Ölüm, Ölüm anı, Kabir, Hesap AHİRET PERDESİNİ ARALARKEN - Havas Okulu
 

Go Back   Havas Okulu > islam & Tasavvuf > islam & islami Konular > Ölüm & Kabir & Kıyamet

Acil işlemleriniz için instagram: @HavasOkulu
Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
  #1  
Alt 26.01.16, 16:35
aşk - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Vefalı Üye
 
Üyelik tarihi: 08.10.14
Bulunduğu yer: Eski Zelanda
Mesajlar: 26,344
Etiketlendiği Mesaj: 136 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart Ölüm, Ölüm anı, Kabir, Hesap AHİRET PERDESİNİ ARALARKEN


ÂHİRET PERDESİNİ ARALARKEN ( KİTABU’T-TEVEHHUM)


GİRİŞ

Bir olan, üstünlüğüne sınır bulunmayan, sonsuz azamet sahibi, hükmü geri çevrilemeyen, sonsuz büyüklük ve yücelik sahibi Allah Teâlâ’ya hamdolsun. Allah Teâlâ bizi imtihan ve tecrübe için yaratmıştır. Cennet ve Cehennemi bizim için hazırlamıştır. İşin ciddi-ve önümüzdeki tehlikenin büyük olduğunu belirtmiştir. Aklı olan ve düşünen kişi, varacağı yerin neresi ve akibetinin ne olacağını öğreninceye kadar gönlü kırık olması gerekir. Çünkü Rabbine isyan ettiği ve Mevlâsının emirlerine karşı geldiği olmuştur. Sabah akşam Allah Teâlâ’nın gazab ve hoşnutluğu arasında gidip gelmiştir. Hayatının, bu ikisinden hangisiyle noktalanacağını ve gerçek akibetinin ne olacağını bilemez. Bundan dolayı, Allah Teâlâ katındaki halinin ne olacağını bilinceye dek kaygısı büyük, üzüntüsü uzun, sıkıntısı ise şiddetli olmalıdır.
Başarı ve tevfiki Allah Teâlâ’dan iste!
Günahlardan affını O’ndan bekle!
Her işte O’ndan yardım dile!
Sen Rabbinin emir ve yasaklarını çiğnemiş ve isyanınla O’nun gazab ve azabını kesin hakketmişken nasıl sevinebildiğine, korku ve ürpertinin nasıl gönlünden eksilebildiğine hayret ediyorum. Hiç çaresiz ölüm, sıkıntıları, acıları, çırpınışları ve sarhoşluğuyla gelip çatacak. Er geç gerçekleşeceği için bunu şu anda olmuş gibi kabul et!
ÖLÜM

Ölüm Sekerâtı

Düşün bir kere!
Sen can çekişmektesin. Ölümün sıkıntısı, acısı, sarhoşluğu, gam ve ıstırabıyla boğuşmaktasın. Ölüm meleği ayağından itibaren ruhunu çekmeye başlamış. Bu çekişin acısını ayağının ta ucundan hissetmektesin. Sonra bu çekiş aralıksız devam eder. Can çekişme kızışır. Ruh aşağıdan yukarıya olmak üzere bütün bedeninden çekilir. Acı doruğa ulaşmıştır. Ölümün sıkıntıları bütün bedenine yayılmıştır. Kalbin, ürperti ve üzüntü içindedir. Rabbinden gazab veya hoşnutluk müjdesini gözleyip beklemektedir. Canını almakla görevli melekten bu iki haberden birini almaktan başka bir ihtimal olmadığını anlamışsındır.
Ölüm Meleğinin Görünüşü

İşte sen böyle gam, tasa, ölüm acısı ve şiddetli üzüntü içerisinde Rabbinden iki müjdeden birini beklerken, birden bire ölüm meleğinin çehresiyle yüz yüze gelirsin. Bu çehre ya en güzel veya en çirkin bir manzara arzetmektedir.
Bedeninden ruhunu çekip çıkarmak üzere elini ağızına doğru uzatırken ona bakıyorsun. Bu hale düşmekten ve ölüm meleğinin yüzünü görmekten dolayı nefsin zillete bürünmüştür. Ondan nasıl bir müjdeyle ansızın karşılaşacağını merak edip duruyorsun. Birden bire onun sesini duyuyorsun. Ya sana: “Allah Teâlâ’nın rıza ve mükâfatıyla sevin, ey Allah Teâlâ’nın dostu!” veya “O’nun gazab ve azabıyla sevin (!) ey Allah Teâlâ’nın düşmanı!” haberini alıyorsun.
İşte o anda ya kurtuluş ve başarma kesin kanaat getirir ve ruhun Allah Teâlâ ile huzur bulur veya mahv ve helâk olduğuna kani olur, kalbin ümitsizlikle dolar, Allah Teâlâ’dan ümit ve emelin kopar. Dünyadaki müddetinin bittiği, iz ve eserinin silindiği ve senden önce geçip gidenlerin yurduna taşındığın o anda gönlüne son derece keder ve hüzün veya neşe ve sevinç hâkim olur.
Alıntı ile Cevapla
  #2  
Alt 26.01.16, 16:43
aşk - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Vefalı Üye
 
Üyelik tarihi: 08.10.14
Bulunduğu yer: Eski Zelanda
Mesajlar: 26,344
Etiketlendiği Mesaj: 136 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

KABİR

Kabir ve Sorgusu

Gönlünün sevinç ve neşeden uçar gibi olduğu veya hüzün ve ibretle dolduğu o anda kendini bir düşün!
Kabri ve onun dehşetli manzarasını, oradaki iki meleği ve Rabbine olan imâna ilişkin sorularını bir tasavvur et!
Ya Rabbinden gelen kesin söz (Kelime-i Şehadet) ile desteklendiğinden sebatlı ve kararlı veya yardımsız, şaşkın ve ürkeksin. O iki meleğin sorgulamak üzere tutup seni oturtmak için çağırdıkları an ki seslerini düşün!
O daracık mezar çukurunda oturuşunu göz önüne getir. Kefenlerin iki yanına düşmüş, gözünün üzerine konulmuş pamuklar yerlerinden ayrılıp ayağının yanına kaymıştır. Bunları düşün, sonra da onların şekline ve vücutlarının büyüklüğüne gözünü dikişini bir tehayyül et!
Eğer onları güzel şekilleriyle görürsen, kalbin başarı ve kurtuluşa erdiğini kesin olarak anlar. Eğer kötü manzaralarıyla görürsen, gönlün mahv ve helâkine kanaat getirir. Düşün onların nağme ve sorularıyla ses ve sözlerini; sonra da eğer sebat lütfetmişse Allah Teâlâ’nın desteğini veya seni yalnız başına yardımsız terketmişse şaşırtmasını!
Kabrin Cennet ve Cehenneme Açılması

Ya kesin veya şaşkın ve şüpheli cevabını düşün!
Şanı yüce Allah Teâlâ sana sebât ihsan etmişse o iki meleğin sevinçle sana yöneldiklerini, Cehenneme kapı açmak için ayaklarıyla kabrin yanlarına vurduklarını bir düşün!
Sonra Cehennemin, ateşiyle kızışıp kaynayışını, o anda meleklerin seninle olan konuşmalarını göz önüne getir. Cenâb-ı Hakk’ın seni koruduğu bu manzaraya bakıp duruyorsun. Bundan dolayı gönlünün neşe ve sevinci bir kat daha artar. Acz ve zaafına rağmen nasıl bir ateşten kurtulduğunu gözlerinle görüp inanırsın.
Sonra o iki meleğin, ayaklarıyla kabrinin yanlarına yeniden vurduklarını, mezarının, ziynet ve nimetleriyle Cennete açılışını ve meleklerin şu sözlerini bir tehayyül et: “Ey Allah Teâlâ’nın kulu!
Cenâb-ı Hakk’ın senin için hazırladıklarına bak!
Bu senin makamın ve kavuşacak yerindir!
“Bu Cennet nimetlerini ve saltanatının gözalıcılığını ve bu müşahede ettiğin nimetlerle parlak güzelliklere bir gün kavuşacağını görmekten gönlünün sevinç ve neşesini düşün!”
Eğer böyle değilsen, bütün bunların tersini; azarlanışım, Cenneti görüp de meleklerin sana söyleyecekleri, “Aziz ve Celil olan Allah Teâlâ’nın seni mahrum bıraktığına bak!”; cehhenemi görüp de sana yöneltecekleri, “Allah Teâlâ’nın senin için hazırladıklarına bak! Bu senin yurdun ve varacak yerindir!” şeklindeki sözlerini düşün!
Bu ne büyük tehlike!
Bu iki halden hangisinin kabirde senin halin olacağını öğreninceye kadar, dünyada sana ne büyük gam ve üzüntü vardır!
Sonra yokluk ve peşinden de imtihan!
Nihayet eklemlerin parçalanacak, kemiklerin mahvolacak, vücudun da çürüyüp dağılacak. Fakat, ölüm meleğinin verdiği müjdenin hüzün veya sevinci ruhundan hiç geçmeyecek. Canın, sürekli olarak yeniden diriliş anında karşılaşacağı Allah Teâlâ’nın gazab ve azabının veya O’nun rıza ve mükâfâtının bekleyişi içinde bulunacaktır. Sen bunu bekleyip dururken ruhun Cennetteki makamına veya Cehennemdeki yerine arzedilecektir. Ruhunun hasret ve üzüntüleri ya da neşe ve sevinci ne büyük olacak!
Nihayet ölülerin bekleme süresi tamamlanacak. Yer ve gök, sakinlerinden boş kalacak. Hepsi bir zamanlar canlı ve hareketliyken sönüp kalacaklar. Artık ne duyulan bir ses, ne de görülen bir karartı vardır. Sadece O en Yüce Cebbar olan Allah Teâlâ Teâlâ kalmıştır. Tıpkı azamet ve yüceliğiyle tek ve yalnız olarak ezelde olduğu gibi!
Alıntı ile Cevapla
  #3  
Alt 26.01.16, 16:44
aşk - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Vefalı Üye
 
Üyelik tarihi: 08.10.14
Bulunduğu yer: Eski Zelanda
Mesajlar: 26,344
Etiketlendiği Mesaj: 136 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

KIYAMET VE HAŞİR

Hz. İsrafil’in Seslenişi

Sonra ruhun, sen de dâhil bütün yaratıkların Allah Teâlâ’nın huzuruna zillet ve küçüklük içerisinde toplanması için bir dellalın seslenişiyle ansızın irkilecektir.
Bu sesin kulak ve akim üzerinde nasıl bir etki yapacağım düşün!
En Yüce Sultana arzedilmeye çağırıldığını aklınla anlarsın. Bu sesten dolayı yüreğin yerinden fırlamış ve saçların ağarmıştır. Çünkü bu bir tek çığlıktır ve celal ve ikram, azamet ve kibriya sahibi Allah Teâlâ’nın huzuruna toplanmaya çağırmaktadır. Sen bu sesten dolayı ürperti içindeyken ansızın başucundan toprağın yarılışını duyarsın. Mezarının toprağıyla tepeden tırnağa tozlar içinde sıçrayıp ayakların üzerine kalkarsın. Gözlerin sesin geldiği tarafa dikilmiştir. Seninle birlikte bütün yaratıklar, içerisinde uzun şiire bela ve imtihan gördükleri yerin toz ve toprağına bulanmış olarak öyle bir kalkış kalkarlar ki!..
Sen ve onların hep birlikte korku ve dehşetle ayaklanışınızı bir düşün!

Mahşere Sevk

Mahlûkâtın kalabalığı içerisinde korku, üzüntü, gam ve kederinle yalnız başına çıplaklık ve zilletini göz önüne getir!
Herkes çıplak, yalınayak, suskun; zillet, meskenet, korku ve dehşet içindedir. Onların ayak seslerinden ve İsrafil çağrısının yankısından başka bir şey duyamazsın. Senin de içinde bulunduğun mahlûkât ona doğru yönelmiş ve sesin geldiği tarafa yürümektedirler. Heybet ve zillet içerisinde koşmaktasın. Mahşer yerine vardığında, çıplak ve yalın ayak cin ve insanlardan bütün ümmetler kalabalıklaşır.
Yeryüzü hükümdarlarından saltanatları çekilip alınmış, kendilerini zillet ve küçüklük bürümüştür. Dünyada Allah Teâlâ’nın kullarına karşı işledikleri zulüm ve zorbalıktan, sonra artık yaradılış ve değer bakımından mahşer ehlinin en aşağılık ve en küçükleridir.
Sonra yaratıklardan ürküp yalnız başlarına yaşarlarken vahşi hayvanlar, tabi tutuldukları bir imtihan veya işledikleri bir günahtan dolayı değil sadece Kıyâmet gününün verdiği zilletten başları önlerine eğik olarak çöllerden ve dağların tepelerinden yönelip gelirler. Şiddet, cüret ve kudretlerine rağmen yırtıcı hayvanların bile o büyük günde, Kıyamet ve Allah Teâlâ’nın huzuruna arz anı için boyunlarını bükmüş olarak ve zillet içerisinde gelişlerini düşün!
Nihayet o vahşiler, yaratıkların arkasından gelip Cebbar ve gerçek Melik olan Allah Teâlâ’nın huzurunda, zillet, meskenet ve inkisar içerisinde dururlar.
Şeytanlar da azgınlık, isyan ve inatlarından sonra Yüce Allah Teâlâ’nın huzuruna arzedilmenin zilletiyle boyun eğmiş olarak gelirler. Uzun bir imtihandan sonra, yaratılış ve tabiatları farklı farklı olduğu ve birbirlerinden ürküp kaçtıkları halde hepsini bir arada toplayan Allah Teâlâ’nın şanı ne yücedir!
Yeniden diriliş hepsine boyun eğdirmiş ve mahşere sevk, onları aynı yerde toplamıştır.
Göklerin Yarılması

İnsan, cin, şeytan, vahşi ve yırtıcı hayvanlar, davar ve sığır gibi evcil hayvanlar ve haşereleriyle bütün yeryüzü ahalisinin sayısı tamamlanıp arz ve hisab durağında hepsi yerlerini alınca, üstlerinden göğün yıldızları saçılır, güneş ve ayın ışığı giderilir, kandil ve nurunun sönmesiyle yeryüzü karanlığa bürünür.
Senin de içinde bulunduğun yaratıklar bu vaziyetteyken, üstlerinden dünya seması çatırdamaya ve onca büyüklüğüyle tepelerinde dönmeye başlar. Sen de bu tehlikeli manzarayı gözlerinle izlersin. Sonra dünya seması beşyüz senelik kalınlığına rağmen yarılır. Onun parçalanışı senin kulağında ne korkunç bir ses yapar!
Sonra Kıyamet gününün azamet ve dehşetinden yırtılıp param parça olur. Parçalanıp yarılan gökleri kuşatan melekler, o göklerin etrafında ayakta dururlar. Onca büyüklüğüyle göğün parçalanış dehşetini ne zannediyorsun?
Rabbi, onu Kıyametin dehşetiyle eritip içine sarılık karışan eriyik gümüş haline getirir. Tıpkı celıl ve büyük olan Allah Teâlâ’nın buyurduğu gibi: “Gök yarılıp da, kızarmış yağ renginde gül gibi” olur (Rahman Sûresi: 37) veya: “O gün gök yüzü erimiş maden gibi olur. Dağlar da atılmış yüne döner.” (Mearic Sûresi: 8-9).
(Müfessirler derler ki: el-Mühl, içine sarılık karışmış eriyik gümüştür. el-İhn ise, atılmış renkli yündür. “Verdeten keddihan” ifadesi ise, kırmızı atın rengi demektir.)
Meleklerin İnişi

Dünya semasının melekleri o semanın kenarlarında iken, birden bire Cenâb-ı Hakk’a arz ve hesap için yeryüzündeki mahşer yerine inerler. O melekler, muazzam büyüklükleri, Allah Teâlâ katındaki değerleri ve Kendisine sunulmak ve huzurunda hesaba çekilmek üzere kendilerini zillet ve meskenetle toplu halde indiren Yüce Sultan’ı takdis ile yükselen sesleriyle göğün iki tarafından yeryüzüne doğru hızla inerler. Muazzam kıymetleri, dev cisimleri, dehşetli sesleri ve şiddetli korkularıyla, Aziz ve Celil olan Allah Teâlâ’ya arzedilmenin zilletinden boyunları bükük bir biçimde bulutların arasından inişlerini bir tehayyul et!
Nitekim Yahya bin Ğaylan el-Eslemî bana demiştir ki: Ruşdeyn bin Said’in, Ebû’sSemh’ten, onun da Ebû Kabîl, onun da Abdullah bin Amr bin el-As’tan naklettiğine göre Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Allah Teâlâ’nın bir meleği vardır. İki göz pınarları ile göz kuyruğu arası yüz senelik yürüyüş mesafesi kadardır.” Yine Yahya bin Ğaylan elEslemî bana demiştir ki: Ruşdeyn bin Said, İbn Abbas bin Meymun el-Lahmî, onun da Ebû Kabîl, onun da Abdullah bin Amr bin el As’tan naklettiğine göre Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Allah Teâlâ’nın bir meleği vardır. İki kaşının arası yüz sene kadardır.”
İnen meleklerin kendileri için geldiklerini düşünen mahlûkât onlara şöyle sorduklarında senin de korkun ne yaman olur: ‘Rabbimiz aranızda mı?” Melekler onların bu sorusundan ve Sultanlarını (Allah Teâlâ) aralarında bulunmaktan tenzih ederek ürperirler ve yeryüzü ahalisinin bu düşüncelerinden Allah Teâlâ’yı tenzih için yüksek sesle şöyle nida ederler: “Haşa! Rabbimizi tenzih ederiz. O aramızda değildir. O gelecektir.” Nihayet, o günün verdiği eziklikten dolayı başlan önlerine eğik bir vaziyette, mahlûkâtı kuşatarak saf halinde yerlerini alırlar. Onca azametli yaratılışları içerisinde kanatlarına bürünmüş, Rablerine zillet, mahviyet ve saygı ile başlarını önlerine eğmiş vaziyetteki hallerini düşün!
Sonra her şey aynı biçimde ve yedinci kat semaya varıncaya kadar bütün gök halkı sayıları ve büyüklükleri katlanarak iner. Her bir göğün ahalisi yaratıkların etrafında ayrı bir saf tutar.
Alıntı ile Cevapla
  #4  
Alt 26.01.16, 16:44
aşk - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Vefalı Üye
 
Üyelik tarihi: 08.10.14
Bulunduğu yer: Eski Zelanda
Mesajlar: 26,344
Etiketlendiği Mesaj: 136 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Mahşerin Hararet ve Sıkıntısı

Nihayet bütün yedi gök’ ve yedi yer ahalisi mahşerdeki yerlerini tam olarak alınca güneşe on yıllık hararet giydirilir ve yaratıkların tepelerine bir veya iki yay kadar yaklaştırılır. Rabbu’l-Alemînin arşının gölgesinden başka hiç kimsenin gölgesi bulunmaz. Arşın gölgesinde serinlenenler ve güneşin hararetiyle kavrulanlar vardır. Güneş, altındakileri hararetiyle kızdırır. Hararetten onların keder ve endişeleri şiddetlenir. Sonra ümmetler dalgalanmaya ve itişip kakışmaya başlar. Birbirlerini sıkıştırır ve ayaklan gider gelir.
Susuzluktan boyunları kopacak gibi olur. Güneşin sıcaklığı, mahlûkâtın nefesleri ve izdihamın verdiği hararet birbirine eklenir. Bunun üzerine onlardan öyle bir ter akar ki, yeryüzüne yayılır. Sonra da amellerinin derecesine ve Allah Teâlâ katındaki saadet ve şekavet durumlarına göre vücudlarını kaplar. Öyle ki ter, bazılarının topuklarına, bazılarının göbeğine, bazılarının kulak memelerine kadar yükselir. Bazıları da neredeyse teri içerisinde kaybolacak hale gelir. Ter kimisinin göbeğine kadar çıkar.
Umeyr bin Said der ki: Ben İbn Anır ve Ebu Said el-Hudrî’nin yanında oturuyordum. Cuma günüydü. Birisi ötekine dedi ki: “Ben Resûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem)’i şöyle buyururken dinledim: ‘Kıyamet günü ter insanoğlunun neresine kadar varır?’
Orada bulunanlardan birisi: ‘Kulak memelerine kadar’ bir diğeri: ‘Ağızına kadar’ dedi. İbn Ömer (radiyallâhü anh): (kulak memesinden ağıza doğru eliyle bir hat çizerek) ikisinin de eşit olduğunu görüyorum” dedi.
Hayseme, Abdullah’ın şöyle dediğini bildirdi: “Kıyâmet günü yeryüzünün hepsi adeta ateş kesilir. Ötesinde ise Cennet bulunur. İnsanlar, onun hurilerini ve kadehlerini görürler. Abdullah’ın cam kudretinin elinde bulunan Allah Teâlâ’ya yemin ederim ki, kendisine hesap dokunmadığı halde bir kişi o kadar ter döker ki, döktüğü ter kendi boyunca yeryüzüne yayılır. Sonra bu ter burnuna kadar yükselir.” Abdullah’a sordular: “Bu neden ileri gelir Ya Eba Abdurrahman?”
Abdullah: “İnsanların çektiği sıkıntıyı görmesinden” cevabını verdi.
İbn Ömer (radiyallâhü anh)’den, Resûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem)’in şöyle buyurduğu nakledildi: “Kişi (bir defa da ‘kâfir’ dedi) Kıyâmet günü, duruşmanın uzunluğundan dolayı kulaklarının ortasına kadar ter sızıntısının denizi içerisinde ayakta dikilir.” Yine Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)’den naklen Abdullah’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: “O günün uzunca bekleyişinden. Kıyamet günü ter, kâfiri ağızının hizasından gemleyecek derecede kaplar (Ali, beklemenin uzamasından’ dedi) Öyle ki, ‘Ya Rabbi! Ateşe göndermek bile olsa beni rahatlat’ diye yalvarır.”
Hiç şüphesiz sen de onlardan birisin. Kederinle başbaşa kalmış, ter kaplamış ve gam bürümüş, şiddetli ter, korku ve ürküntüden nefesin daralıp bunalmış bir halde kendini düşün!
İnsanlar da seninle birlikte saadet veya mutsuzluk yurduna gönderecek hükmün verilmesini beklerler.
Herkes Canının Derdine Düşer

Nihayet, senin ve diğer yaratıkların meşakkati doruğa ulaşır. Konuşmadan ve işlerine bakılmadan uzun uzun beklerler. Üçyüz sene hiç konuşmadan, bir lokma yemek yemeden, bir yudum su içmeden, yüzlerine bir tek hoş esinti ve serin meltem değmeden, bu bekleyiş ve ayakta dikilişten doğan çekilmez ve katlanılmaz derecedeki yorgunluğu giderici bir an bile istirahat etmeden beklemelerini ne zannedersin?
Katade veya Ka’b’deıı rivayet edilmiştir ki: “O gün insanlar, âlemlerin Rabbinin huzurunda duracaklar” (el-Mutaffifin Sûresi: 6) ayetini okudu ve şu açıklamayı yaptı: ‘Üç yüz sene kadar duracaklar.” Yine o, Hasan-ı Basrî’den şöyle duyduğunu söyledi: “Uzunluğu elli bin sene olan bir zaman, aykalarının üzerinde azîz ve celîl olan Allah Teâlâ’nın huzurunda ayakta dikilen insanların halini ne zannedersin?!
Onlar orada ne bir şey yemişler ve ne de bir şey içmişlerdir. Öyle ki susuzluktan boyunları incelmiş. Açlıktan içleri yanmış. Bu onları ateşe sevk etmiş de sıcağı yaklaşmış ve esintisi şiddetlenmiş, yaklaşan kızgın bir pınardan sulanmışlardır.
Peygamberlere Müracaat

Onların meşakkat ve bitkinliği takat getiremeyecekleri bir dereceye varınca onlar, Mevlâ’nın yanında değerli olan ve kendilerine o hal ve durumlarında rahat etmeleri için şefaat edecek kimseleri aramak üzere birbirleriyle konuşurlar. Bu durumdan kurtulup Cennete veya Cehenneme sevkedilmelerini isterler.
Önce Âdem ve Nuh’a, sonra İbrahim’e, İbrahim’den sonra da Musa ve İsa’ya başvurup yardım isterler. Hepsi de onlara şöyle derler: Rabbimiz bugün öyle bir gazaba gelmiştir ki, böylesine ne bugünden önce gazaplanmış, ne de bundan sonra bu kadar gazaplanır. Hepsi de bu şekilde kudret ve celal sahibi Rablerinin gazabının şiddetini ifade eder ve kendi kendileriyle meşgul olduklarını şöyle dile getirirler: “Nefsî, nefsî! (kendi canım, kendi canım!)” bizzat kendi canlarının derdiyle meşguliyet, kendi dertleri ve kurtuluş kaygıları onları şefaat için Rablerine başvurmaktan alıkoyar. Aziz ve Celil olan Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “O gün herkes gelip kendi canını kurtarmak için uğraşır…” (Nahl Sûresi: 111) Yaratıklardan hiçbirini düşünmez.
Yaratıklar topluca çağrışırlarken, herbiri canının derdine düşüp “Nefsî nefsî!” diye bağırırken seslerini bir tehayyül et!
“Nefsî, nefsî” sözünden başka bir şey duyamazsın. O gün ne ‘korkunç bir gündür !
Sen de onlarla birlikte sadece kendini düşündüğünü ve Rabbinin azab ve cezasından kurtulmağa çalıştığını haykırırsın.”
Allah Teâlâ katındaki değerleri ve yüksek makamlarına rağmen Adem Safiyullah, İbrahim Halilullah, Musa Kelimullah, İsa Ruhullah ve Kelimetullah’tan (aleyhimüsselâm) herbirinin Rabbinin şiddetli gazabından korkarak: “Nefsî nefsî!” diye seslendiği bir günü ne zannedersin?!
O günkü korkun, telaşın, üzüntün ve endişenle kendini onlarla mukayese edebilir misin?
Alıntı ile Cevapla
  #5  
Alt 26.01.16, 16:45
aşk - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Vefalı Üye
 
Üyelik tarihi: 08.10.14
Bulunduğu yer: Eski Zelanda
Mesajlar: 26,344
Etiketlendiği Mesaj: 136 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Büyük Şefaat

Nihayet, mahlûkât onların kendi canlarının derdine düştüğünü görerek şefaatlerinden ümit kesince Hz. Muhammed (sallallâhü aleyhi ve sellem)’e gelirler. Rableri nezdinde şefaat etmesini dilerler. O da kendilerine bu konuda müsbet cevap verir. Sonra aziz ve celil olan Rabbinin huzuruna çıkarak izin ister. Kendisine izin verilir. Sonra Rabbi için secdeye kapanır. Sonra O’na layık şekilde hamd ve senalar eder. Bütün bunlar senin ve tüm mahlûkâtın duyacağı şekilde cereyan eder. Nihayet Rabbi, onların biran evvel huzura arzedilmesi ve işlerine bakılması konusundaki dileğini kabul eder.
En Büyük Mahkeme

Sen, diğer yaratıklarla birlikte Kıyâmetin karanlık ve şiddetli sıkıntısı içerisinde karar faslını ve nimet veya hüzün yurduna girmeyi bekleyip gözlerken birden bire Arşın nuru yükselir. Yeryüzü Rabbinin nuruyla parlar. Kalbin cebbar olan Allah Teâlâ hükmetmeye başlayacağına kesin olarak inanır. Ona arzedilme sıran gelmiştir. Öyle ki senden başka kimsenin arz edilmediğini ve senden başka kimsenin işine bakılmadığını sanırsın.
Hamîd bin Hilal’in şöyle dediği bildirilmiştir: “Bize anlatıldı ki: Kıyâmet günü bir kişi hesab’a çağırılarak: ‘Ey falan oğlu falan hesaba gel!’ denilir. Hatta o zanneder ki, ‘hesaba getirilenlerden benden başkası kast edilmiyor.’
Cehennemin Kükreyişi

Sonra Yüce Allah Teâlâ: ‘Ey Cebrail, bana Cehennemi getir!’
Cebrail yanına varıp ‘Ey Cehennem, gel!’ dediği zaman Cehennemi bir düşün!
Allah Teâlâ’nın başka bir varlık yaratıp da kendisini onunla azaplandıracağı korkusuyla ıztırap ve titremesini bir tehayyül et!
Çalkalanıp coştuğu ve parlayıp yaratıklara uzak yerinden baktığı ve onlara doğru iç çekip kükrediği anı bir düşün!
Allah Teâlâ’nın emrine muhalefet edip asi olanlara karşı Rabbinin gazabından dolayı gazablanarak mahlûkâtın üzerine hücum ederken bekçilerini sürükleyişini düşün!
İç çekiş ve kükreyiş sesini, dalgalar halinde birbiri arkasında gelen o homurtuları düşün!
Kulağın o uğultularla dolmuştur. Korku ve heybetten yüreğin ağızına varmış ve uçacak hale gelmiştir. Yaratıklar onun kendilerine doğru kükreyişinden şiddetle kaçarlar.
İşte o gün, çağrışma ve karşılıklı feryat günüdür. Cehennem sesinin yankılarını duyunca arkalarını dönüp kaçarlar ve birbiri arkasına, Cehennemin etrafına, dizüstü çökmüş vaziyette dökülürler ve gözlerinden yaşlar boşanır.
Zalimlerin Feryadı

Cehennemin iç çekiş ve kükreyişi esnasında mahlûkâtın birbirine karışan ağlama sesini bir düşün!
Zalimler feryat ve figan ederek yok olup gitmeyi dilerler. Her bir seçkin, sıddık şehid, kısaca bütün halk: “Nefsî, nefsî!” diye bağırır. Düşün bir kere: Mahlûkâtın peygamberlere çağıran seslerini!
Onlardan her kul: “Nefsî, nefsî!” diye seslenir. Sen de aynı şeyi söylersin. Sen de mahlûkâtla birlikte şiddetli tehlikeler ve yürek ürperten korkular içerisindeyken, bir de bakarsın ki Cehennem ikinci bir kez haykırmıştır.
Senin ve onların korku ve endişesi bir kat daha artar. Arkasından üçüncü bir kez kükrer. Yaratıklar peşpeşe yüzüstü dökülürler. Gözleri belerir ve ateşin kendilerini kapıp götürme korkusuyla göz ucuyla gizli gizli bakarlar. O zaman zalimlerin yürekleri hoplar ve gırtlaklarına dayanır da yutkundukça yutkunurlar. Yutkunuşları boğazlarında düğümlenir. Akıllar uçar, iyi ve kötü bütün insanların akılları şaşar. Hiçbir peygamber ve seçkin hiçbir salih kul kalmaz ki bundan dolayı aklı şaşmasın.
Peygamberlerin Korkusu

O anda aziz ve celil olan Allah Teâlâ, yolunun davetçileri ve kullarına karşı delilleri oldukları için mahlûkâtın en değerlileri ve Kendisine en yakınları olan peygamberlere yönelerek, kendilerini kullarına ne ile gönderdiğini ve kullarının kendilerine ne cevap verdiğini sorarak buyurur: “Size ne cevap verildi?”
Onlar da düşünüp hatırlayan değil şaşırıp unutan akıllarıyla: “Hiç bir bilgimiz yok. Şüphesiz ki gaybleri bilen yâlnız sensin!” (Maide Sûresi: 109)
Bu ne büyük korku ki, Allah Teâlâ’ya olan yakınlıkları ve katındaki değerlerine rağmen peygamberlerde öyle bir noktaya varmış ki akıllarını şaşırtmış da, ümmetlerinin kendilerine ne cevap verdiğini dahi bilemez hale getirmiştir!
Ebu’l-Haban ed-Dimeşkî’nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Ebu Kurre el-Ezdî’ye dedim ki: ‘İnsanların kalbi Kıyamet gününün dehşetli hallerine nasıl dayanır?”
Dedi ki: “Onlar yeniden diriltildiğinde buna güç yetirecek bir yapıda yaratılırlar.” Ebu’ 1-Hasan dedi ; ki: “İshak bin Halef’e Yüce Allah Teâlâ’nın peygamberlerine söylediği: ‘Size ne cevap verildi? (sorusuna) onların: Bilmiyoruz’ (Maide: 109) sözünü sordum ve onlar dünyada kendilerine ne cevap verildiğini bilmiyorlar mı?’ dedim. Dedi ki: Kendilerine bu soru yöneltildiğinde duydukları heybetin büyüklüğünden akılları şaşar ve dünyada kendilerine ne cevap verildiğini bilemezler. Dolayısıyla doğru söylüyorlar. Nihayet kendilerine gelirler ve dünyada kendilerine nasıl cevap verildiğini hatırlarlar.
Ebu’l-Hasan, “Bu cevabı Ebu Süleyman’a naklettim. O: ‘İshak doğru söylemiş. Peygamberler o andaki sözlerinde doğrudurlar. Nihayet kendilerine gelince, kendilerine ne cevap verildiğini hatırlarlar’ dedi. Ebu Süleyman dedi ki: “Birini arkadaşına: ‘Benimle senin aranda Sırat vardır’ dediğini duyduğunda bil ki o Sıratı tanımıyor. Eğer tanısaydı, Sıratta bir kimseye takılmayı veya birinin kendisine takılmasını istemezdi.”
Alıntı ile Cevapla
  #6  
Alt 26.01.16, 16:45
aşk - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Vefalı Üye
 
Üyelik tarihi: 08.10.14
Bulunduğu yer: Eski Zelanda
Mesajlar: 26,344
Etiketlendiği Mesaj: 136 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Kıyametin Manzarası ve Tekvir Sûresi

“Allah Teâlâ’nın, peygamberleri toplayıp da: ‘Size ne cevap verildi?’ dediği gün…” (Maide: 109) ayeti hakkında Mücahid’in şöyle dediği nakledildi: ‘Onlar korkarlar ve: ‘Bizim hiçbir bilgimiz yok’ derler. Yine: “O gün her ümmeti diz çökmüş görürsün” (Casiye: 28) ayeti hakkında şöyle dediği bildirildi: “Yani, diz üstü sürünerek…” Mücahid devamla şunları söyledi: Abdullah’ın şöyle dediğini duydum: ‘Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: ‘Sizi mahşerde Cehennemin korkusundan diz çökmüş olarak görür gibiyim.” Yine Mücahid dedi ki: “Abdullah bin Ömer (radiyallâhü anh)’ın şöyle dediğini işittim: ‘Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: ‘Kıyamet gününün manzarasına bakmak isteyen, “Güneş katlanıp dürüldüğünde…” (Tekvîr Suresi: 1) suresini okusun.”
Amr bin Zerr’in şöyle dediği bildirildi: “Sabahleyin hayır aramak üzere çıkan kişi, hayır bulur. Gözlerinizin yaşarmamasını ve kalblerinizin katılığını bana mı yüklüyorsunuz? Eğer bugün size Allah Teâlâ’nın Kitabından bir öğüt dinletmezsem, o zaman suçu bana yükleyin.” Sonra şu âyet-i kerimeleri okudu: “Güneş katlanıp dürüldüğünde, yıldızlar (kararıp) döküldüğünde, dağlar (sallanıp) yürütüldüğünde…” (Tekvîr Sûresi: 1-3) tâ “…Kişi neler getirdiğini anlamış olacaktır” (Tekvîr Sûresi: 14) ayetine veya surenin sonuna varıncaya kadar… Sonra şöyle devam etti: ‘Beni dinleyiniz! O bekleyişte onlar arasında senin halin ne olacak?!
Onların maruz kaldığı korku ve dehşete; hatta kalbin güç yetiremeyecek, vücudun kaldıramayacak kadar büyüğüne senin de maruz kalacağını biliyor musun?
İşte görüyorsun o durakta peygamberlerin bile akılları şaşmış. Sen ise, asî, günahkâr ve Rabbinin hoşlanmadığı işlere devam edip dururken akim ne hale gelir ve halin nice olur?
En Yakın Akrabalar Bile Birbirinden Kaçar

O korku, dehşet, titreme, yalnızlık ve şaşkınlıktan dolayı evlat, baba, kardeş, eş ve akrabaların senden kaçtıkları, senin de hepsinden kaçtığın o anı düşün!
Nasıl da birbirinizi yüz üstü ve yardımsız bırakırsınız?
Eğer o günün büyük korkusu olmasaydı, annenden, babandan, eşinden, çocuklarından ve kardeşinden kaçman mertlik ve vefakârlık sayılmazdı. Fakat tehlike büyüktür, korku şiddetlidir. Bu yüzden ne sen onlardan kaçtığından dolayı kınanırsın ne de onlar kınanır.
Neden diğer insanlardan değil de özellikle bunlardan kaçıyorsun?
Onlara kızdığından dolayı mı?
Nasıl onlara kızarsın veya onlar sana kızarlar ki?
Öyleyse neden özellikle onlardan kaçıyorsun?
Kızdığından mı?
Oysa onlar, dünyada iken candaşların, gözünün nurları ve gönlünün sürurlarıydılar. Fakat onlardan birinin sende bir hakkı bulunup da yakana yapışarak aziz ve celil olan Rabbinin huzurunda seninle hesaplaşmasından, korkarsın. Sonra belki de davayı kazanır da, kurtuluş, ümidin olan iyiliklerinden kendisine verilir. B öylece sevaplarından ayrılır ve bu yüzden de Cehenneme girersin.
Cehennemden Bir Boyun Uzanır

Sen bu halde iken,, birden Cehennemden bir boyun çıkıp yükselir ve açık bir dil ile, yaratıklar içerisinden hesapsız olarak yakalamakla görevlendirildiği kimseleri haykırır. Sonra bu boyun yönelip gelir ve kuşun yem tanelerini topladığı gibi onları toplar, üzerlerine kapanarak ateşe atar ve ateş de onları yutar. Sonra onlarla birlikte Cehennemin içinde gizlenir.
İşte onlara bu yapılacak. Sonra bir münadî şöyle seslenir: Mahşer ahalisi kimin ikrama layık olduğunu görecektir. Her hal ve durumda Allah Teâlâ’ya hamdedenler ayağa kalksın!” Onlar ayağa kalkarak Cennete doğru seğirtirler.
Hesapsız Cennete Girenler

Sonra geceleyin kalkıp ibadet edenlere de aynı şey yapılır. Sonra, dünyanın ticaret ve alışverişi’ kendilerini Mevlâ’yı anmaktan alıkoymayanlara da böyle yapılır. Nihayet Cennetlik ve Cehennemliklerden bu gruplar (hesapsız olarak) girecekleri yere girdikten sonra, amel sahifeleri uçuşur, insanların sağ veya sol ellerine düşer ve mizanlar kurulur. Onca büyüklüğüyle kurulmuş mizanı düşün!
Kalbin ürperti içerisinde defterinin sağma mı yoksa soluna mı düşeceğini beklerken defterlerin uçuşmasını bir tasavvur et!
Üç Yerde Kimse Kimseyi Hatırlamaz

Hasan-ı Basrî’nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)’in başı Hz. Aişe (radiyallâhü anh)’nın kucağındaydı. Derken uykuya daldı. Hz. Aişe (radiyallâhü anh) Ahireti hatırlayarak ağladı. Gözünden akan yaşlar Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)’in mübarek yanakları üzerine damladı. Resûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) bu gözyaşlarıyla uyandı. Başını kaldırdı ve: ‘Niye ağlıyorsun, ey Aişe’m?’
diye sordu. Hz. Aişe: ‘Ey Allah Teâlâ’nın Resulü, Ahireti hatırladım da… Acaba Kıyâmet günü yakınlarınızı hatırlar mısınız?’
dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: ‘Canım kudretinin elinde bulunan Allah Teâlâ’ya yemin ederim ki, şu üç yerde kişi kendisinden başka hiç kimseyi hatırlamaz: Teraziler kurulup insanların amelleri tartıldığı zaman iyilik kefesinin hafif mi, yoksa ağır mı geldiğini öğreninceye kadar. Amel sahifeleri dağıtıldığı zaman, sağ elinden mi, yoksa sol elinden mi verildiğini bitinceye kadar. Bir de Sırat yanında.”
Enes bin Malik’ten rivayet edilmiştir: “Kıyamet günü insanoğlu getirilip mizanın iki kefesi arasında durdurulur ve bir melek kendisi için görevlendirilir. Eğer terazisinin sevap kefesi ağır basarsa, görevli melek bütün mahlûkâtın duyacağı bir sesle şöyle seslenir: ‘Falan oğlu falan bir daha ebediyen mutsuz olmayacağı bir saadete ermiştir!’
Eğer, terazisinin sevap kefesi hafif gelirse bu defa de aynı melek, bütün mahlûkâtın işiteceği bir sesle şöyle seslenir: ‘Falan oğlu falan, bir daha hiç mutlu olmayacak bir şekavete uğramıştır!’
İşte sen yaratıklarla birlikte ayakta dikilirken birden bire meleğe bakarsın ki, ona zebanileri getirmesi emredilmiştir. Hemen ellerinde demir tokmaklar ve üzerlerinde ateşten elbiselerle gelirler. Sen onları görünce korkarsın, dehşet ve heybetten yüreğin uçacak gibi olur.
Adın Okunur

Sen bu halde iken, birden bire yüksek sesle adın okunur. Gelmiş geçmiş bütün mahlûkâtın huzurunda isminle şöyle çağırılırsın: ‘Nerede falan oğlu falan Aziz ve celil olan Allah Teâlâ’ya takdim edilmeye gel!’
Zaten melekler seni almak için görevlendirilmiş. Nihayet seni Rabbine yaklaştırırlar. Sözkonusu çağrıyla istenenin sen olduğunu bildikleri için isim benzerliğinin bulunması kendilerini şaşırtmaz.
Talha bin Amr bize haber verdi ki: Bana İbn Ebi Rabah şöyle dedi: Ey Talha!
Senin ismin ve benim ismim gibi kim bilir ne kadar çok isim vardır?!
Kıyamet günü: ‘Ey falan!’ dendiğinde hemen kastedilen kişi kalkar. Başkası kalkmaz. Çünkü kalbine sen olduğuna dair bilgi doğmuştur. Hemen ayağa fırlarsın. Bütün vücudun titrer. Organların çırpınır. Rengin uçar. Korkan, ürken ve titreyen yüreğin göğsüne küt küt vurur. Seni almakla görevli melekleri görünce, seni müthiş bir ıstırap, titreme ve korku tutar. Kullar içerisinde çağrılanın senden başkası olmadığını çok iyi bilirsin. Melekler ellerini sana uzatır, seni kıskıvrak yakalarlar. Sonra uysal hayvanların çekilmesi gibi seni çeker götürürler. Aziz ve celil olan Allah Teâlâ’ya arzedilmek ve O’nun huzurunda durup dikilmek üzere sürükleyerek safların arasından geçirirler. Sen: aralarından Rabbine doğru çekilip götürülürken bütün yaratıklar, gözlerini sana dikmişlerdir.
Alıntı ile Cevapla
  #7  
Alt 26.01.16, 16:46
aşk - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Vefalı Üye
 
Üyelik tarihi: 08.10.14
Bulunduğu yer: Eski Zelanda
Mesajlar: 26,344
Etiketlendiği Mesaj: 136 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Ulu Divan

Kalbin titreyerek, ıstırap ve ürpertiyle huzurda durduğun anı bir düşün!
Seni yakaladıkları zaman elleriyle pazularını tutuşlarını ve o anda avuçlarının sertliğini bir düşün!
Elleriyle kıskıvrak yakalanışını ve safların arasından geçirilişini bir düşün!
Kalbin uçar, gönlün yerinden fırlar gibidir. Yine ellerinde bulunuşunu bu şekilde seni Rahman olan Allah Teâlâ’nın arşına kadar götürerek ellerinden fırlatışlarını ve Allah Teâlâ’nın ulu kelamiyle seni çağırmasını bir düşün!
“Ey Adem oğlu, yaklaş bana!” Nurunun içine kaybolmuşsun. Çırpınan, hüzünlü, ürperen ve korku dolu bir gönül; endişeli, korkulu ve kırık bir göz; uçmuş bir renk ve titreyen mustarib organlarla tıpkı annesinin yeni doğurduğu küçük yavru gibi, Aziz, Celil, Kebîr ve Kerîm olan Rabbinin huzurunda durursun.
Amel Sayfası

Elinde, işlediğin hiçbir günahı ve gizlediğin hiçbir sırrı bırakmayıp hepsini içeren yazılı bir sayfa titremektedir. Sen içindekileri yorgun bir dil, geçersiz bir delil ve kırık bir gönül ile okursun. Hala sana ihsanda’ bulunan ve kusurlarını örtmeye devanı eden Mevlâ’dan utanç ve korkun acaba ne derecededir?!
İşlediğin çirkin fiillerinden ve büyük günahlarından seni sorguya çektiği zaman ne dille cevap verirsin?
Yarın O’nun huzurunda hangi ayakla durursun. Hangi gözle O’na bakarsın. Hangi yürekle O’nun ulu ve yüce sözlerine, sorgulama ve azarlamasına dayanabilirsin?
Küçücük vücudunla, titreyen organlarınla ve çarpıntılı yüreğinle kendini bir tehayyül et!
Günahlarını hatırlatıp kötülüklerini ortaya döken ve seni durdurup gizlediklerini bir bir itiraf ettiren kelamını işitmektesin. Bu haldeki durumunu ve binbir tehlikenin seni çepeçevre sarışını bir tasavvur et!
Kim bilir kaç günahı unutmuşsundur ki Allah Teâlâ onları sana hatırlatmıştır!
Sakladığın kaç gizli sır vardır ki Allah Teâlâ hepsini açıklayıp ortaya dökmüştür. Kim bilir nefsin isteklerine olan meylin ve gafletin sebebiyle ihlaslı yaptığını ve ifsad edici arızalardan uzak olduğunu zannetiğin nice amelin vardır ki Allah Teâlâ hepsini geri çevirmiş ve boşa çıkarmıştır.
Son Pişmanlık

Oysa bunlara büyük bir ümit bağlamıştın. Rabbine itaat konusunda gösterdiğin ihmalden dolayı kalbinin ne büyük üzüntü ve pişmanlıkları olur!
Nihayet her günahı anmak ve her gizliyi ortaya dökmek suretiyle, Allah Teâlâ seni tekrar tekrar sorguya çektiği zaman sıkıntı seni oldukça yorar ve utancın doruk noktaya ulaşır. Çünkü karşındaki en Yüce Sultandır. O’ndân utanıldığı kadar hiç kimseden utanılmaz. Çünkü O, benzeri olmayan Bakî, Evvel ve Kadîm’dir. Ihsan sahibidir. Şefkatlidir. Merhametlidir. Kerîmdir. Cömertliğine nihayet yoktur. Ni’met, fazl ve kerem sahibidir.
İşte bu sıfatları taşıyan bir Zatın seni sorgulamasını ne sanıyorsun?!
Emrine olan muhalefetini, gösterdiğin saygısızlık ve hayasızlığı ve Kendisine kafa tutuşunu bütün açıklığıyla ortaya dökmüştür. Dünyada emirlerine karşı gelişini, sana olan nimetlerini önemsemeyişini ve azametini düşünmeyişini sana hatırlatmasını düşünebiliyor musun?
Nitekim şöyle der:
“Ey kulum!
Neden bana saygı göstermedin?!
Neden benden utanmadın?!
Sana olan ihsanımı hafife mi aldın?
Yoksa sana iyilikte bulunmadım mı?
Sana nimet vermedim mi?
Benim hakkımda seni aldatan nedir?
Gençliğini nerede yıprattın?
Ömrünü nerede tükettin?
Malını nereden kazandın ve nereye harcadın?
İlminle ne denece amel ettin?


Tercümansız Görüşme

Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Hiçbiriniz yoktur ki, Âlemlerin Rabbi, arada hiçbir perde ve tercüman bulunmaksızın kendisine soru sormasın.” Adî bin Hatim şöyle demiştir ‘Ben Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)’in bir konuşmasına şahid oldum. Şöyle buyuruyordu:
Hiç şüphesiz biriniz -arada engelleyici hiçbir perde ve meramını ifade edecek hiçbir tercüman bulunmaksızın Allah Teâlâ’nın huzurunda ayakta dikilecektir. Allah Teâlâ soracak: ‘Sana mal vermedim mi?’
Kul: ‘Evet verdin’ diyecek. Allah Teâlâ: ‘Sana elçi göndermedim mi?’
diye soracak. Kul: ‘Evet gönderdin’ diyecek.’ Sonra sağına bakacak Cehennem ateşinden başka bir şey göremeyecek. Soluna bakacak, yine Cehennem ateşinden başka bir şey göremeyecek. Öyleyse, (dünyada sadaka olarak vereceği) bir hurma parçasıyla da olsa ateşten korunsun. Bunu bulamıyorsa, güzel bir sözle bunu yapsın.”
Abdullah bin Mes’ud yeminle sözüne başlayarak şöyle dedi: ‘Allah Teâlâ’ya yemin ederim ki, sizden hiç kimse yoktur ki, birinizin dolunay ile başbaşa kaldığı gibi Rabbiyle başbaşa kalmasın.
Alıntı ile Cevapla
  #8  
Alt 26.01.16, 16:46
aşk - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Vefalı Üye
 
Üyelik tarihi: 08.10.14
Bulunduğu yer: Eski Zelanda
Mesajlar: 26,344
Etiketlendiği Mesaj: 136 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Ey Âdemoğlu Niçin Aldandın?

Sonra Allah Teâlâ ona şöyle buyurur:
‘Ey Âdemoğlu, Benim hakkımda seni ne aldattı?
Ey Âdemoğlu, bildiğinle ne amel ettin?
Ey Âdemoğlu! Peygamberlere ne cevap verdin?”
Yine Abdullah bin Mes’ud’dan rivayet edilmiştir ki, sözüne yeminle başlayarak şöyle dedi: “Vallahi, sizden hiç kimse yoktur ki, birinizin gördüğü dolunay ile başbaşa kaldığı gibi Rabbiyle başbaşa kalmasın. Sonra Allah Teâlâ ona şöyle buyurur:
‘Ey Âdemoğlu, Benim hakkımda seni ne aldattı?
Ey Âdemoğlu, benim için ne amel işledin?
Ey Âdemoğlu, Benden ne kadar hayâ ettin?
Ey Âdemoğlu, peygamberlere ne cevap verdin?
Ey Âdemoğlu, sana helâl olmayana bakarken Ben gözlerinin üzerinde gözcü değil miydim?
Sana helâl olmayan şeyleri dinlerken Ben, kulakların üzerinde konrolcu değil miydim?
Ey Âdemoğlu, sana helâl olmayan şeyleri söylerken Ben, dilin üzerinde murakıp değil miydim?
Sen ellerinle helâl olmayan şeyleri tutarken Ben, onların üzerinde gözcü değil miydim?
Ayaklarınla sana helâl olmayan şeylere giderken Ben onların üzerinde gözetleyici değil miydim?
Sana helâl olmayan şeylerle kalben ilgilenip dururken Ben, kalbinin üzerinde murakıp değil miydim?
Yoksa sana olan yakınlığımı ve ve sana gücümün yettiğini inkâr mı ettin?”
İki Büyük Olay

Ey Âdemoğlu, sen iki büyük olayla karşı karşıyasın: Ya Allah Teâlâ seni Rahmetiyle karşılayacak, cömertlik ve keremiyle ihsanda bulunacak ya da, seni inceden inceye hesaba çekecek ve Cehenneme götürülmeni emredecektir ki, ne kötü dönüş yeridir orası!
Mücahid’in şöyle dediği rivâyet edilmiştir: “Kıyamet günü, kul şu dört şeyden sorguya çekilmedikçe Allah Teâlâ’nın huzurundan adımını bile atamaz:
Ömrünü nerede tükettiğinden, ilmiyle ne amel işlediğinden, bedenini nerede yıprattığından, malım nereden kazanıp nereye sarfettiğinden.”
Allah Teâlâ sana olan ihsanını, buna karşılık senin ise O’na muhalefet edişini, O’na karşı hayasızlığını tekrar tekrar ifâde ederken kendinin ve kalbinin halini düşünebiliyor musun?
O ne büyük duruşmadır!
O ne yüce sorgulayıcıdır!
Hiç bir şey Kendisine gizli kalmaz. O’na olan itaatındaki ihmal ve O’na karşı isyanından dolayı içini dolduracak üzüntü, keder ve hasret ne büyüktür!
Sende gam, keder ve haya doruğa ulaşınca iki durumdan birisi belirir: Ya gazab veya hoşnutluk ve muhabbet.
Ya diyecek ki: Ey kulum Ben bunları dünyada senin için örttüm. Bu gün de onları senin için bağışlıyorum. İşte büyük olan günahlarını ve çok olan hatalarını affettim. Az olan iyiliklerini de kabul ettim. Bundan dolayı gönlünü sevinç ve neşe kaplar. Bundan ötürü yüzün ışıl ışıl parlar. Bunu sana söylediği zaman kendini bir düşün!
Af Müjdesinin Verdiği Sevinç

Üzüntüden, sorgulamanın verdiği utanma ve sıkılmadan ve yaptığın kötü işlerin sayılması karşısında duyduğun sıkıntıdan sonra yüzünde sevincin nur ve aydınlığı parlamaya başlar. Gönlündeki keder ve hüzün neşeye dönüşür. Yüzün açılır, rengin ağarır. Bizzat Cenâb-ı Hak’tan, senden razı oluşunu duyduğun anı bir düşün!
Gönlün hoplar, sevinç ve sürurla dolar. Neredeyse neşeden ölür ve mutluluktan uçar gibi olursun. Hakkındır da… Öyle ya!
Hangi sevinç, aziz ve celil olan Allah Teâlâ’nın rızasından duyulandan daha büyük olabilir?
Vallahi, dünyadayken Allah Teâlâ’nın ahirette senden razı olacağını düşünüp sevincinden ölürsen bu sana çok görülmez. Her ne kadar ahiretteki bu hoşnutluk tam kesin değilse de, bunu umman bile böyle bir sevinç için yeterli.
Öyleyse bir de Allah Teâlâ’dan, senden hoşnut olduğunu bizzat işitip için güvenle dolsa, endişen tamamen dağılsa, ebedî mutluluğa olan ümit ve emelin kesinleşse, sonsuz, kesintisiz, eksilmez ve şüphe götürmez nimetleri elde ettiğine kesin kanaatin gelse, durumun nasıl olur?
Bir de bunu düşün!
Aziz ve celil olan Allah Teâlâ’nın huzurundasın, sana karşı hoşnutluğu belli olmuş. Kalbin sevinçten uçuyor. Yüzün ağarıyor, parlayıp aydınlanıyor, yaradılışı adeta hal değiştiriyor ve çehren sanki dolunay gibi oluyor. Sonra sen mahlûkâtın huzuruna sevinçli bir yüzle çıkıyorsun. Yüzün en mükemmel güzelliğe erişmiş, ışıltısıyla pırıl pırıl bir nur yayılıyor ve sen kitabın sağ elinde, güzellik, nur ve parlaktıkta diğer insanları geçmiş bir durumda iken kendini bir düşün!
Kolundan bir melek tutmuş ve herkesin ortasında:
“Bu falan oğlu falan, bir daha asla mutsuz olmayacağı bir saadete ermiştir!” diye seslenir. Rabbin, yaratıkları huzurunda senden hoşnut olduğunu ilan etmiştir. Sana iyi zan besleyenlerin bu zanları gerçekleşmiş, seni itham edenlerin karalamaları boşa çıkmıştır.
İyiliğin Mükâfatı

Mahlûkâtın içerisinde, yarın elde edeceğin bu derece, dünyada iken yaratıklara yaltakçılık yapmaksızın ve onlar gözünde makam-mevki aramaksızın Rabbinin taatiyle meşgul olmanın tam bir karşılığıdır. Tek olan ve ortağı bulunmayan Allah Teâlâ’ya karşı davranışlarındaki sadakat ve Rabbine karşı saygı derecesinin bedelidir. Allah Teâlâ, bütün mahlûkatın huzurunda sana bu büyük makamı ihsan etmiş, sana olan hoşnutluk ve dostluğunu ilan etmiştir.
Düşün bir kere!
Sen yaratıkların saflarını yara yara yürümektesin. Yüzünün nur ve güzelliği, gönlünün sevinç ve neşesiyle amel defterini sağ elinde tutmaktasın. İnsanların gözleri, Allah Teâlâ katında erdiğin lütfa erme hasreti ve büyük bir imrenişle sana çevrilmiş. Bu makamı elde etmek için Allah Teâlâ’ya karşı daha büyük bir ümit ve emelle çalışıp çabala!
Çünkü O lütfederse buna erebilirsin. Bu, karşı karşıya bulunduğun iki büyük durumdan birisidir.
Safvan bin Mihrez’in şöyle dediği bildirilmiştir: “Ben Abdullah bin Ömer’in elini tutuyordum. Yanına bir adam gelerek, ‘Allah Teâlâ’nın kul ile özel konuşması konusunda Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)’den ne duydun?’
diye sordu. Abdullah şu cevabı verdi: “Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)’i şöyle buyururken dinledim: Kıyamet günü Allah Teâlâ mü’mini Kendisine yaklaştırır. Üzerine himaye örtüsünü koyar onu insanlardan gizler ve şöyle buyurur: ‘Ey kulum, falan falan günahını biliyor musun?’
Kul: ‘Evet ey Rabbim’ der. Sonra yine: ‘Ey kulum, falan falan günahını da biliyor musun?’
diye sorar. Böylece bütün günahlarını kendisine itiraf ettirir. Kul, içinden helâk olduğunu düşünür. O sırada Allah Teâlâ şöyle buyurur: ‘Dünyada bunları senin için örttüm. Bu gün de onları senin için bağışladım.’ Sonra da iyilik defteri kendisine verilir.”
Alıntı ile Cevapla
  #9  
Alt 26.01.16, 16:47
aşk - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Vefalı Üye
 
Üyelik tarihi: 08.10.14
Bulunduğu yer: Eski Zelanda
Mesajlar: 26,344
Etiketlendiği Mesaj: 136 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Allah Teâlâ’nın Gazab Ettikleri

Kâfir ve münafıklara gelince, hazır bulunan melekler onlar için şöyle derler: “İşte bunlar Rablerine karşı yalan söyleyenlerdir. Bilin ki, Allah Teâlâ’nın laneti zalimlerin üzerinedir.” (Hûd Sûresi: 18).
Abdullah bin Ömer Ka’be’yi tavaf ederken bir adam karşısına çıktı ve “Ey Abdurrahman’ın babası, Allah Teâlâ’nın kul ile yalnız konuşması konusunu Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)’den nasıl duydun?’
diye sordu. Abdullah yukarıdaki rivayetin benzeriyle cevap verdi. Said der ki: Katade şöyle dedi: “O gün üzülüp de, üzüntüsü bir tek yaratığa bile gizli kalan hiç kimse yoktur.”
İbn Mes’ud’dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Allah Teâlâ Kıyamet günü mü’min kulunun üzerine himaye perdesini yayar. Elini sırtına uzatıp şöyle buyurur:
‘Ey Âdemoğlu! Şu senin falan falan gün işlediğin iyiliğindir, onu kabul ettim. Şu da senin falan falan gün işlediğin günahındır; onu da bağışladım.’ Bunun üzerine o kul hemen secdeye kapanır. Halk da: ‘Defterinde (veya kitabında) iyilikten başka ameli bulunmayan şu salih kula ne mutlu!’
derler.”
Abudullah bin Hanzala’nın da şöyle dediği rivâyet edilmiştir: “Şüphesiz Allah Teâlâ Kıyamet günü kulunu huzurunda durdurur, amel sahifesindeki kötülüklerini açıklar ve ona: ‘Sen şunu yaptın mı?’
diye sorar. O kul: ‘Evet ey Rabbim,’ der. Bunun üzerine Allah Teâlâ: ‘Bugün seni onunla seni rüsvay etmeyeceğim. Seni bağışladım’ buyurur. Bunun üzerine o kul, Kıyamet gününün rüsvay lığından kurtulduğu o anda: “Gelin kitabımı okuyun. Şüphesiz ben hesabıma kavuşacağımı umuyordum’ der.”
Başka bir durum da Rabbinin sana şöyle buyurmasıdır: “Kulum, ben sana kızgınım. Lanetim üzerine olsun. İşlediğin büyük günahların senin için asla bağışlamayacağım. Yaptığın iyilikleri asla kabul etmeyeceğim. Buna sana bazı büyük günahlarını gösterip şöyle sorduğu zaman söyler: “Bunları biliyor musun?”
Sen: “İzzetine yemin derim ki, evet!” diye cevap verirsin. Bunun üzerine sana gazap eder ve: “İzzetime yemin ederim ki, onları Benden kurtaramazsın” buyurur. Arkasından zebanileri çağırarak şu emri verir: “Alın şunu!” Ulu sözü, heybet ve celâliyle bunu söylerken aziz ve celil olan Allah Teâlâ’yı ne zannediyorsun?
Düşün bir kere, Allah Teâlâ seni affetmezse, sen izzet ve kudret sahibi Allah Teâlâ’dan gazabım işitmiş ve O seni, aşağılatacı ve kuvvetli pençeleriyle zebanilere havale etmişken, sen ensen ve boynunda onların pençelerinin şiddetli dokunuşundan başka bir şey duymazsın. Sen zebanilerin elinde, yüzün kara olarak Cehenneme götürülürken, helâk olduğuna kesin olarak inanmış ve perişan bir vaziyette Cehenneme doğru sürüklenirken kendini bir tehayyül et!
Kararmış yüzünle, kitabın, sol elinde, yaratıkların arasından feryat ve figan ederek geçip gidiyorsun. Melek de kulundan tutmuş şöyle sesleniyor: “Bu falan oğlu falan öyle bir mutsuzluğa çarptı ki, bundan böyle asla mutluluk yüzü göremeyecektir!” Allah Teâlâ seni gazap ve öfkesiyle teşhir etmiştir. Mahlûkâtına rezil ve rüsvay olmuşsundur. Senin hakkında iyi düşünenlerin bu düşüncesi boşa çıkmış, hakkında kötü zan besleyenlerin bu zanları gerçekleşmiştir.
Gösterişin Cezası

Belki de Allah Teâlâ sana bunu, dünyada iken Kendi katındaki makam ve dereceni kaybetme pahasına kulları nezdinde makam ve mevki arayarak O’na olan itaat ve ibadetinde yapmacık davranışın yüzünden yapmıştır. Böylece seni, davranışlarında Kendisine tercih ettiğin kimseler yanında rezil etmiştir. Çünkü sen, Allah Teâlâ’nın övgüsü yerine, Allah Teâlâ’ya olan ibadet ve taat konusunda o kulların övgüsüne razı olup memnun olmuştun. Bir o durumu düşün bir de bunu!
Bu tehlikeyi hatırla!
İki durumdan hangisinin seni yücelteceğini ve iki durumdan hangisinin senin için hazırlandığım dikkatle düşün!
Ka’b’in şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Bir kişinin Cehenneme götürülmesi emredilir edilmez, yüz bin melek üzerine birden hücum eder. Ebu Abdullah dedi ki: “Bana şöyle bir bilgi ulaştı: Kul Allah Teâlâ’nın huzurunda durdurulup da beklemesi uzayınca melekler şöyle derler: Allah Teâlâ’nın lanetine uğrayası kul!
Aziz ve celil olan Allah Teâlâ’ya bu kadar çok mu karşı geldin?
Oysa dünyada güzel bir dış görünüş sergiliyordun.”
Ebu Abdullah sözlerine devamla şöyle dedi: “Kim ki Allah Teâlâ’nın sevmediği işlerle kendini insanlara sevdirmeye çalışır ve Allah Teâlâ’nın hoşlanmadığı şeylerle O’na kafa tutarsa, o kimse izzet ve celâl sahibi Allah Teâlâ’ya, kendisine hiddet ve gazab etmiş olarak kavuşur.”
Alıntı ile Cevapla
  #10  
Alt 26.01.16, 16:47
aşk - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Vefalı Üye
 
Üyelik tarihi: 08.10.14
Bulunduğu yer: Eski Zelanda
Mesajlar: 26,344
Etiketlendiği Mesaj: 136 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

SIRAT

Sıratın Mahiyeti

Bütün incelik ve kayganlığıyla Cehennemin üzerine uzatılmış ve altında da Cehennem, dalagalarıyla çırpınıp dururken gözünü kaldırıp Sırat köprüsüne baktığında yüreğine dolacak korkuyu bir düşün!
Bu ne müthiş ve korkunç manzara!
Üzerinden geçeceğini kesin olarak biliyor, altındaki Cehennemin karardığına bakıyorsun. Ateş dalgalarımın hışırtısını ve ta derinden kabarışının gürültüsünü işitiyorsun. Melekler sesleniyor: “Rabbimiz, bunun üzerinden kimi geçirmek istiyorsun?”
Yine sesleniyorlar: “Rabbimiz, Rabbimiz! Sen kurtar. Sen kurtar!” Onca korkunç manzarasıyla ona bakıp dururken birden şöyle seslenilir:
“Çıkın köprüye!”
Birden bire senin ve mahlûkâtın ayağı altından değişmek üzere toprağın yükselişini hissedersin. Sonra yer, başka bir yere dönüşür. Bütün mahlûkât adeta bembeyaz gümüşten bir zemin üzerinde yayılmışlardır.
Sonra sen bütün dehşetiyle köprüye bakarken sana ve seninle birlikte herkese şöyle denilir: “Çıkın köprüye!”
Sana “Köprüye çık” denildiği andaki yüreğinin çırpınış ve korkusunu bir düşün!
Korku ve endişeden aklın uçmuştur. Sonra köprüye çıkmak için iki ayağından birini kaldırırsın. Ayağının altıyla onun keskinlik ve inceliğini hissedersin. Korkudan yüreğin ağızına gelir. Sonra diğer ayağını üzerine koyar, doğrulursun. Şimdi tam olarak köprünün üzerindesin.
[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]

Sıratta Günah Yükü

Sırtında taşıdığın günah yükün gittikçe ağırlaşmaktadır. Kalbin uçacak gibi olmasına rağmen köprüde yürümeye başladın, nihâyet zirveye ulaştın. Sonra köprünün sallanmasıyla aşağıya doğru kaymaya başladın. Aşağıda Cehennemin kaynaması bütün insanları bir ıstıraba sürüklemiştir. Önünden ve arkandan insanlar peşi peşine Cehenneme yuvarlanmaktadırlar.
Acz ve. zaafına rağmen köprü üzerindeki halini bir düşün!
Önünden ve arkandan ayakları kayan erkek ve kadınlara bakmaktasın. Başları önlerine eğik, ayaklan köprünün üzerinde… Melekler bazı erkeklerin sakallarından, bir kısım kadınların ise perçemlerinden yakalamaktadır. Bazılarının boynunda da halkalar vardır.
Yükselen Kıvılcımlar

Cehennem ateşi, onları yakalamak için azdıkça azmakta, coşup kaynamakta ve tepelerinin hizasına kadar kıvılcımlar saçmaktadır. Melekler onlara kancalar atıp çekmekte, ateş onların arzu ve hasretiyle kükreyip haykırmaktadır. Ateşin kıvılcımları insanların ta başlarına kadar sıçrayıp yetişmekte ve onları Cehennemin içine kadar çekmektedir. İnsanlar kurtuluşlarından ümit kesmiş vaziyette feryat ve figan etmektedir. Alevlerin ta tepelerine kadar çıkmasından aşağıya yuvarlanmakta ve “Mahvolduk! Helâk olduk!”
diye bağırmaktadırlar. Sen de, “ayaklarım kayar, köprüden aşağıya uçarım, düşüp vücudum paramparça olur, ayaklarım köprünün üzerinden kesilip havalanırım” korku ve endişesi içerisinde onlara bakmaktasın.
Sıratta Halimiz Ne Olur?

Bu hali sakin bir kafayla ve güçsüz bedenine acıyarak düşün!
Köprünün üzerinden rahat geçmek için daha dünyada iken günah yükünü hafiflet. Hiç şüphesiz Kıyamet gününün tehlikeleri, onları dünyada iken akıllarıyla düşünen, onlardan kurtuluşa çok büyük önem veren, kalblerine ahiretteki kurtuluşun ağır yükünü yükleyen, o kurtulabilme korkusunu yüreklerinde taşıyan Allah Teâlâ dostları için hafifletilir. Bu özelliklerinden dolayı Mevlâları Kıyamet günü bunları üzerlerinden hafifletir.
Öyleyse sen de bunları sürekli olarak göz önüne getir, bunların korku ve kaygısını kafandan bir an olsun çıkarma ki, Allah Teâlâ da böylece sana hafifletip kolaylaştırsın. Çünkü Allah Teâlâ zatına yemin ederek, dostlarına hem dünyadaki hem de ahiretteki korkuyu tattırmayacağına söz vermiştir.
CEHENNEM

Ya Sırattan Düşersen…

Şiddetli korku ve zayıf bedeninle Sırat köprüsünün üzerinden geçişini düşün!
Eğer gazaba uğramış ve affedilmemişsen, birden bire ayağının Sırattan kaydığım görürsün. Eğer Allah Teâlâ seni affetmezse, ayağın Sırattan kayacağı an ki halini düşün!
O anda kendi kendine, ‘Ebediyyen mahvolup gittim!’
dersin. “İşte korkup endişe ettiğim başıma geldi.” Aklın uçar. Sonra diğer ayağın da kayar. Baş aşağı düşersin. Ayakların Sırattan kesilmiştir. Demir kancaların deri ve etlerine saplanmasından başka bir şey hissetmezsin. Bunlarla ateşe doğru çekilirsin. Ateş üzerine hücum eder.
Cehennem, Mevlâsının gazabından dolayı öfkesi kabarmış bir haldedir. Ateş seni çektikçe sen Sırattan aşağıya doğru uçarsın. Ateşin hararetini hissettiğin anda, “Mahv oldum!” “helak oldum!”
diye feryat edersin. Pişmanlık ve teessüf bütün kalbini kaplamıştır. Daha ölmeden önce ve dünyadayken aziz ve celil olan Allah Teâlâ’yı razı etmeyi, hoşlanmadığı her şeyden de el çekmeyi ve böylece seni affetmesini boş yere temenni edersin.
Nihâyet sen ateşin ortasına varınca, alevleriyle üzerine tamamen kapanır. Yüreğinin hasret ve pişmanlık ateşi doruk noktaya ulaşmıştır. Sen cehenneme atıldığın anda şişersin. Sen yüzükoyun Cehenneme yuvarlanıp feryat ve figan ederken aziz ve celil olan Allah Teâlâ Cehenneme “Doldun mu?”
diye seslenir. Sen hem Cenâb-ı Hakkın seslenişini, hem de Cehennemin şu cevabını işitirsin: “Daha var mı?” (Kaf Sûresi: 30) Sen ateşin içinde iken, alevleri vücudunu sararken ve yaralan bedenini kaplarken Yüce Allah Teâlâ:
“Boş yerin var mı?”
der. Sonra çok geçmeden vücudun damlar, etlerin dökülür, sadece kemiklerin kalır. Sonra ateş içine salıverilir. Orada ne varsa hepsini yer bitirir. Sen feryat edip ateş de ciğerlerinin içine girerken o ciğerlerinin halini düşün!
Sen ağlayıp pişmanlığını haykırdığın halde bile artık sana acınmaz. Bir daha günaha dönmeyeceğim diye söz versen bile artık tevben kabul edilmez ve feryadına cevap verilmez.
Cehennemin İçeceği

Orada kalışın uzamışken halini bir düşün!
Azap şiddetlenerek devam eder. Sıkıntı zirveye ulaşır. Susuzluğun şiddetlenir. Dünyadaki içecekleri hatırlarsın. Cehenneme sığınırsın. Sana azap vermekle görevli meleğin elinden kabı alırsın. Eline alır almaz altında avucun yanar. Hararetinden ve kızgınlığından elin parçalanıp etleri dökülür. Sonra o kabı ağızına yaklaştırırsın. Yüzün kavrulur. Sonra yudumlamaya çalışırken boğazının derisini soyar. Karnına ulaşınca iç organlarını parçalar.
Sen feryat ve figan edersin. O anda dünya içeceklerini, onların soğukluk ve lezzetini hatırlarsın. Sonra hararetini dindirmek ister ve dünyada alıştığın gibi yıkanmak ve suya dalmak suretiyle serinlemek maksadıyla hamîm (kızgın su) havuzlarına koşarsın. Kızgın suya dalınca, tepeden tırnağa bütün bedeninin derisi soyulur. Daha hafif olur ümidiyle bir daha ateşe koşarsın. Sonra yine ateşin yangını sana şiddetli gelince kaynar suya geri dönersin. Böylece ateşle kaynar su arasında mekik dokursun.
Ateşin harareti son dereceye. ulaşmıştır. Sen ise bir ferahlık ararsın. Kaynar su ile ateş arasında da bir ferahlık duyamazsın. Serinlik istersin ama asla bulamazsın. Sıkıntı, susuzluk ve yorgunluk dayanılmaz dereceye varınca Cennetleri hatırlarsın. Aziz ve celil olan Allah Teâlâ’nın yakınlığını ve Cennet nimetlerini kaybetmekten gelen acı bir hüzün ve burukluk kalbinden boğazına doğru tırmanır. Sonra Cennetin içeceklerini, soğuk suyunu ve hoş yaşayışını hatırlarsın. Bundan yoksun kalmanın hasreti gönlünü parçalar.
Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Etiketler
ahİret, ani, aralarken, hesap, kabir, kitâbu’ttevehhum, olum, perdesİnİ


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevap Son Mesaj
Rüyada Kabir Görmek NGB K Harfi Rüya Tabirleri 0 14.09.23 00:51
Ölümün Şiddeti HeartLess Ölüm & Kabir & Kıyamet 2 17.04.22 13:19
Ölümün Şiddeti Swordsfish islam & islami Konular 0 21.06.20 21:07
Ölüm Ve Mezar Efsaneleri madlen Gizemli Olaylar ve Mekanlar 3 15.06.18 23:24
Yahudilik'te Âhiret İnancı Nasıldı? SiLence Off Topic 4 22.05.17 14:41


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 01:47.


Powered by vBulletin® Version 3.8.5
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
HavasOkulu.Com

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147