleyhisselam kardeşlerinin durumunu izliyor, bir şey söylemiyordu. Ne sözle ve ne de fiille bu işin hakikatini, onlara açıklamadı. Kendi kendine; “Sizin durumunuz daha kötüdür. Siz benim gibi masum bir kardeşinizi çaldınız, babasından ayırdınız, götürüp kuyuya bıraktınız. İşin hakikatinin sizin söylediğiniz gibi olmadığını Allahü teala çok iyi bilmektedir.” diye düşündü. Yakub aleyhisselamın oğulları, yükleri aranmadan önce kendi dinlerinde hırsızlığın hükmü sorulduğunda, sadece çalanın mal sahibine köle olacağı hükmünü beyan etmişlerdi. Tabii ki onlar, kendilerinden böyle bir şeyin vaki olacağını tahmin etmiyorlardı. Ancak beklediklerinin aksine su kabı Bünyamin’in eşyası arasından çıkınca; bu defa affetmenin de, fidye almanın da caiz olduğunu beyan ettiler. Yusuf aleyhisselamın şefkat ve merhametini celbetmek için de dediler ki: - Ey Aziz! Çok muhterem bir babamız vardır. Kaybolan kardeşimizin acısını Bünyamin’le unutur ve onu bizden çok sever. Biz onun yerini dolduramayız. Onun yerine birimizi alıp onu azat eyle! Biz muhakkak seni ihsan edenlerden görüyoruz, bu ihsanını tamamla! Babaları Yakub aleyhisselamın peygamber olduğunu, Bünyamin’i geri getirmek üzere babalarına söz verdiklerini söylediler. Ancak Yusuf aleyhisselam onlara şöyle cevap verdi: - Eşyamızı bulduğumuz kimseden başkasını alıkoymaktan Allahü tealaya sığınırız.

Çünkü bu takdirde, biz de elbette zalimlerden oluruz. Başkasından meydana gelen bir suçtan dolayı bir kimseye eza edersem, verdiğiniz fetvaya göre zulüm yapmış olurum. Bu sebeple teklifinizi kabul edemem. Yusuf aleyhisselamın, babasına bulunduğu yeri haber vermeyip, kendisini gizlemesinde; babasının pek çok üzüleceğini bildiği halde, Bünyamin’i yanında alıkoymasında ve kardeşlerine bu şekilde muamele etmesinde çeşitli hikmetler vardır. Bunlardan en mühimi şudur: Yusuf aleyhisselam, bütün bunları kendiliğinden değil, Allahü tealanın emri ile yaptı. Onun, kullarından hiç kimsenin bilmediği sırları vardır. Yarattıkları hakkında dilediği şekilde tasarruf sahibidir. Allahü tealanın Yakub aleyhisselamın mihnet, acı ve sıkıntılarını artırması, sıkıntılara karşılık, derecesini daha da yükseltmek içindi. Böylece, Yusuf aleyhisselamın durumunu Yakub aleyhisselamdan gizledi.

Yakub aleyhisselamın oğulları, kardeşleri Bünyamin’i kurtarmaktan ümitlerini kesince bir kenara çekilip, kendi aralarında konuşmaya başladılar. Bir müddet aralarında meseleyi konuştuktan sonra, en doğrusunun, babalarına dönüp, hadiseyi aynen anlatmak olduğuna karar verdiler. Büyükleri dedi ki: - Babamızın bizden Allahü tealanın adıyla teminat almış olduğunu, daha evvel de Yusuf hakkında işlediğimiz kusuru bilmez misiniz? Muhakkak bilirsiniz. Artık ben, babam bana izin verinceye, yanına çağırıncaya, Allahü teala kardeşimi kurtararak iadesine hükmedinceye kadar Mısır’dan ayrılmam. Babamıza hadiseyi olduğu gibi anlatıp deyin ki: “Ey babamız! Muhakkak ki oğlun Bünyamin bizim gördüğümüze göre hırsızlık yaptı. Biz ancak gördüğümüze şahitlik ederiz. Zira su kabının Bünyamin’in yükünden çıktığını gördük.

Biz gaybı yani onun gerçekten çalıp çalmadığını bilmeyiz. Zaten gaybı Allahü tealadan başkası bilmez.” Kardeşlerin büyüğü babalarının inanması için, kardeşlerine şöyle söylemelerini de tembih etti: - Yine babamıza, “Eğer bize inanmazsan, içinde bulunduğumuz Mısır halkına ve aralarında geldiğimiz kervana da, su kabının onun yükünde nasıl bulunduğunu sor. Biz, hakikaten doğru söyleyicileriz.” deyin! Büyüklerini ve Bünyamin’i Mısır’da bırakan dokuz kardeş, babalarının yanına döndü. Mısır’da kalan büyüklerinin talimatı üzerine, başlarından geçenleri ve olup bitenleri babalarına anlattılar. Yakub aleyhisselam, bu anlatılanları üzüntü içinde dinledi ve dedi ki:

- Hayır! Doğrusu nefsleriniz size bu işi süsleyerek güzel gösterdi. Yoksa Mısır Azizi, bizim dinimizde hırsızın esir edileceğini ne bilsin? Artık bana düşen sabr-ı cemildir. Umulur ki, Allahü teala oğullarımın hepsini birden bana getirir. Şüphesiz Allahü teala alimdir, hakimdir. Yakub aleyhisselamın üzüntü ve kederi son aldığı haberle daha da artmıştı. Zaten uzun zamandan beri üzüntü ve elem içerisindeydi. Fakat, Allahü tealanın kendisini bu sıkıntıdan yakında kurtaracağını da biliyordu. Çünkü bela ve sıkıntı pek şiddetlenip son hadde geldiği vakit, ondan kurtulmak daha çabuk olur. Yakub aleyhisselam bu üzüntüsünü şöyle dile getirdi: - Yusuf’un firakıyla beni kaplayan şiddetli hüzün ve hasretim! Gel, işte şu an senin tam gelme zamanındır.

Yakub aleyhisselam, Bünyamin’in hayatta ve yerinin belli olmasına karşılık Hazreti Yusuf hakkında bir bilgi alamaması sebebiyle sadece Hazreti Yusuf’a olan hasretini dile getirmişti. Yakub aleyhisselam; başına gelen ağır ve büyük bir musibete rağmen, daima sabırlı oldu. Asla feryat ve figan etmedi. İnsanlara da şikayette bulunmadı. “Ben kalbimde tutamadığım hüzün ve kederimi, yalnız Allahü tealaya arz ediyorum.” diyerek halini Allahü tealaya arz etti. Bir defasında Azrail aleyhisselam Yakub aleyhisselamın yanına gelmişti. Azrail aleyhisselama sordu: - Yusuf’umu görmeden benim ruhumu almaya mı geldin? - Hayır, senin hüzün ve kederine iştirak etmek için geldim.

Bu arada Hazreti Yakub hastalanmış ve bacağında siyatik hastalığı da meydana gelmişti. Bu ağrıları da çok sıkıntı veriyordu. Bir gece ağrıları dayanılmaz hale gelince, şayet Allahü teala bu hastalıktan şifa verirse, en sevdiği yemekleri yememeyi nezretti. Bir zaman sonra şifa buldu. Bunun üzerine en sevdiği deve eti ve deve sütünü yemedi ve içmedi. Bundan sonra Allahü teala, onun kendine haram kıldıklarını İsrailoğullarına haram kıldı. Nitekim Kur’an-ı kerimde mealen buyuruldu ki: (Tevrat’ın indirilmesinden önce İsrail’in [Hazreti Yakub’un] kendine haram ettiğinden başka bütün yiyecekler İsrailoğullarına helal idi.) [Al-i Imran 93] (Yahudilere her tırnaklıyı haram ettik. Koyunun ve sığırın iç yağını da haram ettik. Aşırı gitmelerinden ötürü onları bu şekilde cezalandırdık.) [Enam 146] Yakub aleyhisselam, Hazreti Yusuf’tan ayrıldığı andan itibaren gözünün yaşı hiç dinmedi. Döktüğü gözyaşı hiçbir şeyle kıyaslanamazdı. Neticede gözüne ak düştü. Bütün bunlar onun bir an olsun Allahü tealayı anmasına mani olmadı.

Çünkü sıkıntıda olan, üzülen kalbler Allahü tealaya daha yakındır ve onunla meşguldür. Böyle acı ve sıkıntılar, Allahü tealadan başka düşünceleri kalbden çıkarır. Neticede kul, Allahü tealaya daha çok yönelir, daha çok dua eder. Yakub aleyhisselamın çok ağladığını gören oğulları, torunları ve hizmetçileri dediler ki: - Yusuf’u anmaktan geri durmuyor, onun sevgisinde gevşeklik göstermiyorsun. Vallahi sonunda ya kederinden hastalanıp eriyeceksin, yahut helak olacaksın. - Ben kalbimde tutamadığım hüzün ve kederimi, ancak Allahü tealaya arz ediyorum. Size ve başkasına şikayetim yoktur. Beni şikayetim ile başbaşa bırakın. Şikayetimi Rabbime arz edeyim. Ben, sizin bilemeyeceğiniz nice şeyleri, Allahü teala tarafından vahiyle biliyorum. Ey oğullarım, Mısır’a gidin! Yusuf ile kardeşlerinden haber sorun! Allahü tealadan ümit kesmeyin! Çünkü, kafirlerden başkası, Allahü tealadan ümit kesmez. Yakub aleyhisselam Hazreti Yusuf’un sağ olduğunu vahiy yoluyla biliyordu. Ayrıca Yusuf aleyhisselamın çocukluğunda gördüğü rüyasının doğru çıkacağına inanıyordu. Çünkü, Yusuf aleyhisselamda rüşd ve kemal alametlerini görmüştü. Bunun için çocuklarına Hazreti Yusuf’u aramak için gitmelerini söyledi. Yakub aleyhisselamın oğulları, babalarının tavsiyesi üzerine Mısır’a döndüler. Yusuf aleyhisselamın huzuruna varınca dediler ki: - Ey Aziz! Bize ve ailemize darlık, kıtlık, fakirlik ve açlık ulaştı.

Çok az ve ehemmiyetsiz bir sermaye ile geldik. Bize daha önce tam bedelle verdiğin gibi tam ölçek ver ve hakkımızda lütufkar davran! Zira Allahü teala, lütufkar davrananları dünyada ve ahirette en güzel şekilde mükafatlandırır. Yusuf aleyhisselam onlara sordu: - Siz sonunun neye varacağını bilmeden Yusuf’a ve kardeşine yaptığınız işin kötülüğünü anlayıp, ondan tevbe ettiniz mi? Yusuf aleyhisselam, onların yalvarışlarını, çaresiz kaldıklarını ve açlık içinde bulunduklarını görünce, merhametinden dolayı onlara kendisini tanıtmak istedi. Ancak Allahü tealanın hakkını kendi hakkına tercih etti. Onlara, gerek kendisine yaptıkları zulmü ve gerekse kardeşi Bünyamin’i kendilerinden ayırmanın, onu aralarında hor ve hakir tutmanın çirkinliğini sordu. Bunu, şefkatinden dolayı, onlara din hususunda nasihat etmek maksadıyla yapmıştı. Böyle yapmakla, onların günahlarını ikrar ederek, tevbe ve istigfarda bulunmalarını sağlamak istiyordu. Yoksa maksadı, onları paylamak ve kınamak değildi. Yusuf aleyhisselamın, kendisine yapılan şeyleri sorması üzerine, kardeşleri dikkatle ona baktılar. Sonra şaşkınlık içinde dediler ki: - Yoksa sen gerçekten Yusuf musun? - Evet, ben Yusuf’um ve bu kardeşim Bünyamin’dir. Allahü teala bizi birbirimize kavuşturmakla bize ihsanda bulundu. Muhakkak ki, kim farzları yerine getirmek, günahlardan sakınmak suretiyle Allahü tealadan korkar ve belalara sabrederse, Allahü tealadan mükafatını alır.

Çünkü Allahü teala ihsan sahiplerinin mükafatlarını zayi etmez. Yusuf aleyhisselam, böyle söylemekle kardeşlerinin kendisine yaptığı zulmün ve buna karşılık Allahü tealanın lütfettiği zafer ve nusretin büyüklüğünü açıkladı. Sanki şöyle demek istedi: “Ben, zulümlerin en büyüğü ile zulmettiğiniz, buna karşılık da Rabbimin en yüksek makam ve mertebeyi verdiği kimseyim. Beni öldürmeye teşebbüs ettiğiniz ve kuyuya attığınızda aciz bir kimseydim. Şimdi ise, gördüğünüz gibiyim.” Artık ayaklar suya ermişti. Hazreti Yusuf’u küçük bir çocukken kuyuya atan, vicdan azabı çekmek bir yana, ondan kurtuldukları için huzur duyan kardeşler, o günden bu yana hiç pişman olmamışlardı. En son Bünyamin olayında da yine kardeşlerine suç isnadında bulunmaları, Hazreti Yusuf’a duydukları öfkeyi içlerinden atamadıklarını göstermişti. Ama Ilahi takdir her defasında onları Hazreti Yusuf’un ayağına getirmiş ve yalvarma durumuna düşürmüştü. Artık Yusuf aleyhisselamın fazilet ve meziyetini ve günahkar olduklarını itiraf ederek dediler ki: - Vallahi Allahü teala zikrettiğin yüksek sıfatlar, güzel ahlak, ilim, hilm ve saltanatla muhakkak seni bizden üstün kıldı. Muhakkak ki, biz sana yaptığımız muameleden dolayı günahkar olduk. Yusuf aleyhisselam onların itirafları üzerine şöyle cevap verdi:

- Bugünden sonra günahınızı zikretmek suretiyle benim tarafımdan size bir kınama ve ayıplama yoktur. Allahü teala sizi bağışlasın. O merhametlilerin en merhametlisidir. Bundan sonra Hazreti Yusuf kardeşlerine geçmişi ile ilgili hiçbir kelime söylemeyecek ve onları utandırma yoluna gitmeyecekti. “Allahü teala sizi bağışlasın!” sözüyle, tevbe ederlerse, Allahü tealanın onları bağışlayacağını da onlara müjdeledi. Onlar da yaptıkları işin kötülüğünü ve günahkar olduklarını da itirafla, tevbe ve istigfarda bulundular. Yusuf aleyhisselam kardeşlerine çok izzet ve ikramda bulundu. Onlar da dediler ki: - Siz bizi sabah akşam yemeğe davet ediyorsunuz. Biz ise yaptıklarımızdan ve kusurumuzdan dolayı utanıyoruz.

- Mısırlılar, şimdiye kadar hakkımda; “Az dirheme satılmış bir köleyi, bu mertebeye kavuşturan Allahü tealayı tenzih ederiz!” diyorlardı. Şimdi ise sizin sayenizde şeref buldum. Herkesin nazarında yükseldim. Çünkü onlar, sizin benim kardeşlerim olduğunuzu, benim de İbrahim aleyhisselamın torunlarından Yakub aleyhisselamın oğullarından olduğumu öğrendiler. Yusuf aleyhisselamın kendisine zulmeden kardeşlerine gösterdiği bu asil davranış; Resulullah efendimizin Mekke-i mükerremenin fethinde, kendisini ve eshabını yurtlarından çıkaran Mekkelilere gösterdiği alicenaplığa benzemektedir. Resulullah efendimiz Mekke’nin fethedildiği gün, Kabe-i muazzamanın kapısının iki tarafından tutarak, Kureyş müşriklerinin ileri gelenlerine buyurdu ki:

- Benden ne umarsınız, size ne yapacağımı zannedersiniz? - İstediğini yapabilirsin. Fakat biz senden hayır umarız. Bunun üzerine alemlere rahmet olarak gönderilen Resulullah efendimiz şöyle buyurdu: - Size kardeşim Yusuf’un söylediğini söylerim. Yani, “Bugünden sonra günahınızı zikretmek suretiyle benim tarafımdan size bir kınama ve ayıplama yoktur!” Yusuf aleyhisselam, kardeşlerine kendisini tanıttıktan sonra, babası Yakub aleyhisselamın halini, kendisinin yokluğundan sonra onun ne durumda olduğunu sordu. Onlar da; “Senin için üzüldü ve çok ağladı. Bu sebeple gözleri görmez oldu.” diye cevap verdiler. Bunun üzerine Yusuf aleyhisselam, hemen gömleğini çıkarıp onlara verdi ve dedi ki:

- Bunu babama götürün, yüzüne sürsün. O, benim kokumu koklasın ve gömleğimi gözlerine sürsün. O artık rahatlıkla görmeye başlar. Sonra babam ve siz, bütün çoluk çocuğunuzla birlikte geri bana gelin! Bundan sonra Yusuf aleyhisselam, kardeşlerinin bütün sefer ihtiyaçlarını hazırladı. Ayrıca, babası Yakub aleyhisselama verilmek üzere, onun bütün hanedanı ile birlikte Mısır’a teşriflerini isteyen bir mektup da verdi. Kardeşleri gömleği de alarak yola çıktılar. Diğer taraftan Yakub aleyhisselam, gömleğin yola çıkarıldığı saatte, derinden derine çektiği birkaç nefesten sonra yanındakilere dedi ki: - Eğer bana yaşlılık sebebiyle noksan akıllılık nisbet etmezseniz, ben muhakkak Yusuf’un kokusunu duyuyorum.

- Vallahi sen Yusuf’a olan aşırı muhabbetinde devam ediyorsun. Onu unutamıyor, hala ona kavuşacağını umuyorsun. Allahü teala Yusuf aleyhisselamın latif ve has kokusunu Hazreti Yakub’a mucize olarak ulaştırmıştır. Müjdeci gelip de Hazreti Yusuf’un gömleği Hazreti Yakub’un yüzüne sürülünce, Yakub aleyhisselam eskisi gibi görmeye başladı. Bu hadise Kur’an-ı kerimde mealen şöyle beyan buyuruldu: (Vaktaki müjdeci geldi. Yusuf’un gömleğini [Yakub aleyhisselamın] yüzüne sürdü. Gözleri açılıverdi.) [Yusuf 96] Müjdeyi getiren Yehuda idi. Daha yola çıkmadan önce demişti ki: - Babama; “Yusuf’u kurt yedi” diye kanlı gömleğini götürerek, üzülmesine sebep olmuştum. Şimdi de onun gömleğini ben götürüp sevindireyim.

Yakub aleyhisselamın gözleri açılınca, oğullarına dedi ki: - Ben size, “Sizin bilmeyeceğiniz şeyleri, Allahü teala tarafından biliyorum!” demedim mi? Onların bilmediği şeyden muradı, Yusuf aleyhisselamın hayatta olduğu ve Allahü tealanın birbirlerine kavuşturacağıdır. Yakub aleyhisselam, müjdeyi getiren Yehuda’ya sordu: - Yusuf [aleyhisselam] ne durumdadır? - Mısır Azizidir. - Mülk ve saltanatı ben ne yapayım? Ben hangi din üzere olduğunu soruyorum. - Elhamdülillah İbrahim aleyhisselamın dini üzeredir. - İşte şimdi nimet tamam oldu! Yaptıkları hatadan artık pişman olan oğulları babalarına dediler ki:

- Ey bizim babamız! Allahü tealadan bizim için günahlarımızın magfiretini iste! Gerçekten biz günahkarlardan olduk. Yakub aleyhisselam da bu şekilde suçlarını itiraf edip af dileyen oğullarına şöyle cevap verdi: - Sizin için, Rabbime, sonra istigfar ederim. Hakikat şudur ki, çok günah örtücü, çok merhamet edici ancak Odur! Yakub aleyhisselam, oğulları için istigfarı hemen o sırada yapmadı. Bilakis, sonra Allahü tealadan onlar için af ve magfiret dileyeceğini vadetti. Bunun birçok sebepleri bildirilmiştir: Yakub aleyhisselam, istigfarı seher vaktine tehir etti. Çünkü seher vakti duaların kabul olması için en uygun zamandır. Yakub aleyhisselam, oğulları için magfiret dilemeyi Cuma gecesine bıraktı.

Zira Cuma gecesi, dua ve tevbelerin kabulü için en uygun zamandır. Yakub aleyhisselam; oğullarının hakikaten günahlarına pişman olup, tevbe edip etmediklerini ve tevbelerinin ihlasla olup olmadığını anlamak için istigfar etmeyi geciktirmiştir. Yakub aleyhisselam; “Sizin için sonra istigfar ederim!” dedi. Bu, mazlumun affetmesi şartını bildiğinden; “Ancak Hazreti Yusuf’la görüştükten sonra sizi affederse, istigfar ederim” demektir. İstigfarı, Hazreti Yusuf’la görüştükleri vakte kadar tehir etti. Yakub aleyhisselam, dua edeceği gece, seher vaktinde kalkıp namaz kıldı. Namazını bitirince; “Allahım Yusuf için üzüldüğüm, onun için tahammülsüzlük gösterdiğim için beni ve Yusuf’a yaptıklarından dolayı da oğullarımı af ve magfiret eyle!” diye dua etti. Allahü teala, Yakub aleyhisselama onları af ve magfiret ettiğini vahiyle bildirdi.

Hazreti Yakub’un Mısır’a gitmesi Yusuf aleyhisselam, kardeşleri ve babasından başka öteki akrabalarını da Mısır’a getirmek üzere yüz binek ve ayrıca sefer için gerekli şeyleri eksiksiz yollamıştı. Kardeşleri Kenan iline varınca, bir müddet, Mısır yolculuğu için hazırlık yaptılar. Yakub aleyhisselam aile fertlerini topladı. Hazırlıklarını bitirip yola çıktılar. 8 veya 10 gün süren bir yolculuktan sonra Mısır’a yaklaştılar. Yusuf aleyhisselam Hazreti Yakub’un Mısır’a yaklaştığı haberini alınca, Mısır sultanı Reyyan’a babasının ve akrabalarının, Mısır’a yakın bir yerde olduklarını söyledi. Yusuf aleyhisselam ve Reyyan, beraberlerinde askerleri ve Mısır halkından da pek çok kişi olmak üzere Yakub aleyhisselam ve yanındakileri karşılamaya çıktılar. Süslü devesine binmiş olan Hazreti Yakub, evlatları ve kalabalık maiyeti ile yaklaşıyordu.

Bu sırada Cebrail aleyhisselam gelerek, Hazreti Yakub’a dedi ki: - Semaya bak, nice zaman sizin elem ve üzüntünüz sebebiyle hüzünlü olan melekler, sürur ve sevincinizi görmek üzere seyre çıkmışlar. Hazreti Yakub, Hazreti Yusuf’u görünce, devesi üzerinde duramayarak yere indi. Yehuda’nın omuzuna dayanarak yürümeye başladı. Yakub aleyhisselam gelenlere baktı. En önde bulunan, kıyafeti ile dikkatini çeken Yusuf aleyhisselamı işaret ederek, yanında bulunan Yehuda’ya; “Bu kim dir?” diye sordu. Yehuda; “Yusuf aleyhisselamdır.” diye cevap verdi. Birbirlerine iyice yaklaşınca, Yusuf aleyhisselam önce selam vermek istedi. Cebrail aleyhisselam dedi ki: - Önce Hazreti Yakub’un selam vermesi münasiptir. Hazreti Yakub; “Esselamü aleyküm, ey hüzün ve kederleri gideren Yusuf!” diye selam verdi. İkisi de birbirlerine sarıldılar. Yıllarca süren hasretlerini giderdiler. Hazreti Yakub torunlarını da kucaklayıp kokladı. Yusuf aleyhisselamın saltanat tahtı vardı. Babası ile üvey annesini tahtına çıkarıp oturttu. Babası ile üvey annesine yaptığı ikram, kardeşlerine yaptığından daha fazlaydı. Çünkü, tahta sadece o ikisini çıkarmıştı. Sonra Yusuf aleyhisselam, babasına, nail olduğu lütuf ve ihsanları anlattı ve bu ihsanlardan birinin de zindandan kurtulması olduğunu belirterek dedi ki: - Rabbim bana ihsan etti. Çünkü beni zindandan çıkardı. Yusuf aleyhisselam, zindana düşmeden önce kuyuya atılmıştı. Bu sırada, Allahü tealanın kendisini sağ salim olarak kuyudan çıkarmasından bahsetmedi.

Çünkü orada kardeşleri de vardı. Onları utandırmak istemedi. Bundan sonra Yusuf aleyhisselam babasına şöyle dedi: - Ey babacığım! İşte bu, evvelce gördüğüm rüyanın açıklamasıdır. Hakikaten Rabbim, o rüyayı tahakkuk ettirdi. Beni zindandan çıkarıp mülk ihsan etti. Şeytan benimle kardeşlerimin arasını haset ile bozduktan sonra, Allahü teala sizi Kenan diyarından Mısır’a getirdi. Muhakkak ki, Rabbim dilediği şeyleri çok güzel ve çok ince tedbir edendir. Şüphesiz ki kullarının menfaatlerine olan şeyleri hakkıyla bilen, her şeyi hikmetinin icabettirdiği şekilde vaktinde yapan Odur. Böylece Hazreti Yusuf, çocukken görüp, babasının, “Kardeşlerine anlatma!” dediği rüyasının gerçekleştiğini ifade etti.

Hazreti Yusuf’un mucizeleri Yusuf aleyhisselam sohbet esnasında, babasına dedi ki: - Babacığım, benim ayrılığım sebebiyle, gözlerini kaybedinceye kadar ağladın. Allahü tealanın bizi, kıyamette buluşturacağını bilmiyor muydun? - Biliyordum oğlum, fakat senin dinine bir zarar getireceklerinden ve bu suretle senin ile benim aramı açacaklarından korktum. Bütün korkum, dinine zarar gelmesiydi. Bu bakımdan, Allahü tealadan bizi devamlı imanımızda sabit kılmasını diliyorum. Yusuf aleyhisselam, sonunun iyi ve akıbetinin güzel olması için Allahü tealadan hüsn-i hatime isteyerek şöyle dua ederdi: - Ya Rabbi! Bana mülkten, Mısır sultanlığından bir nasip verdin, rüya tabirini öğrettin.

Ey gökleri ve yeri yaratan Rabbim! Sen, dünyada da ahirette de yardımcım ve işlerimin velisisin. Benim canımı Müslüman olarak al! Beni salihler zümresine kat! Yakub aleyhisselam Yusuf aleyhisselamın yanında 24 sene yaşadı. Babası İshak aleyhisselamın yanına defnedilmesini vasiyet etti. Yusuf aleyhisselam babasının vasiyetini yerine getirdi. Cenazesini tabutla Halilürrahman’a götürdü. Bu sırada Yakub aleyhisselamın kardeşi İys de vefat etti. Yusuf aleyhisselam her ikisini de defnederek Mısır’a döndü.

Yusuf aleyhisselam, babasının vefatından bir müddet sonra vefat etti. Musa aleyhisselam, kabrini bulup, mübarek cesedini oradan alarak Yakub aleyhisselamın da metfun bulunduğu Halilürrahman’daki yere defnetti. Yusuf aleyhisselamın da birçok mucizeleri görüldü. Bunlardan bazıları şunlardır: Yusuf aleyhisselamın lisanı çok tatlıydı. Sözünü duyanın kalbi ona meylederdi. Onun tatlı dili sebebiyle birçok kimse imanla şereflendi. Yusuf aleyhisselamın mübarek yüzünde, güneş gibi nur parlardı. Huzuruna gelen bir amanın Yusuf aleyhisselamın yüzünün nuru ile görmeye başladığı bildirilmiştir. Hazreti Yusuf’un huzuruna gelen nüfuzlu bir kimse, yaprakların bir araya gelerek kumaş olmasını mucize olarak istedi.

Yusuf aleyhisselam da dua etti. Allahü tealanın izniyle, ağaçların yaprakları birleşerek paha biçilmez bir kumaş oldu. Yusuf aleyhisselamın da kendisine mahsus bazı hususiyetleri vardı. Bu hususiyetler birçok şekillerde imtihan edilmesinden sonra onda tebarüz etti. İmtihanların hepsinde Allahü tealanın izniyle muvaffak oldu. Allahü teala, ona kullarının idaresini verdi. İnsanların ihtiyaçlarını güzel bir şekilde karşıladı. Mısır kadınları tarafından çirkin işler yapması teklif edildi. Fakat o, zindanı tercih etti. Kendisine iyilikte bulunan Mısır Azizinin hakkını gözeterek, küfran-ı nimetten kaçındı. Züleyha’nın tekliflerini reddedip, iyilik gördüğü kimseye ihanet etmedi. Hiçbir menfaat ve zarar, onun doğruyu söylemesine mani olamadı. Allahü teala onu, yüce kitabı Kur’an-ı kerimde Sıddik=Çok doğru sözlü” olmakla övdü.
Alıntı ile Cevapla
 

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147