#1
|
|||
|
|||
Harp sonrası dünyası hakkında kurduğumuz hayaller içimizde Tanrıya yer vermediğimiz takdirde hüsranh bir serap olacak, ortaya attığımız projeler muztarip
insanlarla alay sayılacaktır. Harp yıllarındaki fedakârlıklarımız ancak biz hepimiz: Katolik, Yahudi, Protestan... hep birden ruhumuzun âmakından gelen sese kulak verdiğimiz takdirde boşa gitmiyecektir. — Lovvel Thomas «Geçen son altı sene içinde muvaffakiyetle adam öldürmeği ve muvaffakiyetle ortalığı yakıp yıkmayı öğrendik. Keza, ciddî saiklerle, eski, pek eski bir dersi, «komşunu kendin kadar sev» irşadmı bir tarafa atmanm allâmesi kesildik. Fakat şimdi, yeni bir sabahın ağardığı şu sırada milyonlarca bağırda yeni bir ümit canlanmış, bütün dünyada bizden daha âli, kuvvetli, engin ve ebedî bir varlığa tekrar inanmak iştiyakı dile gelmiştir. İmanın yapıcı kuvvetine tekrar kalplerimizi açtığımızın isbatı şudur ki mabetler tanrısına koşanlarla dolup taşıyor ve terbiyeciler mekteplerde dine yeniden ehemmiyet veriyorlar. Müthiş Atom kuvvetinin kilidini açan ilim adamları çalıştıkları sırada Tanrının kendilerini muvaffakiyet yoluna iletmesi için tam inançla dua etmişlerdir. Uçurumlar üstünden tabiatin meçhul kuvvetlerine göz saldığımız şu zamanda malûm ve onlardan daha yüksek bir kuvvetin amanma sığınmağa kendimizi mecbur görüyor, buna zorlanıyoruz. Hakikî sulha olan bu pek geniş iştiyak ve hasret din adamlarından ziyade onlar dışında kalan kimselerin, dindar halk kadınlarının ve halk erkeklerinin bulundukları yerlerde dinleri ne olursa olsun onlardan bahsetmeleri ve icablarını yerine getirmeleri, kendilerini dinliyen ve görenlerden aynı şeyleri istemeleri ile ancak tatmin edilebilir. Yakın maziye ait senelerde Roma Katolik Kilisesi bu işin nasıl tatbikat sahasına çıkarılabileceğini bize gösterdi. Katolik Gayreti adiyle tanınan dünyaya kollar atmış bir hareketle Kilise tarihde ilk defa olarak (1) laiklerin, yani din işlerini meslek edinmiyenlerin İncili yaymak hususunda vazife almalarını istedi. Müteveffa Papa On birinci Pius — (katoliklerin vazifesi yalnız rahibe uymak değil, aynı zamanda birbirine rahib olmaktır) mealinde bir fetva neşretti. Böylece bütün dünyada haddi zatinda rahiblik ve rahibelikle ilişiği olmıyan erkek ve kadınlar dinlerinin kuvvetlenmesini her günkü işleri arasına kattılar ve milyonlarca insanı saptıkları dinsizlik yolundan tekrar dine, evvelce tatdıkları başıboş hayattan daha olgun ve dolgun bir hayata döndürdüler. Şimdi Protestanların, yahudilerin buna benzer bir proğram kabul etmelerinin tam zamanıdır. Bu teşebbüs Amerikayı tekrar kalkındıracak bir hareket doğurabilir. Cemaatimden bir kadına ait olarak aşağıda arzedeceğim misale uydukları takdirde dine bağlı bir kaç bin kişinin gayrete gelmesi pek mümkündür ki gayeyi istihsale kâfi gelsin. İzinde yürümesini tavsiye ettiğim kadın bir gün danışmak, dertlerine derman bulmak üzere bana gelmişti: Güzel giyinmiş, genç bir hanımefendi... Varlığını ailesinin saadetine vakfetmiş bir kocası, sevimli çocukları ve gönlü çeken bir evi var. Fakat kendini sukutu hayale uğramış, kolu kanadı kırılmış buluyor. Hayatı boş ve mânasızdır. Ona tabiatten üstün bir kuvvete sığınarak kuvvetlenmeğe çalışmasını tavsiye ve günde hiç olmazsa üç kere bu kuvvetten yardım istemesini tenbih ettim. Tanrının yardımını yalnız kendisi, ailesi, dostları için değil, aynı zamanda sevmediği kimseler için de istiyecekti. Bu kadın birkaç hafta sonra tekrar beni görmeğe geldi. Yüzünden kalb rahatlığı akıyor, neş’e saçılıyordu. Evvelce orada keder izlerinden başka şeyler yoktu. Tanrıya sığındığındanberi üzüntüleri birer birer dağılmıştı. Böyle dedi. Başka bir insan olduğunu seziyor, bitmez tükenmez bir kuvvet kaynağı keşfettiğinden emin bulunuyordu. Başka ne yapması lâzım geldiğini sordu. — «Din her iyi şey gibi başkalariyle paylaşılması gereken bir şeydir», dedim ve onun gibi imanını tazelemiş olan tanıdığım diğer bir kadınla tanışmasını ona teklif ettim. İki kadın buluştu. Birbirini pek sevdi ve tanıdıkları arasında sükûnetle, hiç kızmadan, taassuba kapılmadan, aykırı fikirlere hürmet göstererek çalışmağa başladı. Yeniden kavuştukları hayat zevki, mes’udane tebessümleri başkalarını da imrendirdi. Bunlar onlara da geçti. Derken dört, on, yüz ve daha ziyadesi bir araya geldi. Bugün bunlar iki yüzden fazla genç kadından mürekkep bir grup teşkil ediyorlar. Nüve... İki tazedeki müşterek imandır. Evvelce hayatlarından zevk alamıyan bu hanımlar şimdi istekle yaşıyorlar. Hıristiyanca bir ömür sürmeğe azmetmişlerdir — fakat zahidane bir mağmumiyetle değil, derin bir sevinç ve taşkın bir neş’e ile. Din işte böyle kalbden kalbe geçer. Yahut (Cariyle) m vaktiyle dediği gibi «O, mukaddes bir ateş selidir, yürekten yüreğe akar». Hıristiyanlık (ülemayı din) tarafından kurulmamıştır. O Yesu’m bildirip öğrettiklerini yaymak üzere ana — ve sapa yollara saldığı on iki basit şahıs tarafından insaniyet tarihinde büyük, mühim bir kuvvet haline getirilmiştir. Şimdi de geçmişimizin hiç bir safhasında görülmemiş kıyasıya harp, yüzünü meşin kaplamış hayasızlık, yeni şekillere bürünmüş dinsizlik devrinde söz ve işle din uluları gibi hareket ederek hasta ruhları tedavi etmek, kendilerini maddî menfaat, nefsanî haves, şehvet, zevk, eğlence... ve gaddarlık rüzgârlarına kaptırmış olan insanlara «ruh çobanlığı» yapmak yine din âlimi olmıyan kimselerin uhdesine düşmektedir. Bir dişçinin kabinesinde hastaları karşılıyan bir kadın bilirim ki, tuttuğu irşad yolunda kerli ferli bir vaiz üstadı kadar muvaffak olmuş, din hademeliğinde. Tanrı yolu rehberliğinde önemli verimler elde etmiştir. Efendisinin muayenehanesine gelen hastalarla dine dair hiç konuşmaz, sadece onlar için kendi kendine dua eder ve duası berekâtı ile onların ıstıraplarını hafifletecek güzel sözler bulup söyler, dişçi kerpeteninden korkanların korkusunu giderecek avutucu şeyler yapardı. Sonra onların peşlerini bırakmaz, ertesi sabah, can acısı ile muayenehaneden ayrılanlardan telefonla hal, hatır sorardı. Böylece yüzlerce dost edindi. Bu dostlar onun sırf Tanrının «hemcinsini sevw buyuruğunu yerine getirmek için kendileriyle alâkadar olduğunu anladıkları vakit heyecana geliyorlardı. Gayrendiş sevimli şahsiyetinde mündemiç cazibe ve sırrın imanı safîden ibaret bulunduğunu ispat edince melek haslet hatunumuza hastalarını imanı ile ilgilendirmek ve dolayısiyle onu onlarla paylaşmak zor olmuyordu. Bu kadın gibi bir kaç bin «işçi» miz olsaydı Amerika bir gece içinde dinî basü badelmevtine kavuşur, dipdiri ayağa kalkardı. Tanrı dâvasına hizmet etmek fırsatı her tarafta, en mütevazı işlerde dahi bulunur. Bu vakıâ bana geçenlerde rastgeldiğim «hanende» bir taksi şoförünü hatırlatıyor (1): Trende geçen uykusuz bir geceden sonra yorgun argın New York’a dönüyordum. Bir taksi yakaladım. Şoförün nezaket ve güleryüzlülüğü adetâ beni teshir etti. Tuhaf şey, bu adamda bir başkalık var... Yolda giderken bir aralık şoför «okuma» sına müsaade idip etmiyeceğimi sordu. Buna biraz şaştım. Pek hoşuma da gitmedi. Yorgunluk üstüne her rastgelenin boğaz gürültüsü dinlenmez. Mamafih aklına eseni yapmasını söyledim. Halinden bir fevkalâdelikle karşılacağımı tahmin ediyordum. Aldanmamışım. Bir şoförde bulunması taaccübü mucib olacak kadar terbiye edilmiş bir sesle direksiyondan güzel bir taganni yükseldi: Eski bir kilise İlâhîsi. Beşinci Avenue boyunca ilerliyorduk. İlâhî sema efser, hançere ihtizazları nefis bir bariton idi. Yorgunluğumu çoktan unutmuştum. Allah bu şoförden razı olsun... Gideceğim yere yaklaşırken sordum: — «Bu kadar şarkılar varken neden İlâhî okudun?» İzah etti: «Her sabah taksimi garajdan çıkarırken tekerleğin birine başımı eğer, Yaratan’a hitaben şöyle derim: «Ulu Tanrım, bugün New York sokaklarında dolaşarak nafakamı arıyacağım, çeşit çeşit insanlar taşıyacağım. Kimi şen, mes’ut... kimi kederli, düşünceli, bitkin olacak. Ulu Tanrım, benimle beraber arabama bin. Kısmetime düşen herkese hidayet edici, koruyucu ve kurtarıcı Ruhunu geçirmeme yardım eyle!» Çökmüş medeniyetimiz kalkmdırılacaksa bugün dine muhtaç olduğumuz yerler taksi arabaları, fabrikalar, yazıhane ve mağazalar. evvler, sokaklar... dır. Asrımızı ruhda, idealde sukut ve keşmekeş farıkaliyor. Bir çok insanlar eski mefkûreleri yenisini edinmeden bir tarafa sıpıtıp atmıştır. Geçenlerde ileri gelen bir akıl hastalıl^ları mütehassısı bana milyonlarca erkek ve kadının sırf nefislerinden başka kendilerine hâkim bir kuvvet tanımadıkları için bedbaht ve sefil olduklarını söyledi. Bunlar şahıslarının fevkinde bir kuvvete belbağlamayı reddettiklerinden ötürü kendilerini cesur, metin, istiklâl sahibi, hür fikirli sayarlar, sonra hakikaten cesur, metin olmak gerektiği zaman apışıp kalırlar, felâketi büsbütün üzerlerine çekerler, tımarhaneleri, müntehir mezarlarını doldururlarmış... Bu doktorun fikrine göre sahte cesurların korkaklığı, ihtiraslarını zaptedemezken kendilerini insan kütlelerine mutasarrıf sananların tereddi şaşkınlığı asrımızı kemiren musibetlerin en büyüğüdür. Din hayatı, ruh sağlığı, psikiyatri bakımından ideal hayattır. Amerikanm dinî bir kalkınmaya ne kadar mübrem ihtiyacı olduğunu idrak eden bazı komşularım tarikatçılıkla ilgisi olmıyan bir cemiyet kurdular. Adı (Guidepost Associates — Yolsağlık Veren Arkadaşlar) dir. Uyanık komşularım şimdi her ay binlerce dinî broşür çıkarıyorlar. Bunlar elden ele dolaşıyor. îlâhiyat münakaşalarına girişmeden halka izaha çalışıyorlar: Din nedir? îmanla korku, keder, hırs, kin nasıl yenilir? Istıraplardan nasıl kurtulunur? Onun sayesinde insanlarla nasıl güzel güzel geçinilir?... Ayrıca umuma mahsus kurslar açmışlardır. Bu cemiyet meslek itibariyle din adamı olmadıkları halde din ile alâkadar olmak isteyenlere takibedebilecekleri bir çığırı gösteriyor. Hemcinsimizin halini ıslaha yardım edecek bir iş tasarladığımız zaman çizdiğimiz haritadan ayrılmaması için insan ruhuna gem takamayız. Yahut, mevzuumuzun akla getirebileceği veçhile, itikadı tekrar geçer etmek, yaşatmak için Parlementonun çıkaracağı bir kanunla onu kalblere yerleştiremeyiz. Fakat... biz hepimiz kendi iamnımızı yenilemeğe ve hak bildiğimiz yolu komşu ve ahbablarımız arasında yaymağa gayret edebiliriz. Hatırlayalım ki iman ondan çok uzak olduğumuzu sandığımız sırada bile yani başımızda, yanı başımızda değil, içimizde, yüreğimizin çarpışlarında bizi beklemektedir.» Meşhur medyomlardan Amerikalı dâhi ANDREW JACKSON DAVİS Dedyomluğun mahiyeti ve nevileri hakkında bundan evvel bir açıklama denemesi yapmıştık. Şimdi okuyucularımızı garplı bir dâhi medyoma, Amerikalı (A. J. Davis) e götürmek istiyoruz. Mehazımız (Britanya Ruh Bilgisi Kolleji) reisi (Arthur Conan Doyle) un The History of Spiritualism — Spiritualizm tarihidir. Conan Doyle anlatıyor, biz sadece terceme ediyoruz: [Hakkında tam biografik kayıtlara malik olduğumuz pek dikkate şayan dâhilerden biri şüphesiz A. J. Davis’dir. Mumaileyh 1826 yılında Hudson ırmağı kıyılarında doğmuştur. Annesi batıl itikatlara bağlı, hayaller görmek istidadında cahil bir kadın, babası ayyaş bir saraç idi. A. J. Davis çocukluğunun bütün safhalarını (The Magir Staff — sihirli değnek) adlı tuhaf eserinde yazmıştır. Bu eser geçen asrın birinci yarısında Birleşik Amerika Devletlerinin iptidaî, fakat cevval, enerjik hayatını bize yakmen hissettirir. Halk kaba ve bilgisizdi. Lâkin ruhî faaliyet bakımından çok canlı bir halde bulunuyor, her yeniliğe devamlı surette el uzatmış gözüküyordu. Gerek Mormonluğun, gerek yeni spiritualizmin inkişaf ve tekâmülü (New York) un bu havalisinde bir kaç sene içinde vukua gelmiştir. Hayatının ön safhalarında sonraları büyük bir deha nuru ile gözleri kamaştıracak olan (Davis) den daha az tabiî mevhibe ve istidada malik bir çocuğa ve delikanlıya kolay kolay tesadüf olunamazdı. Vücudça zayıf,, akılca noksandı. Fırsat düştüğü için bir aralık devam ettiği ilk mektep dışında on yedi yaşma gelinceye kadar ancak bir tek kitap okuduğunu söylüyor. Fakat bu zavallı varlıkta öyle bir ruh kuvveti tezahür için fırsat kolluyordu ki yirmi yaşma basmadan müsait vasat bulur bulmaz o şimdiye kadar telif edilmiş felsefe kitaplarının en derin ve orijinallerinden birinin muharriri oldu. Bu eserde hiç bir şeyin ondan sudur etmediği, onun sadece vüsatli bir ilim hâzinesinin izahı imkânsız bir tarzda mecra bulan akışlarına kanallık ettiği şüpheden varestedir. Bu hususta fıtreten yarım bir gençten daha açık bir isbat olabilir mi? (Jean D’Ark) m cesareti, (Theresa) nm ermişliği, (A. J. Davis) in filozofluğu, (Daniel Home) m normal üstü kuvveti hep aynı menbadan gelir. (Davis) in meknuz pisişik hünerleri çocukluk çağının sonlarında, delikanlılığına doğru meydana çıkmıya başladı. Kırlarda dolaşırken bazen Jean D’Ark gibi gaipten sesler duyuyordu. — Ona güzel nasihatler veren, kalbinde rahatlık, huzur doğuran lâtif, hoş sesler. (Clairaudience) i (Clairvoyance) takip etti. Yani gaibi - gizliyi duyduktan sonra o gaibi - gizliyi görmeğe başladı. Annesi öldüğü vakit gözünün önünde bol güneşli bir memlekette gönül çekici güzel bir köşk manzarası belirdi. Orasını annesinin gittiği yer olarak bildi. Mesmerizm (1) harikalarını teşhir eden seyyar bir oyuncunun tesadüfen köye gelmesiyle onun tam kabiliyetinin izine düşüldü. Bu zat Davis üzerinde ve merakını tatmin etmek isteyen diğer bir çok genç köylüler üzerinde tecrübeler yaptı. Çok geçmeden anlaşıldı ki, Davis kuvvetli bir medyumdur. Onda bilhassa gaibi görme hassası pek fazladır. Oyuncu köyde çok durmadı ve (Davis) in kabiliyeti zikri geçen profesyonel mesmerit tarafından değil, Levingston adında aynı köyden bir terzi tarafından geliştirildi. Levingston ilgilendiği sahada, çığır açan bir mütefekkire benziyor. Mumaileyh mevzuunun icaznuma atiyelerine o kadar bağlanmıştı kİ bol gelirli terzilik ışını Diraktı, bütün zamanını Davis’le çalışmağa hasrederek hastalık teşhislerinde onun gizliyi görme iktidarından istifadeye koyuldu. Davis normal insan gözü ile görülmesi kabil olmıyan şeyleri gözünün yardımı olmaksızın görüyordu. Psişiklerde, yani kuvvetli medyumlarda bu kudret umumîdir. Önceleri (Davis) in bu istidadı köylülerin toplantılarında gözleri bağlıyken saat rakamlarını okumak gibi eğlence işlerinde kullanılmıştı. Medyomlarm trans denen manyetik uyku, vecit ve istiğrak, dalgınlık hallerinde vücudun her kısmı göz vazifesini görebilir. Bu hususta ihtimali olarak şu tezi ileri sürmek mümkündür: Maddî beden uzuvlarının aynına malik olan esirî veya ruhî beden kısmen, yahut tamamen vücut dışına çıkarak serbest kalır. Ve intibaları tesbit eder. Her vaziyeti alarak her tarafa dönebildiğinden her zaviyeden görür. Bu nazariye müellifin (Conan Doyle’in) Şimalî İngilterede tesadüf ettiği tarzdaki vakaları izah eder; Şimalî İngiltere şehirlerinde meşhur medyom (Tom Tyrrell) başının arkası duvarlara dönük bir halde bir resim salonunu dolaşıyor, tabloları bu vaziyette hayranlıkla seyrediyordu. Anlatılan vakada acaba esirî göz resmi mi görüyor yoksa resmin esirî eşini mi farkediyor meselesi hallerini bizden sonra geleceklere bıraktığımız bir çok gâmız meselelerden biridir. Terzi Levingston böylece (Davis) i tıbbî teşhislerde kullandı. Davis alın ortasından faaliyete geçmişe benzeyen ruhunun gözleri karşısında insan vücudunun şeffaflaştığını anlatıyordu. Her iç uzuv kendine mahsus bir ışıkla açıkça belli olmakta, bu ışıklar hastalık hallerinde hastalığın nevine ve derecesine göre kararmakta imiş. Mesleklerinde müteassıp, sıkı zabıt ve rabıt taraftarı hekimlerin fikrince bu çeşit hünerler şarlatanlığa kapı açarlar. Müellif de onlarla tamamen hemfikirdir. Fakat itiraf zorundadır ki (Davis) in bütün söyledikleri (Melbourne) li Mister (Bloomfield) den bizzat duydukları ile teeyyüt etmektedir. Mister (Bloomfield) sokakta yürürken kendinde birdenbire beliren gizliyi görme iktidarının önde giden iki kişinin teşrihini gözleri önüne serdiği vakit düştüğü hayreti müellife anlatmıştır. Bu gibi kuvvetler öyle güzel ispat edilmiştir ki tıp adamları için teşhislerde yardımcı olarak gizliyi görmek hassasına malik medyomlar kullanmak artık mutad dışı sayılmayabilir. Hippocrates der ki: — «Vücudun çektiği hastalıkları ruh kapalı gözle görür». Bundan açıkça şu anlaşılıyor: Eskiler bu gibi metodlar hakkında şüphesiz bazı şeyler biliyorlardı. (Davis) in hizmeti yalnız önüne getirilen hastalara inhisar etmiyor, onun ruhu veya esirî bedeni kendisini kullananın manyetik el hareketleri ile serbestleşiyor ve istenen herhangi bir haberi hamilen geri döneceği katiyetle bilinen fevkalâde bir posta güvercini gibi harice gönderiliyordu. O zaman, o maddeten yerinden kımıldanmadığı halde uzaklarda cereyan eden hâdiseleri görüyor, bildiriyordu. (Davis) deki fevkalâde güvercin — buna fevkalâde diyoruz, çünkü âdi posta güvercini yalnız yuvasma doğru uçar, bu ise her yere uçuyor. — bazen de tavzif edildiği işten ayrılarak kendiliğinden göklerde dolaşıyor, bu sırada kaba ve gabi delikanlı altında nurlara müstağrak şeffaf bir dünya gördüğünü, büyük maden yataklarmm kendilerine has şualar neşrederek erimiş cevher kütleleri gibi parladıklarını şairane, güzel sözlerle anlatıyordu. Mânevi müktesebatmın ilk safhasmda trans halinden normal hale döndüğü vakit (Davis) in intibalarını unutması, yani gördüklerini, duyduklarmı hatırlayamaması dikkate şayandır. Mamafih bunlar onun şuuraltı hafızasına nakşediliyor, sonra hepsini açıkça hatırlıyordu. Davis bir müddet başkaları için bilgi kaynağı oldu. Fakat kendisi cahil kaldı. Bir aralık, inkişafı harikulâde sayılmayan ve her maneviyat müdekkikinin gördükleri, bildikleri ile musabakat kabul eden hatlar üzerinde seyir etti. Sonra araya yepyeni bir macera girdi. Çok sonraları kendisi tarafından kaleme alman tercümeihalinde bu hususta tafsilât verilmi.ştir. Anlatışına göre vaka kısaca şöyle cereyan etmişti: Davis 6 mart 1844 akşamı birdenbire esrarengiz bir kuvvetin hükmüne ram olarak yaşadığı (Poughkeepsie) kasabasından ayrılıyor. Yarım trans halinde seri bir yürüyüşle yola çıkıyor. Nereye gittiğini bilmiyor. Meçhul kuvvet onu yediyor. Issız dağlara doğru çekip götürüyor. Orada iki kişiye rastlıyor. Onlarla samimî sohbetler ederek birinden tıp, diğerinden ahlâk dersi alıyor. Bütün geceyi böylece dışarda geçiriyor. Ertesi sabah aklı başına gelerek önüne çıkan bir çobana nerede olduğunu sorduğu zaman kendisine evinden kırk mil uzakta (Catskill) dağlarında dolaştığı söyleniyor. Bu hikâye sübjektif bir sergüzeşte, tuhaf bir rüya veya hülyaya benzemektedir. Bahsini ettiği âlim, fazıl iki zat tarafmdan ne suretle karşılandığına dair verdiği esaslı tafsilât ve dönüşünü müteakip hakikaten kırk mil yol yürümüşlere mahsus bir işteha ile yediği yemek fikrimizi iddiası lehine götürmese idi onun bu rivayetini benzerleri kategorisine idhalde tereddüt etmezdik. Dağlara kaçışın realite ve mulâkatın rüya olması da muhtemeldir. Mumailej^h iki mürşidinden birini (Galen) ve diğerini meşhur medyomlardan astronom (Swedenborg) diye sonraları zihnî mukayeseler neticesi teşhis ettiğini iddia eder. Bu keyfiyet kendilerini bilâhare tanıyıp ahvallerine vâkıf olduğu ölülerle ilk temasındaki fevkalâdeliği tebarüz ettirmesi itibariyle merak ve alâkamızı uyandırmaktadır. Mamafih tekrar edelim ki tekmil macera rüyada yaşanmışa benziyor ve gencin istikbaline doğrudan doğruya taallûk etmiyor. O, daha yüksek kudretlerin içinde deprendiklerini hissediyordu. Manyetik uyku halinde bulunurken kendisine derin meseleler sorulduğu vakit daima — «onlara kitabımda cevap vereceğim» demesi şahsı hakkında çıkan karakteristik rivayetlerdendir. Davis on dokuz yaşına basınca bahsettiği kitabını yazmak zamanının geldiğine duygu yolu ile hükümetmiştir. Terzi (Levingston) nun mesmerik nüfuzu, yani manyetizmecilik kabiliyeti kitap işine yetişmiyordu. Bu sebepten Levingston, Dr. Lyon isminde bir zatı kendi yerine manyetizmeciliğe getirdi. Lyon doktorluğu bir tarafa bırakarak garip mahmisi ile birlikte (New York) a gitti. Orada yazı işlerinde kendisine yardım etmesi için Rahip (William Fishbough) a baş vurdu. İçten doğan bu intihabın pek yerinde olduğu anlaşıldı. Çünkü faziletli rahip derhal işini bırakarak davete icabet etti. Artık takım hazırdı. Lyon delikanlıyı ardı arası kesilmeden her gün manyetik uykuya daldırdı. Sadık zabıt kâtibi de onun manyetizme ile rüyalar görürken söylediklerini kâğıda geçirdi. İşi aleniyete dökmek, para kazanmak gibi şeyler bahis mevzuu değildi. En reybî münekkit bile bu üç kişinin meşgale ve hedefinin kendilerini kuşatan maddiyet perest, para yapmaktan başka bir şey düşünmez Amerikan dünyası karşısında insanı hayrete düşüren bir tezat teşkil ettiğini kabul ve itiraf etmekten başka bir şey yapamaz. Onlar maddî mülâhazaların dışına yükselmişlerdi. Bu hal fakir insanlar için öğünülebilecek bir haldir. Bir su borusunun, kutru siasmdan fazla su nakledemiyeceği bedihîdir. (Davis) in «kutru» (Swedenborg) ınkinden pek faklı idi. Her ikisi manevî tenevvür halinde bilgi ediniyordu. Fakat normalde iken Swedenborg Avrupanın en âlim adamı idi. Davis ise Amerikanın New York ülkesinde rastlanabilen en cahil gençti. (Swedenborg) m mazhar olduğu ilham belki daha büyüktü. Fakat anlattıklarının kendi dimağı ile retuşlanmış olması daha ziyade muhtemeldi. (Davis) inki ise kültürünün düşük seviyesinden ötürü mukayese kabul etmiyecek kadar büyük bir harika idi. (Davis) in trans halinde söylediği sözlerin zaptı sırasında hazır bulunanlardan New York Üniversitesi İbranî Profesörü Dr. Georg Bush şöyle yazıyor; — «Davis İbranî dilini doğru telâffuz ediyor, tahsiline nefsini hasrettiği farzedilse dahi arz tabakaları bilgisinde o yaşta bir kimse için cidden hayrete şayan bir vukuf gösteriyordu. Bunları resmen teyid edebilirim. Ayrıca bu genç tarihe, (Kitabı Mukaddes) arkeolojisine, mitelojiye, dillerin asıllarma ve birbirleriyle olan yakınlıklarına, muhtelif dünya milletleri arasında medeniyetin seyir ve tekâmülü suretine dair derin bahisleri harikulâde bir kabiliyetle münakaşa etmekte idi. Bu derece behre ve ihtisas sözlerinin muhtevasını elde edebilmek için hıristiyanlık âleminin bütün kütüphanelerine girmek avantajına malik bulunsa bile asrımızda herhangi bir kürsü üstadına şeref bahşolurdu. Gerçekten o, Davis, uyur haldeki «takrir» lerinde verdiği malûmatı kunduracı tezgâhını terkettiğindenberi geçen iki sene zarfında değil de hiç başını kitaptan kaldırmadan bütün ömrü boyunca iktisap etmiş olsa idi, yine durumunda biricik sayılır, dünyanın o ana kadar bildiği hiç bir zekâ harikası onunla mukayese edilemezdi. Halbuki o, Davis, allâmeliğini ettiği mevzularda bir çilt şöyle dursun, bir sayfa bile kitap okumamıştı.». Davis o sıralardaki durumunu kendi kalemiyle tasvir etmiştir. Bizden «teçhizat» mm mahiyeti hakkında bilgi edinmemizi ister ve şahsına müteallik olarak der ki: — «Bu gencin başının çevresi fevkalâde küçüktür. Eğer baş büyüklüğü zekâ kudretinin ölçüsü ise zavallının zihnî kabiliyeti pek mahdut kalmıştır. Üstelik ciğerleri de zayıftır, göğsü genişlememiştir. Muhiti icabı devamlı terbiyevî tesirlere maruz kalıp yontulmadı. Tavırları kaba, beceriksizliği tamdır. O, bir kıraat kitabı müstesna, hiç kitap okumamıştır. Gramere, lisan kaidelerine dair bir şey bilmez. Edebiyat ve ilimden anlayan adamlarla bir arada yaşamamıştır». Ağzından şimdi veciz, selis ifadeler, fikirler çağlıyanı dökülen on dokuz yaşındaki genç, işte böyle bir gençti. Anlattıkları basit şeyler değildi. Sadelikleriyle değil, çok karışık, hurda teferruatlı ve ince olmaları, birbirlerine devamlı surette metodik bir insicam ve sağlam bir mantıkla bağlı bulunmaları ,ilmî tabir ve istilâhlarla ifade edilmeleriyle son derece dikkati çekiyor, her tenkide göğüs geriyordu. Bu gibi hâdiselerin izahı sadedinde şuuraltı zihinden bahsetmek pek yerindedir. Ancak unutulmamalıdır ki şuuraltı zihin mefhumu düşünülen ve sonra unutulup giden fikirlerin tekrar meydana çıkması olarak kabul edilmiştir (1). Faraza, tekâmül etmiş olan Davis tekâmül etmemiş günlerindeki trans hallerinde cereyan eden şeyleri aklına getirebilirse bu hal şuuraltına gömülmüş olan intibalarm tekrar şuur seviyesine çıktıklarına misal teşkil eder. Fakat bundan ötesine delâlet etmez. Binaenaleyh hiç bir suretle şuuraltı plâğına alınmamış bir şeyi bahis mevzuu ettiğimiz sırada şuuraltı zihin veya müfekkireden söz açmak, kelimeleri suiistimal etmek gibi gözükmektedir. (Davis) deki büyük ruhî tecelli (Harmonial Philosophy — Ahenk Felsefesi) adı ile ona bir çok kitaplar doldurtmuştur. Mahiyet ve maneviyat öğretimindeki yerinden bilâhare bahsetmek üzere bunun başlangıcında duralım. Yani dâhi filozof (Davis) i şimdilik bir tarafa bırakalım. Yarım akıllı (Davis) den öteye geçmiyelim. Hayatının bu safhasında Davis sonradan Swedenborg olarak hüviyetini tâyin ettiği esirî şahsın doğrudan doğruya nüfuz ve tesiri altındadır. Swedenborg ismi ona bidayette külliyen yabancı idi. Evvelce de anlattığımız gibi bir akşam o mukavemet edilmez bir kuvvetle dağın birine çekilip götürülmüştü. Bu hal tekrar etti. Davis vakitli vakitsiz gaipten bir ses duyuyor, bu ses ona — «haydi yine dağa'» diyor, o da gidiyordu. Bu dağ, bulunduğu yerin uzağında idi. Davis her seferinde orada bir ruha rastladı ve onunla konuştu. Materiyalizasyonun sureti vukuuna, yani bahsi geçen ruhun ne suretle madde ile irtibat peyda ederek ona gözüktüğüne dair elimizde tafsilât yoktur. Maneviyat şahsında mütalea ettiğimiz şeyler arasında bir istisnası ile hâdisenin benzerine tesadüf edilemiyor (1). Bu istisna — adlarını hürmetle eğilerek analım— îsanın bir dağda Musa ve îlyas ile görüşmesidir. Bizce aradaki müşabehet tam gidir. Mâneviyat ve hakikî bir ruhaniyetle cidden mahmul olmasına rağmen Davis kiliseye devam şeklinde âmiyane mânasında dindar bir adam değildi. Onun (Ktiabı Mukaddes) deki İlâhî tecelli akidesine müteallik noktai nazarı — takip edilebilirse— pek tenkitkâranedir. Hiç olmazsa o, neticeyi tahfif için böyle diyelim, kelimelerin tefsirine inanmaz. Bu vâdideki red ve inkârı onun hakkında noksanlık teşkil etmez. Davis pek namuslu, saf, vicdanı satın alınmaz, hakikate aşık ve hakikati yaymak emrinde mesuliyetini müdrik bir kimse idi. Kendini bilmeyen Davis iki senedenberi serairi hilkat mevzulu eserini seanslarda zabıt kâtibine yazdırıyor, kendini bilen Davis ise (New York) da kıraat kitabını iyice söküp kendi kendine az;jcık bilgi edinmeye çalışıyordu. Arasıra (Poughkeepsie) ye sıhhatini düzeltmek üzere tebdilihavaya gitmekte idi. Ciddiyetleriyle tanmımş bazı kimselerin dikkatini üzerine çekmeğe başlamıştı. Edgar Allan Poe yoklayıcılarmdan biri idi. (Davis) in mânevi gelişmesi yoluna devam etti ve o yirmi bir yaşma varmadan başka birinin muavenetine iftikar etmeksizin kendi kendini trans haline sokacak duruma girdi. Şuuraltı hafızası da açılmıştı. Ruhî seyyahatlerinde ucu bucağı gelmez şuuraltı dehlizlerinde başmdan gelip geçen şeyleri ayıldığı zaman hatırlamağa muvaffak oluyordu. Can çekişmekte olan bir kadının yanına oturup canm bedenden ayrılışını bütün teferruatiyle seyretmesi bu zamana tesadüf eder. Büyük (Ahenk Felsefesi) nin birinci cildinde bu vakanm güzel bir tasviri verilmiş, tahkiyesi yapılmıştır. Her ne kadar bu tasvir ve tahkiye ayrı bir risale halinde de neşredilmiş ise de gerekli olduğu kadar umumun malûmu olmadığından ondan yapılacak bazı kısa iktibaslar karii ilgilendirebilir. Davis hikâyesine kendi ruhî uçuşlarının mahiyetini tâyin ile başlıyarak diyor ki: — «Benim ruhî seyyahatlarım da ölümdür. Kısa süreli olduklarına bakılmazsa bunların asıl ölümden farkı yoktur. «Üstün durum» a girdiğim vakit ruhları farkederim. Buna şaşmamalıdır. Maddî göz maddî olanı, ruhî göz de ruh olanı görür. (Şu halde meselâ: Bir ruh yanımıza gelse bizde müşahade edeceği şey maddî vücudumuz değil, esirî bedenimizdir. Mamafih her cisim esirî bir eşe malik olduğundan netice aynıdır). Sonra Davis asıl hikâyeye giriyor: «Kadında can çıkma hâdisesi dimağ mıntakasında pek kuvvetli bir tekâsüfle belirmekte idi. Tekâsüf eden şey, ihtilâçların azaldığı, vücudun sarılığı artdığı nisbette ziyadar bir hal alıyordu. (Öyle ise pek muhtemeldir ki, insan, dünyayi terkedeceğini sezdiği sıradaki kadar vâzıh bir surette hiçbir zaman düşünmez. Yahut, sıhhat halinde ihtizar halindeki kadar iç duyğuya malik değildir)... Can çekişme halinde ıstıraba delâlet eder gibi gözüken hareketler ruh tarafından sezilmez. Bunlar ehemmiyeti haiz olmayan uzvî takallüs ve inbisatlardır... Vücut kısımları muhteviyatını kaybettikçe boşalan bir torba gibi yatağa seriliyor, buna mukabil baştaki ziyadar toplantı esîıden bir beden halinde gelişiyordu... Kadının yeni vücudu, esirî bedeni, gövdeden ilk önce başını kurtararak meydana çıkmağa başladı ve çok geçmeden büsbütün sıyrılarak vücudun sağ tarafında ayakları başa yakın durdu. Yeni vücudla eskisi arasında göbekleri birbirine bağlayan parlak bir bağ vardı: Bu hayat bağı idi. Bu bağ kopunca bir parçası cansız kalan vücuda çekildi. Cenazeyi hemen kokmaktan alakoyan bu parça olsa gerektir. Esirî vücud yeni muhitine uyuncaya kadar biraz zaman sarfediyor. Kadının esirî bedeni serbestliğe ancak yavaş yavaş alıştı. Sonra ne yapacağını kestirmiş gibi birdenbire harekete geldi. Onun bitişik odadan, sokak kapısından geçerek havaya doğru evden ayrıldığını gördüm. Yeni gök yolcusu evden çıkar çıkmaz ruhlar ülkesinden inen iki dost ruh tarafından karşılandı. Bunlar ona kendilerini tnaittılar, hâl ve hatır sordular. Sonra her üçü pek edalı bir tarzda kürremizin esiri zarfı içinde mailen yükselmeğe başladı. Bir arada kardeşçe o kadar tabiî yürüyorlardı ki havaya bastıklarını gördüğüm halde gözlerime inanamıyordum. Her tarafmı karış karış bildikleri yüce bir dağ yamacını zahmetsizce çıkar gibi idiler. Mesafe onları gözümden gizleyinceye kadar arkalarından baktım durdum.». Davis tarafından görülen şeklinde ölüm, işte böyle, insanın fikrine ârız olan kara dehşetten pek farklı birşeydir. Mumaileyhin müşahadesi doğru ise. Dr. (Hodgson) a uyarak — «Artık beklemeğe daj’anamıyorum» diye bağırabiliriz. Fakat... Acaba rivayet doğru mu? Bu hususta yalnız şunu diyebiliriz. Ortada teyitkâr mahiyette bir çok şahitlerin şahadeti vardır. Katalepsi halinde bulunan veya bir hastalık neticesi derin bir komaya dalan birçok kimseler — aynı vaziyette bazılarının hiçbir şey hatırlayamamalarına mukabil — Davis’in verdiği izahata tamamen uygun intibaları hamilen hayata dönmüşlerdir. Müellif, 1923 senesinde (Cincinati) de dolaşırken doktoru tarafından öldü zannı ile tabuta yatırılan ve kaderin bir cilvesiyle hayata iade edilmeden önce, birkaç saat kadar ölüm sonrası hayatı yaşayan Monk adlı bir kadınla tanışmıştır. Bu kadm başından gelip geçene dair kısa bir yazı yazmıştır. Bu yazıda ölümünü müteakip Davis’in tasvir ettiği şekilde odadan çıktığını, koma halinde yatakta yatan vücuduna ruhunu tutturmakta devam eden gümüşümsü hayat bağını pek iyi farkedip hatırladığını zikretmektedir. (Light) mecmuasının 25/Mart/1922 tarihli nüshasında bu kabilden dikkate şayan bir vak’a daha haber veriliyor: Normal gözle görülemeyen şelyeri görmek istidadına malik olan beş kız, annelerinin ölümünü seyrediyor... Anlattıkları yukarıda bildirilene pek müşabihtir. Mamafih rivayetler arasında hâdiselerin hep aynı kanunlara tab’an cereyan etmediğini akla getirecek bazı farklar da vardır. Bedeni terkeden ruhu gören medyom bir çocuk tarafından yapılan ve (Mrs. De Moran) nm (From Matter to Spirit - Maddeden Ruha) adlı eserinin (121) inci sahifesinde bahsedilen bir resimde pek ziyade ilgiyi çeken diğer bir değişiklik daha bulunmaktadır. Adı geçen eser, meşhur riyazi Profesör De Morgan tarafından yazılan mühim mııkaddemesi ile Büyük Britanya’da Spiritlik cereyanına çığır açan kitaplardan biridir. Bunun 1863 senesinde neşredildiği göz önüne getirilirse, matbuata o kadar şiddetle akseden. Tanrı tebliğatı ile insan nesli arasında bunca senedenberi kara çalı gibi dikili duran muhalefetin başarısı karşısında teessürden insanm kalbi ağırlaşır (1). (Davis) in kehanet kudreti reybî bir zat tarafından ancak kuyudatı hiçe saydığı takdirde görülmemezliğe gelinebilir. Davis otomobili, yazı makinesini (1856) senesinden evvel teferruatiyle bildirmiş bulunuyordu. (The Penetralia — En îç Âlem) isimli kitabında aşağıdaki parçalar gözükmektedir: a Sual — : Nakil vasıtalarını geliştirmeğe çlışanlar başka türlü lokomotifler icad edecekler mi? Cevap — : Evet. O günlerde şose yollarında meydana çıkacak olan şu arabalara bakınız!... Gözle görünür tahrik edici bir kuvvet olmadan, atsız, buharsız, şimdikinden daha büyük bir sür’atle ve daha fazla emniyetli bir halde hareket ediyorlar. Aıabalar kolay tekâsüf eden, yanan mayi madde ve atmosfer gazlerinden mürekkep ve makinelerimize benziyen bir makine vasıtası ile gözden gizli ve kabili idare bir şekilde tekerleklere dağılan tuhaf, güzel, basit bir mahlûtla yürütülecek. Bu çeşit nakil vasıtaları az nüfuslu yerlerde yaşayanların hâlen çektikleri bir çok sıkıntıları giderecek. Bahsi geçen kara lokomotifleri için lâzım olan ilk şey iyi yoldur. Düzgün yollarda makinenizle beygirlerinizi kullanmadan süratle seyahat edebileceksiniz. Anlattığım arabalar bana sade tertibatlı gözüküyor». Müteakiben (Davis) e soruluyor: — «Yazı işini süratlendirecek bir tasarı görüyor musunuz?» — «...Evet. Otomatik bir psikoğraf icadına teşvik ediliyorum: Düşünüleni yazacak bir alet, piyano gibi bir şey. Aslî savtları temsil eden Kol veya mandallardan mürekkep bir skala, daha aşağıda bir başkası daha. Öyle ki bir kimse bu alet ile bir mûsikî parçası çalar gibi bir vaiz veya şiir tuşlıyabilecektir.». Bu kâhin keza havaî seyrüsefer hakkında sorulan başka bir suale cevaben derin intibalar almış bir halde demiştir ki: — «Muhalif hava cereyanlarını yenmek ve dolayısiyle kuşlar gibi kolay, emin ve hoş bir surette havada dolaşabilmemizi sağlamak için lâzım olan makine tertibatının işlemesi yeni muharrik bir kuvvet bulunmasına bağlıdır. Bu kuvvet keşfedilecek, yalnız ray üzerinde lokomotifi, şose üzerinde arabayı değil, gökyüzünde memleketten memlekete uçacak hava gondöllerini de harekete getirecektir. »Davis 1847 senesinde neşredilen (Prenciples of Nature — TabiatPrensipleri) isimli eserinde bir kısım Amerikan ve İngiliz Spiritualistleri ile Avrupa Spiritlerinin 31 Mart 1848 talihinden itibaren yapacakları bir işi de haber vermiştir. Bu eserde şöyle diyor: — «Bir taraf maddî bedende, diğer taraf yüksek plânların birinde olduğu halde ruhların birbiriyle temasa gelmesi mümkündür. Bedendeki şahıs serbest ruhun içine akışından haberdar değildir. Bu sebepten olana bitene kolay kolay inanamaz. Fakat mavekam doğruluğu çok geçmeden canlı bir açıklama ile kendini gösterecek, o zaman dünya insanların içinin açılacağı ve şimdi Merih, Müşteri, Zuhal yıldızları sakinleri arasında tadıldığı gibi ruhlar ile konuş ma işinin kökleşeceği devri müjdeleyen o hâdiseyi (1) can ve gönülden alkışlıyacaktır». Bu hususta (Davis) in öğrettikleıi sarihtir. Fakat itiraf edilmelidir ki o, (Tabiat prensipleri) adlı eserinin bir çok yerlerinde ibhama düşmüştür. Bu kısımlar zor okunur. Çünkü uzun cümleler ile çığırından çıkarılmışlardır. Hattâ (Davis) o kısımlarda kendine mahsus kelimeler uydurmuştur. Mamafih adı geçen kitap heyeti umumiyesi itibariyle yüksek bir ahlâk ve mantık seviyesine maliktir. Muhteviyatı hakkında bütün doğma izlerinden kurtarılmış, asrı meselelere tatbik edilmiş bir îsa ahlâkiyatı ile günün hıristiyanlığıdır, denir ise mübalâğa edilmiş olmaz. (Davis) e göre hüccete, vesikaya dayanan din, asla din değil, felsefedir. Hüccet, vesika ancak arzı şahısların akıl ve zekâları mahsulü olan şeyler hakkında bahis mevzuu olabilir. Onun talimatının umumî hattı (Ahenk felsefesi) adını taşıyan müteakip kitaplarında da tabiate dair bir çok açıklamalar ile karışık bir halde yazılı olduğu veçhile budur. Gittikçe velûdlaşan (Davis) de ahenk felsefesi serisini Nature’s Divine Revelation — Tabiatin İlâhi ilhamları) takip etti ve mumaileyhin ömrünün bir kaç senesini doldurdu. (Davis) in öğrettiklerinin çoğu (The Univercoelum — Kâinat) adlı bir meccmuada intişar etmiş ve mazhar olduğu ilhamların neticelerine dair umuma sunduğu konferanslar ile halk arasında çok yayılmıştır. Davis mânevî seyahatlerinin hedefi olan ruhî keşiflerinde daha evvelden Swedenborg adlı büyük medyomun bildirdiğine ve bir kısım Spiritualistlerin yaptıkları tecrübelere istinaden sonradan kabul ettiklerine tamamiyle mutabık olan bir âlem tertibi görüyordu: Ahiret dünyaya benzeyen bir alem idi. Orada arzdakini andıran bir hayat göze çarpıyordu. Öyle bir hayat ki buna ölüm ile hiç bir suretle değişmeyen tabiaatimize zevk ve ıstırapları ile pek uygun gelen, munis düşen yarı maddî bir hayat dense yerindedir. Orada, âhirette, (Davis) in keşiflerine göre, tahsile çalışanlar için tahsil ve tetebbü sahaları, zor bâzu sahibi kimseler için zor bâzuyu gerektiren işlere, artistler için güzel sanatlar, tabiati sevenler için tabiat güzellikleri, yorgunlar için istirahat yerleri vardı. Ruhların hayatı derecelere ayrılmıştı. Ağır ağır birinden diğerine geçiliyor, yavaş yavaş ulviyete, semavîliğe intikal ediliyordu. (Davis) muhteşem müşahedelerini meşhudat âleminin, beş duygu kâinatının dışına götürmekte idi. Ruh gözü önünde bu âlemin, esasını teşkil eden ateşin sise çevrildiğini ve sonra daha yüksek bir tekâmülün yer alacağı merhaleyi teşkil etmek üzere bu sisin koyulaşıp pekleştiğini görüyordu. Aşağıdan yukarıya doğru bir tarafın en üst derecesinde bulunan ruhlar o dereceyi geçtikten sonra diğer tarafın en alt derecesinden işe başlıyor, aynı ameliye hep daha inceye, daha musaffa,- ya doğru trilyonlarca senedenberi hadsiz, hesapsız defa yenilenip gidiyordu. Her yenilenme safhası başlı başına bir âlem idi. Bu âlemler dünya etrafmda halkalar teşkil ediyordu. Bu âlemlerin coğrafyasını pek harfi harfine almamalıyız. Çünkü (Davis) in müşahedelerinde zaman ve mekân açıkça belli değildir. Bunu kendi de kabul ediyor. Mumaileyhe göre içinde yaşadığımız müthiş plânda hayatın gayesi terakkiye hak kazanmak, terakkiye nail olmaktır. İnsanların ilerlemesi için en iyi yol her nevi günahtan sakınmak ve sıyrılmaktır. Körü körüne iman, tama’kârlık, haşinlik büyük günahlardan sayılır. Bunlar, bir gün çürüyecek olan fâni et için değil, zeval bulmaz, ebedî ruh için pek ayıp, utandırıcı şeylerdir. Nezihleşmek için basit hayata .sade itikada .saf ve samimî kardeşliğe dönmek lâzımdır. Para, küûl, cebir ve şiddet, şehvet ve dar mânasında rahiplik insan oğlunun terakkisine engel olur. İtiraf edilmelidir ki (Davis), takip edilebilen hayatına nazaran, başkalarına sunduğu nasihatları kendi de tutarak yaşıyordu. Pek mütevazi idi. Azizlerin hamurundan yapılmıştı. Tevazuu ile yükseliyordu. Kendisi tarafından yazılan tercemei hali ancak 1857 senesine kadar uzanır. Tercemei halini neşrettiği zaman otuzunu biraz geçmişti. Bu eser onun iç âleminin pek mükemmel, hattâ bazan istediğinden fazla, gayri iradî, bir aksini vermektedir. Davis çok fakir, fakat o nisbette hakşinas ve adaletperver, merhametli, ciddî, münakaşalarında temkinli, muterizlerine karşı nazik idi. Hakkında ağır isnadlar yapılmış, kötü saikler ile hareket ettiği ileri sürülmüştü. O bunları kitaplarında ağzında müsamaha tebessümü ile kaydetinektedir. İlk iki izdivacı hakkında tafsilât veriyor. Evlenmeleri de onun her şeyi gibi adetanın dışında idi ve ona şeref ve itibar veriyordu. «Sihirli değnek» adlı kitabının yazılmasından seksen dört yaşında vefatına kadar (Davis) i aynı suretle yazı yazmak ve yazdıklarını kürsülerde takrir etmek hayatına devam eder görüyoruz. Gittikçe dünyanın kulağını kazanıyor, dikkat ve alâkasını çekiyor. Boston şehrinde küçük bir kitapçı dükkânı edinmişti. Hayatının son yıllarını bu dükkânda geçirdi. «Ahenk felsefesi» nin şu sıralarda (1) kırkıncı defa olarak baskıdan geçmesi (Davis) in durup dinlenmeden serptiği tohumun çorak yere düşmediğini gösteren açık bir delildir. Bizce ehemmiyeti haiz olan cihet Birleşik Ameirkanm Hydesville kasabasında başgösteren ruhî tezahür arifesinde (Davis) in oynadığı roldür. O bundan evvel manen zemini hazırlamağa başlıyor. (Hydesville) de bir ruh tarafından yapılan maddî nümayişle onun yakmmdan alâkadar olduğu hem (Tabiat prensipleri) adlı eserinde bu vaka’aya dair kehanetinden, hem cereyan ettiği gün hâdiseden ayrıca haberdar edilmesinden anlaşılıyor. Not defterinden alman aşağıdaki kısım 31 Mart 1848 gibi bir kısım Spiritualist1er indinde takvim başı sayılan bir tarih ile farikalanmış bulunmaktadır; — «Bu sabah güneş doğarken yüzümden sıcak bir nefes geçti. Tatlı bir sesin kuvvetli bir seda ile bana gaipten şöyle dediğini duydum: Kardeş, hayırlı iş başladı. Canlı bir açıklama yapıldı... Ses fazla bir şey söylemedi. Bu çeşit bir haber ile ne kasdedilebileceğini merak eder bir halde yalnız başıma bırakıldım.» O gün, hakikaten, kuvvetli bir hareketin başladığı gün idi. O harekette (Davis) lider rolünü alacaktı. O gün (Hydesville) de tecelli eden fizikî işaretler (1) normal üstü idi. (Davis) in mâneviyat sahasında güç yetirdiği şeyler ise ayni derecede normal üstü bulunuyordu. Bunlar birbirini destekliyordu. Kabiylietinin na mahdut olmamasına rağmen Davis yeni cereyanın ruhunu teşkil ediyor, yeni haberlerin ahizesi oluyordu; Garip bir tarzda tebliğ edilen yeni haberlerin... Ruh âleminin tekmil tebligatını bir kimsenin almasına imkân yoktur, onlar hudutsuzdur. Fakat (Davis) onları pek güzel tefsir ediyor, telâkkilerine bugün dahi fazla bir şey ilâve edilemiyordu. Davis mânevî üstadı olan (Swedenborg) un ruhî teçhizatına malik değil iken (Swedenborg) dışına bir adım atmış, kendinde Swedenborg dimağı gibi bir mareşal asâsı yok iken netice ve hükümlerini sevk ve idarede ruhlardan aldığı ilhamlar sayesinde üstadını geçmişti. Swedenborg tıpkı (Davis) in de görüp bütün teferruatı ile nakil ve hikâye eylediği tarzda bir cennet ve cehennem görmüştü. Amma, ölüm vaziyetini, ruhlar âleminin Amerikan kâhinine mekşuf olduğu şekilde geri dönmek (1) imkânı ile hakikî tabiatini açıkça müşahede etmemişti. Bu «Marifet», enfüsî bilgi (Davis) de yavaş yavaş tahassül etmiş bulunuyordu. Onun (Galen) ve (Swedenborg) ruhlarını kasdederek «Maddeye girmiş ruhlar» dediği varlıklar ile acip şekilde mülâkatı istisnaî haller idi. O, bunlardan umumî hükümler çıkarmıyor, reincarnation akidesini ortaya koymuyordu. (Davis) de tam delâletlerini keşfetmeğe muktedir olduğu hakikaten spiritual acayiplikler ile temas ve irtibat peydası sonraları vâki olmuştur. 1850 senesinin ilk aylarında (Connecticut) da Rahip Doktor (Phelps) in evinde (Poltergeist — Şamatacı ruh) harikasına bizzat şahit oldu. Bu hâdisenin tetkiki onu (The Philosophy of Spiritual întercourse — Ruhî Münasebet felsefesi) (1) adlı risaleyi yazmağa şevketti. Bu risale bilâhare dünyanın henüz başaramadığı bir çok şeyleri içinde saklıyan bir kitap halinde geliştirilmiştir. Muhteviyatının bir kısmı hakimane tahzirleıri hasebiyle bazı Spiritualistlere tavsiye olunabilir: — «Spiritualizm ile uğraşmak müstakbel hayatın canlı bir surette açıklanması olduğundan faydalıdır... Ruhlar bana bir çok defalar yardım ettiler. Fakat şahsiyetimi, akıl ve mantığımı kontrol ve idare etmediler. Dünyadakilere güzel hizmetler yapabilirler ve yaparlar. Lâkin onların faydaları bir şart ile, — efendimiz değil, öğreticimiz olmalarına müsaade etmemiz, onları tapınılacak Tanrılar değil, arkadaş saymamız şartiyle sağlanabilir.» Ne hakimane söz, (St. Paul) ün mühim bir sözünün modern bir şekilde teyidi. (St. Paul) şöyle diyordu: — «Peygamber kendi mevhibelerine tâbi olmamalıdır.» (Davis) in hayatını gereğince izah edebilmek için onun normal üstü durumu göz önünde tutulmalıdır. Böyle hareket edilirse aşağıya sıralanan inkâr kabul etmez hâdiseler karşısında muhtelifİzahlar yer alabilir. Bu vâkıaları şu şekilde hulâsa etmek müm - kündür: A — Öğrettiği şeylerin hiç birini öğrenmeden evvel (Swedenborg) un materyalize olmuş ruhunu gördüğünü ve sesini duyduğunu (Davis) in ısrar ile iddia etmesi. B — Meçhul bir kuvvetin bu cahil genci hükmü altına alarak ona büyük bir bilgi bahşetmesi ve böylece onu sonraları dâhiler arasında saydırması. C — (Davis) e bahşedilen bilginin (Swedenborg) mkini karakterize eden umumî istikametleri ayni derecede geniş hatlar ile takip etmesi. Fakat... D — (Davis) deki bilginin (Swedenborg) m ölümünden sonra elde etmiş olabileceği «serbest ruh» bilgisini de cemeder mahiyette bir adım ileri gitmesi. Bu dört vâkıa mülâhaza edilirse acaba şu cihet geçer bir faraziye olmaz mı?! — : (Davis) i idare eden kuvvet (Swedenborg) m ruhudur (1). (Swedenborg) m kurduğu «Yeni kilise» bu ihtimali hesaba katsaydı, iyi ederdi. Davis ister yalnız başına dursun, ister kendinden daha büyük birinin inikâsını teşkil etsin, ortada şu hakikat daima bâki kalır; Davis harikalar başaran bir adam, yeni kurtuluş yolunun ilhamlara mazhar, âlim, fâzıl habercisidir. Mumaileyhin nüfuzu o kadar devamlı olmuştur ki maruf münekkid ve sanatkâr Mr. E. Wake Cook (Güzel sanatta gerileme — Retrogression’in Art) unvanlı kitabında (Davis) in öğrettiklerine dünyayı yenileyebilecek modern bir cereyan mahiyeti ile hâlâ ehemmiyet vermektedir. Davis Amerikan ve İngiliz Spiritualizminde derin izler bırakmıştır. Bir çok asrî kitaplarda cennet yerine kullanılan (Summerland — Yaz yurdu) tâbiri (1) ve inceden inceye düşünülmüş teşkilâtı ve ders programları ile lise mektepleri sistemi (Davis) in buluşudur. (Occult Revıew) nin Şubat 1925 nüshasında Mister (Baseden Butt) m dediği gibi «Bugün bile onun tesir ve nüfuzunun tam, nihaî siasını tâyin ve şümulünü takdir imkânsız değilse de son derece müşküldür.»] Kehanet ve tefe’üllerin ruh üzerinde tesirleri mühimdir. Okültistlere göre bir şeyi oldurmak için o şeyin olacağım kuvvetle iddia etmek kâfidir. Yani istikbal hakkında ısrar ile söylenen bir söz, bir temenni kâfi derecede kuvvetli ise muhakkak yerini bulur, gerçekleşir. Kehanet, tefe’ül bir bakımdan kuvvetli bir telkindir ve telkinlerde, tecrübenin gösterdiğine göre, yapıcılık kudreti vardır. (Davis) İ847 senesinde ruhlar ile konuşulacağını ileri sürüyor ve filhakika bir sene sonra, (1848) de Hydesville kasabasında (Fox) ailesi konuşmağa başlıyor. Bu aile efradının bir sene evvelki kehanetten haberdar olmaları muhtemeldir. Zaten aile reisi olan Mister (Fox) okültizme meraklı bir zattır. Şüphesiz (Davis) i takip etmiştir. Esasen böyle de olmasa psikoloji tetkikatının gösterdiği veçhile insanlar birbirine şuur altları ile bağlıdır. Hiç tanımadığımız bir adamın uzaktan bizim düşünce ve duygularımıza vâkıf olması ve bazan bunları kendi düşünce ve duyguları sanması mümkündür. Ruhiyatta tevarüd denen hâdisenin kısmen mahiyeti budur. Binaenaleyh (Davis) in kehaneti, isteği, telkini iki taraf birbirinden haberdar olmasa da (Fox) ailesine yol bulabilir. Bir kere bu olduktan sonra pek hassas oldukları anlaşılan aile efradından birinin veya bir kaçının ektoplazmaları kendiliğinden dışarı çıkarak (Poltergeist — Gürültücü ruh) halinde kapıya, pencereye vurmak suretiyle tezahüratta bulunabilir. Bunu yapan, fikrimizce,Spiritlerin sandığı gibi alemi uhra’dan gelen bir ruh değil, Fox hemşirelerden birinin şuuraltı benliğidir. Hydesville hâdisesini Spiritlik bahsinde ayrıca gözden geçireceğiz. Ektoplazma bazı insanların vücudundan çıkan bir maddedir. Faslı mahsusunda tafsilât vardır. Diğer taraftan (Davis) in, kendini manyetizme edenlerin fikirlerini Amerikada yeni bir sistem halinde geçer etmeğe çalışması ihtimal dahilindedir. Bunu ihtiyarî olarak yapmıyabilir. Mumaileyhdeki medyomluk kabiliyetini inkişaf ettirenler kuvvetli manyetizmecilerdir. Bunlardan bilhassa Doktor (Lyon) mühimdir. Bu zat kimdir, felsefî mesleği ne idi? Bu suale ne Conan Doyle, ne de (Davis) hakkında baş vurduğumuz başka mehazlar cevap veriyor. (Davis) i anlamak için herhalde evvelâ Doktor (Lyon) u anlamak lâzımgelir, kanaatindeyiz. Çünkü kuvvetli bir manyetizmeci süjesine istediği bir fikri bütün ömrü boyunca tesirinden kurtulamıyacak surette telkin edebilir. Artık süjenin mânevî seyahatleri o telkinin gelişmesinden başka bir şe ydeğildir. Başka bir söz ile sujenin itikadı, felsefesi manyetizmecinin itikadına, felsefesine bağlıdır. Suje kendini müstakil düşünür sansa da haddizatinde esaretlerin en fenasına tutulmuştur. Bu sebepten spiritualistlerin mühim bir kısmı, bunlar arasında bilhassa bazı teozoflar manyetizme, hipnotizme, telkin usulleri ile hakikat menbaına yaklaşılamıyacağını iddia ve manyetizmecileri, hipnotizmecileri, medyomların ruhlarını emirleri ile muayyen hedef ve mevzulara tevcih eden diğer kimseleri bilerek, bilmiyerek — çünkü bunlar farkında olmadan da kendi fikir ve kanaatlerini medyumlara aşılarlar— hemcinslerinden birini ruh serbestisinden mahrum ettikleri için telin ederler. Sujelerin isticvabı aynı şekilde onlarca makbul değildir. Çünkü birbirini kovalıyan suallerde kuvvetli bir telkin gizlidir. (Magie) adlı meşhur Almanca eserinde (A. Fankhauser) Avrupada elân faaliyette bulunan bir okültist cemiyetinin bir kimseyi âzalığa kabul etmeden önce, onun medyum olarak başkası emrinde çalışıp çalışmadığmı araştırdığını, başkalarına medyumluk edenleri ruh serbestisinden mahrum olmaları hasebiyle âzalığa lâyık görmediğini, bütün âzadan kendilerini m an yetite ettirmiyeceklerine, hangi şekilde ve kime olursa olsun başkalarına medyumluk etmiyeceklerine ve Operatör adı verilen medyom menajerlerinden nefret edeceklerine dair kuvvetli yeminler alındığını yazmaktadır. (Davis) in medyumluğunda şüphe yoktur. Fakat bu medyumluk manyetizme ile ilerletilecek yerde kendi haline bırakılsaydı, tabiata sokulma bakımından daha salim bir yol takip edilmiş olurdu. Şimdi, söylediklerinin esası kendi ruhî süzgecinden geçen tabiat mıdır, yoksa Doktor (Lyon) un manyetik telkinleri midir, kestiremiyoruz. Lahika: SWEDENBORG (Davis) etüdünü takip edebilmek için (wedenborg) u bilmek lâzımgelir. Emanuel Swedenborg 1688 tarihinde îsveçte doğmuştur. Uzun müddet vatanında kaldı. Sonra îngiltereye giderek yerleşti ve seksen iki yaşmda Londrada öldü. (18) inci asrın en büyük âlimlerindendir. Muhtelif ilim branşlarından ihtisas sahibiydi. O velûdiyette bir âlime ender tesadüf olunur. Büyük bir maden mühendisi ve metalürji otoritesi, İsveç Kıralı On İkinci (Charles) in muharebelerinden birinin tali’ini döndürmeğe yardım etmiş namlı bir istihkâmcı idi. Astronomi ve fizikte vüsatli bilgi sahibi büyük bir mütehassıs, med ve cezre, tul ve arz derecelerinin tâyinine dair müteaddit eserleri ile engin denizlerde gemicilere rehberlik eden bir navigation üstadı idi. Üstelik derin vukuflu bir hayvanat ve teşrih âlimi, maliye ve iktisat ta (Adam Smith) in hükümlerine tekaüdüm etmiş bir maliyeci ve iktisatçı idi. Nihayet o keskin görüşlü bir (Kitabı Mukaddes) müdekkiki ve (Luther) i, (Kalven) i az bulan bir din reformatörü idi. «Yeni kilise» ismi ile hıristiyanlığa bir mezhep ilâve etmişti. Bu mezhep İngiltere ve Ameri kada oldukça tutunmuş, salikleri muhitlerinde hayrat ve hasenat ile temayüz etmişlerdir. Bunlardan biri olan (Elma Anderson) u Amerikalılar pek muhterem tutarlar. Çünkü Birleşik Amerika arazisinin ekseri yerlerinin insandan ve elma ağaçlarından hali olduğu bir sırada bu zat (Swedenborg) un (İncil) i elinde, elma çekirdekleri yüklü katır önünde otuz sene müddetle durup dinlenmeden bütün Birleşik Amerika arazisini dolaşmış, nerede müsait toprak görürse oraya, senelerce sonra gelecek muhacirler istifade etsin diye elma çekirdekleri serpmiş (1), haddizatinde Amerikada nadir olan elma ağacını bu suretle yalnız başına koca ülkeye yaymıştır. Swedenborg meleklerin, yüksek ruhların ilhamları ile (Kitabı Mukaddes) i baştan yazmıştır. Öyle söyler. Kendinde medyomluk el] i beş yaşında başgöstermiş, gözden gizli varlıklardan aldığı ilhamlar ile yazılan ilmi eserlerinin çoğu ölümünden sonra neşredilmiştir. Swedenborg (İsa) yı Ortodoks, Katolik ve Protestanların aksine Tanrı veya Tanrı oğlu değil. Tanrının bir habercisi, peygamberi telâkki eder. Kanaatince Tevrat ve İncil esasları Tanrı vahyidir. Fakat onları, Tevrat ve İncili, zamanında kendinden başka kimsa anlayamaz. Çünkü zamanında kendinden başka kimseye Tanrı melekleri vasıtasiyle onların hakikî mânalarını açmamıştır. (Kitabı Mukaddes) de geçen her kelimenin zahirî mânasından başka bir de batmî, hakikî mânası vardır. Kaba sayılan kelimelerde bile böyledir. Meselâ: at hakikati akliyeye, eşek hakikati İlmiyeye, alev - ateş ıslahı nefse delâlet eder. Muarızlarının fikrince Swedenborg hürriyeti fikriye tanımayan, her salâhiyeti yalnız kendine hasreden bir müstebittir. İddiası, (Kitabı Mukaddes) i yalnız onun anlaması, kabul edilemez. Ona böyle bir imtiyaz tanınırsa (Papa) nın lâyuhtîliği onunkinin yanında sönük kalır. Çünkü (Papa) fetvasını yalnız başına vermez. Kardinalları ile istişare ettikten sonra verir. Ancak o zaman lâyuhtîdir.yanılmaz. Swedenborg ise yanında böyle bir kardinaller meclisi tanımaz. Tefsirlerinde garabetlere saplanmış, taraftarları ancak bazı keskin buluşlu edebiyatçıların (Shakspeare) in eserlerinde keşfettikleri şifreli mânalar ile mukayese kabul edebilen sunî bir iman âleminde kaybolmuşlardır. Swedenborg ekanimi selâse akidesini reddetmekle beraber onu kısmen yeniden kurduğundan tam bir muvahhid sayılamaz. Maamafih Tanrının birliği akidesine diğer Hıristiyan mezheplerinden daha az uzak kalmıştır. Katolik, Ortodoks ve Protestanirada müşterek olan bir telâkkiye göre Hazreti Ademin cennette işlediği günahın vebali nesline de intikal eder. İnsanlar bu vebalden ancak (Hazreti İsa) nın çarmıhda kanını akıtması ile kurtulmuşlardır (1). Swedenborg bu noktai nazara iştirak etmiyor. Ona göre her türlü fenalığın kökü yalnız hodbinlikte, hep kendini düşünmekte, başkalarının menfaatini gözetmemektedir. Hodbinlik yükü bir kimsenin kalbini ağırlaştırdıkça (İsa) nın vaktiyle döktüğü kandan ona hiç bir fayda gelmez. Binaenaleyh selâmete ermek için hodbinliği yenmek esastır. Fakat bu yenme, benliği, şahsiyeti ifna etmek değildir. İşin bu derecesi ifrattır. O zaman hemcinsine faydalı olarak yeryüzünde yaşamak pek az kimseye nasip olur. Ekseriyet, ekseriyet için yük teşkil eder. Biraz olsun nefsini düşünmeyen dünya işlerini ihmal eder. İtidal dahilinde benliğe, şahsiyete yer vermek de lâzımdır. Bu fikir, eskilerimizin «Hayrülumuri evsatuha — İşlerin hayırlısı ifrat ile tefrit ortasında olanıdır» felsefesinin bir şimal adamı ağzından tekrarıdır. Ayni fikre (Swedenborg) dan çok sonra (Hegel) de (1) iştirak ederek başkalarmm menfaatleri ile tahdit edilmiş olan «sağlam nefis endişî» ye cemiyette mutena bir yer ayırır. (Swedenborg) un ruhunu iyi ve fena kuvvetler ayni zamanda istilâ etmişe benziyor. Mumaileyhi cinsiyet ve şehvet meselelerinde başı boş sayılabilecek kadar liberal görüyoruz. Bu bakımdan onu bizdeki Alevî babalarına veya onlardan ziyade anladığımız mânada namusşikenlik günahı tanımıyarak aile kadınları ile münasebetler peyda eden brehmen ve lâmalara kıyas edebiliriz. kaynak:İshak L.Kuday - Spiritualizm (Ruh Alemi) |
#2
|
|||
|
|||
İyilik ve fenalık bazen telâkkiye göre yer değiştirir. Hıristiyanlara göre birden
fazla kadın haram, yani fenadır. Müslümanlara göre birden itibaren kat’î ihtiyaç halinde ahkâmı dahilinde dörde kadarı caiz, ondan ötesi fuhuştur. (Swedenborg) a, Rusyadan Amerikaya hicret eden (Duhoborz) lara, müteaddit Brehmen ve Budist tarikatlarına ve bizdeTahtacılara ve emsaline göre senenin muayyen günlerinde yapılan toplantılarda her kadın her erkeğe helâldır. Halbuki Aztek — Târiki dünya tarikatları için bunların hepsi, tek kadın da, kötüdür, iğrençtir. Buna mukabil ileri Freibad — Çıplak hamam sporcuları (1) için sıhhat müsaade ettiği takdirde cinsî temayüllerde gelenek yasaklarına uymak fena, uymamak iyidir. İyilik ile fenalık arasında her vakit kat’î bir hudut çizilemez. Deniz iyi bir şeydir. Fakat yüzme bilmeyeni boğar. Beşeriyet için matlup olan en faydalı dozu bulmaktır ki kanaatimizce o doz ifrat ile tefrit arasında, itidal balaıısmdadır. Swdenborg rahipliğe pek ehemmiyet verir. Onu, hiç bir şahıs haliki ile kendisi arasındaki işleri yalnız başına düzenine sokamazmış gibi mutlaka lâzım bir müessese sayar. Bu itibarla (Davis) den ayrılır. Pek üstün bilgisi hariç, medyomluk kuvveti bakımından o (Davis) ile ayni seviyededir. Bu kuvvet onda elli beş yaşında inkişaf etmiştir. Çocukluğunda pek hassas idi. Arasıra hayaller görürdü. Fakat çocukluk devresini takip eden pratik, enerjik erkeklik çağı tabiatinin bu ince, hassas tarafını onda derinlere daldırmıştır. Medyomluğu gizliyi görmek ve duymak iktidarı şeklinde gözüküyor. Böyle olan medyomlarda ruh uzak mesafelerden haber almak için vücudu terketmişe ve sonra topladığı haberler ile vücuda dönmüşe benzer. Yahut olduğu yerde eşyanın vibrasyonlarını alır. Bu suretle eşya hükmen onun ayağına gelir. Hangisi vakidir, kafiyet ile bilmiyoruz. Bildiğimiz uzaktan görmek ve duymak hâdiselerinin müsbet varlıklarıdır. Tecrübî Spiritualizmde bir kanaat vardır: Fazla malûmat, âlimlik zatî psişik tecrübenin yoluna dikilir, medyomluk istidadını baltalar. Maamafih bunun bazı istisnaları vardır. Swedenborg bu istisnalardan bidir. O, büyük bir âlim olduğu kadar büyük bir medyom idi. Fazla bilgisi medyomluk istidadını vâkıa elli beş yaşma kadar körletmiş ise de ondan sonra ilmi azalmadığı, bilâkis arttığı halde uzun müddet baskı altında kaldıktan sonra harice yol bulan tahtelarz bir su cereyanı gibi şuuraltı enerjisi onda bütün kuvveti ile meydana çıkmıştı. İhtimal ruhunun fazla kuvvetlenmesinden olacak, transları pek hafif geçiyor, o başkaları ile konuşurken derin bir dalgınlığa düşmeden şuuraltı tecelliyatma mazhar olabiliyordu. Meşhur kâhin (Gothenborg) da böyle idi. Bu zat (Stockholm) dan üç yüz mil uzakta on altı kişi ile beraber bir ziyafet sofrasında bulunurken birdenbire ayağa kalkarak«bakınız arkadaşlar! ne görüyorum...» diye (Stockholm) da bir çok tarihî binaları kül eden bir yangını baş gösterdiği andan itibaren saatlerce bütün tafsilâtı ile anlatmıştır. Meşhur Filozof (Kant), ki aynı zamanın adamıdır, bu hâdiseyi merak ederek tahkik etmiş, doğru bulmuş, mesafe tanımıyan ruh gözüne şaşmıştır. Swedenborg Londıradaki ilk büyük Vizyonunu ve fevkalâde hallerini şöyle anlatır: — «... o gece ruhlar âlemi, cennet ve cehennem kapıları bana açıldı. Tanıdıklarımdan bir çok kimseleri oralarda buldum. Rüya görmüyordum. Bunlar hakikatti. Katiyen inanılması lâzım şeylerdi. Çünkü her şeyi dünya gözü ile gördüğüm kadar açık görüyordum... O geceden sonra Tanrım her gün öbür dünyada neler olup bittiğini tamamen uyanıkken görmem ve yine pek uyanık, apayık iken melekler ve ruhlar ile konuşmam için ruhumun gözünü açık tuttu. Yine o gece vücudumun mesamelerinden su buharına benzeyen bir duman çıktı. Sis gibi yere çökerek halı üstüne yayıldı. Görmelerim başlayınca bu madde bazan ilk gecede olduğu gibi benden ayrılmaktadır. Bir keresinde yerde bit, tahtakurusu, pire gibi haşerata tahavvül etti. Sebebini siyanet meleklerine sordum. Bana orucunu tam tutmuyorsun cevabını verdiler... Ahıret hallerini seyrederken nefesim darlaşır. Daha doğrusu çok az, saatte 'bir nefes alırım. Etrafımızda hava ve esîr vardır. Ben fevkalâde duruma girdiğim vakit az hava, çok esîr ile yaşıyorum.» (Swedenborg) un kendi vaziyeti hakkındaki sözleri pek dikkate şayandır. Vücudundan çıkarak yere yayılan madde sonraları Ektoplazma veya medyoma impoze edilen fikirlere göre şekil aldığı için İdeoplazma adı verilen maddedir. Faslı mahsusunda görüleceği gibi ciddî âlimler tarafından tetkik edilmiş, terkibi bulunmuştur. «Az hava ve çok esîr ile yaşanması» Hint fakirlerindeki (Yoğa) sisteminin esasım teşkil eder. Lourence Oliphant fakirlerin harikulâde icraatını bu yoldan (Sympneumata) adlı eserinde izaha çalışır. Ondan sonra bir çok kalem tecrübeleri yapılmış, fakat onun eseri kadar bu mevzu etrafında derli toplu malûmat veren bir eser vücude getirilememiştir. Tecrübî spiritualizmin vardığı neticelerden biri her hakikî medyomda teneffüs tekniğinde bir değişiklik olması lâzım geldiğidii. Trans, dalgınlık bariz olsun, olmasın, medyomlar medyomluk işinin başlangıcmd hışıltılı nefes almağa başlarlar ve sonunda derin bir nefes koyuverirler. O sırada kalbin çarpışları değişir, gayri uzvî kalb hastalıkları ârazı belirir. Bu alâmetleri göstermeyen medyomlardan şüphelenmelidir. Çünkü bazı kimseler medyom olmadıkları halde medyomluğa heveslenenerek etrafmdakileri aldatırlar. Böyle sahte medyomlara aldanarak ciltler ile kitap yazmış psişik müdekkiklerine az rastlanmamıştır. Fikrimizce bir medyomun hakikî medyom olup olmadığını ciğer ve halb muayenesinden ziyade ahlâkı tâyin eder. Medyom sağlam ve dürüst ahlâklı ise sadece şuuraltı muhayelesinin icad ve ihtiralarmı yaşasa, ruh gözü asıl ruh âlemine ılişememiş olsa da medyomdur. Sözleri ruhiyat bakımından tetkika değer. Sağlam bir karaktere malik olmıyan kimselere, kendilerinde her türlü medyomluk alâmeti tam olsa bile itimat etmemek yerinde bir ihtiyat olur. Şimdi (Swedenborg) un müteaddit mânevi seyahatlerinden derleyip getirdiği başlıca malûmatın nelerden ibaret olduğuna ve bunların zamanımız metodları ile elde edilenlere ne dereceye kadar uyduğuna bakalım: Swedenborg ergeç hepimizin gideceği yer olan âhıreti bir çok bölümlerden mürekkep buluyordu. Her birimiz ruhî durumumuzun bizi yakıştırdığı bölüğe gidecek, İlâhî kanunlara teb’an otomatik bir surette muhakeme edilecek idik. Neticeyi hayatımızın umumî neticesi, amellerimizin muhassalası tâyin edecekti. Öyle ki günah çıkartma veya ölüm döşeğinde imana gelip tevbe ve istiğfar etme az hüküm ifade edebilecekti. Ahiret bölümlerinde dünyamızdaki hayat sahneleri tekrar vücüde gelmekte idi. Ahirette evler vardı, köşkler vardı. İbadethaneler ve saraylar vardı. İçlerinde oturuluyor, ibadet ediliyor, saltanat sürülüyordu. Ölüm yeni bir hayatın kapısı idi. O kapıdan geçiş semavî varlıkların, meleklerin yardımı ile kolaylaştırılıyordu. Ahiret hayatına yeni başlıyanlar mutlak bir istirahat devri geçiriyorlar, zamanımız ile bir kaç gün içinde sersemlikten kurtularak şuurlarına tekrar sahip oluyorlardı. Orada hem melekler, hem şeytanlar vardı. Fakat bunlar insan varlığından başka varlıklar değiller idi. Vaktiyle hepsi insan idiler. Dünyada yaşamışlar idi. Ya geri kalarak şeytanlığa düşmüş, ya tekâmül ederek melekliğe yükselmiş kimseler idi. Ölüm ile hiç değişmiyorduk. Onun ile bir şey kaybetmiyor, her cihetten yine insan kalıyorduk. Ahirete dünyadaki düşüncelerimizi, itikatlarımızı, batıl itikatlarımızı, kemal veya noksanımızı beraber alıp gidiyor idik. Çocuklar vaftizli, vaftizsiz cennet kapıcıları tarafmdan hoş karşılanıyorlar, asıl anneleri yanlarına gelinceye kadar huriler tarafmdan anne şefkati ile bakılıyorlar idi. Ebedî ceza yok idi. Cehennemlerdekiler cehd ederler ise oralardan çıkmanın yolunu bulabilirler idi. Cehennemlerden cennete, cennetten cennetlere geçiliyor, en son cennet ile asıl mealiye adım atılıyordu. (Swedenborg) un âhiret vizyonları pek zengindir. O, onlarda her teferruata dikkat etmiş, mufassal malûmat toplamıştır. O kadar ki oraya gitmeden hayalimizde âhireti mükemmelen canlandırabiliriz. Çünkü bize âhiıetin her şeyinden: Sanat eserlerinden, mimarisinden, nakış ve süslerinden, musikîsinden, edebiyatından, çiçeklerinden, yemişlerinden, mektep, müze ve üniversitelerinden, kütüphanelerinden, sair ilim ve irfan ocaklarmdan, eğlencelerinden ve... azaplarından bahsetmiştir. Söyledikleri bazı büyük İslâm mutasavvuflarının keşiflerinde tesbit ettiklerine gayet yakındır. Muhyüddini Arabî, İmamı Gazali ruhun (Âlemi Misal ve Berzah) da dünyadaki hayatını bir çok değişiklikler ile baştan yaşadığını ileri sürmüşlerdir. Şark vâkıflarına Garp ruh sahasında yeni hiç bir şey bildirmiyor. Hattâ bu sahada garplıların şarklılardan bir hayli geride oldukları görülüyor. Ancak, «İlmüledün» naehille rin elinde suiistimale uğramasın diye şarkta saklanmış, açığa vurulmamıştır. Spiritualizmde garbin bize yeni bir çok şeyler anlatıyor gibi gelmesinin sebebi budur. Eski tasavvuf kitapları yoklanır ve şifreleri çözülürse müsbet ilim adamları olan (Bröer) ve (Freud) dan asırlarca evvel ruh tahlili ilminin bile tedvin edildiği ve şimdi histeri hastalarında tatbik olunan usuller ile ruh hastalarının iyileştirildiği görülerek hayrete düşülür. Fakat kaderin bir cilvesi ile onların naehil ve ağyar korkusu müsteşriklerin aksine tozlu kitaplar üzerinde geçirilen ömrü boşa gitmiş sayan torunlarını asıl ağyarın kucağına atmıştır. Şimdi bir (Sewddenborg) u, bir (Davis) i bir (Dede Korkut) veya (Deniz Abdal) dan daha kolay tanıyor ve ileri buluyoruz. Edebiyat tarihinde yer alabilen mutasavvufları şöyle böyle tanıyoruz. Fakat onlar dışında kaldıkları halde psişik tecrübelerde onlardan ileri gidenleri çoktan unutmuş bulunuyoruz. Şark spiritualizminden bahis bir tarihe, hakikî tasavvuf tarihine ihtiyacımız büyüktür. Müsteşriklerin himmeti ile garplılar bizden bu hususta çok zengindir. Kendi ruhumuzu başkasının aynasından seyretmek gibi olacak ise de spiritualizm bakımından kütüphanelerimizi taramağa vaktimiz yok ise bari onların eserlerinden bir kaçını dilimize çevirelm. Bunu olsun yapmazsak ruhumuzun bugünkü akışını asla kavrıyamayız. Spiritualizmin ortaya koyduğu hakikatlerden biri de şudur: Dirileri dirilerden çok ziyade ölüler idare eder. (Swedenborg) a göre — «Bu âlemi yaşlı, alil, mariz, perişan bir halde terkedenler âhirette gençlik ve dinçliklerini yenileyip tam kuvvetlerini elde ederler. Evli çiftler beraber yaşarlar. Amma, bu birbirlerine karşı sevgi duydukları takdirdedir. Böyle değilse evlenme çözülür. Başka ruhlar ile evlenilir. Hakikaten birbirini sevenler ölüm ile birbirinden ayrılmazlar. Çünkü ölenin ruhu kalanın ruhundan uzaklaşmaz. Bu hal diğerinin de ölümüne kadar devam eder. O zaman yeni ölü eski sevgilisine kavuşur. Dünyada çektikleri ıstırap nisbetinde beraberce âhrette mesut olurlar.»(Leylâ ile Mecnun), (Kerem ile Aslî), (Tahir ile Zühre) halkımız arasmda yayılmış eski bir kanaate göre cennette buluşmuşlardır. (Swedenborg) da bunu söylüyor. Mumaileyh ölüler ile teması hakkmda şunları yazmaktadır: — «Polhem ölümünün ertesi günü benim ile konuştu. Cenaze merasimine davet edilmiştim. Cenaze arabasına baktı. Tabutu mezara indirdiklerini gördü. Hayatta olduğu halde ne rçin kendisini gömdüklerini sordu. Rahip (Ruzu Ceza) da mezarmdan kalkacağını söylediği zaman: bu da nesi, dedi, mademki şimdi ayaktayım?., hâlâ yaşadığına göre böyle bir itikadın tutunabilmesine hayret ediyordu... (Braha) saat (10) da balta ile kafası kesilmek suretiyle idam edildi. Ayni günün gecesi saat (10) da yanıma gelerek benim ile konuştu. Ondan sonra bir çok günler hep yanımda kaldı.» (Swedenborg) un ba’sü badelmevt akidesinde hıristiyan ve müslümanlardan ayrılması onlar hesabına bir zarar teşkil etmez. Mumaileyh ölüm ile hayatm nihayet bulmadığını kabul etmesi itibariyle hükmen ba’sü badelmevti kabul etmiş durumdadır. Ancak, ruhun zaten ayakta, diri olması itibariyle tekrar ayaklanmağa, dirilmeğe ihtiyacı olmaması Swedenborg ile birlikte bir kısım spiritualistlerin ve bu meyanda spiritlerin ehemmiyetle üzerinde durdukları bir meseledir. İlerde bahsedeceğiz. Şimdilik şu kadarını söyJiyelim ki ba’sü badelmevt ruhun maddî bir âlemde maddî bir beden sahibi olarak tekrar yaşamasıdır. Madde ile irtibatlar olan bu yeni hayat, bilhassa müslümanlara göre, kabirde geçen ve esas itibariyle dünya hayatının bir çok tenevvüler ile hoş veya korkunç rüyalar halinde baştan yaşanması demek olan «Âlemi Misal» hayatının kuvvetli bir surette maddiyete aksinden ibarettir. Yani öleceğiz. Öldükten sonra ölüm ile sersemlemiş bir halde bulunan ruhumuz mezarda ayılarak mesuliyetini idrak edecek, hayatının hâsılası halinde karşısında beliren suallere amellerini anlatmak, onları pek değişik semboller ile baştan yaşamak, bu sırada mânevi Düyük zevkler veya ıstıraplar duymak, kabir saadetini veya kabir azabını tatmak suretiyle cevaplar verecek. «Cennet bahçelerinden bir bahçe veya cehennem çukurlarından bir çukur olan kabir hayatı» (1) asıl ceza gününe kadar devam edecek. O gün maddî bir âlemde işlenen iyiliklerin, fenalıkların mukabillerini yine maddî bir âlemde bulmak üzere bütün ruhlar yer ile gökün birbirine karışmasından sonra doğacak olan yeni madde kâinatında maddî vücut sahibi olarak yer tutacaklar ve vaktiyle dünyada fiilen ekip kabir hayatında üzerinde bol bol düşündüklerini tekrar maddeye bağlı bir hayat ile fiilen biçecekler... Swedenborg ve emsali garplılar, vizyonlarında, yani manevî keşiflerinde büyük İslâm mutasavvuflarının aksine bu hakikate erememiş gözüküyorlar. Fikrimizce garplılaır hakikatin ancak bir kısmını görebilmişler, üst tarafına ruh gözlerinin kuvveti yetişmemiştir. Bu hükmü bize verdirenin İslâmî gayretimiz olmadığını okuyucuya temin edeıiz. Bu kanaate bizi sahip kılan büyük Şark - Garp medyomlarımn eserleri üzerindeki etüdümüzdür. Etüdlerimiz kitabî dinleri teyid ediyorsa .sebebini ruhumuzun o cihete temayül etmesinden ziyade o dinler esasının sağlamlığında aramalıdır. Böyle olmasa, aksi vâki olsa idi, bu eserimizde çocukluğumuzda bize telkin edilen dinî akidelerin yetişkin çağımızda bizi tatmin etmediğini açıkça söyler, bazı vatandaşlarımız gibi açıkça bir spirit veya neospiritualist olur ve asıl o zaman kalemimizi aklî daîlerden ziyade his tarafına çekerdik. Biz, kendi görüşümüze göre, ön istek ile değil, ancak akıl kanunları ile Muhammedi lider tanıyan spiritualistler kafilesinden naçiz bir ferdiz. Bir ölünün tekrar uzvî bedene kavuşması mümkün mü?... Mümkün. Bunun iki yolu vardır: 1 — Tenasüh veya reincarnation. 2 — Ba’sü badelmevt. Tenasüh ve (reincarnation) u spiritlik bahsine bırakarak burada kısaca İkincisinden bahsedelim: Basü badelmevt, yani öldükten sonra uzviyet âlemine gönderilme — tâbirin tam tercemesi budur— akidesi hakkında bazı hıristiyan ve müslüman ilâhiyatçıları şöyle bir tez ileri sürerler: İnsan vücudunda iki nevi tohum vardır. Biri ile kıyamet gününe kadar cinsini, nev’ini temadi ettirir. Diğeri ile kıyamet gününde ölümü ile kaybettiği uzvî bedenini telâfi eyler. İkinci tohum birinci tohum gibi değildir. Toprakta çürümez, suda dağılmaz, ateşte yanmaz. Kıyamet gününe takaddüm eden ve yeni bir madde âleminin doğması ile nihayet bulan umumî hercümerçde bile mevcudiyetini muhafaaz eder. Vaktiyle yeryüzünü doldurmuş olan insanların maddî mümessilleri olan bu tohumlar kıyamet günü İsrafil adlı Tanrı kuvvetinin parolası üzerine misal âleminde âkıbetlerine muntazır olan ruhlar tarafından uyandırılarak buğday tarlalarındaki yeşil buğdaylar gibi yerden fışkırma bir halde diri insan vücutları teşikl ederler. Kıyamet, umumî ayaklanma, budur. Misal âlemindeki ruhların kendi eski maddî kalıp mümessillerine hulûl ederek tekrar uzvî bir beden sahibi olmalarıdır. Bu teze bugünkü müsbet ilim acaba ne diyor? Hayatın mahiyetini ve başlangıcını bilemediğinden ölümün mahiyeti ve sonu hakkında ağız açmağa o kendini yetkili görmez. Hakikî ilim adamı ilmin bu yetkisizliğini bilir ve ilim namma ölüm ötesi işlerini tekzibe kalkmaz. Laboratuvara sığmıyan, tecrübeye girmeyen işlerde ilmin verebileceği hiç bir hüküm, söyleyebileceği hiç bir söz yoktur. Hüküm ve söz yalnız felsefenindir. Felsefenin her çeşidi ise sadece muhtelif bakış zaviyelerinden akla, mantığa uygun birer tahminden ibarettir. Hem de objektif hakikat olarak ileri sürüldükleri halde bu böyledir. Aristo, Platon ve diğerleri objektif hakikatlerinde aldanabilirler. Çünkü bu objektifler yine onlara, yahut insanların heyeti umumiyesine göredir. Yani asimda objektif değil, sübjektiftir. Maamafih sağlam felsefe hakikî objektif bilgi demek olmamakla beraber kuvvetli bir hüccet teşkil eder. İnandığımız mânevi kıymetlere mantıkî destekler aramak ihtiyacını duyduğumuz zamanlar olabilir. Bu zamanlarda kendi akıl ve bilgimiz bize rehberlik edemiyorsa bizden akıllı ve bilgili adamların reylerinden istifade etmek muvafık olur. Ancak, bir, iki, üç, beş akıllı ve bilgili adam da bazan yanılabilir ve bizi yanlışlıklara sevkeder. Bunun için kendi aklımızın yetmediği yerlerde akıllı, bilgili adamların ekseriyetinin fikrini yoklamak lâzımgelir. Böyle çok miktarda akıllı, bilgili adamı ise ancak felsefe tarihinde bulabiliriz. O halde felsefe tarihini açalım. Filosofların fikirlerini, tercemei hallerini, hayatlarını takip edelim. Negörüyoruz? Ekseriyet Tanrıya, âhirete ve ba’sü badelmevte inanıyor. Bu vaziyet karşısında bize düşen, ruhun, âhiretin, ba’sü badelmevtin mantıkî nehcini kavrıyamıyorsak mücerredat sahasında düşünme kabiliyetimizin noksanlığına hükmederek eksiğimizi tamamlamağa çalışmak olacaktır. Dinlerin temel akideleriyle ilgili tereddütlerde veya zatî içtihatlarda felsefe tarihinin hakemliğine müracaat edilir ve filozofların ekseriyetinin fikri ile hareket olunursa bir çok felâketlere yol açacak inkârlardan ve yanlış telâkki ve zanlardan çabuk kurtulunur. Teoloğları, din felsefecileri olmaları itibariyle filozoflar arasında sayıyoruz. Tarihi edyan ve akaid de felsefe tarihinin yanısıra nazarı itibara alınmalıdır. Din iman ise, felsefe imanın mantıkî desteğidir. Bu mantıkî destek ba’sü badelmevt akidesini şöyle destekler: Mademki bugün varız. Binlerce sene evvel nev’imizin başlangıcı olması lâzım gelen ilk insanda kendimizi bilmez bir halde de olsak ve bizi temsil eden muayyen bir (hücre) de bulunmasa herhalde var idik. Ölümümüzden sonra dağılıp parçalanacağız, bizim cinsimizden veya başka cinslerden bir çok uzviyetlere dahil olacak, fakat maddesi itibariyle hiç olmazsa uzun bir müddet kaybolmıyacak olan vücudumuzun herhangi bir atom bölümünde neden meknuziyete rücu etmiş bir haldevarlığımıza devam etmiyelim? Keza neden bu meknuz varlığımız yeni bir hayat şartına kavuşunca (toprak ana) dan tekrar doğmasın?!... Yeryüzünde hayatın bulunmadığı bir devirde bilfarz yıldızların birinden ziya tazyiki ile arza bir tek mantar hücresi fırlatılsa ve bu hücre çoğalmadan mahvolup gitse, aradan bir milyar sene geçse... hayatiyat âlimleri o tek hücrenin veya parçalarının arza fırlatıldığını herhangi bir hesap ile şüpheye yer kalmıyacak surette bilseler... arzda ilk hayatın bir milyar sene sonra bu hücre atomlarından veya atomları akşamından türediğini ilmen ileri sürmekte tereddüt etmezlerdi (1). O halde neden, her gün toprağa verilen bu kadar insan cesedi ile zamanı gelince intaş edecek hayat çekirdekleri toprağa karıştırılmamış olsun?!.. Son incelemeler atom dahilinin zaten canlı olduğunu göstermedi mi? Felsefe imanı katiyet ile değil, ancak imkân ve ihtimal ile destekliyebilir. Ondan, fazlası beklenemez. Katiyeti müsbet ilimler bile vermekten âcizdir. Çünkü beş duygu dışında kalan asıl objektif, mutlak hakikat beş duygu temelli ilimler ile kavranamıyor. Binaenaleyh... kat’iyet isteyen son çare olarak umumî duygu yollarına baş vurmak, kendi ruhu ile başbaşa kalmak ıstırarındadır. Ruhunu dolaşan titremelerin delâletlerini anlıyabilirse ba’sü badelmevtin kafiyelini idrak etmekte gecikmez. Tasavvuf tarihi bu tarzda idraklere kavuşanların tarihidir. Swedenborg ba’sü badelmevti hıristiyanî mânasında lüzumsuz bir akide gibi göstermekle beraber bir nevi ceza gününe inanır: — «Arz etrafında insanların ruhî kabalıklarından, günehlarından sakîl bir bulut hâsıl olur. Bu bulut bir gün arzda şiddetli anî tahavvüllere sebep olur. O zaman ruhlar muhakeme ve tasfiyeye tâbi tutulur. Bu hâdise muhtelif devirlerde tekerrür etmiştir. Zamanımızda kiliseler işi mantıksızlığa döktü. Dinden çıkanlar çoğaldı. Ma’siyet arttı. Bulut yine toplanıyor. Bunu gözümle görüyorum. Dünyamızda tehlike çanları çalmıyor...» Modern psişik otoriteleri, bu meyanda (Vale Owen), ayni günah bulutundan bahsederek lüzumlu temizleme ameliyesinin fazla gecikmiyeceğini ileri sürerler. Bizde de kıyametin yaklaştığına dair bazı alâmetlerden bahsedilir. Bu alâmetlerin başında utanma ve merhamet duygularının kalkması gelir. Şu halde şarkta - garpta insanların fena amelleri ile felâketlerini davet ettiklerine dair müşterek bir seziş vardır. Bu seziş herhalde doğrudur. Çünkü umumî fenalıklar elbet de bir gün umumî bir hercümerç doğuracaktır. Bu hercümercin maddeye sirayet etmeyip ruh sahasında kalacağı, umumî bir kâinat katastrofuna sebebiyet vermiyeceği iddia edilemez. Çünkü madde nerede bitiyor ve ruh nereden başlıyor, bilmiyoruz. O katastroftan sonra ne olacak?... Şark psisik bilgisi otoritelerinin ekseriyetine göre dünyadaki amellerin mükâfat ve mücazatmı görmek üzere yeni bir madde dünyasında cennet ve cehennem... Sonra Asıl ölüm, ferdî şahsiyetin zevali ,hiçlik = saadeti mutlaka (l).Daha sonra tekrar hayat, şahsiyet, tekrar ahiret... Tanrının ihyâ ve imâte çarkı böylece mütemadiyen dönecektir. Müslümanların mukaddes kitabı olan Kur’an bunu pek güzel anlatır. İnsana vaktiyle ölü olduğunu, sonra dirildiğini, tekrar öleceğini, tekrar dirileceğini, tekrar mematı ve hayatı tadacağını tekrarda devam ve istimrar ifade eden kelimeler ile söyler. (Swedenborg) un, vizyonları ile daha ziyade ilâhiyatı kuvvetlendirmesini spiritualistlerin spirit kısmı hiç hoş karşılamazlar. Çünkü zanlarmca eski dinler artık ölmüş, âhiretteki insan ruhlarından aldıkları haberler ile kendileri modern bir din kurmuşlardır. Bunu söylemekle beraber onlar (Swedenborg) un medyomluk kuvvetini pek büyütürler ve onun keşiflerinde gördüklerini kendi medyomlarma gösterebilirlerse kendilerini bahtiyar sayarlar. Spiriller hücumlarını zamanen kendilerine yakın olması hasebiyle bilhassa (Swedenborg) un «Yeni kilise» sine tevcih etmişlerdir. (Swedenborg) ise kendinden bir hayli sonra gelecek olan spiritlerin, kilisesini yıkmak isteyeceklerini bilmiş gibi daha evvelden onların mesleğine şu devirici darbeyi indirmiştir: — «Dünyada yaşıyan insanların âhiretteki insan ruhları ile konuşmaları tehlikelidir. Yalan ve kötülük ile dolu olan bu ruhlardan bize gelecek en büyük tehlike yalanlarına kanmamağa çalışarak kendilerine mukavemet ettiğimiz takdirde mutlaka bizi tasdik edip bizim noktai nazarımız ile bizi desteklemelerindedir. Onlara kanmaz isek, onlar bize kanarlar. O zaman kendi fikirlerimizin ruhlardan sudur tetiğini görünce biz de kanarız. Tanrı hikmete müstenid, hayıra hâdim maksatlarla ruhlar âlemini bizimkinden ayırmıştır. Mücbir sebepler dışında ruhlar ile temas ve muhabereye cevaz verilemez. Yalnız tecessüs ve merak mücbir sebeplerden sayılmaz...». Spiritizmeden yeni bir iman değil, eski imanların takviyesini isteyen spiritualistler bu sözlerin doğruluğunu teslim eder ve spiritizme tecrübelerinden, ruhların kendi fikirlerini desteklemekten başka bir şeyi yapmadıklarını bilerek istifade ederler. Onlara göre ruhlardan sâdır olan fikirler ruhlar adesesi ile tevazzuh etmiş, teferruatmı arttırmış, güzelleşmiş olan kendi fikirleridir. Bu sebepten ruhlardan aldıkları tebligatta kendi esas fikirlerini bulamazlar ise şüphelenirler ve ruhlar ile münakaşalara girişerek onları kendi fikirlerine getirirler. Bunların maksadı ruhların sözleriyle amel etmekten ziyade spiritizme tecrübeleri yardımı ile muhitlerini zamirlerinde olan dinî, İçtimaî bir gayeye doğru hazırlamaktır. Kanaatimizce spiritierin üstadı sayılan (Allan Kardec) bu nevi spiritualistlerdendir. Spiritizmenin okültizm bakımından delâletini kavramak istemiyen ve vicdanlarını alelekser tenkitsiz ruhların süzlerine göre ayarlıyan spiritualistler ise — ki Avrupada daha ziyade spirit adı ile anılırlar— (Swedenborg) un hükümlerine şöyle bir mütalea ile cevap verirler: — İddia yalnız göz alıcıdır. Tecrübelerimiz karşısında tutunamaz. İnsan tabiaten fena değildir ki insan ruhu âhirette fena olsun. Ruhlar bizi aldatmak istiyebilirler. Bu, aldanmamızın lehimize olduğunu bilmelerindendir. Tekâmül aldanmalar ile mümkün olur. Elverir ki aldandığımızı anlıyalım, bir fikirde sabit kalmıyalım. Boyuna hakikati arayalım. Tecrübelerde tuttuğumuz zabıtnamelere bakınız! Orada nadiren müstehcen, gayri nezih bir söze tesadüf edersiniz. Fena bir söz söyleyen ruh irşad edilir ise daima nâdim olur, teessür beyan eder. Bu gösterir ki her ruh iyidir. Spiritierin bu mütaleası ne dereceye kadar doğrudur, spiritlik bahsinde gözden geçireceğiz. Şimdi burada işaret etmek istediğimiz ruhlar ile temasa çalışalım mı, çalışmıyalım mı, meselesidir. Bu hususta ciddî psişik müdekkikleri şu fikri ileri sürerler: Mücbir bir sebep dışında, sırf eğlenmek, vakit geçirmek için ruhlar ile temas tecrübelerine girişmek, (Swedenborg) un dediği gibi, pek yanlış ve zararlıdır. Dünyadaki en ciddî işlerden birinin bir nevi hokkabaz numaraları halinde çoluk,çocuk arasında,eğlenceden başka bir şey için toplanmı yanların toplantılarında ele alınması, kahkahalar arasında söz konusu edilmesi spiritol maabile her spirit alisti, ruh merhumuna hürmeti olan her vicdan sahibini müteelli meder . Aklı başında , malûkatlı kimseler tarafından tertip edilen spiritizme celselerinde hiçbir sebep kendiliğinden mündemicdir . Çünkü zamanımızda o celseler d e k i t e c r ü b e l e r i l e ( S w e d e n b o r g ) u n a k ı l v e h a * y a l i n d e n g e ç i r e m i y e c e ğ i k a d a r m a t e r i y a l i s t o l a n b i r d e v i r d e m a t e - r i y a i i s t l e r i k e n d i t o p r a k l a r ı n d a g ö ğ ü s l e y i p y e r e v u r a c a k k a d a r o b * j e k t i f b i r y o l d a n , ş u u r a l t ı h a l i n d e v e y a o n d a n m ü s t a k i l o l a r a k , m e d - y o m l a r d a k i r u h î t e z a h ü r a t ı n r e e l l i ğ i v e n o r m a l d e n ü s t ü n l ü ğ ü i s p a t e d i l e c e k t i r . Aklıbaşında , malumatı mücerrep medyomların s ı h h a t i n i k o r u r l a r . O n l a r k a n a l ı i l e r u h î m a l û m a t h â z i n e s i n i k ı s a b i r m ü d d e t z a r f ı n d a b o ş a l t m a ğ a k a l k m a z l a r . M e d y o m l a r ı n k u v v e t i * n i t e e n n i i l e k u l l a n m a s ı n ı b i l m e y e n l e r i n p s i ş i k t e c r ü b e l e r d e b u l u n * m a s ı t e c v i z e d i l e m e z . Bunlar , m i ı n e n k e n d i l e r i n e t â b i o l a n o i n * s a n l a r ı a z z a m a n d a y ı p r a t a r a k r u h e n , bedenen mariz bir hale getirirler.Bu sebepten medyumlar kendilerini sakınmalıdır .(Swedenborg) da vizyona ilim, ilme vizyon tedahül eder. Bu sebepten sözleri hem âlimane, hem şairane, hem hakikat ve hem hayal doludur. Hayaller çok kere ilmin öncüleri olduklarından hayaller de kıymetlidir. (Arrhenius) un fikrine göre Swedenborg yukardaki vizyonu yani manevî keşfi ile (Laplace) a fikir babalığı ettiğini ispat etmiştir. Güneş sisteminin doğuşu ve güneşteki lekelerin mahiyeti hakkmda bugün de söylenecek fazal bir şey yoktur. Swedenborg (Newton) u yakından tanımak ve çok takdir etmekle beraber onun cazibei umumiye kanununu şüphe ile karşılamış, aradaki mesafelerin büyüklüğü hasebiyle ecramı semaviyenin birbirine tesirinin birbirini muvazenette tutacak kadar ileri gidemiyeceğini, binaenaleyh cazibei umumiye mevcut da olsa muvazeneli temin edecek başka bir unsur kabul etmek lâzım geldiğini, bunun ise ancak esiri hareketler olabileceğini ileri sürmüştür. Newton bu itiraza susturucu, kesin bir cevap vermek istememiştir. Seyyareler ile güneş arasındaki mesafeler güneş kütlesinin tesirini çok küçültecek kadar büyüktür. Güneş İstanbulda sekiz on metre kutrunda bir toparlak farzedilse, seyyareler uzak semt ve şehirlerdeki darı, buğday, mercimek, ceviz... tanesini andıracak ve oralardan ona tâbi olacaklardır ki vaziyet gözönünde canlandırılır ise idrakimizi zorlamadan kabul edilemez. O halde... Bugün için müsbet ilmin hakkmda bir hükmü olmasa da (Swedenborg) un ileri sürdüğü esir girdaplarına, gayri maddî, riyazi noktaların süratli hareketlerine, diğer bir söz ile ruhların, meleklerin yıldızları çevirmelerine bir hak payı ayırmak yersiz sayılmıyacaktır. Esasen büyük âlim Newton cazibei umumiye kanunu ile Tanrının bir kuvvet tezahürünü keşfettiğini beyan etmiş, hayatının sonuna kadar Tanrıya mutekid kalmıştır. Onun ile Swedenborg arasında izah kalıpları bakımından fark varsa da kalıpların muhteviyatı bakımından fark yoktur. Arrhenius, (Swedenborg) un vizyonlarının hikâyesini onun ifadesi ile kaydetmeğe devam ediyor: — «Seyyarelerde ve diğer yıldızlardaki dostlarımı tekrar ziyaret ettim. Haftalarca, aylarca yanlarında oturdum. Oturdukları âlemlere dair olan esaslı malûmatı onlardan alırım. Bilhassa âdetlerini ve dinlerini bu suretle öğrenirim. Kendim görmediğim zamanlar onlar bana her şeyi açıkça bildirirler. Onlardan işittiklerimin kendi gözümle gördüklerimden farkı yoktur... Arzımızdan kısmen büyük olan seyyarelerin yalnız güneş etrafında dönmek ve bize donuk ziyalar göndermek için yaratılmadığı aşikârdır. Ruhlar melekler bunların meskûn olduğunu bana söylediler. Oralarını dolaştım. Meskûn buldum. Seyyareler topraktırlar. Nerede toprak var ise orada insan vardır. Çünkü insan toprağın baş gayesidir. Ruhlar ile, melekler ile konuşamıyanlar da bunu böyle bilmelidir... Bir keresinde Tanrının kudretine daha ziyade hayran olmak için güneş sistemimizin hududunu aştım. Başka güneşlerin mıntakalarma gittim. Oralardan güneşimize baktım. Arzdan görülen yıldızlardan daha büyük gözüküyordu. Bundan güneşin diğer güneşlerden daha büyükolduğuna hükmettim... Ruhlara bir gün beni en küçük seyyareye götürünüz dedim. Götürdüler. Bu (500) Alman mili (1) çevresinde bir toprak kürre idi. Çok süratle dönüyordu. Sonra güneşimizden en uzak seyyarede bulunmak istedim. Beni (Satürn) a ilettiler. Bu, güreşe en uzak olan seyyaredir dediler... (Merkür) seyyaresine güneşin şuaları çok kuvvetle çarpıyordu. Fakat buradaki havanın hafifliği hasebiyle sakinleri sıcaktan bunalmadan lâtif bir bahar havası içinde yaşıyordu. (Merkür) lilerin zekâları diğer seyyarelerde oturanlarınkinden daha aza benziyor... Samanyolu kum tanesi kadar çok ve çok büyük yıldızlardan müteşekkildir...» (Svvedenborg) seyyareleri ve diğer yıldızları insanlar veya insan benzerleri ile meskûn bilenlerin ilki değildir. Ondan çok evvel (Pythagoras) ayni şeyi talebelerine söyler idi. Büyük felekiyat âlimi (Herschel) güneş lekelerinin sağlam topraklar olduğu ve üzerinde canlı mahlûklar bulunduğu fikrinde idi. (Svvedenborg) u takiben meşhur Filozof (Kant), daha sonraları heyetşinas (Camii Flamarion) seyyarelerin meskûn olduğunu hararetle müdafaa etmişlerdir. Swedenborg vizyonlarında her şeyi doğru görmüş değildir. Meselâ güneşimiz, diğer güneşlerin yanında pek küçük kalır. Şimdiye kadar keşfedilen en küçük şeyyare (3750) kilometre çevresinde değil, (30) kilometre çevresindedir. Güneş manzumesine dahil olarak (Satürn) dan güneşe nazaran daha uzaklarda (1781 - 1846) senelerinde (Uranüs) ve (Neptün) seyyareleri keşfedilmiştir. (Svvedenborg) un ruhları bunları ona bildirmemiş bulunuyorlar. Fakat bunlara mukabil o, seyyarelerin sureti tahassülünü bugüne nazaran iyi görmüş, Samanyolunun hakikatini anlamış, güneş hararetinin hava kesafeti ile makûsen mütenasip olarak tesir ettiğini bilmiştir. Bunlar az şey sayılmaz. (Arrhenius) a göre (Swedenborg) hem büyük bir âlim, hem büyük bir kâhindir. Kehanetleri yalana müstenit değil, samimî bir kanaate müstenittir. Gördüğü için gördüklerini söylemiş, aldatmış ise aldandığı için aldatmıştır. Arkadaşlarından meşhur bankacı (Cuno) onun hakkında şöyle demiştir: — «Gülümseyen mavi gözleri ile bana baktığı vakit sanki doğruluk gözlerinde dile gelir idi.» -KUTAY |
|
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevap | Son Mesaj |
üveys zikri yapılışı? Faziletleri?...(hayatınız değişecek) | gunes | Zikir | 114 | 15.08.24 14:14 |
Artık pamuk ipliği ile bağlıyım hayata | Aciz bir kul | Sorularınız | 38 | 02.08.22 01:22 |
Zaafları tespit etme uygulaması | Och | Metafizik | 0 | 14.09.20 16:23 |
Kıyamet günü olacak olaylarla ilgili ayetler ve mealleri | asterix | Diğer Havas Konuları | 1 | 05.05.19 13:45 |
Zikr Nasıl Yapılır | Adalet | Zikir | 4 | 27.12.18 13:16 |