İbrahim Suresi Açıklamalı Tefsiri - Havas Okulu
 

Go Back   Havas Okulu > islam & Tasavvuf > Kuran-ı Kerim > Kuran-ı Kerim Tefsiri

Acil işlemleriniz için instagram: @HavasOkulu
 
 
LinkBack Seçenekler Stil
Prev önceki Mesaj   sonraki Mesaj Next
  #1  
Alt 03.07.18, 09:04
Daimi Üye
 
Üyelik tarihi: 28.04.15
Bulunduğu yer: Nefes Aldığım Yerde
Mesajlar: 15,036
Etiketlendiği Mesaj: 884 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart İbrahim Suresi Açıklamalı Tefsiri

14-İBRAHİM:

1-2-(Yunus Sûresi'nden beri geçen benzerlerine bakınız.) bu çıkış yeri belli ve sınırlı olmayan, karnın üst tarafından çıkıp her harfin yardımına koşan elif gibi, tevhid (Allah'ın birliğine inanmak) ve doğruluk delili olarak tecelli eden ve tilâvet ve okunması ile gibi dillerde çalkalanarak birlikten çokluğa hitap eden bu seçkin harfler, yani mucizeli nazmıyla bu sûreyi meydana getiren basit ve birleşik sesler öyle büyük bir kitapdır ki, ey Muhammed onu sana yüceliğimizin şanı ile biz indirdik. İndirdik ki insanları karanlıklardan çıkarasın Rablerinin izni ile aydınlığa o aziz (yüce) ve hamdedilmeye layık olan Allah'ın doğru yoluna bütün izzet ve kudret kendisinin, bütün hamd ve senâ kendisine mahsus olan ve bundan ötürü yoluna girip korunmasına sığınanları izzet ve ihsanıyla çok değerli ve saygın kılacağı malum bulunan o nimet veren Rabbin doğru yoluna, hak dinine, yâni o Allah'ın yoluna ki bütün göklerdekiler ve bütün yerdekiler hepsi O'nundur, şu veya bu devletin değil hep O'nundur. O'nun malı ve mülküdür.

O yalnız göktekilerin değil, yeryüzündekilerin de Rabbidir. Ululuğuyla göktekileri yere indirir. İnâyet nuru ile yerdekileri göklere çıkarır. İşte ey Muhammed! Bu kitap öyle indirilmiş bir nurdur ve sen bütün insanlara gönderilmiş öyle yüce bir peygambersin. Yani hangi toplumdan olursa olsun bütün insanları aydınlatacak, yeryüzünde bilgisizlik ve sefâheti (zevk ve eğlenceye düşkünlüğü) ve küfür ve sapıklık inançlarına kapılarak değersiz gayelere, yanlış mabudlara aldanarak kat kat karanlıklar içinde kalmış, dünya ve ahireti tanımaz, nerede bulunduğunu, nereden gelip nereye gittiğini bilmez olmuş bütün insanları sapıklık ve sefillikten kurtarıp iman nuru ile yücelik ve hamd yoluna, ulu ve kendisine hamd edilen Allah'ın din ve şeriatine hidayet edeceksin. Fakat kendi kudret ve irâdenle değil, hepsinin Rabbi olan o âlemlerin Rabbinin izin ve yardımı ile. Çünkü nur O'nun, sen O'nun, gökler ve yerde bütün saltanat ve ilâhlık O'nundur. Onun için müjde inananlara ve vay kâfirlere! O nuru örtmek isteyen ve yücelik ile hamd yoluna çıkmak istemeyen imansızlara şiddetli azabdan.

3- Onlar ki o alçak hayatı severler, dünyayı ahiret üzerine tercih ederler. Bu gün yaşayalım da yarın ne olursa olsun derler, dünya için ahireti satarlar. Ve Allah'ın yolundan çevirirler ve onun da eğiriliğini isterler.

Doğruluktan hoşlanmazlar. Allah yoluna eğri derler, aykırı gidilmesini isterler, doğruya eğri diye kovuculuklar yaparlar. Düzenbazlıkla insanları sapıtmaya, doğru dini eğmeye, bozmaya ve değiştirmeye çalışır, aydınlığı karanlık, karanlığı aydınlık görmek ve göstermek isterler. İşte bunlar, uzak bir sapıklık içindedirler. Doğru yoldan o kadar uzağa sapmışlardır ki ona yanaşmak, kurtuluş bulmak ihtimalleri yoktur. Onun için vay hallerine!

Böyle büyük sapıklık içinde bulunan, eğrilik peşinde dolaşan kâfirler, bu kitabın Arapça olmasına itiraz ederek "Sen bütün insanlara gönderilmiş bir peygamber olsaydın bu kitap Arapça mı olurdu? Hem bu hangi peygamberde görülmüş? Şimdiye kadar hiç bir peygambere Arapça bir kitap inmemiş iken bunun Arapça olması Allah'ın âdetine aykırı değil midir?" Diyecek olurlarsa:

Meâl-i Şerifi

4- Biz, her peygamberi, ancak bulunduğu kavminin diliyle gönderdik ki, onlara apaçık anlatsın. Bu itibarla Allah dilediğini sapıklıkta bırakır, dilediğini de hidayete erdirir. O her şeye galibdir, hükmünde hikmet sahibidir.

4- Biz hiçbir peygamberi gerek özel, gerek genel bir şeriat veya kitap getiren hiç bir peygamberi başka türlü göndermedik. Ancak kavminin dili ile gönderdik. Yani Allah'ın adeti böyledir. Öteden beri her Peygamber, gönderildiği ümmetin ve özellikle içlerinde oturduğu topluluğun dili ile gönderilmiştir. Ki onlara açıklasın. Tebliğine emredilmiş olduğu şeyleri kavmine anlatsın anlattırsın. Bilenin bilmeyene, hazır bulunanın bulunmayana anlayacağı bir dil ile açıklaması ve tebliğ etmesinin bir vazife olduğunu anlatsın. Çünkü bir peygamberin peygamberliği gerek kavmine ait olsun ve gerek daha başkalarını da kapsasın ve bu kapsamlılık gerek Hz. Muhammedin peygamberliğinde olduğu gibi bütün insanlara ve hatta insan ve cinlere kadar genel olsun ve gerekse birkaç topluma ait bulunsun mutlaka o peygamber, kavmini davet edecek ve ilk işi onlara peygamberliğini anlatmak olacaktır. Bu ise onların en iyi, en kolay anlayabilecekleri kendi dilleri, kendi lehçeleri ile açıklamaya bağlıdır. Her şeyden önce "Önce en yakın akrabalarını korkut.." (Şuârâ, 26/214) gereğince en yakından başlayarak peygamber, kavmine bu açıklamayı yapar, Allah'ın emirlerini açıklar ve ilan eder. Bunun üzerine Allah da dilediğini saptırır, yani gerek o kavimden olsun ve gerek dışardan bulunsun bizzat veya vasıta ile etraflıca veya özetle o açıklamayı işiten insanların kimisini Allah, yola getirmez, hakkı sevdirmez, o açıklamadan faydalanmaz, imana başarılı kılmaz, sapıklığa mahkum eder. Dilediğini de hidayete erdirir. Peygamberin dilinden, o açıklamadan faydalandırır, hakkı sevdirir, iman ve ilim ve onun gereğince amel etmeyi nasib eder ve bundan ötürü bir taraftan Arapça bilenler, bilmeyenlere bildikleri diller ile nakil ve tercüme ederek Hz. Peygamberin açıklamalarını tebliğ ederler ve açıklarlar. Elçisinin elçisi, peygamberlerin varisleri olmak şerefine erişirler. Diğer taraftan bu şerefe erişmek için birtakımları da Arapçayı öğrenirler ve bu şekilde Hz. Peygamberin dilini esas olarak anlatırlar ve onunla davet dilden dile ve bir topluluktan diğer topluluğa yayılıp umumîleşir. Allah'ın saptırdığı bahtsız, hidayet ettiği mutlu olur. Ve o Allah öyle aziz, her şeyden üstün, iradesi bütün sebeplere ve etkenlere hâkimdir. Bundan ötürü iradesi ile çekişmek mümkün değildir. Onun için onun sapıttığını yola getirecek, hidayet ettiğini şaşırtabilecek hiçbir kudret, hiçbir irade bulunamaz. Ve Peygamberin açıklaması ne kadar kuvvetli ve açık olursa olsun Allah'ın izni olmayınca hidayet için yeterli olmaz, hem de öyle hakîmdir. Hiçbir sebebe muhtaç olmamakla beraber yaptığını hikmet ile düzenli yapar, iradesi yalnız hikmet olur. Onun için de açıklama yapmadan önce kimseyi sapıklığa mahkum etmez.

Saptırması da, hidayeti de hikmeti ile gerçekleşir. Ululuğundan dolayı, Peygamberini dilediği kavimden seçer ve hikmetinden dolayı açıklamasını o kavmin diliyle yaptırır. Bundan dolayı; "Ey Muhammed! Bu, insanları Rablerinin izniyle karanlıklardan aydınlığa, her şeye galip ve övülmeye layık olan Allah'ın yoluna çıkarman için, sana indirdiğimiz bir kitaptır." (İbrahim, 14/1) hitabıyla bütün insanları Allah'ın izniyle aydınlatmak hidayet ve sapıklığın birbirinden ayrılmasında kesin delil olmak için Hz. Muhammed'in peygamberliği ile gönderilen bu kitabın, bu apaçık Kur'ân'ın Arapça olarak indirilmesinde ve indiği gibi Arapça hakim kılınmasında da nice ilâhî hikmetler vardır. Kur'ân, başka bir dil ile indirilseydi, Peygamberin içlerinde bulunduğu ve ilk önce hitap edeceği kavmi anlamayacak, "Fussilet Sûresi"nde geleceği şekilde "Âyetleri uzun uzadıya açıklansaydı ya, Araba yabancı dil mi?" (Fussilet, 24/44) demeye hakları olacak ve diğer kavimlere tebliğ etmek ve umumîleştirmek için ilk neşredenler yetişmeyecek ve bundan dolayı hiçbir topluluk hakkında Allah'ın kesin delili gerçekleşmeyecekti. Ve eğer bütün dillerle indirilseydi de Arapçası gibi birçok Kur'ân bulunsaydı böyle bir mucize büsbütün zararlı ve tevhid hikmetine aykırı olurdu, kavimler arasında kavga ve anlaşmazlığı azaltacak yerde çoğaltır, birleştirecek yerde dağıtırdı.

Çünkü her biri yalnız kendi dilini esas ve hakim tanıtması gerekecek ve aralarında hakim ve furkan (hakkı batıldan ayıran) bir kitap bulunmamış olacaktı. Hem bu sayının artması, terceme ihtiyacından kurtarmayacak, her topluluk kendi dilindeki Kur'ân ile diğerlerinin birbirine uygun olup olmadığını anlamak ihtiyacında bulunacak ve bundan dolayı sayıları ne kadar çoksa terceme ihtiyacı da o oranda artacak ve bir çevirmenin bütün dilleri bilmesi gerekecek ve dayanılmaz bir şeyi teklif etmek durumunu alacaktı.

Bunun açıklaması:

Meâl-i Şerifi

5- And olsun ki Musa'yı âyetlerimizle gönderdik. Ona şöyle dedik: Kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar, onlara Allah'ın (felaket) günlerini hatırlat. Şüphe yok ki bunda her sabredip şükreden için nice ibretler vardır.

5- Şüphesiz ki biz Musa'yı âyetlerimizle gönderdik. Yani peygamberliğini açıklayan mucizeler ve kitap vererek zikredildiği üzere kavminin dili ile elçi yapıp gönderdik. Şöyle diye ki kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar. "İsrailoğullarını bizimle serbest bırak." (Şuârâ, 26/17) buyurulduğu üzere Musa'nın kavmi İsrailoğulları idi. İsrailoğulları da Mısır'da bulunuyordu. Yusuf'tan sonra Mısır'ın idaresi kötüleşmiş, İsrailoğuları Firavun ailesinin zulüm ve işkencesi altında ne yapacağını şaşırmış, cahillik ve sapıklık, zayıflık ve zillet ve ümitsizlik gibi türlü türlü karanlıklar içinde kalmış idi. Bundan dolayı bundan sonraki âyetten de anlaşılacağı üzere, bu emrin kısaca mânâsı şu olur: İsrailoğullarını aydınlatarak Firavun'dan kurtar ve onlara Allah'ın (felaket) günlerini hatırlat. Tarihte ümmetlerin başından geçen ve doğrudan doğruya Allah'ın kudretini gösteren, Allah dedirten acı veya tatlı büyük olayları anlatarak veya Allah'ın nimetlerini, musibetlerini hatırlatarak va'z ve nasihat et! Şüphe yok ki onda, o hatırlatmada veya o günlerde hangi kavimden olursa olsun pek sabırlı, çok şükreden her kimse için elbette birçok âyetler vardır. Ki Allah Teâlâ'nın kudret ve birliğine, belâ ve nimetine delalet eder ve gönüllerini uyanıklık ve ibretler, ümit ve genişlikle aydınlatır. Gerçi bunlar, herkes için âyet iseler de sabrı veya şükrü veya ikisi de az veya hiç olmayan kimseler onlardan faydalanamaz, gerçekten aydınlanamazlar. O aydınlanma hem çok sabredenler, hem şükredenlere aittir ki, sıkıntı karşısında ümitsizlik ve telâşa düşmez, nimetin kadrini bilir, devamlı şükrünü yerine getirmeye çalışırlar. Bu iki tabiat iman huylarından olduğundan dolayı burada "çok sabreden ve çok şükreden" mümin demekten kinâye olduğu da söylenmiştir. Görülüyor ki Hz. Musa'ya "Kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar" buyurulmuş. Yüce Peygamberimize (s.a.v.) ise; "İnsanları karanlıklardan aydınlığa çıkarasın." (İbrahim, 14/1) buyurulmuştur. Demek ki her peygamberlikte esas, ortak değer bu aydınlatmadır. Fakat Hz. Muhammed'in peygamberliği kavminden başlamak üzere bütün insanlar için oluyor. Hz. Musa'nın peygamberliği ise kavmine ait bulunuyordu. Diğer âyetlerde geçtiği üzere onun Firavun'a gönderilmesi de bilhassa İsrailoğullarından dolayı idi. Bununla birlikte böyle olması Musa'ya emredilen hatırlatmalar, Tevrat'ta zikredilmiş âyetler içinde yalnız Musa'nın kavmini değil, herkesi aydınlatacak âyetlerin bulunmasına engel değildir. Onun için "Mâide" Sûresi'nde geçtiği şekli ile Tevrat hakkında; "Onda hidayet ve aydınlık vardır." (Mâide, 5/44) buyurulduğu gibi, burada buyurulmuştur. İşte Allah'ın (felaket) günlerinin hatırlatılmasındaki hikmetinden dolayı, bunun bir özetini hatırlatması emredilerek Hz. Peygambere de buyuruluyor ki:

Meâl-i Şerifi

6- Musa kavmine demişti ki: "Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Çünkü O, bir vakit sizi Firâvun ailesinden kurtardı. Onlar sizi işkencenin en kötüsüne sürüyorlar ve oğullarınızı kesip kadınlarınızı da diri bırakıyorladı. Ve bunda Rabbinizden size büyük bir imtihan vardır."

7- Ve hatırlayın ki Rabbiniz size şöyle bildirmişti: Yüceliğim hakkı için şükrederseniz elbette size (nimetimi) artırırım ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir.

8- Musa dedi ki: Siz ve yeryüzünde bulunanların hepsi nankörlük etseniz, iyi biliniz ki Allah hepinizden zengindir, hamdedilmeye layıktır.

6-7-8- Ey Muhammed Ümmeti:

Meâl-i Şerifi

9- Sizden öncekilerin; Nuh, Âd ve Semûd kavimlerinin ve onlardan sonra gelenlerin haberleri size gelmedi mi? Onları, Allah'tan başkası bilmez. Peygamberleri onlara mucizeler getirdi de onlar ellerini ağızlarına koydular ve dediler ki: "Biz sizinle gönderileni inkâr ettik ve bizi çağırdığınız şeyden de şüphe ve endişe içindeyiz."

9- "Size... gelmedi mi?" Bu hitap görünürde Hz. Musa'nın sözü gibi görünürse de, birçok tefsircinin tercih ettikleri görüşe göre, Allah tarafından Hz. Peygamberin kavmine bir hitap başlangıcıdır. Gerçekten Tevrat'ta Âd ve Semûd'dan bahsedilmediği doğru ise, bu açıkça belli demektir. Çünkü onları Allah'tan başkası bilmez. Yani Nuh, Âd ve Semûd kavimlerinden sonra tarihin bilinmeyen safhaları içine gömülmüş, miktar ve özelliklerini Allah'tan başkasının bilemeyeceği daha nice kavimler "ve bu arada daha birçok nesilleri (Allah'ı inkâr etmelerinden dolayı helak ettik")" (Furkân, 25/38) mânâsı gereğince ne kadar çok nesiller mahvolmuş ve soyları tükenmiş ki bunlar hakkında da: "Onlardan sana kıssalarını anlattığmız kimseler de var, durumlarını sana bildirmediğimiz kimseler de var." (Mümin, 40/78) buyurulduğu üzere, kısmen ve özetle de olsa haber gelmedi mi? İbnü Mesud (r.a) bu âyeti okuduğu zaman dermiş ki: "Neseb âlimleri yalancıdırlar". Yani biz nesebler ilmini biliyoruz iddiasında bulunanlar ve Hz. Âdem'e varıncaya kadar bütün insan ırklarının soy zincirini belirlemeye kalkışanlar yalan söylemiş olurlar. Çünkü Allahtan başkası onları bilmez" buyurulmuştur. İbnü Abbas'dan (r.a) şöyle rivayet edilmiştir: "Adnan ile İsmail arasında bilinmeyen otuz baba (batın) vardır." Hz. Peygamber'den (s.a) rivayet edilmiştir ki: "Maadd b. Adnân b. Edd"i geçmezdi ve buyurmuştur ki: "Neseblerinizden yakın akrabalarınızla ilişki sürdürecek kadarını öğreniniz, yolu bulabilecek kadar da astronomi öğreniniz"

Bazı müfessirler de demişler ki, şu halde bundan dolayı Hz. Âdem'in yaratılışından beri geçen senelerin sayısını da kestirmek mümkün değildir. Onu da Ancak Allah bilir.

Bütün o kavimlere ne oldu bilir misiniz? Onlara peygamberleri mucizelerle geldiler. Açık deliller, açıklamalar ve mucizeler getirdiler de onlar ellerini ağızlarına ittiler, öfkelerinden parmaklarını ısırdılar. Yahut bütün kuvvetleri ile ağızlarını tutmaya, susturmaya çalıştılar. Yahut o peygamberlerin kendilerine uzatılan imdat (yardım) elini ve hidayetlerini ağızları ile reddettiler, öpecek yerde ısırdılar ve dediler ki kesinlikle biz sizin kendisiyle gönderildiğiniz şeyleri inkâr ettik ve getirdiğiniz mucizelere inanmıyoruz. Davetinize gelince de bizi davet ettiğiniz şeylerden de muhakkak ve şüphesiz kuşku içindeyiz öyle bir şüphe ki gocundurucu, yani pireleniyoruz, kuşkulanıyoruz ve ürküyoruz.

Meâl-i Şerifi

10- 10- Peygamberleri dedi ki: "Gökleri ve yeri yaratan, Allah hakkında da şüphe mi var? O, sizi günahlarınızı bağışlamak için çağırıyor ve belirlenmiş bir süreye kadar size müsade ediyor." Onlar da: "Siz sadece bizim gibi bir insansınız, bizi babalarımızın taptıklarından alıkoymak istiyorsunuz. O halde bize apaçık bir delil getirin!" dediler.

Meâl-i Şerifi

11-17- 11- Peygamberleri onlara dediler ki: "(Evet) biz ancak sizin gibi bir insanız, ama Allah kullarından dilediğine nimetini lütfeder. Ve Allah'ın izni olmadıkça bizim size bir delil getirmemize imkan yoktur. Müminler ancak Allah'a dayansınlar.

12- Bize yollarımızı göstermişken neden biz Allah'a dayanıp güvenmeyelim? Elbette bize yaptığınız eziyetlere katlanacağız. Tevekkül edenler yalnız Allah'a tevekkül etsinler."

13- İnkâr edenler peygamberlerine dediler ki: "Ya sizi mutlaka yurdumuzdan çıkaracağız, ya da mutlaka dinimize döneceksiniz!" Rableri de onlara: "Zâlimleri mutlaka helak edeceğiz" diye vahyetti.

14- Ve Onlardan sonra sizi mutlaka o yerde yerleştireceğiz. Bu, makamımdan ve tehdidimden korkan içindir.

15- (Peygamberler, düşmanlarına karşı) fetih istediler, ve her zorba inatçı hüsrana uğradı.

16- Ardından da Cehennem vardır, orada kendisine irinli su içirilecektir.

17- Onu yutmaya çalışacak, fakat boğazından geçiremeyecek ve her yandan ona ölüm gelecek, fakat o ölemez. Arkasından da çetin bir azab gelecektir.

Meâl-i Şerifi

18-18- Rabblerini inkâr edenlerin durumu tıpkı fırtınalı bir günde rüzgarın şiddetle savurduğu bir küle benzer. Kazandıklarından hiçbir şeyi elde edemezler. İşte asıl uzak sapıklık budur.

Meâl-i Şerifi

19-23- 19- Gökleri ve yeri gerçekten Allah'ın yarattığını görmedin mi? O dilerse sizi yok edip yepyeni bir halk getirir.

20- Bu, Allah'a göre önemli bir şey değildir.

21- (Kıyamet günü) İnsanların hepsi Allah'ın huzuruna çıkacaklar. Ve zayıflar büyüklük taslayanlara şöyle diyecekler: "Bizler, sizlere uymuştuk. Şimdi siz, Allah'ın azabından en ufak bir şeyi bizden savabilir misiniz?" Onlar da diyecekler ki: "Allah bizi hidayete erdirseydi, biz de size doğru yol gösterirdik. Artık şimdi bizler sızlansak da sabretsek de birdir. Çünkü kaçacak yerimiz yoktur."

22- İş bitince şeytan onlara şöyle diyecek: "Şüphesiz ki Allah size gerçek olanı vaad etti, ben de size vaad ettim, ama sonra caydım! Zaten benim size karşı bir gücüm yoktu. Ancak ben sizi (küfür ve isyana) çağırdım, siz de geldiniz. O halde beni kınamayın, kendi kendinizi kınayın! Ne ben sizi kurtarabilirim, ne de siz beni kurtarabilirsiniz! Ben, önceden beni Allah'a ortak koşmanızı da kabul etmemiştim." Doğrusu zalimler için acı bir azab vardır!

23- İman edip salih ameller işleyenler ise, Rablerinin izniyle içinde sürekli kalacakları ve altından ırmaklar akan cennetlere konulurlar. Oradaki dirlik temennileri "selâm!"dır.

Meâl-i Şerifi

24-27- 24- Görmedin mi? Allah nasıl bir misal verdi. Güzel bir söz, kökü (yerde) sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaç gibidir.

25- (O ağaç) Rabbinin izniyle her zaman meyve verir. Öğüt alsınlar diye Allah insanlara böyle misaller verir.

26- Kötü sözün durumu da, yerden koparılmış, kökü olmayan kötü bir ağaca benzer.

27- Allah, iman edenleri, dünya hayatında da, ahirette de sağlam bir söz üzerinde tutar; zalimleri de saptırır ve Allah, dilediğini yapar.

__________________
Sözün kıymetini '' Lal'' olandan,
Ekmeğini kıymetini ''Aç '' olandan,
Aşkın kıymetini ''Hiç'' olandan öğren..

Alıntı ile Cevapla
 

Etiketler
aciklamali, suresi, tefsiri, İbrahim


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevap Son Mesaj
Nuh Suresi Açıklamalı Tefsiri Havasokulu Kuran-ı Kerim Tefsiri 1 06.01.20 01:27
Cin Suresi Açıklamalı Tefsiri Havasokulu Kuran-ı Kerim Tefsiri 2 09.12.18 23:16
Fil Suresi Açıklamalı Tefsiri Havasokulu Kuran-ı Kerim Tefsiri 4 29.08.18 10:30
Ma-un Suresi Açıklamalı Tefsiri Havasokulu Kuran-ı Kerim Tefsiri 1 31.07.18 08:24
Kaf Suresi Açıklamalı Tefsiri Havasokulu Kuran-ı Kerim Tefsiri 3 03.07.18 00:56


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 08:33.


Powered by vBulletin® Version 3.8.5
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
HavasOkulu.Com

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147