Havas Okulu - Tekil Mesaj gösterimi - Uyurun Laneti
Tekil Mesaj gösterimi
  #2  
Alt 27.03.17, 00:20
madlen madlen isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Manevi
 
Üyelik tarihi: 31.05.15
Mesajlar: 2,195
Etiketlendiği Mesaj: 84 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Zeynep ve Halil sessizliğimin sebebinin onlara kızgınlığım olduğunu düşünüyorlardı, ya da büyü hazırlığı yapanı rahatsız etmemeleri gerektiğini biliyorlardı ki ses çıkarmadan beni izlediler. Aslında ne yapmam gerektiğine emin değildim. Benden bir bulma büyüsü istiyordu ama bulmak için önce neyi aradığını bilmek gereklidir. Bense bir insan mı bir canavar mı yoksa bir peri mi arıyordum bilmiyordum. Çantamı indirip içindekilere bir göz attım. Yola çıkarken perileri uzak tutmak için ökse otu tutamları getirmiştim, cinlerle başa çıkmak için civa mumu vardı. Birkaç şişe zemzem bile almıştım yanıma, gerçekten işe yarıyordu arapların şişeleyip gidenlere sattığı çeşme suyundan değildi. Sonunda aradığımı buldum. Büyü malzemelerimi çıkardığımda Halil sıkıntıyla bana bakıyordu, Zeynep ise şaşkındı.
“Halil daha yeni başlıyorum. Bu iş biraz uzun sürecek.” Suratı iyice asılmıştı. Eliyle yerdekileri gösterdi.
“Ne yapacaksın bunlarla, o adamlara neyin zarar verdiğini bunlar mı söyleyecek.” Gerçekten merak mı ediyordu yoksa dalga mı geçiyordu anlayamadım. Zeynep yanında ses çıkarmadan bizi dinliyordu.
“Benim mesleğime geçmeyi mi düşünüyorsun yoksa?” Yaprak torbasını yerden dikkatlice kaldırdım.
“Hayır, ama hava kararmadan bu işi çözmek istiyorum.” Ellerini önünde kavuşturmuş, beni izliyordu. Torbadan bir avuç yaprak çıkardım.
“Bana yakın durun, başlıyorum.” Onlar yanıma yaklaşırken malzemelere bir daha baktım. Sahibi unutulmuş bir mezarın başından topladığım bir avuç kuru yaprak, antika bir oyuncağın çatlak çanı, yapıldığından beri ay ışığı dışında bir ışık görmemiş mumum vardı. Derin bir nefes alıp büyünün içime dolmasına izin verdim.

Ormanın yankısı büyü akıntısında tadını bırakmıştı. Ağaçların o ıslak kokusu ciğerlerime doldu. Zeynep’in etrafında alışılmadık bir sis vardı, başından ayaklarına gümüş bir hale ile sarılmıştı. Halil akıntının karşısında dev bir kaya gibiydi, büyü onun etrafından dolaşıyor, ona dokunmadan geçip gidiyordu. Büyünün yükünü daha fazla taşıyamayacağımda mumu yaktım. Ay ışığından başka ışık görmemiş mum gündüzün ortasında gece ışığı saçtı. Zaman kırığının sınırlarını çizmek için topladığım kuru yaprakları havaya savurdum. Yapraklar uzak diyarlardan gelen bir rüzgarla üçümüzün çevresinde bir çember oluşturdular. Çemberin dışı serap gibi titreşmeye başlamıştı. Halil heyecanla olanları izliyordu. Çanı çaldığımda büyüyü serbest bıraktım. Kırık çanın sesi büyüye yol gösterdi. Anlar gözümün önünde akmaya başladı.
Zaman büyüleri zor büyülerdir. Her an büyüyü durdurmaya çalışır ve her an tüm sırlarını sunmak için ötekilerle yarışır. Kafamın içi yanıp sönen anlarla doluydu. Gölün kenarındaki yaprağın düşüşünü binlerce an yaşadım. Gelişimizi farklı anlarla tekrar ettim. Zeynep ve Halil bunları göremiyorlardı, onlar zamanın etkilerinden korunaklı çemberin içinde dışarıda akıp giden dakikaları ya da saatleri görüyorlardı. Bense anların ağırlığını zihnimden uzaklaştırmak için konsantre olmuş, tüm dikkatimi ölenlere vermiştim. Buraya geldiklerinde ne yaptıklarını görmeye çalışıyordum. Ormanda anların bu kadar çok olacağını sanmıyordum. Zamanda farklılığı sadece insanların yaratmadığını, düşen her yaprağın da aslında özel olduğunu gösteriyordu anlar bana. Yılmadım, dikkatimi çekmeye çalışan küçük böceklere, uzaklardan uçup gelen o minik kırlangıca bakmadım. Zihnimin gözleri tek bir hedefe çevrilmişti. Ormanın tekdüzeliğini bozan gezginlerin gelişini kaçışan hayvanların anlarında, titreyen ormanın sesinde duydum. Ufak bir sincap ağaçtan yürüyerek gelenleri izliyordu. Bir karga onların gürültüsünden rahatsız olup uzaklaştı. Hiçbiri kaynağa ve onun durgun suyuna yaklaşmıyordu. Kaynağa geldiklerinde, anları serbest bıraktım. Çemberin dışındaki zaman doğal akışına kavuşunca aklımdaki baskı da azaldı. Dişlerimi sıkmaktan çenem ağrımıştı. Zeynep ve Halil gelenleri izliyor, ne yaptıklarını anlamaya, tüm ayrıntıları yakalamaya uğraşıyorlardı.
Yedi kişiydiler. Sırtlarında ufak sırt çantaları, ayaklarında yürüyüş ayakkabıları vardı. Yüzlerinde mutlu bir yorgunluk okunuyordu. Üç kadın dört erkektiler. Şakalaşarak kaynağa ilerlediler. Hepsi kırkının üzerindeydi. Adımlarında bir kırılganlık vardı. Saçları dökülmüş, zayıf bir kadın onlara yol gösteriyordu. Hepsi çantalarından mataralarını çıkartıp sırayla kaynaktan su aldılar. Yeşil pantolonlu olan suyun içindeki nilüferlerden birini koparıp yanındaki kadına verdi. Adamın yüzündeki korku, kadın ona gülümseyince kaybolup gitti. Kadın saçlarını eşarpla bağlamıştı, alnındaki ter taneleri güneşle parlıyordu. Ağacın birinin altına oturdular ve konuşup sularını içtiler. Biri cebinden çakı çıkarıp yerdeki dallardan birini alıp yontmaya başladı. Nilüferi alan eşarplı kadınla yeşil pantolonlu adam gruptan uzaklaşıp, kaynağın öteki tarafında baş başa konuşuyorlardı. Saçları dökülmüş olan bir şeyler anlatıyordu. Büyü ne konuştuklarını bize ulaştırmıyordu, konuşmaları çakı ile ağaç yontan adamın elini kesmesiyle bitti. Kaynağın suyunda elini yıkadılar. Dere kanı alıp aşağılara taşıdı. Gruptan ayrılan çift ötekilerin meşgul olduğunu gördükten sonra öpüştü. Gizli, utangaç bir öpücüktü. Yüzlerinde hınzır bir ifade elini kesen adamın yanına geldiler. Tam o anda suyun içinde bir şeyler harekete geçti. Yürüyüşçüler ne olduğunu fark etmemişlerdi. Suyun içinden yükselen sisten kollar onları sardı. Aralarından dolaştı ve hepsini kendine bağladı. Buğudan sicimlerle kaynak onları tutuyordu. Suyun içinde bir şey uyandı. Kaynağın karanlık dibinden çıkıp onlara ulaştı, sihrin bedenlerine akmaya başladığını görebiliyorduk. Son kez kaynağa bakıp gittiler. Onları kaynağa bağlayan sicimler arkalarından süzülüyordu.
“Peki onları öldüren ne? Ne olmuş? Buradan gelen bir şey mi bunu yapmış?” Halil heyecanlıydı. Sinirinin sebebini anlıyordum.
“Bilmiyorum. O kaynağın içinde ne varsa, onlara bir şey yapmış ama ne ve neden bilmiyorum.” Bilmek istediğime de emin değildim. Halil önce bana sonra Zeynep’e baktı.
“Demirci onları öldürenin burada olduğunu söyledi. O yanılmaz. Kaynağın onları nasıl ve neden öldürdüğünü anlamalıyız.” Zeynep büyünün sınırında dışarı bakıyordu.
“Nasıl peki?” Halil yanıma gelmişti. Zeynep’in eşofmanına bakarken, onu fark etmemiştim. Eşofmanının arkasında kalçasının üzerinde bir şey yazıyordu. Zeynep aniden dönünce okuyamadım, aceleyle gözlerimi yüzüne çevirdim.
“İleri gidebilir miyiz? Öldükleri saatte burada bir şey olup olmadığını görmek istiyorum.” Eliyle kaynağı gösteriyordu.
“Mum dayanırsa gidebiliriz. Fazla zamanımız yok. Dikkatimi dağıtmayın.” Mumun sonuna birkaç santimlik bir parça kalmıştı. Çanın sesini toplamaya çalıştım. Havada büyünün sınırlarını çizen yankıya tutundum. Büyüyü bıraktıktan sonra yakalamak zordur. Kendi başına hareket etmek ister, buz gibidir, kaçmaya çalışır. Sonunda yakaladığımda bana boyun eğdi. Çemberin dışında zamanı hızlandırdım. Büyünün etkisiyle anlar küçük kıvılcımlar saçarak aklıma saldırıyorlardı. Zeynep sürekli yanımda durdu. Teninin baharatlı kokusu zamanın etkisine karşı koymamı sağlıyordu. Kaynakta hareketlenme olduğunda durdum.
“Bir şeyler oluyor. Umarım bu beklediğimiz zamandır, bugün bir daha büyüyü değiştiremem.” Zeynep bana baktı, ses çıkarmadan başını salladı.
“Bu da yeterli, teşekkürler.” Elini yüzüme götürdü. Dudağımı sildi, onun elinde kanı gördüğümde dudaklarımı ısırdığımı fark ettim.
Ben kendime gelmeye, büyünün etkisinden kurtulmaya çalışırken geldiler. Kaynaktan çıkan sisi takip edip kaynağa dönüyorlardı. İlk gelen kanlar içinde bir çift akciğer oldu. Başta ne olduğunu anlamamıştım. Tek gördüğüm kanlı bir et parçasının kaynağa geldiğiydi. Sonra da öteki parçalar geldiler. Neşterle kesilmiş gibiydiler, buğu sicimi takip edip suya girdiler. Son parça da gelinceye kadar bekledik. Sicimler teker teker kayboldu ve kaynak hiçbir şey olmamış gibi akmaya devam etti. Büyüyü durdurmak aklıma gelmemişti, mumun bitmesiyle çemberin kırılması beni de ikisini şaşırttığı kadar etkilemişti. Zeynep ve Halil’e baktım. Halil yüzünde sert bir ifade kaynağa bakıyordu, Zeynep yere çömelmiş suyun içinde bir şeyleri inceliyordu. Çantamın yanına gidip içindeki matarayı aldım. Yapacak bir şeyim kalmamıştı. Kaynakta ne varsa sihirli olduğu kesindi ama benim karışmam yasaklanmıştı. İstesem de yardım edemezdim, şimdi bile üstatlar meclisinin kurallarını esnetmiştim. Zeynep’in benden bir daha yardım istememesini diledim. Ona hayır diyebilecek gücüm yoktu.
Halil’le baş başa verip konuşurlarken onu izledim. Siyah saçları orman boyunca ter ve tozla kirlenmişti. Üzerindeki tişörtün köşesi yırtılmıştı. Atletikti ama kaslı değildi. Halil ise onun tam tersiydi. İriydi, duruşuyla daha da büyük gözüküyordu. Efsanelerden çıkmış savaşçılar gibiydi. Onu saçma olsa da kıskanıyordum. Zeynep tüm dikkatini söylediklerine vermişti, tartışıyorlardı. Şehirden ve kitaplarımın arasından çıkar çıkmaz ilk gördüğüm kadına tutulacak da değildim. Gözlerimi kapatıp ormanı dinledim. Zaten üniformalı kadınlarla olmazdı.

Ne kadar tartıştılar bilmiyorum. Halil yanıma geldiğinde uyuyakalmıştım. Gözlerimi açtığımda güneşin battığını gördüm. Zeynep kaynağın kıyısında bir şeyler yapıyordu. Halil’in uzattığı elini tutunup ayağa kalktım. Zeynep giysilerini çıkarıyordu.
“Ne oluyor?” Bu gece ay yoktu ama yıldızlar sanki tüm ışıklarını Zeynep’in üzerine toplamışlardı.
“Sakinleş bakalım. Senin başladığın işi bitirmeye hazırlanıyoruz.” Halil omuzlarımı tutuyordu.
“Tamam sakinim. Ne yapacaksınız ki? Zeynep neden soyunuyor?” Son cümleyi söylerken Zeynep eşofmanını da çıkartıyordu.
“Korhan, bölüğün bizi neden gönderdiğini sanıyorsun? Bu işi gerekirse halledebileceğimiz için göreve seçildik. Zeynep kaynağa girecek ve oradaki neyse yok edecek.” Halil omzumdan çekti, Zeynep’e sırtımızı dönmüştük.
“Peki nasıl yapacak bu işi?” Çaktırmadan Zeynep’e bakmaya çalıştım. Sırtında ne olduğunu seçemediğim bir dövme vardı. Koca bir ağaca benziyordu, dalları tüm sırtını kaplamıştı. Resim yıldızların ışığında gerçekmiş gibi parlıyordu. Halil sertçe beni sarstı.
“Burayla ilgilen, o işini yapacak. Korhan dikkatini bana ver.” Yüzünü buruşturmuştu. Zeynep’in üstünde sadece gecenin ışığı olduğunu unutmaya çalıştım.
“Evet söyle, dinliyorum. Ne yapacak? Biliyorum büyücü değil, üstünüzde muskalar var onu da biliyorum. Ama kaynakta ne olduğunu bilmiyoruz, ya o tılsımlardan daha güçlü bir şey varsa?” Bunları söylerken Zeynep’e bakmamıştım bile.
“Doğru büyücü değil ama onun da benim gibi ufak sürprizleri var.” Halil kolunu omzuma attı, yüzümüzü ağaca dönmüştük. “Zeynep özel bir soydan geliyor. Yüzyıllar önce atalarından biri kayan bir yıldızı takip etmiş. Yıldızın düştüğü yere vardığında dünyalar güzeli bir kadın görmüş. Kadın eski ve ulu bir ağacın kovuğunda onu bekliyormuş. İşte Zeynep onların torunlarının torunlarından biri o yüzden de kaynağa girip orada ne varsa onunla savaşacak.” Hikaye bir yerden tanıdık geliyordu.
“Nasıl?” Zeynep şarkı söylemeye başladı. Ona dönüp bakmak istesem de kafamı çevirmedim.
Alıntı ile Cevapla
 

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147