Peygamberler tarihi Adem a.s - Sayfa 2 - Havas Okulu
 

Go Back   Havas Okulu > islam & Tasavvuf > Peygamberler

Acil işlemleriniz için instagram: @HavasOkulu
Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
  #11  
Alt 13.02.24, 19:45
Cazgircinx - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
⚘️ Üveys
 
Üyelik tarihi: 27.02.23
Bulunduğu yer: Deprem bölgesinde akdenizde yaşamaktayım
Mesajlar: 1,815
Etiketlendiği Mesaj: 63 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

YAKUB ALEYHİSSELAM


Yakub aleyhisselam İshak aleyhisselamın oğlu, Yusuf aleyhisselamın babasıdır. Melekler, İbrahim aleyhisselama İshak aleyhisselamla beraber, Yakub aleyhisselamın da doğumunu ve peygamberliğini müjdelemiştir. İbrahim aleyhisselam vefat ettiği zaman, İshak aleyhisselam Şam’da bulunuyordu. Rüyasında, belinden, birçok dalları ve budakları bulunan büyük ve yeşil bir ağacın yükseldiğini gördü. Rüyasında ona; “Bu dallar ve budaklar, senin soyundan gelecek olan peygamberlerin nurudur” denildi. Sonra sevinerek uyandı. Seksen yaşına geldiği zaman, zevcesi ona hamile olduğunu müjdeledi. İshak aleyhisselam hanımına; “Bu hususa şaşma” diyerek rüyasını anlattı.

Vakti gelince ikiz oğulları oldu. Birincisine İys, ikincisine Yakub ismi verildi. Yakub, İbranice bir isim olup; Saffetullah, yani Allahü tealanın saf ve temiz kıldığı kul manasına gelmektedir. İys ismindeki kardeşi ondan önce doğduğu için, Arapça takip etmek manasına Yakub denildiği de bildirilmiştir. Yakub aleyhisselamın diğer adı İsrail olup, Allahın kulu manasına gelmektedir. İys ve Yakub aleyhisselam büyüdükleri zaman, ihtiyar halde bulunan babalarına hizmet ediyorlardı. Babalarının koyun sürülerini nöbetleşe olarak bir gün biri, bir gün de diğeri otlatıyordu. Adem aleyhisselamdan peygamber efendimize kadar her peygamberin hususi bir duası vardı. İshak aleyhisselam, ölümü yaklaştığı zaman oğullarını çağırıp, her ikisine de ayrı ayrı dua etti. Yakub aleyhisselam huzuruna gelince; “Ya Rabbi! Neslimden peygamber geleceğini buyurmuştun.

O vaadini bu oğlumdan zuhur ettir” diye en kıymetli duayı etti. Onun soyundan nice peygamberler göndermesi için cenab-ı Hakka niyazda bulundu. İys’e de; “Zürriyetin toprak kadar çok olsun” diyerek soyundan meliklerin ve sultanların gelmesi için duada bulundu. İshak aleyhisselam vefatından önce mallarınıda taksim etti. Ancak İys, kardeşi Hazreti Yakub’un mallarına el koydu. Bunun üzerine annesi Hazreti Yakub’a dedi ki: - Kalk, dayın Layan ve kardeşlerinin yanına git! Onların çok geniş arazileri, evleri ve servetleri vardır. Onlar sana yardımcı olurlar. Onlara benden de selam söyle! Yakub aleyhisselam, annesinin bu sözleri üzerine, Harran’a gitti. Orada yüksek evler ve hoş manzaralarla karşılaştı. Şehre girişte, bir su kuyusuna uğrayıp, orada bulunanlardan su istedi ve onunla abdest aldı. Namaz kılıp Rabbine dua ve niyazda bulundu. Kuyunun başında su dolduranlardan dayısının evini sordu. Su için gelenlerden biri, dayısının kızlarındandı. Babasına gidip, birinin aradığını haber verince, babası; “Onu bana getiriniz” dedi. Kız, Hazreti Yakub’a, babasının kendisini beklediğini haber verdi. Bunun üzerine Hazreti Yakub dayısının yanına vardı.

Dayısı uzun zamandır görmediği için, Hazreti Yakub’u tanımamıştı. Bundan dolayı kendisine sordu: - Ey genç sen kimsin? Nereden geldin? - Adım Yakub, İshak aleyhisselamın oğluyum. Şam’dan geldim. Bunun üzerine dayısı Hazreti Yakub’a annesini, babasını ve kardeşi İys’i sordu. O da babasının vefat ettiğini söyledikten sonra, “Allahü teala beni, annemin isteği üzerine size ve sizin beldenizde kalmak ve işlerinizde yardım etmek üzere gönderdi. Şu anda size geldim” diyerek durumunu anlattı. Dayısı Layan buna çok sevindi. Onu, işlerinde çalışması için vazifelendirdi. Bir müddet dayısının işlerinde yardımcı oldu. Orada uzun müddet kaldı. Önce Leya, yedi yıl sonra da Rahil ile evlendi. Hazreti Yakub’un Leya’dan Robil ve Şemun adlı iki erkek çocuğu oldu. Arkasından Lavi ve Yehuda adındaki oğulları doğdu. Yine bu hanımından İsahar ve Zablun adlı oğulları ile Dinar isimli kızı dünyaya geldi. Ayrıca Yakub aleyhisselamın Belhe ve Zülfa isimli iki cariyesi vardı. Belhe’den Dan ve Neftali, Zülfa’dan da Cad ve Aşir adındaki oğulları dünyaya geldi. Hazreti Yakub ile evlendikten sonra bir müddet çocuğu olmayan Rahil, Allahü tealadan bir oğlan diledi. Allahü teala duasını kabul edip, her haliyle şerefli ve güzel olan Yusuf aleyhisselamı verdi.

Hazreti Yakub’un peygamberliği Yakub aleyhisselam uzun müddet dayısının yanında kaldı ve ona hizmet etti. Hazreti Yusuf’un doğduğu sene Allahü teala tarafından, Kenan diyarı ahalisine peygamber olarak vazifelendirildi. Bunun üzerine Yakub aleyhisselam dayısı Layan’a gelerek, gördüğü iyilikleri için teşekkür ederek dedi ki: - Muhakkak ki Rabbim, beni Kenan diyarı ahalisine peygamber olarak vazifelendirdi. Oraya gitmemi emir buyurdu. - Ey Yakub! Bana uzun zaman arkadaşlık ettin. Bu uzun zaman içinde, senden ancak hayır gördüm. Şimdi ise peygamber olarak vazifelendirildiğin yere ailenle git. Senin, yakınlarımın ayrılığı bana zor gelir. Fakat senin razı olman, benim rızamdan öncedir. İstediğin ne var ise al götür. - Allahü teala benim sebebimle, sana hayır ihsan etsin.

Dayısı ona beş yüz adet koyun, beş yüz adet sığır ve çok miktarda at ve katır hazırladı. Yakub aleyhisselam, hanımları ve oğullarıyla birlikte Kenan iline gitmek üzere yola çıktı. Kenan diyarı, Fenike denilen Sayda, Sur ve Beyrut ile Filistin ve Suriye’nin bir kısmından ibaret olan eski bir memlekettir. Nuh aleyhisselamın torunu ve Ham’ın oğlu Kenan, burada yaşadığı için bu beldeye Kenan diyarı denilmiştir. Yakub aleyhisselam Kenan diyarına yaklaştığı zaman, onu melekler birbirlerine müjdeleyerek karşıladılar. Kardeşi İys, Yakub aleyhisselamın peygamber olarak gönderildiğini ve Kenan diyarına doğru gelmekte olduğunu işitince; “Peygamber olmaya ben ondan daha layığım” diyerek kızdı. Adamlarıyla birlikte Hazreti Yakub’un öldürülmesini istedi. Hazreti Yakub, kardeşi İys’e elçi gönderdi. Elçi geriye dönüp, kardeşi İys’in dört yüz kişiyle birlikte, Yakub aleyhisselamın üzerine gelmekte olduğunu haber verdi. Yakub aleyhisselam, oğlu Robil’i çağırdı ve dedi ki: - Şu dağın ardında bulunan amcan İys’e git, selamımı söyle! Ayrıca; “Seninle beraber büyüdük, babamız öldü, bütün mallarımı elimden aldın. Benim helak olmamı istedin.

Ben senden uzaklaştım. Şimdi sana Allahü tealanın emriyle geldim. Allahü teala beni peygamber olarak gönderdi” dediğimi kendisine bildir! Robil, amcasına gidip, babasının söylediklerini bildirince; İys, Yakub aleyhisselamın bu davetini de kabul etmedi. Bunun üzerine Yakub aleyhisselam, Allahü tealaya dua etti. Kendisini ve ehlini, kardeşinden gelecek kötülüklerden korumasını diledi. Kardeşi için hediyeler hazırladı ve yanında bulunanlara buyurdu ki: - Allahü tealanın bereketiyle yürüyün. Muhakkak ki Allahü teala, İys’in hile ve tuzağını bizden defeder. Yakub aleyhisselam, oğulları ve aşiretiyle birlikte yürüdüler. İys ve beraberindeki dört yüz kişi ile karşılaştılar. Yakub aleyhisselam ehlinin ve oğullarının önüne geçti. İys ile göğüs göğüse karşılaşıp onu yere serdi. Onun göğsüne oturup dedi ki:

- Ey İys! Allahü tealanın kudretini gördün mü? Bunun üzerine İys özür dileyip ağladı. Yakub aleyhisselam ona merhamet edip, göğsü üzerinden kalktı ve kucaklaştılar. İys, Yakub aleyhisselama şöyle dedi: - Ey kardeşim! Bugüne kadar sana karşı yaptığım hatalarımdan dolayı beni affetmeni ve magfiretim için Allahü tealaya istigfarda bulunmanı istiyorum. Allahü teala seni peygamber göndermekle, benim üzerime üstün kıldı. - Ey kardeşim! Müjdeler olsun. Allahü teala beni peygamber olmakla hususi kıldı. Senin zürriyetinden Eyyub’u peygamber gönderecektir. Bundan sonra ikisi birlikte Kenan diyarına gelip orada yerleştiler. Yakub aleyhisselam orada kendisi ve oğulları için evler yaptırdı. Bu sırada Rahil adlı hanımından Bünyamin isminde bir oğlu oldu. Bu oğlu doğduğu zaman, annesi Rahil vefat etti.

Hazreti Yusuf’la kardeşi Bünyamin öksüz kaldılar. Yakub aleyhisselam, insanları hak dine ve bir olan Allahü tealaya inanmaya ve Ona ibadet etmeye davet etti. Kenan diyarı ahalisinden çok kimse ona iman etti. Bu durumu, Kenan ilini idare eden Şüceym bin Daran isimli kral haber aldı. Yakub aleyhisselamın Kenan iline hakim olup, saltanatını sona erdireceğinden korkuyordu. Melik Şüceym, Yakub aleyhisselamı merak edip, vezirleri ile birlikte huzuruna vararak sordu: - Sen kimsin, benden izinsiz olarak buraya nasıl geldin? - Ben, Yakub bin İshak’ım. Bu mekana, Allahü tealanın izniyle geldim. Çünkü Allahü teala, yerlerin ve göklerin malikidir. Seni ve kavmini, bir olan Allaha ve benim Onun kulu ve peygamberi olduğuma imana davet için geldim. Eğer davetimi kabul edersen, inananlardan ve kurtulanlardan olursun.

Şayet kabul etmezsen, seninle Allah rızası için harp ederim. Yakub aleyhisselamın daveti üzerine, melik Şüceym dedi ki: - Ne ile harp edeceksin? Hangi ordunla karşıma çıkacaksın? Yakub aleyhisselam yanında duran oğullarına bakıp; “Allahü tealanın meleklerinin yardımıyla, şu oğullarım ve bana inananlarla” cevabını verdi. Yakub aleyhisselamın bu sözüne iyice sinirlenen melik, vezirlerine; “Bu ne diyor” diye sordu. Bir müddet sonra, melikin sıkıntısı ve kızgınlığı gidince, yaşlı olan veziri ayağa kalkarak dedi ki:

- Ey melik! Bu sözler seni kızdırmasın. Çünkü bu sözler, delilerin ve mecnunların sözleridir. Melik ve adamları geldikleri yere döndükten sonra, Yakub aleyhisselam, insanları Allahü tealaya iman ve ibadete davet etmeye devam etti. Bu daveti esnasında inananlar olduğu gibi, hiç aldırmayanlar da vardı. Bu uğurda insanlardan gelen birçok sıkıntılara katlanıyordu. Peygamberliğinin ilk yıllarında zevcesi Rahil ölmüş ve Yusuf ile Bünyamin öksüz kalmışlardı. Yakub aleyhisselam bu iki oğlunu çok seviyordu. Çünkü her ikisi de anne şefkatinden mahrum kalmışlardı. Yakub aleyhisselamın, bilhassa Hazreti Yusuf’a karşı aşırı muhabbeti vardı. Bakıp yetiştirmesi için, onu kız kardeşine verdi. Halası Hazreti Yusuf’u öyle sevdi ki, bir an bile onun ayrılığına dayanamaz oldu. Hazreti Yakub, kız kardeşine dedi ki: - Ey kardeşim! Yusuf’u artık bana teslim et. Allaha yemin ederim ki, onun, benden bir saat uzak kalmasına dayanamıyorum. - Ben de ondan bir saat uzak kalamam. Madem ki almak istersin, bir müddet daha yanımda kalsın da doya doya yüzüne bakayım, sonra gel al. Bunun üzerine Yakub aleyhisselam bir müddet daha Yusuf’u halasına bıraktı ve dönüp gitti. Hazreti İshak’ın, İbrahim aleyhisselamdan kalan bir kuşağı var idi. “Ata yadigarıdır” diye saklardı. İshak aleyhisselam vefat etmeden önce, o kuşağı kızına vermişti. O da uzun müddet sandıkta saklamıştı.

O kuşağı sandıktan çıkarıp, uyuduğu bir sırada Yusuf’un gömleği içinden beline bağladı. Hazreti Yakub, Hazreti Yusuf’u almaya gelince; kız kardeşini çok üzgün ve hüzünlü görüp sordu: - Ey kardeşim! Niçin üzgünsün? - Nasıl üzülmeyeyim, dedem Hazreti İbrahim’den ve babam Hazreti İshak’dan bana kalan mübarek kuşağı sandıktan almışlar. Aradım bulamadım. Onun için üzgünüm. İbrahim aleyhisselamın dininde, bir kişi bir kimsenin eşyasını çalsa, mal sahibi de onu yakalasa, o hırsız, mal sahibinin kölesi olurdu. Mal sahibi, o kimse hakkında dilediği gibi tasarrufta bulunurdu. Kız kardeşinin kuşağının çalındığına Hazreti Yakub da üzüldü. Birlikte evin her tarafını aradılar, bulamadılar. Aranmadık sadece Hazreti Yusuf’un üzeri kaldı. Yakub aleyhisselam; “Yusuf’u da arayın” dedi. Hazreti Yusuf’un da üzerini aradıklarında, kuşağı Hazreti Yusuf’un belinde buldular. Yakub aleyhisselam, İbrahim aleyhisselamın kuşağının Hazreti Yusuf’ta çıkmasına mahcup olup üzüldü. Kız kardeşi dedi ki: - Vallahi o benim elimdedir. Onun hakkında dilediğim gibi hareket ederim. - İşte Yusuf, işte sen, dilediğin gibi hareket edersin. İster azat edersin, ister emrinde tutarsın. Yakub aleyhisselamın kız kardeşi, Hazreti Yusuf’u ölünceye kadar yanında tuttu ve serbest bırakmadı. İki sene sonra vefat edince, Yusuf aleyhisselam serbest kaldı. Yakub aleyhisselam da onu alıp evine götürdü.

Yakub aleyhisselam, Hazreti Yusuf’u bütün oğullarından aziz tutar ve yanından ayırmazdı. Hazreti Yusuf’un kardeşleri, babalarının Hazreti Yusuf’a daha fazla muhabbet beslemesini ve ona kendilerinden daha fazla ilgi göstermesini kıskandılar. Hazreti Yusuf’a bir tuzak kurup, onu öldürmeye karar verdiler. Babalarından korktukları için de, ne şekilde kötülük yapacaklarını bilemiyorlardı. Daha sonra kendi aralarında konuşup, Yusuf aleyhisselamı yol üzerindeki bir kuyuya atmayı kararlaştırdılar. Yusuf aleyhisselamı babalarından alıp, beraberlerinde götürebilmek için hileye başvurdular. Yusuf aleyhisselamı alıp kıra götürdüler ve kervanların geçtiği yolun kenarındaki bir kuyuya attılar. Sırtındaki gömleğini çıkarıp, kestikleri bir hayvanın kanıyla boyadılar. Akşam olunca da kanlı gömleği babalarına getirip, “Biz kırda yarış ederken, Yusuf’u eşyalarımızın yanında bırakmıştık. Onu kurt yemiş” dediler. Yakub aleyhisselam kana bulanmış, fakat hiç yırtık ve çizik bile olmayan gömleğe bakıp, oğlu Yusuf’u kurt yemediğini ve onun hayatta olduğunu anladı. Diğer oğullarına dedi ki: - O kurdun Yusuf’uma karşı şefkati sizden fazlaymış. Vallahi bugüne kadar bu kurt gibi yumuşak huylu bir kurt görmedim. Oğlumu yemiş de sırtındaki gömleğini bile yırtmamış. Bu söyledikleriniz yalandır. Yusuf’a ne ettinizse siz ettiniz. Fakat elimden ne gelir? Benim için sabretmekten güzel bir şey yoktur.

Yakub aleyhisselam, oğlu Yusuf’un ayrılığından dolayı üzülüyor, üzüntüsünü içine atıyordu. Mahzun ve kederli olduğu halde bunu kimseye göstermek istemiyordu. Sabrederek cenab-ı Hakka ilticada bulunuyordu. Allahın takdirine razı olup, halinden kimseye şikayette bulunmuyordu. Ona kavuşacağı günü hasretle bekliyordu. Çünkü oğlunu kurdun yemediğini yakinen biliyordu. Bir gece rüyasında Azrail aleyhisselamı gördü. Ona sordu:

- Yusuf’un ruhunu kabzettin mi? Azrail aleyhisselam da; “Kabzetmedim” cevabını verdi. Yıllarca ümit ile yaşayıp, Allahü tealadan sabr-ı cemil diledi. Sabr-ı cemil, başa gelen bela ve musibet karşısında, mahluklara hiç şikayette bulunmamak ve sabırlı olmak demektir. Yakub aleyhisselam da kimseye şikayet etmedi ve “Ben büyük kederimi, mahzunluğumu yalnız Allahü tealaya arz ediyorum” dedi. Hazreti Yakub’un gözlerine, oğlunun hasret ve üzüntüsü sebebiyle ağlamasından dolayı ak inmiş, göremez olmuştu.

Hazreti Yusuf’un Mısır’a maliye nazırı olması Atıldığı kuyudan su almak için gelen bir kervancı tarafından çıkarılan ve Mısır’a götürülerek bir köle diye satılan Yusuf aleyhisselam, Mısır Maliye Nazırı tarafından satın alındı. Maliye Nazırının sarayında özel olarak büyütülen Yusuf aleyhisselam, nazırın hanımı Züleyha’nın arzusuna karşı geldiği için, iftirasına uğradı ve zindana atıldı. Zindanda uzun müddet kaldıktan sonra, Mısır Melikinin gördüğü bir rüyayı tabir ederek, yedi yıl bolluktan sonra yedi yıl kıtlık olacağını haber vermesi üzerine, zindandan kurtuldu ve Maliye Nazırı oldu. Yusuf aleyhisselam bereket yıllarında bol bol erzak depo ettirdi. Yedi yıllık bir bolluktan sonra Mısır ve civarındaki ülkelerde kıtlık ve kuraklık oldu. Hiçbir yerde tedbir alınmadığından, Mısır’dan başka hiçbir ülkede buğday kalmadı. Bunu öğrenen insanlar, akın akın Mısır’a gelmeye başladılar. Ne kadar kıymetli mal ve elbiseleri varsa buğdayla değiştiler.

Yakub aleyhisselam, Bünyamin dışındaki oğullarını buğday ve erzak almak üzere Mısır’a gönderdi. Yusuf aleyhisselam onları tanıdı ve ikramlarda bulunarak erzak verdirdi. İkinci defa gelişlerinde kardeşleri Bünyamin’i de getirmelerini söyledi. Yakub aleyhisselamın oğulları Mısır’a ikinci gelişlerinde babalarını ikna ederek kardeşleri Bünyamin’i de getirdiler. Yusuf aleyhisselam kendi ana ve baba bir kardeşi olan Bünyamin’i Allahü tealanın bildirdiği bir tedbirle yanında alıkoydu. Üçüncü defa Mısır’a gelişlerinde, Yusuf aleyhisselam kendini kardeşlerine tanıttı. Gömleğini babası Yakub aleyhisselama gönderdi. Babasını ve bütün akrabalarını da Mısır’a davet etti. Yakub aleyhisselam gömleği yüzüne, gözüne sürünce gözleri açıldı.

Yusuf aleyhisselam babasına ve akrabalarına kavuşunca, onlara büyük ikramlarda bulundu. Kardeşlerini affettiğini bildirdi. Yakub aleyhisselam Mısır’a vardığında, bir cuma gecesi seher vaktinde kalkıp namaz kıldıktan sonra ellerini semaya kaldırıp cenab-ı Hakka yalvardı ve oğullarının bağışlanmasını diledi. Çünkü o, Kenan diyarındayken oğullarına; Hazreti Yusuf’un affetmesinden sonra günahlarının bağışlanması için istigfar edeceğini bildirmişti. Hazreti Yusuf’la görüşüp, onun da kardeşlerini affettiğini görünce şu niyazda bulundu: - Allahım! Yusuf için feryatlarımı, onun ayrılık ve hasretinden olan sabrımın azlığını ve oğullarımın kardeşlerine yaptıklarını magfiret eyle. Yakub aleyhisselam bu duayı ettiği sırada, babalarının arkasında ayakta duran Hazreti Yusuf ve kardeşleri de “Amin” diyerek ağlıyorlardı. Cebrail aleyhisselam gelip, magfiret olunduklarını bildirdi. Yakub aleyhisselam vefat edinceye kadar her cuma gecesi aynı şekilde istigfar ve dua etmeye devam etti.

Hazreti Yakub’un vasiyeti Yakub aleyhisselam, oğlu Hazreti Yusuf’a kavuştuktan sonra, Mısır’da oğullarıyla birlikte on seneden fazla yaşadı. Vefatı yaklaşınca, oğullarını başına toplayıp şu vasiyette bulundu: - Ey oğullarım! Muhakkak ki Allahü teala sizin için, Allahü tealaya iman ve adaleti emreden hak dini seçti. Ölüm gelmeden önce, Allahü tealaya ibadet ediniz. İbadetlerinizde ihlas ve huşu üzere olunuz. Hayatınız boyunca bu dinden uzaklaşmayınız, yoksa helak olursunuz. Yakub aleyhisselam bu vasiyeti yaptıktan sonra bunu sağlama almak için sordu: - Ey oğullarım! Benim ölümümden sonra neye ibadet edeceksiniz? Oğulları da dediler ki: - Ey babamız! Senin ve babalarımız İbrahim’in, İsmail’in ve İshak’ın ibadet ettiği tek olan Allaha, şimdi olduğu gibi gelecekte de ibadet edeceğiz. Biz Ona teslim olmuşuzdur. Yakub aleyhisselamın ölüm vakti gelince, melekler de gelip hazır oldular. Yakub aleyhisselama cennetteki makamlarını ve çeşit çeşit örtüleriyle örtülmüş olan kabrini gösterdiler. Yakub aleyhisselam kabre baktığı zaman, orada minberler üzerinde güzel ve nur yüzlü kimseler gördü. Meleklere sordu:

- Bu minberler üzerinde bulunan nur yüzlü kimseler kimlerdir? - Onlar Allahü tealanın halili olan İbrahim aleyhisselamın torunlarıdır. Yakub aleyhisselam onların arasına girmeyi arzu ettiği zaman melekler dediler ki: - Onların yanına ancak şu bardaktan içenler girebilir. Hazreti Yakub’a bir bardak su verdiler. Hazreti Yakub, o bardaktan içmeye başlayınca vefat etti. Oğulları, cenaze namazını kıldılar. Vasiyeti üzerine Kudüs yakınlarındaki Halilürrahman’da bulunan babası İshak aleyhisselamın yanına defnedildi. Bildirildiğine göre burada dört kabir mevcuttur. Bunlar; İbrahim aleyhisselama, Sare validemize, İshak aleyhisselama ve Yakub aleyhisselama aittir. Yakub aleyhisselam, dedesi İbrahim aleyhisselama gönderilen sahifelerdeki emir ve yasakları, insanlara tebliğ ediyordu.

Hazreti İbrahim’in dininde haram olmamakla birlikte, bazı şeyleri kendi nefsine haram kılmıştı. Bu sebeple İsrailoğulları da Yakub aleyhisselama tabi olarak onları nefslerine haram kılmışlardı. Bunun sebebi şöyle bildirilmiştir: Yakub aleyhisselam, şiddetli bir hastalığa yakalanmıştı. Hastalığın verdiği ağrı ve sızıdan dolayı gece gündüz uyuyamıyor, çok acı çekiyordu. Birgün; “Eğer Allahü teala bana bu hastalığımdan şifa verirse, yemek içmek kabilinden olan en çok sevdiğim şeyleri yiyip içmemeyi nezr ediyorum” demişti. Bu sebeple devenin eti ile sütünü ve içyağını nefsine haram kılmıştı. Bu husus Kur’an-ı kerimin Al-i İmran suresi 93. ayetinde mealen; (Tevrat indirilmeden önce, İsrail’in [Yakub’un] kendisine haram kıldığı şeylerden başka, yiyeceğin her türlüsü, İsrailoğulları için helal idi) buyurularak haber verildi.

Hazreti Yakub’un mucizeleri Allahü teala, insanlara hak yolu bildirmekle vazifelendirdiği peygamberlerine mucizeler ihsan etmiştir. Yakub aleyhisselama verilen mucizelerden bazısı şunlardır: Yakub aleyhisselamın gür bir sesi vardı. Seslendiği zaman, üç konaklık yerden duyulurdu. Düşman askerleri, sesini duydukları zaman korkularından kaçarlardı. Yakub aleyhisselamın attığı bir şey çok uzağa giderdi. Bir defasında oğullarını Amalika kavmi ile muharebe etmeye göndermişti. Muharebe esnasında, Yehuda ismindeki oğlunun mızrağı kırılıp parçalandı. Zor durumda kalan Yehuda; “Babacığım! Silahım kırıldı, bir silah gönder” diye seslendi. Yakub aleyhisselam, Allahü tealanın izniyle oğlunun bu sesini işitip, dağın başına çıktı ve öncekine benzer bir silah attı. Oğluna da seslenip, silah attığını duyurdu.

Sesi işitip silahı alan Yehuda, düşmana saldırdı ve üstün geldi. Yakub aleyhisselam, Kenan ahalisini imana davet ettiği sırada, onlar, oturdukları yerde dağlık ve taşlık yerler bulunmamasını, tepelerin ve taşların toprak olmasını istediler. Kavminin bu teklifi üzerine Yakub aleyhisselam dua edince, arzuları yerine geldi. Böylece memleketlerinde ekilebilecek yerler genişledi. Duası bereketiyle bir koyundan dört kuzu doğmuştu. Bir kavim gelip demişti ki:

- Ey Allahın peygamberi, geçen sene koyunlarımız hiç doğurmadı. Cenabı Hakka dua ediniz, hem bu seneki, hem de geçen seneki kuzuları birden versin. Yakub aleyhisselam dua edince, her bir koyundan dörder tane doğmak suretiyle koyunları çoğaldı. Bir kimse, Yakub aleyhisselama sual etti ki: - Gözün niçin görmüyor, belin niçin büküldü? - Gözüm, Yusuf’a ağladığım için görmüyor. Bünyamin’e üzüldüğümden dolayı da belim büküldü. Bu sırada Cebrail aleyhisselam gelip dedi ki: - Halinden şikayet mi ediyorsun? - Ben sadece kederimi Allaha arz ediyorum. Ya Rabbi, gözleri görmez, beli bükülmüş şu çok yaşlı ihtiyara merhamet eyle! İki oğlumu bana geri ver! Cebrail aleyhisselam dedi ki:

- Allahü teala selam ediyor ve buyuruyor ki: “İki çocuğun ölü bile olsaydı, seni sevindirmek için onları diriltirdim. Gözünün görmemesi ve belinin bükülmesinin sebebi şudur: Bir gün oruçlu, aç, fakir bir yetim sana gelmişti. Bir koyun kesip ailenle yediğin halde ona vermedin. Ben yetim ve fakirleri sevdiğim kadar hiçbir şeyi sevmem. Haydi bir yemek hazırla, fakirleri davet et!” Yakub aleyhisselam da, oruçlu olanları akşam, oruç tutmayanları da sabah yemeğe davet etti. Bilindiği gibi, nihayet iki çocuğuna kavuştu. Şu halde, yetime merhamet etmeli, ona zulmetmemeli, hakkını yememelidir!

Yakub aleyhisselamın oğulları Yakub aleyhisselamın, on iki oğlu vardır. Yakub aleyhisselamın lakabı Israil olduğu için, oğullarına ve onların soylarından gelenlere “Beni İsrail= İsrailoğulları” denilmiştir. Yakub aleyhisselamın, altısı ilk zevcesi Leya’dan; dördü, cariyeleri bulunan Belhe ve Zulfa’dan; Yusuf ve Bünyamin de ikinci hanımı olan Rahil’den doğmuşlardır. Bunlar on iki erkek kardeş olup, sıra ile şunlardır: 1- Robil: En büyük oğludur. Leya isimli ilk zevcesinden doğmuştur. Bunun soyundan gelenler, Filistin’in kuzeydoğu kısmında yerleşmişti. Remle yakınlarında kabri veya makamı ziyaretgahtır. 2- Şem’un: Yakub aleyhisselamın, yaşça ikinci büyük oğludur. Şem’un’un neslinden gelenler de Lut gölünün batı sahilinde yerleşmişlerdir. 3- Lavi: Annesi Leya’dır.

Hazreti Musa ve Harun aleyhimesselam bunun neslinden gelmiştir. Arz-ı mukaddes torunlar arasında taksim edilince, Lavi soyundan gelenlere ayrıca bir yer verilmeyip, diğer bölgelerin mahsullerinin onda biri veriliyordu. 4- Yehuda: Yakub aleyhisselamın sözünü dinlediği, Yusuf aleyhisselamdan sonra akılca en üstün olan oğludur. Leya’dan doğmuştur. Davud aleyhisselam, Beni İsrail hükümdarları ve Hazreti İsa bunun soyundan idi. Bunun neslinden gelenler Filistin’de, Kudüs’ün güneyinde ve Lut gölünün batısında olan bölgede yerleşmişlerdir. 5- Zablun (Yalün): Yakub aleyhisselamın ilk hanımındandır. Onun soyundan gelenler Taberiye Gölü ile Akdeniz arasında olan bölgede yerleşmişlerdir. 6- Isahar: Bu da ilk zevcesi Leya’dan doğmuştur.

Yakub aleyhisselamın oğlu Yusuf’a çektiği hasret, İlahilerde dile getirilmiştir. Bir tanesi kısaca şöyledir:

AĞLAR YAKUB AĞLAR
Ben bir Yakub idim kendi halimde,
Mevlanın ismi var idi dilimde,
Aldırdım Yusuf’u Kenan ilinde,
Ağlar Yakub ağlar Yusuf’um deyü.
Attılar kuyuya şehit kastına,
Cebrail yetişti Mevla dostuna,
İhlas ile çıktı suyun üstüne,
Ağlar Yakub ağlar Yusuf’um deyü.
Yusuf’un gömleğin al kan ettiler,
Kurtlar yedi diye bühtan ettiler,
Yusuf’u götürüp bilmem n’ettiler,
Ağlar Yakub ağlar Yusuf’um deyü.
Akar da Yakub’un gözünün yaşı,
Ah çekip eritir dağ ile taşı,
Yusuf’u kuyuya attı kardeşi,
Ağlar Yakub ağlar Yusuf’um deyü.
Bezirganlar geçip giderken yoldan,
Yusuf’u çıkardı bulup kuyudan,
Yusuf sonra oldu Mısır’a sultan,
Ağlar Yakub ağlar Yusuf’um deyü.
Bir dertli bulsam da derdime yansam,
Yandım hasretine bağrım dağlasam,
Yusuf’um cemalin bir dahi görsem,
Ağlar Yakub ağlar Yusuf’um deyü.

7- Dan: Belhe isimli cariyeden doğmuştur. Onun neslinden gelenler, Filistin’in kuzeyindeki bölgelerde yerleşmişlerdir. Filistin’in kuzeyinde bu isimde bir kasaba da vardır. 8- Neftali: Annesi Belhe’dir. Nesli, Ürdün vadisinin batısında ve diğer kabilelerin yerleştiği bölgenin daha kuzeyinde yerleşmişlerdir. 9- Aşir: Yakub aleyhisselamın Zülfa adlı cariyesinden dünyaya gelmiştir. 10- Cad: Bunun da annesi Zülfa’dır. 11- Yusuf: Annesinin adı Rahil’dir. Yusuf aleyhisselam, Yakub aleyhisselamın peygamber olarak vazifelendirilen oğludur. İsrailoğullarına gönderilen peygamberlerin birçoğu onun neslindendir. 12- Bünyamin: Yakub aleyhisselamın 12. ve en küçük oğludur.

Hazreti Yusuf’un anadan da kardeşidir. Annesi Rahil, Bünyamin’in doğumundan kısa bir müddet sonra vefat etmiş idi. Bünyamin’in çok evladı oldu. Kenan iline dönünce, onlara çok az bir toprak verildiği için Kudüs’e gittiler. Bazı harplerde telef olmuşlarsa da sonra tekrar çoğalmışlardır. Kur’an-ı kerimde zikredilen Talut, Bünyamin’in neslindendir. Yakub aleyhisselamın oğullarından her birinin sülalesine torun manasında “Sıbt” ve hepsine birden torunlar manasında “Esbat” denir.

Yakub aleyhisselamın hususiyetleri Yakub aleyhisselam; Allahü tealanın seçtiği, kendi zamanında yaşayan insanların görünüş, huy ve yaşayış yönünden en üstünü idi. Buğday benizli, uzun boylu, nazik yapılı bir bedene sahipti. Babası İshak aleyhisselam gibi; halim, selim, yumuşak huylu, doğru sözlü olup, kerim ve cömert idi. Bu güzel huy ve vasıflarından başka; Kur’an-ı kerimde şu hasletleri de bildirilmektedir: Dinde kuvvetli idi. Yani ibadet ve taatte devamlı idi.

Allahü tealanın dinini insanlara tebliğ etme hususunda, her türlü fedakarlıktan çekinmemişti. Bu uğurda gelen türlü meşakkat ve sıkıntılara karşı, sabır ve sebat göstermişti. Bu husus, Kur’an-ı kerimin Sad suresi 45. ayetinde mealen; (Kullarımız İbrahim, İshak ve Yakub’u da hatırla ki; onlar taat ve ibadette, kuvvet, kudret ve dinde basiret sahibidir) buyurulmak suretiyle haber verilmektedir. İhlas sahibiydi. Kalbi tertemiz ve bütün kötülüklerden uzak olup, her yaptığını sadece Allahü tealanın rızasına kavuşmak için yapardı.

Allahüteala, Kur’an-ı kerimin Sad suresi 46. ayetinde mealen; (Biz İbrahim, İshak ve Yakub’u ahireti düşünme hasletiyle mümtaz ihlas sahipleri kıldık) buyurarak, Yakub aleyhisselamın ihlas sahibi olduğunu beyan buyurdu. Salihlerdendi. Enbiya suresi 72. ayetinde mealen; (Biz İbrahim’e, isteği üzerine İshak’ı ve isteğinden ziyade olarak torunu Yakub’u ihsan ettik. Biz onların hepsini salihlerden kıldık) buyurularak Yakub aleyhisselamın salihlerden olduğu bildirildi. Bitmeyen, güzel bir sabra sahipti. Oğullarının ayrılığına karşı sabrettiği Kur’an-ı kerimde bildirildi. Rüya tabirini bilirdi. Oğlu Yusuf aleyhisselamın rüyasını tabir ettiği Yusuf suresinde bildirilmiştir.
Alıntı ile Cevapla
  #12  
Alt 13.02.24, 19:47
Cazgircinx - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
⚘️ Üveys
 
Üyelik tarihi: 27.02.23
Bulunduğu yer: Deprem bölgesinde akdenizde yaşamaktayım
Mesajlar: 1,815
Etiketlendiği Mesaj: 63 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

YUSUF ALEYHİSSELAM


Yusuf aleyhisselam Yakub aleyhisselamın oğludur. Kur’anı kerimde Hazreti Yusuf’un kıssası, başına gelen hadiseler geniş olarak bildirilmiş; Yusuf suresi ile En’am ve Mümin surelerinde ondan bahsedilmiştir. Yusuf aleyhisselamın kıssası, birçok ibretleri, hikmetleri, incelikleri; alimlerin, devlet adamlarının ve onların emirlerinde olanların hallerini; düşmanın eziyetine sabretmeyi, gücü yettiği halde düşmanından intikam almamayı; iffet, tevhid, rüya tabiri, idarecilik, iktisadi tedbirlerle alakalı dünya ve ahirete dair pek çok faydaları; hasedin noksanlık ve Allahü tealanın yardımından mahrum kalmaya; sabrın ise, sıkıntı ve gamlardan kurtulmaya sebep olduğunu; Hazreti Yakub’un sabrettiği için maksuduna kavuştuğunu; Yusuf aleyhisselamın da sabredenlerden olduğunu ihtiva etmektedir.

Kıssaların en güzeli Yusuf aleyhisselamın kıssasına, tarih kitaplarında ve başka eserlerde de yer verilmiştir. Ancak, Kur’an-ı kerimde, eşsiz bir ifade; benzeri olmayan bir fesahat ve belagatla anlatılmıştır. Böylece başka kitapların anlatışları, Kur’an-ı kerimin yüksek fesahat ve belagatı yanında pek sönük kalmıştır. Bu yüzden Yusuf aleyhisselamın kıssasının anlatıldığı Yusuf suresi için, bizzat Allahü teala mealen buyurmuştur ki: (Bu sure-i celileyi sana vahyetmemizle ahsen-ülkasası [kıssaların en güzelini] anlatacağız.

Halbuki, sen daha önce bundan [Yusuf aleyhisselamın kıssasından] asla haberdar değildin.) [Yusuf 3] Mekkeli müşrikler, Resulullah efendimize sual sorarak sıkıntı vermek, Onu zor durumda bırakmak için, Medine Yahudilerine adam gönderip, çeşitli sualler öğrendiler. Bu suallerden biri de; “Yakub aleyhisselamın evladı ve ailesi neden Mısır’a göç etmiştir? Hazreti Yusuf’un kıssası nedir?” şeklindeki suallerdi. Mekkelilerin bu soruları üzerine Allahü teala, Yusuf suresini gönderdi. Böylelikle, Yusuf aleyhisselam hakkında en doğru ve en güzel bilgileri Müslümanlar öğrenmiş oldular. Yakub aleyhisselamın 12 oğlu olmuştur. Bunlardan Hazreti Yusuf ile kardeşi Bünyamin, Hazreti Yakub’un en küçük oğulları idi. Yakub aleyhisselam, Hazreti Yusuf doğunca, alnındaki nübüvvet nurunu görmüş, bu yüzden ona diğer oğullarından daha fazla ihtimam gösterir olmuştu.

Bilhassa annesinin, Bünyamin’in doğumundan sonra vefatı ve Yusuf ile kardeşinin öksüz kalması, babalarının onlara karşı olan ilgisini daha da artırdı. Diğer kardeşleri, onları kıskanmaya başladı. Babası, Hazreti Yusuf’u küçük olduğu için, halasının yanına bıraktı. Hazreti Yusuf halası ölünceye kadar onun yanında kaldı. Yakub aleyhisselam, kız kardeşinin vefatından sonra kendi yanına alıp, bir an bile ayrı kalamaz oldu. Bu durum kardeşlerinin kıskançlıklarının iyice artmasına sebep oldu. Yusuf aleyhisselam büyüdükçe, Allahü tealanın lütfuyla gittikçe güzelleşiyor, ahlak ve yüz güzelliği ile insanların sevgisini cezbediyordu. Çünkü onda Allahü tealanın verdiği ayrı bir güzellik vardı ve gerçekten çok güzeldi.

Nitekim Resulullah efendimiz, Mirac gecesi semaya götürüldüğünde Hazreti Yusuf’u gördü. Cebrail aleyhisselama; “Bu kimdir?” diye sordu. Cebrail aleyhisselam da; “Yusuf aleyhisselamdır.” dedi. Eshab-ı kiram da; “Onu nasıl gördün?” diye sual ettiler. Resulullah efendimiz de; “Ondördüncü gecedeki ay gibi.” buyurdular. Yusuf aleyhisselam, bir cuma gecesi, babasının yanında yatıyordu. Ansızın, heyecanla uyandı. Babası Yakub aleyhisselam, “Ne oldu, bir şey mi var?” diye sorunca, şöyle anlattı: - Rüyamda, yüksek bir dağın tepesinde imişim. Etrafta ırmaklar, yeşil ağaçlar vardı. Bu sırada gökten, on bir yıldız, Güneş ve Ay gelip bana secde ettiler.

Hazreti Yusuf’un anlattıklarını dinleyen Yakub aleyhisselam, on bir yıldızın Hazreti Yusuf’un kardeşleri, Güneş’in kendisi ve Ay’ın da zevcesi olduğu şeklinde tabir etti. Yakub aleyhisselam, ilerde diğer oğullarının Hazreti Yusuf’a itaat edeceklerini, hatta Hazreti Yusuf’un, kendisini bile geçeceğini anladı. Rüya tabirinde mahir olan evlatlarının, Yusuf aleyhisselamın rüyasını duydukları takdirde onu kıskanacaklarını, hatta şeytanın vesvesesi ile ona bir kötülük bile yapmaya kalkışacaklarını düşündü.

Hazreti Yusuf’a tembih edip dedi ki: - Ey oğulcuğum! Sakın rüyanı kardeşlerine anlatma! Sonra şeytanın vesvesesi ile helakın için sana kötülük yapıp, tuzak kurarlar. Muhakkak ki şeytan, insanın apaçık düşmanıdır. Rabbin bu rüya ile dereceni yükselttiği gibi seni seçecek, peygamberlik verip, sana rüya tabiri ilmini öğretecek. Allahü teala seni aziz eyleyip, sana devlet ve ululuk verecek, kardeşlerin sana muhtaç olacaklardır. Daha önce ataların İbrahim ve İshak’a nimetlerini peygamberlik ile tamamladığı gibi sana ve Yakub’un soyuna da nimetlerini tamamlayacaktır. Şüphesiz ki, Rabbin bu nimetlere müstahak olanları bilir. Lazım olan işlerde hikmetini icra eder. Yakub aleyhisselam, oğluna ihtiyatlı davranmayı bu şekilde tavsiye etmişti. Çünkü, Yusuf aleyhisselamın kardeşleri rüya tabirini iyi bilirlerdi.

Bu sebeple Yakub aleyhisselam, onların Yusuf’a haset etmelerinden korktuğu için, haset ederler, dedi. Bir baba evladının hayırlı olmasını ister, fakat kardeş kardeşin kendinden hayırlı ve daha iyi olmasını istemez. Yusuf aleyhisselam gördüğü rüyayı kardeşlerine anlatsaydı, bu onların hoşuna gitmeyecekti. Çünkü rüyanın insan üzerinde tesiri vardır. Nitekim bir hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Salih, iyi rüyadan kalb sevinir. Bu rüya Allahü tealadandır. Kötü rüya hulmdür [korkulu rüyadır], kalb onu istemez. Böyle rüya şeytandandır. Biriniz, hoşuna giden bir rüya görürse, onu sevdiği kimseye anlatsın. Hoşuna gitmeyen bir rüya görürse, onu kimseye anlatmasın.) Yakub aleyhisselam Yusuf aleyhisselamın rüyasını üç şeyle tabir etti: 1 Yusuf aleyhisselama peygamberlik verileceği, 2 Rüya tabiri ilminin öğretileceği, 3- Allahü tealanın, onun üzerindeki nimetlerini tamamlayacağı... Bu rüya hadisesinden sonra, Hazreti Yakub’un Hazreti Yusuf’a karşı olan muhabbeti daha da arttı. Elinde olmadan ona ve dolayısıyla Hazreti Yusuf’la anneleri aynı olan kardeşi Bünyamin’e daha çok ilgi göstermeye başladı. Hazreti Yakub’un diğer oğulları, babalarının Yusuf aleyhisselam ve kardeşine olan bu sevgisini görüp, kıskanıyorlardı.

Diyorlardı ki: - Onlar daha küçükler, bir faydaları, iş yapabilecek durumları yok. Halbuki biz, güçlü kuvvetli kimseleriz. Geçim işlerini biz görüyoruz. Babamıza daha faydalıyız. Buna rağmen babamız, onu bizden fazla seviyor. Bu sebeple, Yakub aleyhisselamın Hazreti Yusuf’a olan sevgisini kendileri açısından hatalı buluyorlardı. Fakat Yakub aleyhisselam, Yusuf aleyhisselamı, elinde olmayarak ister istemez kalben seviyordu. Ayrıca Yusuf ve kardeşi Bünyamin’in anneleri, daha onlar çocuk iken öldüğü için onlara daha fazla sevgi ve şefkat göstermişti. Bir de Yakub aleyhisselam, Hazreti Yusuf’ta, diğer oğullarında görmediği rüşd ve asaleti görmüştü. Sevgisinin bir sebebi de bu idi. Buna ilaveten Yusuf aleyhisselam da, babasının rızasını celbedici güzel hizmetler yapıyordu. Yakub aleyhisselamın diğer oğulları, şeytanın da vesvesesiyle Hazreti Yusuf’u iyice kıskandılar. Zaten öteden beri babalarının ona gösterdiği sevgi ve verdiği kıymet, onları yakıp bitiriyor, babalarının sevgisini, Yusuf’un üzerinden alıp, kendilerine çekmeye çalışıyorlardı.

Bunda başarılı olamıyorlardı. Bir de buna rüya hadisesinden sonra Yakub aleyhisselamın Hazreti Yusuf’a alakasının biraz daha artması üzerine, haset ve kıskançlıkları had safhaya ulaştı. Bunun üzerine toplanıp aralarında konuştular. Yusuf’u babalarından uzaklaştırmaya karar verdiler. Bunun için de; “Ya öldürürüz veya onu babamıza ulaşamayacağı çok uzak bir yere bırakırız. Burada onu yırtıcı hayvanlar yer veya ölür.” dediler. Hazreti Yusuf’u bu şekilde uzaklaştırmakla, babalarının sevgisini kendilerine çekeceklerini zannediyorlardı. Ancak yaptıkları işin büyük günah olduğunu bilmiyor da değillerdi. Ancak Yusuf aleyhisselamı uzaklaştırınca, babalarına güzel hizmetlerde bulunup, babalarının sevgisini kendi üzerlerine çekeceklerini umuyorlardı.

Neticede hepsi, Yusuf aleyhisselamı kuyuya atmakta ittifak ettiler. Atmaya kararlaştırdıkları kuyu, bilinen bir kuyu idi. Ona gidip-gelen çok olurdu. Kuyuya attıklarında hemen ölmeyeceğini, oradan geçen yolcuların onu çıkarıp götüreceklerini, dolayısıyla oradan kurtulacağını kuvvetle umuyorlardı. Yakub aleyhisselamın oğulları, Hazreti Yusuf’u kuyuya atma kararını verdikten sonra, kardeşlerini babasından istemek işini Yehuda’ya havale ettiler. Çünkü Yakub aleyhisselam, diğer oğulları içinde en çok Yehuda’nın sözüne itibar ederdi. Ayrıca Yehuda, Yusuf’un öldürülmesine razı değildi. Kardeşlerinin ona bir kötülük yapmalarından korktu. Onlardan, öldürmeyip kuyuya atacaklarına dair kesin söz aldı.

Hep birlikte Yakub aleyhisselamın huzuruna vardılar. Yehuda, kardeşleri adına babasından, Hazreti Yusuf’la beraber kırlara gitmek için izin istedi. Diğer kardeşler de babalarına diller döktü. Her zaman yaptıkları gibi, ertesi gün de koyunlarını otlatmak için kıra giderek, çayır ve çimenler üzerinde istirahat edip, koşu ve ok atma yarışı yapacaklarını ve yanlarında Yusuf’u da götürmek istediklerini söylediler ve dediler ki: - Ey babamız! Kardeşimiz Yusuf’u da yarın bizimle kıra gönder, yesin, içsin, ok atmak ve koşmak suretiyle oynasın. Biz onu elbette muhafaza ederiz. Yakub aleyhisselam, rüyasında on tane kurdun Hazreti Yusuf’a hücum edip, öldürmeye çalıştıklarını görmüştü. O kurtlardan biri onu himaye etmiş, bu sırada yer yarılarak Yusuf aleyhisselam oraya girmiş, üç gün sonra tekrar ortaya çıkmıştı. Yakub aleyhisselam, bu rüyadan sonra kardeşlerinin Yusuf’a bir şey yapmalarından korkar olmuştu. Bunun için Hazreti Yusuf’u kardeşleriyle göndermek istemiyordu. Onlara dedi ki: - Onu götürmeniz beni mahzun eder. Siz ondan habersiz iken kurt gelip, onu yemesinden korkarım. - Biz kuvvetli bir cemaat iken onu kurt yerse, aciz ve güçsüz kimseler olmuş oluruz. Yakub aleyhisselam, oğullarının teminat verip ısrar etmeleri ve Hazreti Yusuf’un da onlarla beraber gitmek için meyletmesi üzerine, kazaya razı olup, izin verdi.

Bu arada Yakub aleyhisselam; “Onu kurt yemesinden korkarım” sözü ile oğullarına ipucu verdi. Hazreti Yusuf’un başına getirecekleri işten sonra, dönüşlerinde, babalarına verecekleri cevabı onun ağzından aldılar. Çünkü onlar, o zamana kadar, kurdun insanı yiyebileceğini bilmiyorlardı. Alimlerimiz buradan, kişinin hasmına ipucu telkin etmesinin uygun olmadığını anlamışlardır. Nitekim hadisi şerifte; “Bela, ağızdan çıkan söze bağlıdır.” buyuruldu. Yakub aleyhisselam sabah olunca, Hazreti Yusuf’a; “Gel şimdi seni bir kere öpeyim ve güzel kokunu koklayayım. Belki bir daha seni göremem. Zira dünya ayrılık evidir.” dedi. Elbisesini giydirdi, güzel kokular sürdü. Bağrına basıp öptükten sonra kardeşlerine ısmarlayıp, “Yusuf’u iyi gözetin!” diye tembih etti. Onlar da gözetip koruyacaklarına dair söz verdiler.

Hazreti Yusuf’un kuyuya atılması Kardeşleri, Yusuf aleyhisselamı alıp, gayet izzet ve ikram ile kıra doğru götürdüler. Yolculuk gerçekten güle oynaya başlamıştı. Yusuf aleyhisselam, “Ne iyi ettim de kardeşlerimle beraber çıktım.” diye düşünmeye başlamıştı. Ancak bu neşeli durum uzun sürmedi. Şehirden iyice uzaklaşıp, bağırmakla duyulamayacak kadar bir mesafeye gelince, kardeşleri Yusuf aleyhisselama eziyet etmeye başladılar. Ağabeyleri, Hazreti Yusuf’a yaptıkları eziyetleri o kadar artırdılar ki, Yehuda, onu öldüreceklerinden korktu. Onlara dedi ki: - Bana, onu öldürmeyeceğinize dair söz vermiştiniz! Bunun üzerine eziyeti bıraktılar. Az sonra atmayı kararlaştırdıkları kuyunun yanına vardılar. Bu kuyunun üst tarafı dar, altı ise genişti. Kardeşleri, Yusuf aleyhisselamı kuyunun başına getirdiler.

Gömleğini çıkarıp aldılar. Yusuf aleyhisselam kardeşlerine bakıyordu. Kardeşlerden biri dedi ki: - Ey Yusuf! Şunu iyi bilesin ki bugünden sonra bizleri de, babanı da bir daha göremeyeceksin. Çünkü... Bir başka kardeşi de bu sözü tamamladı: - Çünkü seni şimdi şu kuyuya bırakacağız. Bu sözler şaka ile söylenmiş sözler değildi. Böylece kararları Hazreti Yusuf’a tebliğ edilmişti. Derhal kollarından tutarak kuyuya sarkıttılar. Yusuf aleyhisselam kardeşlerine, yaptıkları hareketin, babalarının sevgisini kazandırmayacağını belirtmesine rağmen dinlemediler ve dediler ki: - Haydi Yusuf yolun açık olsun, güle güle... Bir daha bizimle babamızın arasına gireyim deme sakın! Ayrıca öldürmediğimiz için bize teşekkür borçlu olduğunu da hiç unutma sevgili kardeşimiz...

Bu sözlerle kuyuya bıraktılar. Kuyuda su vardı. Yusuf aleyhisselam suyun içine düştü. Bu sırada Yusuf aleyhisselam şu duayı okudu: “Ya şahiden gayre gaibin ve ya kariben gayre baidin ve ya galiben gayre mağlubin. İc’al li min emri ferecen ve mahreca. = Ey gaib olmayan Şahid! Ey uzak olmayan Karib! Ey mağlup olmayan Galip! Beni bu musibetten kurtar! Bunun için bana bir çıkış yolu nasip et!” Bu esnada Allahü tealadan Cebrail aleyhisselama; “Kuluma yetiş ey Cebrail!” hitabı geldi. Cebrail aleyhisselam derhal yetişerek onu boğulmaktan kurtardı ve onu, suyun içindeki bir kayanın üstüne oturttu.

Sonra Yusuf aleyhisselama Allahü tealanın selamını tebliğ etti ve “Sen kardeşlerine birgün bu yaptıklarını haber vereceksin!” dedi. Ayrıca dua etmesini, Allahü tealaya yalvarmasını, Allahü tealanın yapılan duaları kabul edeceğini söyledi. Şöyle dua etmesini bildirdi: “Allahümme ya kaşife külli kürbetin ve ya mucibe külli da’vetin ve ya cabire külli kesirin ve ya müyessire külli asirin ve ya sahibe külli garibin ve ya munise külli vahidin ve ya la ilahe illa ente es’elüke en’tec’ale li ferecen, mahrecen ve en takzife hubbeke fi kalbi hatta la yekune li hemmün ve la zikru gayrike ve en tehfezani ve terhameni ya Erhamerrahimin = Ey her belayı kaldıran, her duayı kabul eden, kırık kalbleri saran, iyileştiren, her güçlüğü kolaylaştıran, her garibin sahibi ve yalnızların teselli edicisi, ey kendisinden başka ilah olmayan! Beni içinde bulunduğum sıkıntıdan kurtarmanı, onun için bana bir çıkış yolu nasip etmeni, muhabbetini kalbime koymanı, böylece benim için senden başka bir düşünce ve zikir olmamasını, her türlü musibetten muhafaza buyurmanı, bana merhametinle muamele etmeni isterim.

Ey merhametlilerin en merhametlisi olan Allahım!” Yusuf aleyhisselam kuyuda Cebrail aleyhisselamın öğrettiği duayı edip, Allahü tealayı zikretmeye başladı. Allahü tealanın isimlerini (Esma-i hüsnayı) söyledi. Melekler Yusuf aleyhisselamın zikrini duyup, çevresine toplandılar. Yusuf aleyhisselamla yakınlık peyda ettiler. Bu sebeple Yusuf aleyhisselam kuyuda yalnızlık çekmedi. Kardeşleri, Yusuf aleyhisselamın sırtından çıkardıkları gömleği, kana buladılar ve Yakub aleyhisselama götürdüler. “Yusuf’u kurt yedi. İşte onun kanlı gömleği!” diye göstereceklerdi. Babalarının yanına akşam vakti geldiler. Çünkü onlar için bu zaman, mazeret için en müsait vakitti. Eve yaklaşırken, her biri yalancıktan ağlamaya, bağrışıp çığrışmaya başladı. Yakub aleyhisselam onların ağlamalarını işitip dışarı çıktı, hepsini üzüntülü bir halde gördü. Onlara; “Sürülerinize mi bir şey oldu? Ne var?” dedi. Onlardan; “Hayır!” cevabını alınca, Hazreti Yusuf’un nerede olduğunu sordu. Onlar da getirdikleri kanlı gömleği göstererek dediler ki: - Ey babamız! Biz yarış yapmak üzere gitmiş, Yusuf’u da eşyalarımızın ve elbiselerimizin yanına bırakmıştık.

Geri döndüğümüzde bir de ne görelim, onu kurt yemiş. Biz doğru söyleyenler olsak da sen bize inanmazsın. - Hayır, nefsleriniz sizi aldatıp böyle büyük bir işe sürüklemiş. Artık bana düşen sabr-ı cemildir. Sizin bu yaptıklarınız üzerine sabrımla Allahü tealadan yardım isterim. Yakub aleyhisselam, oğlu Yusuf’un kana bulanmış gömleğini yüzüne gözüne sürdü, gömleğe baktı. Kanlı gömleğin hiç yırtılmamış olduğunu görünce; “O kurdun Yusuf’uma karşı şefkati sizden fazla imiş. Vallahi bugüne kadar bu kurt gibi yumuşak huylusunu görmedim. Oğlumu yemiş de sırtındaki gömleğini bile yırtmamış.” dedi ve takdire razı olup, sabr-ı cemilin kendisi için en güzel yol olduğunu söyledi. Bu sözü ile aslında onların yaptıkları hilenin farkına vardığını oğullarına hissettirmişti. Ayrıca ufak bir araştırma ile meselenin aslını da öğrenebilirdi. Ancak ilahi takdirin böyle olduğunu anladığı için, Allahü tealadan sabr-ı cemil diledi. Bu hadise ayrıca göstermiştir ki; hile yapanlar mutlaka bir yerde açık vermekte ve hileleri ortaya çıkmaktadır. Yakub aleyhisselam, oğullarının verdiği habere karşı tahammül gösterebilmek için, Allahü tealadan yardım istedi.

Çünkü, sabredebilmek, musibete tahammül göstermek, ancak Allahü tealanın yardımı ile mümkündür. İnsanda nefsani ve ruhi sebepler vardır. Nefsani sebepler, insanı bela ve musibete karşı feryada yöneltir. Ruhi sebepler ise, sabretmeye ve kadere rıza göstermeye sevkeder. Bela ve musibete duçar olduğu zaman, insanın içinde, bu iki sınıf arasında mücadele başlar. Allahü tealanın yardımı olmazsa, nefsani sebeplere galip gelinemez. Çünkü insanın nefsi devamlı feryat eder, hiçbir zaman sabır ve rıza göstermez. Aslında Yakub aleyhisselam, oğullarının Hazreti Yusuf’a haset ettiklerini ve onun hayatta olduğunu biliyordu. Çünkü daha önce gördüğü rüyayı Yusuf’a; “Rabbin seni seçecek!” şeklinde tabir etmişti.

Hazreti Yusuf’un Mısır’da satılması Yusuf aleyhisselam kuyuya atıldıktan bir müddet sonra, Medyen’den gelip Mısır’a gitmekte olan bir kervan, kuyunun yakınında konakladı. Su getirmesi için sakalarını kuyuya gönderdiler. Saka, kuyunun başına varıp, kovasını sarkıttı. Kova, kuyunun dibine inince, Yusuf aleyhisselam da kovayla beraber dışarıya çıktı. Saka, su beklerken, gözün görmediği derecede güzel bir çocuk çıkmıştı. Heyecanla arkadaşlarına, “Müjde, işte bir civan!” diye seslendi. Yusuf aleyhisselam sükut etti. Hiç konuşmadı. “Ben Yakub aleyhisselamın oğluyum!” demedi. Zira kervancılar kendisini bıraksa bile, kardeşlerinin kendisini rahat bırakmayacaklarını biliyordu. Ayrıca kervancılar da onu köle olarak satıp üç beş kuruş menfaatlenmeyi umuyorlardı. Böyle bir durumda onu serbest bırakmazlardı. Bu hadiseden sonra, kardeşleri kuyuya gelip bakmışlar, Yusuf aleyhisselamı bulamayınca, öldü diye kesin hüküm vermişlerdi.

Hazreti Züleyha Yusuf aleyhisselamı kuyudan çıkaran kervancılar, onu Mısır’a götürüp pazara çıkardılar. Birçok kimse ona müşteri oldu. Fiyatı çok yükseldi. Yüzünde parlayan nur, herkesi celbediyor, görenleri hayran bırakıyordu. Herkes onu satın almak istiyordu. Hatta bir kocakarı bile iki yumak iplikle onu satın almak istedi. O sırada Mısır Firavunu, Reyyan bin Velid Amaliki idi. Onun, yetkilerini havale ettiği bir maliye vekili vardı. Ona “Aziz” denirdi. Aziz, Hazreti Yusuf’u kervancılardan çok yüksek bir fiyata satın aldı. Ancak satın almak için verdiği para, Yusuf aleyhisselam için çok az bir para idi. Allahü teala Azizin kalbine, Yusuf aleyhisselamın muhabbetini yerleştirdi. Eve varınca, hanımı Zeliha’ya dedi ki: - Bu çocuğa iyi bak, ikramda kusur etme! Köle gibi, hizmetçi gibi küçük düşürücü işlerde kullanma ve azarlama! Ona izzet ve ikramda bulun! Umulur ki, bize faydası olur. Yahut onu evlat ediniriz.

Yusuf aleyhisselamı satın alan Mısır Azizinin, hanımı Zeliha (Farsça; Züleyha)’dan çocukları olmamıştı. Aziz, o yüzden Yusuf aleyhisselamı evlat edinmeyi düşünmüştü. Yusuf aleyhisselam, Mısır Azizinin evinde gayet rahattı. Aziz, hanımına sıkı sıkıya tembih etmiş, ona ihtimam göstermesini söylemişti. Bu arada Hazreti Yusuf, babasından ve kardeşlerinden yıllar geçmesine rağmen hiç haber alamamıştı. Ancak şimdilik yapabileceği bir şey de yoktu. Züleyha böyle tatlı ve sevimli çocuğu ömründe hiç görmemişti. Ona gerekli ihtimamı gösteriyor, yanından ayırmıyordu.

Yusuf aleyhisselam da bir aile ortamına kavuşmuştu. Aradan zaman geçip Hazreti Yusuf büyüdükçe, Züleyha’da da bir haller olmaya başlamıştı. Zaten Hazreti Yusuf’un yüzünde parlayan nübüvvet nuru, herkesi hayran bırakırdı. Bu hal, Züleyha’nın ona aşık olmasına yol açmıştı. Hazreti Yusuf için süsleniyor, onu kendisine celbetmek için halden hale giriyordu. Fakat Yusuf aleyhisselam hiç itibar etmiyordu. Azizin hanımı Züleyha, genç ve güzel bir kadındı. Aziz ise ınnin, yani iktidarsız, güçsüz bir kimse idi. Yusuf aleyhisselam ise akıllara durgunluk verecek derecede güzeldi. Birgün Züleyha evde kimse yokken, kapıları kapadı ve ondan murad almak istedi. “Hemen yanıma gel!” dedi.

Daveti gayet açıktı. Ancak Yusuf aleyhisselam bir peygamberdi ve Allahü tealadan korkar, böyle bir ihaneti yapamazdı. Bunun üzerine hemen dedi ki: - Efendim iyi bakman için, beni sana bıraktı. Bunun karşılığında onun haremine hıyanet etmekten Allaha sığınırım. Zina ile nefsine zulmedenler felah bulmazlar, maksatlarına kavuşamazlar. Züleyha, arzusuna kavuşmayı kafasına koymuştu. Yusuf aleyhisselamın reddetmesiyle pes edecek değildi. Yalvarıyor, çeşitli vaatlerde bulunuyordu. Ancak Allahü tealanın koruması altında olan Yusuf aleyhisselam hep reddediyordu. Bir ara fırsatını bulan Yusuf aleyhisselam, kapıya atıldı. Züleyha da peşinden koştu. Ona yetişince, kapıdan çıkmaması için, arkasından gömleğini yakalayıp, kendisine doğru çekti. Çekmesi ile beraber gömleğin arkası yırtıldı. Bu halde kapıdan dışarı çıkınca, Züleyha’nın amcasının oğlu ve Aziz ile karşılaştılar. Her ikisi de orada duruyordu. Züleyha, kocası olan Azizi görünce, töhmet korkusu ile Yusuf aleyhisselamdan önce söze başladı: - Senin hanımına kastedenin cezası nedir? Sonra da, kocasının, Yusuf aleyhisselamı öldürmesinden korktu. Daha kocasının konuşmasına fırsat vermeden, sözüne şöyle devam etti: - Onun bu cezası, ancak hapse atılması, tasarruftan men edilmesi yahut sopa ile dövülmesidir. Züleyha, sopa ile dövülmesinden önce, hapsedilmesini söyledi.

Çünkü Yusuf’u çok seviyordu. Seven, sevdiğinin acı çekmesini istemez. Ayrıca Yusuf aleyhisselam hakkında hapis ve ona azap etmekten biri ile muamele edilmesi lazım geleceğini açıkça beyan etmedi ve onu korumak için de umumi bir ifade kullandı. Yapılacak muamelenin de uzun değil, bir veya iki gün gibi kısa bir müddet olmasını istedi. Yusuf aleyhisselam onun bu sözlerini işitince, kendisine isnat edilen bu töhmeti defetmek için dedi ki: - O benim nefsimden murad almak istedi. Ben ise teklifini kabul etmeyip kaçtım. Aslında, Yusuf aleyhisselam, Züleyha’nın kendisine yaptıklarını ifşa etmek istemiyordu. Ancak Züleyha, onun hakkında bu sözleri sarfedip şerefine ve nezaketine yakışmayan sözler sarfedince, bu töhmetin altından kalkmak zorunda kaldı. Bu sebeple; “O benim nefsimden murad almak istedi.” dedi.

Yoksa, Züleyha’nın bu halini ifşa etmezdi. Bu sırada Züleyha’nın akrabalarından biri şöyle hüküm verdi: - Eğer Yusuf’un gömleği, önünden yırtılmışsa, Züleyha haklı; arkasından yırtılmışsa, Yusuf doğru söyleyicidir. Hakim mevkiinde olan kişi, Hazreti Yusuf’un gömleğinin arkadan yırtılmış olduğunu ve Yusuf aleyhisselamın doğru söylediğini anlayınca, Züleyha’ya döndü ve dedi ki: - Hiç şüphe yok ki, bu sizin kurduğunuz tuzaklardan biridir. Şüphe yok ki, siz kadınların tuzak ve hileniz büyüktür. Bütün alametler, hadiseye Züleyha’nın sebep olduğunu gösterince, Aziz utandı. Yusuf’un doğru, karısının ise yalan söylediğini anladı. Ancak bu durumun yayılmaması için, Hazreti Yusuf’a; “Ey Yusuf, bu durumu kimseye söyleme! Bu mesele yayılmasın!” dedikten sonra, karısına dönerek sözlerine şöyle devam etti: - Ey kadın! Sen de günahın için tevbe et! Çünkü hata edicilerden oldun.

Hazreti Yusuf’un kendisine isnat edilen töhmetten, suçtan uzak ve temiz olduğuna dair başka alametler de vardı. Bunlardan birincisi; Hazreti Yusuf aslında hür olmasına rağmen, görünüşte Azizin kölesiydi. Böyle bir kimsenin, efendisinin hanımına el uzatması mümkün olmazdı. Bu uzak bir ihtimaldir. İkincisi; gerek Aziz, gerekse yanında bulunanlar, Hazreti Yusuf’un kapıdan çıkmak için süratle koştuğunu görmüşlerdi. Eğer niyeti kötü olsaydı, kapıdan çıkıp, hemen oradan uzaklaşmaya çalışmazdı. Üçüncüsü; Züleyha’nın, gayet güzel bir şekilde süslenmesine karşılık, Hazreti Yusuf, kılık ve kıyafeti bakımından tabii ve sade idi. Dördüncüsü; Hazreti Yusuf hep emin olmuş, onların yanında uzun müddet kalmış, böyle bir hal vuku bulmamıştı.

Beşinci olarak; Züleyha, açıktan Yusuf aleyhisselamı itham etmeyip, hakkında umumi ve kapalı sözler söylemiş, Yusuf aleyhisselam ise, hiç korkmadan işin aslını olduğu gibi anlatmıştı. Suçlu olsa idi, hadiseyi bu kadar açık anlatamazdı. Azizin hanımına böyle harekette bulunan kimsenin, korkusundan bu kadar açık ve rahat konuşması mümkün olmazdı. Görünüşte mesele kapanmış gibiydi. Zira ne Züleyha bu işi sağda solda anlatıp kendini ele vermek ister, ne de Aziz meseleyi anlatıp kendini zor durumda bırakırdı. Ancak Züleyha’nın Hazreti Yusuf’a yaptıkları, bir müddet sonra hizmetçiler vasıtasıyla Mısır ahalisi tarafından duyulmuş, kadınlar arasında yayılmıştı. Aralarında konuşuyorlardı: - Kadın dediğinin bir şerefi ve haysiyeti olur. İnsan Aziz gibi bir adamın hanımı olur da hizmetçisinden murad almaya kalkarsa, budala deriz biz ona...

- Azizin çocuğu olmadığını bilmiyor musunuz? Kadıncağız ne yapsın, hiç olmazsa hizmetçisiyle olsun gönlümü edeyim, demiştir... - Ben olsam ölürüm, yine hizmetçi ile gönül birliği edemem. Herkes haddini bilmeli... Bu çeşit sözler etrafta söylenir olmuştu. Zaten gizlenmesi de pek mümkün değildi. Böyle yüksek mevkide bulunanların hayatları her zaman dikkatle takip edilir olmuştur. Kadınlar, bu sözleri rastgele söylemiş değillerdi. İnsan bazen farkında olmadan bir şeyler konuşabilirdi. Fakat Züleyha’yı ayıplayan kadınlar, ne konuştuklarının farkında idiler. Bilerek konuşmuşlardı. Böyle konuşmalarıyla, güya, Züleyha’nın yaptığı işten kendilerinin uzak olduklarını da ifade etmek istiyorlardı.

Aslında Mısırlı kadınların bu sözleri hileden başka bir şey değildi. Çünkü onlar, Yusuf aleyhisselamın güzelliğini işitmişler ve onu görmek hevesine düşmüşlerdi. Bu gayelerine erişmek istediler. Bunun için aralarında böyle konuşup, onu ayıpladılar. Bundan maksatları, Züleyha’yı ayıplamak değil, Züleyha’nın, bu sözleri duyarak, kendisini mazur gösterebilmek için, Yusuf aleyhisselamı onlara göstermek mecburiyetinde kalmasını sağlamaktı. Bu hanımlar ancak Hazreti Yusuf’u bu şekilde görebileceklerini sanıyorlardı. Gerçekten de Yusuf aleyhisselamın güzelliği fevkalade idi. Adem aleyhisselama çok benzerdi. Kıtlık zamanında açlık sıkıntısından muzdarip olan Mısırlılar, onun yüzünü görmekle sıkıntılarını giderirler ve açlıklarını unuturlardı. Bütün bunlara rağmen Yusuf aleyhisselama güzellikten bir parça verilmişti.

Muhammed aleyhisselama ise tamamı verilmiş, fakat setredilmişti. Çünkü Muhammed aleyhisselam, cümle mahlukatın en güzeli ve Allahü tealanın sevgilisi idi. Yusuf aleyhisselamda cemal, Resulullah efendimizde cemal ve kemal vardı. Yusuf aleyhisselamın cemali görülünce, eller kesildi. Resulullah efendimizin kemali ile, zünnarlar kesildi, putlar kırıldı ve küfür bulutları dağıldı. Eshab-ı kiram, Peygamber efendimize sordular: - Siz mi güzelsiniz, Yusuf aleyhisselam mı? Resulullah efendimiz buyurdu ki: - Kardeşim Yusuf benden sabih [yüzü güzel], ben ondan melihim [sevimliyim.] Onun görünen güzelliği, benim görünen güzelliğimden çoktur.

Hazreti Aişe’den, Resulullah efendimizin güzelliği sorulunca, şu mealde bir şiir söyledi: - Yusuf aleyhisselamı satın almak için arttırmaya çıkan Mısır zenginleri, Muhammed aleyhisselamın yüzünün güzelliğini işitmiş olsalardı; güzelliği dillere destan olan Yusuf aleyhisselam için hiç para vermezler, bütün varlıklarını Muhammed aleyhisselamın yüzünü görebilmek için saklarlardı. Hazreti Yusuf’un yüzünü görünce ellerini kesen Mısır kadınları, Muhammed aleyhisselamın parlak alnını görselerdi, ellerinin yerine kalblerini keserler ve hiç acı duymazlardı. Züleyha, Mısır kadınlarının, Hazreti Yusuf’a olan muhabbeti sebebiyle kendisini ayıpladıklarını duyunca; “Yusuf aleyhisselam gibi cemal sahibi eşsiz birisine yalnız ben değil, herkes metfun ve hayran olur. Siz de görün bakalım, siz ne diyeceksiniz?” diye düşünerek, onu sevmekte mazur olduğunu göstermek için bir ziyafet tertip etti. Kendisini ayıplayan ve arkasından konuşan kırk kadar hanımı davet etti.

Onlar için dayanıp rahat edecekleri yastıklar; bıçakla kesilerek yenecek yiyecekler hazırladı. Züleyha’nın davet ettiği kadın misafirler, gelip oturdular. Züleyha, onların her birine birer bıçak verdi. Misafir kadınlar, yastıklara kibirli bir şekilde yaslandılar ve aralarında konuşup gülerek yiyeceklerini bıçakla kesip yemeye başladılar. Bu kadınlar memleketin ileri gelen hanımları idi. Bu sırada Züleyha, başka bir odada giydirilip kuşatılan Yusuf aleyhisselama, kadınlara görünmesini ve karşılarına çıkmasını söyledi. Yusuf aleyhisselam, Züleyha’dan çekindiği için, emrine muhalefet etmedi. Kadınlara göründü.

Kadınlar, rüyada görülmesi bile düşünülemeyen bir erkek güzeli olan Yusuf aleyhisselamı görünce, kendilerinden geçtiler. Hayran hayran Yusuf aleyhisselama bakıyor, gözlerini ondan ayıramıyorlardı. Cemalinin heybetinden, yüzünün güzelliğinden, kendilerini unutmuşlardı. Rüyada mı, yoksa hayal aleminde mi yaşadıklarını bilemez halde idiler. Farkında olmadan ellerindeki bıçaklarla meyve yerine, hiç acı duymadan, ellerini kestiler. Yusuf aleyhisselamın kendilerine ve yiyeceklerine iltifat ve itibar etmediğini gören kadınlar, onda, meleklerin hususiyetini seyrettiler. Ona hayran kaldıklarından ellerini kestiklerinin farkında değillerdi. Onun güzelliğini ve cemalinin heybetini hiçbir insanda görmemişlerdi. Hepsi bir ağzından; “Bu insan olamaz, bu kerim bir melektir!” demekten kendilerini alamadılar Mısır’da, insanlar arasında bir kimsenin güzelliği meleğe benzetilerek ifade edilmekte idi. Çünkü, onların nazarında en çirkin mahluk şeytan, en güzel varlık da melektir.

Bu yüzden meleğe benzetme yaparlardı. Yusuf aleyhisselamı gören Mısırlı kadınlar da, onun fevkalade güzelliğini ifade etmek için meleğe benzetmişlerdi. Bir müddet odada duran Yusuf aleyhisselam Züleyha’nın emriyle odayı terk etti. Onun odadan çıkışını şaşkın bakışlarla izleyen kadınların gözleri, bir müddet kapıya çakılı kaldı. Nihayet ellerinde hissettikleri acıyla kendilerine geldiler. Parmaklarına baktıklarında, elma yerine ellerini kestiklerini anladılar. Bıçakları bırakarak ellerindeki kanın durdurulması ile uğraşmaya başladılar. Züleyha, hakkında dedikodu yapan kadınlara karşı bir zafer kazanmıştı. İçinde bulunduğu durumu onlara ancak bu şekilde anlatabilirdi. Onların bu zavallı, ne yapacaklarını bilmez halini gülümseyerek seyreden Züleyha dedi ki: - İşte gördünüz mü? Siz benden daha çok kınanmaya, ayıplanmaya layıksınız. Çünkü, onu bir defa görmekle kendinizi kaybedip, ellerinizi kestiğinizin bile farkında olmadınız.

Ben ise, uzun zamandan beri onunla birlikteyim. Fakat hiçbir vakit sizin bu halinize düşüp, hayranlığımdan dolayı kendimden geçmedim. Eğer şimdi gördüğünüz gibi, onu önceden gözünüzün önüne getirseydiniz beni mazur görür, bu sevgimden dolayı beni kınamazdınız. Züleyha, Yusuf aleyhisselamı kadınların karşısına çıkarmakla, kendisinin devamlı olarak içinde bulunduğu zor durumu onlara göstermek istemişti. Zira onlar, bir defa Yusuf aleyhisselamı görmekle kendilerinden geçmişler ve ellerini kestiklerinin bile farkında olmamışlardı. Böylece, kendisinin Hazreti Yusuf’a karşı davranışlarında haklı olduğunu; asıl onların gülünç duruma düştüklerini göstermiş oluyordu. Kadınların hiçbirinin, “Hayır, ben soğukkanlılığımı muhafaza ettim, duygularıma hakim oldum. Aklımdan hiçbir fenalık geçmedi ve kendimi kaybetmedim!” demeye hakları kalmamıştı. Çünkü her biri halen kanamakta olan parmaklarını sıkıyor, akan kanı durdurma çabasıyla uğraşıp duruyorlardı. Dillerini tutmamanın cezasını bu şekilde çekiyorlardı. Züleyha onlara unutamayacakları bir ders verdikten sonra, sözlerine şöyle devam etti: - Yemin ederim ki, ben ondan murad almak istedim.

Bu iş için talepte bulundum. O ise bu hususta masumiyet gösterip teklifimi kabul etmedi. Yemin ederim ki, eğer ona emrettiğim şeyi yapmazsa, muhakkak zindanlarda sürünür! Kadınların hiçbiri, “Evli bir kadın bunu nasıl düşünür, ayıbın da bir hududu olmalı” diyecek halde değildi. Zira ellerinin kesilmesi gözler önünde idi. Değil bunu söylemek, hepsi birden, Hazreti Yusuf’un başına toplanıp dediler ki: - Azizin hanımının emrine karşı gelmen sana bir fayda getirmez. Üstelik hapse düşer, hakaret ve zillete uğrarsın. Yusuf aleyhisselamın karşısında kendilerini unutan ve ona rağbet gösteren bu kadınlar, bundan sonra onu Züleyha’nın arzusuna uymaya teşvik ettiler. Züleyha, güzelliğinin yanında mal, servet ve mevki sahibi idi. Eğer arzusuna uymazsa, onu hapse attırabilir, iftira edebilir, hatta öldürtebilirdi. Artık Züleyha evine sık sık misafir getiriyor, onlardan yardım almak istiyordu. Kadınlar hem Yusuf aleyhisselamı bir daha görmek, hem de Züleyha’ya yardım etmek için geliyorlardı. Kimisi Züleyha’nın isteğini yapmasını isterken, kimisi de kendi gönlünü yapmasını bile teklif ediyordu. Ancak bir peygamber olan Yusuf aleyhisselam hiçbirine iltifat etmiyordu. Onlara Allahtan korkmalarını hatırlatıyordu. Ancak istenilmeyen bütün şeylerle tehdit ediliyor, karşılığında insan nefsinin rağbet ettiği şeyler teklif ediliyordu.

Hazreti Yusuf’un zindana atılması Yusuf aleyhisselam, kadınların, fuhşu güzel gösteren hileleri ve kendine layık olmayan teklifleri iyice artınca, Allahü tealaya sığınıp dua etti. Başına gelen bu musibetten korunmasını istedi ve şöyle niyazda bulundu: - Ey Rabbim! Zindan bana, bu Mısırlı kadınların beni davet ettikleri şeyden daha hoş geliyor. Onların isteklerini yapmaktansa, zindanı tercih ederim. Ya Rabbi! Eğer sen onların hilelerini benden çevirmezsen, onlara meyleder, böylece sefihler zümresine dahil olurum. Aziz, bu işte Yusuf aleyhisselamın suçsuz olduğunu anladığı için herhangi bir ceza vermeye lüzum görmemişti. Bu defa Züleyha başka hilelerle Yusuf aleyhisselamı elde etmeye çalıştı.

Yusuf aleyhisselam ise onun hallerine iltifat etmedi. Züleyha, Hazreti Yusuf’tan ümidini kesince, kocasına dedi ki: - Bu Kenanlı genç, beni insanlar arasında rezil etti. Kendi nefsinden murad almak istediğimi söyledi. Bu hususta mazur olduğumu insanlara anlatamadım. Ya bana izin ver, beni kınamamaları için insanlara mazur olduğumu anlatayım veya onu hapset! Diğer kadınların kocaları da hanımlarını koruyabilmek için Azize baskı yapıyorlardı. Hazreti Yusuf’un kadınların tasallutundan kurtulmak için yaptığı duayı Allahü teala kabul etti. Başta Aziz olmak üzere, Mısırlı kadınların kocaları da kadınların mekik dokur gibi Hazreti Yusuf’u görmeye gelmelerine mani olmak için bir çare düşündüler. Neticede Aziz, dedikoduların son bulması için en uygun yolun Yusuf’un hapsedilmesi olduğuna karar vermişti. Böylece Yusuf aleyhisselam zindana atıldı. Uzun zaman orada kaldı. Kaç sene zindanda kaldığı bilinmemektedir. Yusuf aleyhisselam; zindanda, uzun zaman kalmış, kurtulma ümidi tükenmiş insanlar gördü.

Zindan halkı da temiz ruhlu, güzel ve güler yüzlü, her yönüyle mükemmel bir insanla ilk defa karşılaşıyorlardı. Hiçbirinin hatırından onun bir suç işleyebileceği geçmiyordu. Yusuf aleyhisselamla beraber, Mısır Firavununun iki kölesi de zindana atılmıştı. Bunlardan biri ekmekçisi, diğeri de şerbetçisi idi. Her ikisi de Firavuna karşı suç işlediklerinden buraya gönderilmişlerdi. Yusuf aleyhisselam, zindanda hastaları ziyaret eder, onların işlerini görür ve sıkıntısı olanları ferahlandırırdı. Biri bir şeye muhtaç olsa, onun için, zindandakilerden para toplar ve yardımda bulunurdu. Geceleri daima namaz kılar ve Rabbini zikrederdi. Belalara uğrayan, hayattan ümitlerini kesmiş hüzünlü kimseleri teselli eder, onlara derdi ki: - Sizi müjdelerim! Sabrediniz! Allahü teala size ecrinizi verir. Zindandakilerin her biri ona muhabbet eder; “Ey Yiğit! Ne güzel yüzlü, tatlı sözlü ve iyi huylusun!” derlerdi. İlk geldiğinde zindan arkadaşları sormuşlardı: - Ey güzel yüzlü delikanlı! Söyle sen kimsin? Yusuf aleyhisselam da şöyle cevap vermişti: - Ben Halilullah İbrahim’in oğlu İshak’ın oğlu Safiyyullah Yakub’un oğluyum. Onun suç işleyebileceğine inanmayan zindan müdürü bile Yusuf aleyhisselama demişti ki: - Ey delikanlı! Gücüm yetse seni salıverirdim. Buna imkanım yok. Fakat, zindanda istediğin yerde kalabilirsin!

Şerbetçi ile ekmekçinin rüyası Hazreti Yusuf zindanda iken peygamber olduğu bildirilmiş ve rüya tabiri de öğretilmişti. Yusuf aleyhisselam, burada sözleri, ilmi ve halleri ile insanlara doğru yolu gösteriyor; dedelerinden İbrahim aleyhisselamın dininin hükümlerini anlatıyor; Allahü tealayı bir bilip, Ondan başka hiçbir şeye ibadet etmemelerini söylüyordu. Firavunun ekmekçisi ve şerbetçisi de Yusuf aleyhisselamı dinleyenler arasında idi. Birgün Hazreti Yusuf, ekmekçi ile şerbetçinin yanına uğramıştı. Onları dertli ve düşünceli gören Hazreti Yusuf dedi ki: - Sizi dertli ve düşünceli görüyorum. Bir şey mi oldu? - Ey nur yüzlü kişi! İkimiz de birer rüya gördük. Neye delalet ettiklerini bilmiyoruz. Lütfen bize anlatır mısın?

- Gördüklerinizi anlatın da tabir edeyim. Birisi anlatmaya başladı: - Ben kendimi rüyamda üzüm sıkıp şarap yaparken gördüm. Diğeri de rüyasını şöyle anlattı: - Ben kendimi başımın üzerinde ekmek taşırken gördüm. Kuşlar o ekmeği yiyordu. Böylece rüyalarını anlatmalarından sonra dediler ki:

- Ey nur yüzlü genç! Bize bu rüyaların yorumunu yap, biz seni iyilik yapan, iyiliği seven bir insan olarak görüyoruz. Hazreti Yusuf rüyaların yorumunu yapmadan önce, onlara hak din hakkında bilgi verdi ve dedi ki: - Size gelecek olan bir yemeğin, daha gelmeden önce onun ne yemeği ve lezzetinin nasıl olduğunu, miktarını size haber veririm. Bu Rabbimin bana öğrettiklerinden, bildirdiklerindendir. Ben sizin zannettiğiniz gibi Allahü tealayı inkar eden bir kavmin dininde değilim, hiçbir zaman da olmadım ve bozuk dinlerden de uzağım. Ben dedelerim Hazreti İbrahim, Hazreti İshak ve babam Hazreti Yakub’un dini olan tevhid dini üzereyim. Herhangi bir mahluku Allaha ortak koşmak bize yakışmaz.

Hazreti Yusuf böylece hak dini anlattıktan sonra, sözlerine şöyle devam etti: - Ey zindan arkadaşlarım! Sizin altın, gümüş, demir ve başka şeylerden yapılmış, kimseye zarar ve faydaya gücü yetmeyen irili ufaklı çok sayıdaki putlarınız mı hayırlı; yoksa, bir ve her şeye galip olan Allahü teala mı? Sizin, Onu bırakıp taptıklarınız; atalarınızın ve kendinizin takmış olduğunuz kuru adlardan başka bir şey değildir. Allahü teala o putların ilah olduklarına dair hiçbir delil indirmedi, bildirmedi. Kulların dünya ve ahiretteki bütün işlerinde hüküm yalnız Allahü tealaya aittir. O, kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emreylemiştir. Çünkü, ibadete müstahak olan yalnız Odur. İşte dosdoğru olan din budur. Fakat insanların çoğu bunu bilmiyorlar. Yusuf aleyhisselam rüyayı tabir etmeden önce, Allahü tealanın peygamberi olduğunu söyleyip, mucize gösterdi. “Size gelen yemekler daha gelmeden, cinsini ve tadını haber veririm.” dedi. Peygamberler ailesinden geldiğini, baba ve dedelerinin peygamber olduğunu bildirdi. Babasının Yakub, dedelerinin İbrahim ve İshak aleyhimüsselam olduğundan bahsetti. Hazreti İbrahim ve İshak aleyhisselam, Mısır’da da bilinir, peygamber oldukları kabul edilirdi. Bu yüzden Yusuf aleyhisselam, açıkladığı tevhid itikadının onlar tarafından kabul görmesi ve sözüne itibar edilerek kendisine itaat edilmesi için, peygamber ailesinden geldiğini söyledi.

Yusuf aleyhisselam, zindan arkadaşlarını üç kademede Hak dine davet etmişti. İlk önce tevhid itikadının lüzumunu, Allahü tealaya inanmanın gerekli olduğunu anlattı. Sonra Allahü tealadan başka şeylerin, putların ibadete müstahak olmadıklarına dair deliller getirdi. Son olarak da hak dini, aklın ve naklin kabul edeceği bir şekilde ortaya koydu. Nitekim; “İşte dosdoğru olan din budur. Fakat insanların çoğu bunu bilmiyorlar.” sözü de bunu göstermektedir. Yusuf aleyhisselam, rüyalarının tabirini isteyen zindan arkadaşlarına, tevhid inancını anlatıp peygamber olduğunu açıkladıktan sonra, onların rüyalarını tabir etmeye başladı:

- Ey zindan arkadaşlarım! Sizden biri kurtulacak ve tekrar efendisinin hizmetine girecek, ona şerbetçilik yapacaktır. Diğerinize gelince, o asılacak ve kuşlar tepesine konacak, başının etini yiyecektir. Açıklanmasını istediğiniz rüya hakkında hüküm ve takdir böyle olup, aynen gerçekleşecektir. Hazreti Yusuf, rüyaları böyle tabir ettikten sonra, kurtulacağını söylediği kimseye dönerek dedi ki: - Kurtulduğun zaman efendinin yanında benden bahset! Resulullah efendimiz Yusuf aleyhisselamın şerbetçiye söylediği sözle ilgili olarak buyurdu ki: (Allahü teala, kardeşim Yusuf’a [aleyhisselam] rahmet etsin. O, şerbetçiye; “Beni efendinin yanında an!” demeseydi, zindanda beş seneden sonra yedi sene daha kalmayacaktı.)

Zindandan kurtulan şerbetçiye şeytan vesvese verdiği için, Firavuna, Hazreti Yusuf’tan bahsetmeyi unuttu. Nitekim ayet-i kerimede mealen; (Fakat şeytan, efendisine anmayı ona unutturdu.) [Yusuf 42] buyurulmuştur. Yusuf aleyhisselamın rüya gören zindan arkadaşları çok geçmeden zindandan çıkarıldılar. Rüyalarının neticesi, Yusuf aleyhisselamın tabir ettiği gibi çıktı. Şerbetçi, Firavunun yanında eskisinden daha iyi bir makama kavuştu. Ekmekçi ise asıldı ve beynini kuşlar yedi. Şerbetçi zindandan kurtulunca, Firavunun yanında şeytanın vesvesesiyle Yusuf aleyhisselamı unuttu. Neticede Allahü teala, Yusuf aleyhisselamın zindanda bir müddet daha kalmasını dilemiş, onun sözünü ve şeytanın unutturmasını buna sebep kılmıştır. Cenab-ı Hak bir şeyi murad edince, sebeplerini de yarattığını herkes bilir.

Nitekim şair Nabi şöyle demiştir: Yani; Nabi (sen üzülme) bir emrin yapılması hakkında Allahü teala bir şeyi irade edip dileyince; onun yerine getirilmesi için umulmayan yönlerden, çeşitli sebepler ortaya çıkarır.

Firavunun rüyası Allahü tealanın, Yusuf aleyhisselam hakkında takdir ettiği zindanda kalma müddetinin sonları yaklaşmıştı. Ancak Allahü tealanın adeti sebeplerle yaratmak idi. Bunun için de sebeplerini yarattı. Nitekim zamanın Mısır firavunu olan Reyyan, bir gece bir rüya gördü. Dehşetle uyandı. Bir müddet gördüğü rüyayı düşündü, bir şeye yoramadı. Tekrar uyumak istedi, fakat uyuyamadı. Zira zihni gördüğü rüya ile meşgul idi. Sabah olunca ilk iş olarak memleketindeki bütün müneccimleri, sihirbazları, rüya tabircilerini topladı. Onlara izzet ve ikramda bulundu. Sonra rüyasını anlattı: - Bu gece rüyamda yedi tane iri, semiz inek gördüm. Daha sonra ortaya çıkan yedi tane cılız ve zayıf inek o semiz inekleri yedi.

Ayrıca yedi adet yeşil taze başak gördüm. Yedi tane de kuru başak vardı. Bu başaklar da yeşil başakları mahvettiler... Firavun bunları anlattıktan sonra, divan üyelerine ve alimlere ve rüya tabircilerine birer birer göz gezdirerek sözlerini şöyle bitirdi: - Ey ileri gelenler! Eğer gerçekten rüya tabirinde mahirseniz, benim rüyamı tabir ediniz! Allahü teala bu kimselerin basiretlerini bağlamıştı. Tabir etmeleri mümkün değildi. Zira takdir Hazreti Yusuf’un zindandan çıkması idi. Kahinler dediler ki:

- Bu anlattıklarınız karışık bir rüyadır. Biz böyle hesaba kitaba gelmeyen rüyaların tabirini bilmeyiz. Firavun ve kahinler arasında cereyan eden bu konuşmaların yapıldığı mecliste, Yusuf aleyhisselamın zindan arkadaşı olan şerbetçi de bulunuyordu. Kalbi sızladı. Hemen Yusuf aleyhisselamın; “Beni efendinin yanında an!” sözünü hatırladı. Firavuna dedi ki: - Zindanda ilmi ve ibadeti çok salih bir zat vardır. Rüyanızın tabirini bilecek biri varsa, o da bu faziletli zattır. Onun ilim ve hikmet sahibi bir zat olduğunu herkes tasdik eder. Ben ve arkadaşım Ekmekçi zindanda iken gördüğümüz rüyayı ona tabir ettirmiştik. Rüyalarımız, tabir ettiği gibi çıktı. İzin verirseniz rüyanızı ona tabir ettirip geleyim.

Firavun, sevinç ve memnuniyet göstererek, şerbetçiyi Yusuf aleyhisselamın yanına gönderdi. Şerbetçi, Hazreti Yusuf’un yanına varınca dedi ki: - Ey Yusuf! Ey Sıddik! Bize, yedi zayıf ineğin, yedi semiz ineği yediği ve yedi kuru başağın da yedi yeşil başağı yok ettiği şeklinde görülen rüyanın tabirini haber ver! Umulur ki, Firavun ve yanındakilere isabetli tabirinizle dönerim de, onlar, bu vesile ile senin gerçek değerini anlarlar. Şerbetçinin burada “Umulur ki...” gibi ihtimale yer vermesinin bazı sebepleri vardır: Şerbetçi, birçok kahinin, hakkında söz söylemekten aciz kaldığı bir rüyayı, Yusuf aleyhisselamın da tabir edememesinden çekiniyordu. Ayrıca Firavun ile yakınlarının, Hazreti Yusuf’un cevabını anlayabileceklerinden pek ümitli değildi. Anlasalar bile doğruluğuna itimat edeceklerini kat’i olarak bilmiyordu. Ayrıca, Firavun ve avenesi, Yusuf aleyhisselamın faziletinden habersiz oldukları gibi, diğer insanlar da fazilet ve üstünlük sahibinin kadrini anlayamayacak kadar gaflet içindeydiler. Bu ve benzeri sebeplerden dolayı, kat’i bir ifade yerine “Umulur ki...” dedi. Yusuf aleyhisselam rüyanın tabirini şöyle yaptı: - Yedi semiz inek ve yedi yeşil başak bolluk ve genişlik yıllarıdır. Yedi zayıf inek ve yedi kuru başak kıtlık yıllarıdır. Şimdi yedi yıl ziraatteki adetiniz üzere mahsul ekin. Yiyeceğiniz az bir miktarı dışında, buğdayı saklayın. Bu bolluk yılları geçtikten sonra yedi sene kıtlık olacak.

Bu kıtlık seneleri için evvelce biriktirdiğiniz buğdayın, tohumluk olarak saklayacağınız az bir miktarından başkasını o vakte yetişenler yiyip bitirecekler. Kıtlık seneleri geçtikten sonra bir bereketli yıl gelecek. O sene yağmurlar yağıp her çeşit mahsulde bereket olacak. İnsanlar, o zaman üzüm, zeytin, susam gibi şeylerin usaresinden, suyundan ve hayvanların sütünden çok istifade edecekler. Şerbetçi teşekkür ederek ayrıldı. Hazreti Yusuf’tan duyduğu rüyanın tabirini Firavuna haber verdi. Firavun bu tabiri beğendi ve dedi ki: - Onu bana getiriniz! Bu hadise, ilmin faziletini göstermektedir. Çünkü Allahü teala, Yusuf aleyhisselamın ilmini onun dünyevi bir sıkıntıdan kurtulmasına vesile kıldı. İlim, kişinin dünyevi sıkıntıdan kurtulmasına vesile olduğu gibi, ahiretteki sıkıntısından kurtulmasına da vesile olacaktır. Şerbetçi, Firavunun emri üzerine, Yusuf aleyhisselamın yanına giderek, “Ey büyük zat, Firavun seni istiyor!” dedi.

Fakat Yusuf aleyhisselam bu daveti hemen kabul etmeyerek şöyle cevap verdi: - Efendine dön de ellerini kesen o kadınların zoru neydi, kendisine sor! Benim Rabbim onların hilelerinin ne olduğunu, ne söylediklerini, ne yaptıklarını elbette bilir. Firavuna bu durum iletildi. Meseleyi tahkik eden Firavun, o kadınları derhal yanına getirterek sordu: - Yusuf’un nefsinden murad almak istediğiniz vakit ne halde idiniz? Onu, Züleyha’nın emrine itaate teşvik ederken size karşı bir meylini hissettiniz mi? Kendisinde bir kötülük, şüphe götürür bir hareket gördünüz mü? Kadınlar böyle bir soruyla karşı karşıya kalacaklarını hiç hesap etmemişlerdi. Hazreti Yusuf’un suçsuz yere hapsedilmesi onların da vicdan azabı çekmelerine sebep olmuş, ancak zamanla unutmuşlardı. Firavunun bu meseleyi açmasıyla, eski vicdan azapları tazelenmişti. Suçu yine Hazreti Yusuf’a yıkmak mümkün idi, fakat tekrar vicdan azabına düşmek vardı.

Bunun üzerine ellerini kesen kadınların hepsi, Yusuf aleyhisselamı tenzih edip, onun temizliğine ve iffetinin yüksekliğine şehadet ederek dediler ki: - Haşa! Biz onun hiçbir kötü haline, hiçbir günahına muttali olmadık. Züleyha da, mecliste idi. Hanımlar onun yüzüne bakıp; “Sen ne dersin?” gibi bir imada bulundular. Azizin hanımı Züleyha da; “Şimdi hak ortaya çıktı. Ben onun nefsinden murad almak istemiştim. O ise, şeksiz şüphesiz doğru söyleyenlerdendir!” dedi. Hazreti Yusuf saraya davet edildiği halde, hemen bu daveti kabul etmedi. Durumun aydınlığa çıkmasını istiyordu. Zira zindana bir suçlu olarak değil de iftira atılmış bir mazlum olarak atılmış idi. Yusuf aleyhisselam, yapılan daveti kayıtsız şartsız kabul edip, zindandan çıkmakta acele etse idi, Firavunun kalbinde bu iftiradan bir eser ve şüphe kalabilirdi. Fakat zindandan çıkmadan önce, meselenin araştırılmasını istemesi; kendisine atılan iftiradan uzak ve temiz olduğuna delalet ettiği gibi, zindandan çıkarıldıktan sonra da kınanmaktan kurtulmuş olacaktı. Yusuf aleyhisselamın, kendi durumunu, kendisine iftira eden, o ellerini kesen kadınlara sorarak araştırmasını Firavuna teklif etmesi de; bu meselede temiz, nezih ve suçsuz olduğunun ayrı bir delilidir. Yusuf aleyhisselamın, kendisine gelen elçiye böyle demesinin sebebi, Kur’an-ı kerimde mealen şöyle beyan buyuruldu:

(Benim, işin doğrusunun anlaşılmasına vesile olan bu teşebbüsüm, onun [Azizin] gıyabında [hanımına] hıyanet etmediğimi, Allahü tealanın hainlerin hilelerini muvaffakiyete erdirmeyeceğini bilmesi içindi.) [Yusuf 52] Yusuf aleyhisselam, zindana girince Cebrail aleyhisselam gelmiş ve kendisine; “Allahümmec’al li min indike ferecen ve mahrecen, verzukni min haysü la ahtesib = Allahım! Bana kendi katından, içinde bulunduğum bu sıkıntıdan çıkış ve kurtuluş yolu nasip eyle. Beni ummadığım yerden, rızıklandır!” duasını öğretmişti. Yusuf aleyhisselam da böyle dua ederdi.
Alıntı ile Cevapla
  #13  
Alt 13.02.24, 19:48
Cazgircinx - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
⚘️ Üveys
 
Üyelik tarihi: 27.02.23
Bulunduğu yer: Deprem bölgesinde akdenizde yaşamaktayım
Mesajlar: 1,815
Etiketlendiği Mesaj: 63 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Hazreti Yusuf’un maliye nazırı olması Allahü teala, onun bu duasını kabul etti. Zindandan çıkması için sebepler yarattı. Yusuf aleyhisselamın halleri Firavunun da hoşuna gitti. Çünkü, rüya tabiri ilmine vakıftı. Zindandan çıkmaya heveslenmemiş, ellerini kesen kadınların halinin araştırılmasını istemiş, bir de kendisine yapılan iftiradan uzak olup temiz ve günahsızlığını göstermişti. Ayrıca Yusuf aleyhisselamın çok ibadet ve taat yapması da, Firavunun hoşuna giden bir yönü idi. Bütün bunlar; Yusuf aleyhisselamın ilminin çokluğu başta olmak üzere, kendisine güvenilmesine ve ziyadesiyle hayranlık duyulmasına sebebiyet verdi. Böylece Firavun, Yusuf aleyhisselam hakkında hüsnüzan sahibi oldu. Hükümdarların ortak yönü, en değerli kimseleri ve en kıymetli şeyleri kendilerinde bulundurmak istemeleridir. Zamanın Mısır Firavunu da, böyle üstün hasletlere sahip olan Yusuf aleyhisselamı, kendisine müsteşar edinmek istedi.

Bu sebeple, “Onu bana getirin, kendisini has müsteşar edinip işlerimi ona bırakayım!” dedi. Firavunun emri üzerine bir elçi, Yusuf aleyhisselamın yanına geldi. Firavunun kendisini çağırdığını söyledi. Yusuf aleyhisselam, hakikat ortaya çıktığı için de Firavunun davetini kabul etti. Zindan arkadaşları, Yusuf aleyhisselamın aralarından ayrılışına çok üzüldüler. Çünkü ondan hep iyilik ve fayda görmüşlerdi. Kendilerine daima yardımcı oluyordu. Yusuf aleyhisselam zindandan çıkarken, zindandakilere veda edip şöyle dua etti: “Allahım! Hayırlı, salih kimselerin kalblerini onların üzerine çevir! Onlardan haberleri gizli tutma!” Yusuf aleyhisselamın bu duasından sonra, haberler herkesten önce hapishanedekiler tarafından öğrenilmeye başladı.

Zindanın kapısına; “Burası, bela, musibet ve hüzün evi, dirilerin kabri, düşmanların sevinç, dostların tecrübe yeridir” diye yazdı. Gusül abdesti alıp elbiselerini değiştirdi. Sonra Firavunun sarayının kapısına kadar geldi. Bu sırada, “Rabbim, dünyam ve yarattıkları hakkında bana kafidir. Ondan başka ilah yoktur!” diye dua etti. Firavunun odasına girince; “Allahım! Bana ondan hayır gelmesini nasip et! Onun ve başkasının şerrinden sana sığınırım!” diye dua etti. Firavun kendisini görünce, Yusuf aleyhisselam Arapça selam verdi. Firavun, çok lisan bilirdi. Hangi lisan ile konuşursa, Yusuf aleyhisselam da o dil ile cevap verirdi. Arapça ve İbraniceyi de onun bildiği lisanlardan fazla olarak biliyordu. Firavun, ondaki bu hallere hayran oldu. Çok iltifatlarda bulunarak dedi ki:

- Sen bugünden itibaren bizim nezdimizde mühim bir mevki sahibisin, her işte eminsin, itimat edilen bir müsteşarsın! Firavun, Yusuf aleyhisselamla konuştukça, ona olan hayranlığı gitgide artıyordu. Halbuki Yusuf aleyhisselamı ilk gördüğünde; “Bunca yaşlı başlı sihirbaz ve kahinin tabir edemediği rüyayı bu genç mi yorumladı?” diye sormaktan kendisini alamamıştı. Firavun, rüyasının yorumunu, bir de Yusuf aleyhisselamın ağzından dinlemek istedi. Yusuf aleyhisselam, Firavunun rüyasını ve tabirini şöyle anlattı: “Rüyanda, Nil nehri kenarında semiz ve güzel yedi ineğin ortaya çıktığını gördün. Sen onların güzelliklerine hayran hayran bakarken, aniden suyun kabardığını sonra da kuruduğunu gördün. Bu sırada Nil’in kokmuş çamurlarından, zayıflıktan karınları yapışmış yedi ineğin çıktığını gördün.

Bunlar yedi semiz ineğin arasına girip, onları yırtıcı hayvanların parçaladığı gibi parçaladılar. Etlerini yediler, derilerini parçaladılar ve kemiklerini kırdılar. Sen, zayıf olmalarına, semiz ineklere galip gelip, onları yemelerine rağmen, kendilerinde hiç semizleşme olmadığını görüp hayret ettin. Bu sırada aniden, tanesi dolgun yedi yeşil ve taze başak gördün. Bunun hemen yanında, kuru ve siyah yedi başak daha vardı. Hepsinin kökleri sulu bir yerde idi. Sen ise kendi kendine hayret içerisinde; “Bitkilerin yeri aynı, hepsi de sulu bir yerde bulunuyor. Fakat bu yedisi yeşil ve meyveli; şu yedisi ise, siyah ve kuru, bu nasıl oluyor?” diyordun. Bu sırada rüzgar esti. Kuru ve siyah olan başakların yaprakları, yeşil başakların üzerine dağıldı.

Bu sırada yeşil başaklar arasından bir ateş çıktı. Bu ateş onları yakıp kararttı. İşte, senin gördüğün rüya budur!” Yusuf aleyhisselamı dikkatle dinleyen Firavun dedi ki: - Ey Sıddik! Gördüğüm rüyayı olduğu gibi anlattın. Hiç hata etmedin. Senden dinlediklerim, gördüğüm bu rüyadan daha garip ve hayret vericidir. Şimdi bunun için ne tedbir almamız gerektiğini söyle! Firavun rüyanın tabirini daha önce dinlediği için sadece rüyayı dinlemekle yetindi. Yusuf aleyhisselam söze başladı: - Bolluk senelerinde bol bol ekin ekmenizi tavsiye ederim. Çünkü bu yıllarda taş ve kerpiç üzerine ekin ekseniz yine bitecektir.

Daha sonra büyük ambarlar yaptırın ve ekinleri sapları ile beraber ambarlarda saklayın! Bu şekilde ekinler bozulmadan kalır, hem de saplar, hayvanlarınız için yem olur. Halka da ekinlerinden ihtiyaçları kadarını yemelerini, geriye kalanını saklayıp korumalarını emretmelisin. Sakladığın bu kadar yiyecek, Mısır halkı ve etrafındakiler için kafi gelir. Böylece daha evvel kimsenin toplamadığı malı toplamış olursunuz. Kıtlık zamanı her taraftan insanlar, yiyecek almak için size gelirler. Topladığınız yiyecekleri, onlara satarsınız. Bu şekilde hem onlar ihtiyaçlarını giderir ve hem de devlet hazinesi mal ile dolar! Yusuf aleyhisselamın bu tavsiyeleri, Firavunun çok hoşuna gitti. Fakat bu işte kendisine yardım edebilecek, kabiliyetli birini tanımıyordu. Yusuf aleyhisselama dedi ki: - Bu hususta bana kim yardımcı olur? Bu işi benim için kim yapar?

- Mısır’ın hazinelerinin idare işini bana bırak! Ben onu müstahak olmayanlardan muhafaza etmeye muktedirim, tasarruf yollarını bilirim. Bu büyük ve mühim işi hakkıyla yaparım! Melik bu teklifi memnuniyetle kabul etti. Böylece Hazreti Yusuf Mısır diyarında Firavundan sonra en çok sözü geçen kimse oldu. Aslında halkın işlerinde tasarruf ve yetkiyi alması, Yusuf aleyhisselama vacip idi. Bundan dolayı işi üzerine almak ona caiz oldu. Halkın işlerinde tasarruf ve yetkiyi ele almasının Yusuf aleyhisselama vacip olmasının birkaç sebebi vardı: Yusuf aleyhisselam Allahü teala tarafından insanlara gönderilen bir peygamber idi. Onun için mümkün olduğu kadar, insanlara işlerinde faydalı olması lazım ve vacip idi.

Yusuf aleyhisselam, yakında kıtlık çekileceğini, bu seneler için tedbirli ve ihtiyatlı bulunulmazsa, halkın büyük bir kısmının helak olacağını vahiy ile öğrenmişti. Allahü tealanın, Yusuf aleyhisselama kıtlığın zararının az olması için tedbir almasını emretmiş olması muhtemeldir. Ayrıca layık olanlara faydalı olmak, onlardan zararı defetmek aklen de güzel bir iştir. Yusuf aleyhisselam halkın faydasına olan işlerde titizlik göstermekle mükellef idi. Hazinenin idaresi onun elinde olmadıkça, üstlendiği vazifeyi yerine getirmesi mümkün değildi. Vacip bir işin yerine getirilmesine sebep olan şey de vacip olur. Bundan dolayı, Mısır hazinelerini ele almak istemesi, Yusuf aleyhisselama vacip işlerdendi. Yoksa kıtlıkta, insanların ihtiyaçlarını gidermesi mümkün olamazdı.

Züleyha ile evlenmesi Züleyha aradan yıllar geçmesine rağmen, Hazreti Yusuf’u unutmuş değildi. Ancak eskiden Hazreti Yusuf kendi evinde ve emrinde idi. Şimdi ise böyle bir durum olmadığından, Yusuf aleyhisselamı eskisi gibi görme imkanı da yoktu. Bu arada Aziz ölmüş, Züleyha da serbest kalmıştı. Züleyha, kocasının ölümünden sonra her şeyden el etek çekip, saraydan uzaklaşıp, bir viranede yaşar olmuştu. Yusuf aleyhisselamın Maliye Nazırı olmasından sonra, kocasından kalan ziynet ve malını dağıtmaya başladı. Yusuf aleyhisselamdan bahseden herkese veriyordu. Elinde, avucunda hiçbir şeyi kalmadı. İyice fakir düştü. Hak dini seçip, kendisini ibadet ve taate verdi. Züleyha, birgün Yusuf aleyhisselamın yolu üstüne çıkıp dedi ki:

- Sultanları emrine isyan ile köle eden, köleleri emrine itaatle sultan eden Allahü tealayı tesbih ederim. O, her türlü noksanlıktan uzaktır. Züleyha’nın sesini duyan Yusuf aleyhisselam, onu tanıyıp iltifatlarda bulundu. Daha sonra, Firavunun da aracılık yapmasıyla, Allahü tealanın emri üzerine nikah kıyıp, onunla evlendi. Yusuf aleyhisselam, Züleyha’nın yanına girince sordu ki: - Evlilik yoluyla meşru şekilde bir araya gelmemiz, senin bir zamanlar istemiş olduğundan hayırlı değil mi? Bunun üzerine Züleyha’nın cevabı şöyle oldu: - Ey Sıddik, beni ayıplama! Bildiğin gibi ben; mal, mülk, güzellik gibi dünya nimetlerine sahip bir kadındım. Ancak kocam kadınlara yaklaşmaktan mahrumdu. Sen de benim gördüğüm en güzel kimseydin!

Bundan böyle Züleyha gerçek manasıyla mutluluğu tadacaktı. Gören kadınların ellerini kesecekleri derecede güzel bir kocası vardı. Aynı zamanda kocası, zamanında yaşayan insanların gıpta edecekleri derecede üstün bir edep ve terbiye numunesi idi. Züleyha’nın ikinci mutluluğu da, Hazreti Yusuf’un tanıttığı hak dini tanımış, ona inanmış ve ebedi huzura kavuşmuş olmasıydı. Beraber ibadet ediyor ve kocasının emirlerine severek uyuyordu. Zamanındaki müminlerin annesi olma şerefine de kavuşmuştu. Yusuf aleyhisselamın Züleyha’dan iki oğlu ile Rahmet adında bir kızı oldu. Yuşa aleyhisselam ve Eyyub aleyhisselamın hanımı, Yusuf aleyhisselamın soyundandır. Yusuf aleyhisselam, devlet işlerinde bütün yetkileri eline alınca, gelecek kıtlık senelerini düşünerek, çeşitli tedbirler almaya başladı.

Ülkenin her tarafına haber gönderip, insanların ziraatle meşgul olmasını istedi. Ekilmedik hiçbir yerin bırakılmamasını ve her tarafın ekinlerle doldurulmasını emretti. Bu hal tam yedi sene devam etti. Elde edilen mahsulün beşte birini devlet hesabına vergi olarak topladı. Bunun için kaleler ve depolar yaptırdı. Bolluk senelerinde topladığı yiyecekleri, ekinleri, başakları ile buralarda depoladı. İnsanlara çok iyilik ve ihsanlarda bulundu. Mısır halkı Hazreti Yusuf’tan çok memnundu. Onlara hep adaletle muamele ederdi. Bolluk seneleri böylece geçip gitti. Peşinden bütün şiddetiyle kıtlık başladı. O zamana kadar böyle kıtlık görülmemişti. Bir damla yağmur düşmediği gibi, yerden bitki namına hiçbir şey bitmez oldu.

Herkes bu bolluk yıllarında, kıtlığı hatırlarına bile getirmek istemiyorlardı. Yedinci bolluk senesi bitmeye yakın insanlar, acaba Firavunun rüyası gerçekleşecek mi diye bekliyor, kıtlığın gelmesini hiç arzu etmiyorlardı. Ancak sekizinci sene yağmur mevsimi geldiği halde bir damla bile yağmur düşmüyordu. O zaman Firavunun rüyasının gerçekleştiğini herkes anladı. Ancak Firavun bu rüyayı görmeseydi kıtlık olmazdı, diyen nasipsizler de vardı. Nil nehri neredeyse kuruyacak hale gelmişti. Kıtlığın ilk senesinde, insanlar biriktirdikleri yiyecekleri bitirdiler. Yusuf aleyhisselamdan para ile yiyecek satın almaya başladılar. Yusuf aleyhisselam, kim olursa olsun kimseyi kayırmadan, ilerde sıkıntı olmaması için, yiyecek almaya gelene, bir deve yükünden fazla yiyecek vermezdi. Bu hususta adaletten asla ayrılmazdı.

Yusuf aleyhisselamın bizzat kendisinin köle olarak satıldığı Mısır’da, herkes onun eline bakar olmuştu. İnsanlar, akın akın gelip, yiyecek bir şeyler almak için çırpınırlardı. Aç insanlar, Yusuf aleyhisselamın mübarek yüzünü görünce, açlıklarını unuturlardı. Yusuf aleyhisselam Firavuna da, yiyeceği halka verdiği gibi verir, insan olarak herkesin hakkını gözetir ve başkalarından fazla vermezdi. Bununla beraber Firavuna çok iyi muamele ederdi. Çünkü kendisini hazinelerinin başına geçirerek bunca insanın sıkıntıdan kurtulmasına vesile olan Firavun idi. Yusuf aleyhisselam, Firavunun Allahü tealaya ve kendisinin peygamberliğine inanması için, gayret ederdi. Hazreti Yusuf’un bu güzel muamelesi sayesinde, Firavun ve daha pek çok insan imanla şereflendi.

Mısır’da halk, kıtlık yıllarından önce biriktirdiği mahsulü yerken, civar yerlerde böyle bir tedbir alınmadığı için büyük sıkıntı çekiliyordu. Kıtlık, Kenan iline ve Şam taraflarına da isabet etmişti. Başkaları gibi, Yakub aleyhisselamın evindekiler de kıtlığın sıkıntısını çekiyordu. Mısır’da buğdayın bulunduğu, başka yerlerde buğdayın eserinin bile bulunmadığı haberi civar yerlere yayılmıştı. Bunu öğrenen insanlar, akın akın Mısır’a gelmeye başladılar. Ne kadar kıymetli mal ve elbiseleri varsa buğdayla değiştiler. Yusuf aleyhisselam insanların halini, dertlerini iyi anlamak için karnı doyasıya yemek yemezdi. Kıtlığın hüküm sürdüğü yedi sene boyunca adeti böyle olmuştu. Ona derlerdi ki: - Sen acıkmıyor musun ey Yusuf? - Elbette acıkıyorum.

- O halde neden yemiyorsun? Mısır hazineleri senin emrinde değil mi? - Kendim doyarsam, aç kalanların halini unutacağımdan, dertlerini anlayamayacağımdan korkuyorum. Böylece o Peygamber, her insan için geçerli olan, “Tok açın halinden anlamaz” gerçeğine işaret ediyordu.

Kardeşleri Mısır’da Mısır’da tedbir alındığı için kıtlık fazlasıyla hissedilmiyor, ancak civar memleketlerde ziyadesiyle hissediliyordu. Mısır’da buğday olduğunu işitenler, mal ve para olarak neleri varsa alıp geliyorlar ve bunları verip buğday alıyorlardı. Hazreti Yusuf bu işi bizzat kendisi kontrol ediyordu. Böylece buğday sıkıntısı çekenler, buğdaya kavuşup sevinç içinde dönüyor, Mısır hazinesi de altın vb. şeylerle doluyordu. Firavun da bu durumdan çok memnun idi. Bu amansız kıtlık Kenan ilinde Yakub aleyhisselamın evinde de hissediliyordu. Buğday ve ekmek namına bir şey kalmamıştı. Mısır’da buğday bulunduğu haberi buraya da gelmişti. Yakub aleyhisselam oğullarına dedi ki: - Mısır’a gidip biraz buğday getirin! İşittim ki Mısır sultanının bir hazinedarı varmış ve tahıl ambarlarının hepsi onun elinde olup, dedemiz İbrahim aleyhisselamın dini üzere imiş.

Nasıl bir kimse olduğunu gidip görün ve “Biz İbrahimoğullarındanız!” deyin. Belki İbrahim aleyhisselamın soyundan olduğunuzu bilir de size kolaylık gösterir. Bünyamin haricindeki diğer on oğlunu Mısır’a gönderdi. Bünyamin, Hazreti Yusuf ile aynı anneden kardeş olup, Hazreti Yakub onu yanından hiç ayırmazdı. Hazreti Yusuf’un ayrılık acısını onunla teskin ediyordu. Hazreti Yusuf, huzuruna giren on kişilik bir grubu gördüğü vakit gözlerine inanamadı. Evet, bunlar kendi kardeşleriydi. İçlerinde sadece Bünyamin yoktu. Onlara sordu: - Ne istiyorsunuz? - Buğday istemeye geldik. - Hangi beldenin insanlarısınız? - Kenan ilinden geliyoruz. - Orası Mısır’a çok uzak değil midir? - Öyledir efendim. Ancak araya açlık girdiği zaman uzaklar yakın oluyor. - Yurdunuzu ne halde bıraktınız? - Kıtlıktan başka bir şey yoktur.

Sadece kurak hava, sadece aç insanlar vardı. Sizin, gelenleri boş çevirmediğinizi duyduk, ümitle geldik. Lütfen bizi eli boş çevirmeyin. - Siz buğday alıcılarına değil, casuslara benziyorsunuz. - Doğru söylüyoruz. İhtiyar bir babanın on evladıyız. Babamızın ismi Yakub’dur. Beldemizde kıtlık var. Mısır’dan başka yerde buğday bulunmadığını ve senin iyi bir kimse olduğunu duyan babamız, bizi gönderdi. Kardeşleri Hazreti Yusuf’u tanımamışlardı. Zira Yusuf aleyhisselam makamında heybetli olduğundan, huzuruna gelenler mübarek yüzüne bakamazlardı. Bir de Hazreti Yusuf bir devletin başında bulunmakta idi. Onlar, Yusuf aleyhisselamdan ayrıldıktan sonra hiç haber alamamışlar, hatta onun, böyle bir devlete kavuşacağını hatırlarından bile geçirmemişlerdi. Ayrıca, Yusuf aleyhisselam daha çocuk iken ayrılmıştı. Şimdi ise yüzü, boyu ve şekli de değişmişti. Yusuf aleyhisselam ise onları hemen tanımıştı. Zira onlar hiç değişmemişti. Hazreti Yusuf kardeşleri için sofra serdirdi. Çeşitli ikramlarda bulundu. Kardeşleri ziyadesi ile memnundu. Daha sonra Hazreti Yusuf’un emriyle develer getirildi. Hizmetçiler çuvalları doldurmaya başladılar. Biraz sonra Hazreti Yusuf kardeşlerine sordu: - Siz on kişisiniz. Halbuki deve sayısı onbir.

Hani bu bir devenin sahibi? - Efendim, şu anda biz onbir kardeşiz. Memlekette kalan bir kardeşimiz daha vardır. Ancak babamız onu yanından pek ayırmak istemiyor? - Babanız neden onu yanından ayırmak istemiyor? - Babamızın, o küçük kardeşimizin annesinden bir oğlu daha vardı. Adı Yusuf olan o oğlunu çok severdi. Kırda telef oldu. Onun üzüntüsünden dolayı babamız, ismi Bünyamin olan küçük kardeşimizi yanından hiç ayırmaz. Yusuf’a çok üzüldüğünden dolayı gözleri de görmez oldu. Bir ev yaptırdı. Yusuf’a olan üzüntüsü sebebiyle o eve Beyt-ül-ahzan dedi. Her gün o eve girer, Yusuf diye ağlar. Babamız bütün bu üzüntülerini bu kardeşimizle teskin eder. Yusuf aleyhisselam, adeti olduğu üzere şahıs başına bir deve yükünden fazla buğday vermezdi. Onlara da birer deve yükü verip paralarını aldı. Ayrıca Bünyamin için de bir deve yükü verdi. Sonra şöyle buyurdu: - Sizin sözünüzden, babanızın, yanında bıraktığı kardeşinizi daha çok sevdiği anlaşılıyor.

Bu ise, insanı hayrette bırakıyor. Çünkü sizin bu kadar cemal ve olgunluk sahibi olmanıza rağmen, babanızın o kardeşinizi daha çok sevmesi, onun akıl, fazilet ve edep bakımından kamil birisi olduğunu gösteriyor. Bu yüzden onu görmek istiyorum, onu bana getiriniz! Eğer getirmezseniz bir daha size zahire vermem. Görüyorsunuz ki, size de, babanızın yanında kalan kardeşiniz adına da zahire veriyorum. Ben misafirperverlerin hayırlısıyım. Eğer onu da getirmezseniz, artık benim yanımda size hiçbir zahire yoktur! Yanıma da gelmeyiniz, diyarıma da girmeyiniz! Hazreti Yusuf bu sözleri amirane söylemişti. Kardeşleri korka korka cevap verdiler: - Onu babasından isteyecek ve emrinizi yerine getirmeye çalışacağız. Daha sonra Hazreti Yusuf hizmetçilerine, “Onlardan alınan parayı gizlice yüklerinin içine koyun!

Olur ki, ailelerine döndükleri zaman bunun farkına varırlar da, belki yine kardeşleri Bünyamin ile beraber buraya dönerler.” emrini verdi. Böylece onların tekrar gelmelerini teşvik etmek istedi. Hazreti Yusuf’un kardeşleri gördükleri ikramdan son derece memnun olmuşlardı. Getirdikleri çuvallar tıka basa doldurulmuş ve çok fazla da bir ücret alınmamıştı. Hazreti Yusuf’tan gördükleri ikramı ara sıra dile getirmekten kendilerini alamıyorlardı. Konuşa, gülüşe yollarına devam ediyorlardı. Ancak onları düşündüren bir şey vardı. Maliye Nazırı kesin konuşmuştu. Kardeşlerini bir dahaki gelişlerinde getirmezler ise, o zaman hiç buğday alamayacaklardı. Şimdi nasıl edip de babalarından izin alacaklarını düşünüyorlardı.

Yusuf aleyhisselamın kardeşleri, Yakub aleyhisselamın yanına varınca, daha yüklerini açmadan, babalarına, Mısır’da gördükleri izzet ve ikramı, kendilerine gösterilen iyi muameleyi etraflıca anlattıktan sonra dediler ki: - Mısır Maliye Nazırını çok iyi bir insan olarak gördük. Bize ikramda bulundu. Akrabamız olsa, o kadar ikramı bize yapamazdı. - Eğer bir daha giderseniz, ona benden selam söyleyin ve “Babamız sana dua ediyor!” deyin! Bunun üzerine oğulları, Yakub aleyhisselama şöyle dediler: - Baba, bizimle beraber Bünyamin’i de göndermedikçe bize verilecek zahire yasaklanmıştır. Bizimle birlikte kardeşimizi de gönder ki, tekrar buğday ve yiyecek alalım. Hiç şüphen olmasın ki, biz onu mutlaka koruruz. - Onu koruyacağınıza ve muhafaza edeceğinize dair size nasıl güvenirim?

Yusuf’un başına nelerin geldiğini sizler daha iyi bilirsiniz. Ancak Allahü teala en hayırlı koruyucudur ve tevekkül edip, işlerimi Ona bıraktım. O, merhamet edenlerin en merhametlisidir. Yakub aleyhisselamın bu sözünden, onun gitmesinde fayda gördüğü için, oğullarının Bünyamin’i götürmelerine izin verdiği anlaşılmaktadır. Yakub aleyhisselamın oğulları yüklerini açınca, zahire karşılığında verdikleri bedellerin kendilerine iade edildiğini gördüler. Karşılaştıkları bu manzara, babalarına Mısır Azizi hakkında arz ettiklerini teyit eder mahiyette olduğu için sevindiler. Babalarının huzuruna varıp nazik ve hürmetkar bir ifade ile durumu bildirdiler: - Ey babamız! Daha ne istiyoruz, bundan ziyade iyilik olur mu? Işte sermayemiz de bize iade edilmiş.

Biz onunla tekrar ailemize zahire getiririz. Kardeşimizi de koruruz. Kardeşimiz Bünyamin’i götürmekle bir deve yükü zahire de fazla alırız. Bu getirdiğimiz az bir zamanda tükenecektir, bizi idare etmez. - O akçeyi geri götürün, belki yanılmışlardır veyahut bizi denemişlerdir. “Peygamber oğullarıdır. Görelim, helali haramı seçerler mi?” demiş olabilirler. Yakub aleyhisselam sözlerine şöyle devam etti: - Bünyamin’i bana sağ salim getireceğinize dair Allahü teala adına yemin edip teminat vermedikçe asla sizinle göndermem. Ancak etrafınızın çevrilip çaresiz kalmış olmanız durumunda izin veririm. Oğulları yemin ederek teminat verince, Hazreti Yakub izin verdi ve dedi ki: - Allahü teala bizim söylediğimiz şu sözlere vekildir.

Burada ibret alınacak bir husus vardır: Hadis-i şerifte; (Bela [bazen] insanın konuştuğu söze bağlıdır.) buyurulduğu gibi, Yakub aleyhisselam daha önce oğullarına; “Yusuf’u kurt yemesinden korkuyorum.” buyurmuş, kendisine musibet bu cihetle gelmiş, oğulları; “Yusuf’u kurt yedi!” demişlerdi. Burada da; “Etrafınızın kuşatılıp çaresiz kalmış olmanız...” buyurdu. Yine bu yönden musibete duçar oldu. Yakub aleyhisselam, oğullarının Yusuf aleyhisselama yaptıklarını bilmesine rağmen, Bünyamin’i onlarla beraber gönderdi. Çünkü, onlarda Yusuf aleyhisselama karşı gördüğü hasedi, Bünyamin’e karşı görmemişti. Onların, ona karşı iyi niyet sahibi olduklarını görüyordu. Bir de kıtlık bütün şiddeti ile sürüyordu. Mısır Azizinden zahire alabilmek için buna mecburdu.

Oğulları ikinci sefere hazırlanırken, Yakub aleyhisselam, evlatlarına yolculuğa çıkmadan önce bazı tavsiyelerde bulundu. Çünkü oğulları, yakışıklı, cemal ve kemal sahibi, boylu boslu ve kuvvetli olup, hepsi de bir babanın oğlu idiler. Yusuf aleyhisselamın onlara ikramda bulunduğu, Mısır halkı tarafından da biliniyordu. Bu sebeple orada şöhretleri vardı. Yakub aleyhisselam, Mısır’a hep birlikte girerken, nazar değmesinden endişe ettiği için onlara dedi ki: - Ey oğullarım! Mısır’a varınca, hepiniz bir kapıdan girmeyin! Her biriniz ayrı ayrı kapılardan girin! Bununla beraber bu sözümle Allahın kazasından hiçbir şeyi sizin üzerinizden gideremem. Hüküm ve kaza ancak Allahü tealadandır. Ben ancak Ona güvenip dayandım. Tevekkül edenler de Ona güvenip dayanmalıdır.

Bu sözüyle onlar üzerine nazar isabet edeceğinden korktu. Halbuki Mısır’a ilk gidişlerinde böyle bir tavsiyede bulunmamıştı. Çünkü o zaman kimse onları tanımıyordu. Yakub aleyhisselamın oğulları, Mısır’a vardıkları zaman, babalarının emrine uyarak ayrı ayrı kapılardan şehre girdiler. Yusuf aleyhisselamın yanına giderek, ihsanlarına teşekkür ettiler. Ayrıca babalarının selam ve dualarını bildirerek dediler ki: - İşte o küçük kardeşimiz budur, onu da getirdik. Yusuf aleyhisselam onlara gereken ikram ve iltifatta bulundu. Hatta öncekinden daha çok ikramda bulundu. Onları yemeğe davet etti. Her bir sofraya ikişer kişi oturttu. Onbir kişi olduklarından, Bünyamin yalnız kaldı. Bu sırada kardeşi Bünyamin, Yusuf aleyhisselamı hatırlayıp ağladı ve kendi kendine, “Kardeşim Yusuf sağ olsa idi, Sultan beni de onunla beraber oturturdu.” diye söylendi.

Bu esnada Yusuf aleyhisselam kardeşlerine dedi ki: - Bu kardeşiniz yalnız kaldı. - Onun bir kardeşi vardı, öldü. Bunun üzerine Yusuf aleyhisselam, “Öyleyse onu yanıma oturtayım!” diyerek, Bünyamin’le aynı sofraya oturdu. Bünyamin, sofrada hem yemek yer, hem de sık sık Yusuf aleyhisselama bakardı. Yusuf aleyhisselam sordu: - Niçin bana böyle dikkatli dikkatli bakıyorsun? - Vefat eden kardeşim size çok benzerdi de onun için... Akşam olunca, yatıp istirahat etmek için iki kişiye bir oda gösterildi. Fakat Bünyamin yine tek kaldı. Bunun üzerine ağladı ve dedi ki:

- Kardeşim Yusuf sağ olsa idi, ben de onunla aynı odada kalırdım. Bu hali gören Yusuf aleyhisselam, “Gel, sen de benim odamda misafir ol!” dedi. Fakat Bünyamin, Yusuf aleyhisselamın kardeşi olduğunu hala anlayamamış ve kardeşlerinden ayrı kaldığına bile üzülmüştü. Bunun farkına varan Hazreti Yusuf, bulundukları odada kimseyi bırakmadı ve Bünyamin’e dedi ki: - Benim sana kardeş olmamı ister misin? - Senin gibi eşsiz bir insanla kardeş olmayı kim istemez ki? Ama senin baban Yakub aleyhisselam ve annen Rahil değil ki... Bu defa Hazreti Yusuf’un gözleri dolmuştu. - Neler oluyor sana ey Aziz? Seni üzdüm mü? - Ben senin kardeşin Yusuf’um. Artık huzurlu günlere kavuştun demektir. O halde kardeşlerinin yaptıklarından dolayı mahzun olma! Bünyamin bir anda şaşırmış, neye uğradığını bilemez olmuştu. Yıllardır özlenen, ardından gözyaşı dökülen ağabeyi hiç umulmayan bir zamanda karşısına çıkmıştı.

Bu ancak rüyalarda görülebilecek bir mutluluktu. Hazreti Yusuf kardeşine sarılmış, hasret gideriyordu. Yusuf aleyhisselam Bünyamin’e; “Sana söylediklerimi kardeşlerine söyleme!” diye tembih etti. Bünyamin ayrılmak istemediğini söyleyince, Hazreti Yusuf dedi ki: - Fakat babamızın benim yokluğuma ne kadar üzüldüğünü bilirsin. Sen de, bir sebep olmadan burada kalırsan, üzüntüsü daha da artar. Buna başka bir yol bulalım. - Karar senindir. İstediğini yap! İbrahim aleyhisselamın dininde, bir kimsenin bir şeyi çalınsa, mal sahibi de malını hırsızın elinde yakalasa, malı çalan, mal sahibine kölelik ederdi. Musa aleyhisselam zamanına kadar, bu hüküm aynen devam etmişti. Yusuf aleyhisselam da bunu bildiğinden, altından yapılmış bir su tasını, kimsenin haberi olmadan kardeşi Bünyamin’in yükünün içine koydurttu. Yusuf aleyhisselamın kardeşleri, her şey hazır olunca, vedalaşarak yola koyuldular. Keyiflerine diyecek yoktu. Yine oldukça yüklü bir erzak almışlar, ayrıca büyük bir izzet ve ikram görmüşlerdi. Şehirden henüz ayrılmış sayılırlardı ki, arkalarından yükselen bir ses onları durmaya mecbur etti: - Ey kafile ehli! Durun! Muhakkak siz hırsızlarsınız! Aynı zamanda kendilerine doğru dolu dizgin gelmekte olan bir grup insan gördüler.

Münadinin; “Ey kafile ehli, muhakkak siz hırsızlarsınız!” sözünü söylemelerinin sebebi, altın tası arayıp bulamayınca; “Burada şu kafiledekilerden başkası yok idi. Demek ki tası bunlar aldılar.” diye düşündükleri içindi. Yusuf aleyhisselamın kardeşleri, şanlarına yakışmayan böyle bir suçun üzerlerine atılmasına çok üzüldüler. Gelenlere dönerek dediler ki: - Ne kayboldu? Aradığınız nedir? - Azizin su kabını aramaktayız. Onu bulup getirene bir deve yükü bahşiş var. Yusuf aleyhisselamın kardeşlerinin, münadiye; “Hayır biz çalmadık!” yerine, “Ne kayboldu? Aradığınız nedir?” demeleri; “Bizim hırsız olmamız şöyle dursun, sizden zaten bir şey çalınmamıştır. Bu bir kayıp olabilir” demek istemelerindendir. Münadi ve yanındakiler, onların sözündeki inceliği anladıklarından, ikinci defa olarak; “Azizin tasını çaldınız!” yahut “Azizin su kabı çalındı!” demeyip; “Azizin su kabını zayi ettik. Onu arıyoruz!” demeye mecbur oldular. Kardeşlerin yüzlerinde hiçbir korku ve endişe sezilmiyordu. Kendilerinden emin bir tavırları vardı.

Bunca iyiliklerini gördükleri bu zata karşı bir de ihanet etmeyi düşünmüş olamazlardı. Kardeşlerin biri söz aldı: - Vallahi siz de bilirsiniz ki, biz buraya fitne ve fesat çıkarmak için gelmedik. Biz hırsız da değiliz. - Eğer “Hırsız değiliz!” sözünüzde yalancı çıkarsanız, eşyamızı sizde bulursak, sizin dininizde hırsızlığın cezası nedir? - Su kabı kimin yükünde bulunursa, cezası onun köle yapılmasıdır. Biz hırsızlık yaparak zulüm yolunu tutanları böyle cezalandırırız. - Böyle bir cezaya biz de razıyız. Dönün, arayacağız! Suçsuz olduğunuz anlaşılıncaya kadar sizleri yanımızda tutacağız. Ondan sonra yolunuza devam edersiniz. Yusuf aleyhisselamın adamları, onları Yusuf aleyhisselamın huzuruna getirdiler. Yusuf aleyhisselam aratmaya kardeşi Bünyamin’in yükünden başlatmadı. Onun yükünü sonraya bıraktı. Böylece, diğer kardeşlerinin kalbinde herhangi bir şüphe doğarak itiraz edilmesini önlemek istedi. Yoksa işin hakikati ortaya çıkacak, maksat hasıl olmayacaktı. Arama, Bünyamin’in yüküne gelince, Yusuf aleyhisselam dedi ki: - Bunun bir şey almış olacağını zannetmem. Kardeşleri de, “Böyle olursa, hem siz, hem biz vicdanen rahat oluruz.” dediler. Bunun üzerine Bünyamin’in yükü de arandı ve su kabı oradan çıktı.

Bunu gören kardeşleri utançlarından başlarını önlerine eğdiler. Bünyamin’e dönerek onu ayıplamaya ve kınamaya başladılar: - Bizim başımıza sen neler getirdin? Bizi rezil ettin! Yüzümüzü kara çıkardın! Yusuf aleyhisselamın maksadı; kardeşi Bünyamin’i yanında alıkoymaktı. Bu ise, ancak babası Yakub aleyhisselamın dinine göre mümkündü. Allahü teala Yusuf aleyhisselama bu tedbiri vahiy ile öğretti. Firavunun hırsız hakkındaki kanunu, hırsızın dövülüp, çaldığı malın iki katı ile ödetilmesi şeklinde idi. Bu kanuna göre, Yusuf aleyhisselamın kardeşini yanında alıkoyması mümkün değildi.

Bünyamin’i yanında alıkoyması Su kabı, umduklarının aksine Bünyamin’in yükünden çıkınca, diğer on kardeş telaşlandılar. Hepsi hiç hoşa gitmeyen bu manzara karşısında ne yapacaklarını şaşırdılar. Bunun üzerine on kardeş; “Su kabının Bünyamin’in yükünden çıkması hayret edilecek bir şey değildir. Nitekim onun kardeşi de daha evvel hırsızlık yapmıştı.” diyorlardı. Böylece kardeşler, içlerinde sakladıklarını dışarı vuruyorlardı. Yusuf aleyhisselama nisbet ettikleri hırsızlık, Yakub aleyhisselamın kız kardeşinin Yusuf aleyhisselamı yanında alıkoymak için başvurduğu çare idi. İbrahim aleyhisselamın kemerini Yusuf aleyhisselamın üzerine bağlayarak onu yanında alıkoymuştu. Gerek Yusuf aleyhisselamın ve gerekse Bünyamin’in durumlarında hırsızlık yoktu. Ancak hırsızlığa benzer bir görünüş bulunduğu ve başlarına gelen bu hadiseden canları sıkıldığı için kardeşleri böyle söylemişlerdir.

İçlerinden biri yine kendini tutamayarak Bünyamin’in üstüne yürüdü: - Yazıklar olsun sana ey Bünyamin! Bizi zor durumda bıraktın. Demek ki anan Rahil sadece iki hırsız doğurmuş... - Vallahi ben hırsızlık yapmadım. - Peki bu tas senin çuvalında ne arıyor? - Kimin koyduğunu da, nasıl konulduğunu da bilmiyorum. Artık olan olmuştu. Kabı çuvala kim koyarsa koysun netice aynı kapıya çıkıyordu. Bünyamin’e söylenen sözlerin hepsi, diğer kardeşlerin içini boşaltmalarına yarıyordu. Onların bir korkuları da, artık Mısır topraklarına girmelerinin yasaklanması idi. İçlerini şiddetli bir sıkıntı basmıştı. Ne yapacaklarını, ne söyleyeceklerini bilmiyorlardı. Hırslarını yenemiyorlar, aynı şeyleri tekrar tekrar söylüyorlardı.

Yusuf aleyhisselam kardeşlerinin durumunu izliyor, bir şey söylemiyordu. Ne sözle ve ne de fiille bu işin hakikatini, onlara açıklamadı. Kendi kendine; “Sizin durumunuz daha kötüdür. Siz benim gibi masum bir kardeşinizi çaldınız, babasından ayırdınız, götürüp kuyuya bıraktınız. İşin hakikatinin sizin söylediğiniz gibi olmadığını Allahü teala çok iyi bilmektedir.” diye düşündü. Yakub aleyhisselamın oğulları, yükleri aranmadan önce kendi dinlerinde hırsızlığın hükmü sorulduğunda, sadece çalanın mal sahibine köle olacağı hükmünü beyan etmişlerdi. Tabii ki onlar, kendilerinden böyle bir şeyin vaki olacağını tahmin etmiyorlardı. Ancak beklediklerinin aksine su kabı Bünyamin’in eşyası arasından çıkınca; bu defa affetmenin de, fidye almanın da caiz olduğunu beyan ettiler. Yusuf aleyhisselamın şefkat ve merhametini celbetmek için de dediler ki: - Ey Aziz! Çok muhterem bir babamız vardır. Kaybolan kardeşimizin acısını Bünyamin’le unutur ve onu bizden çok sever. Biz onun yerini dolduramayız. Onun yerine birimizi alıp onu azat eyle! Biz muhakkak seni ihsan edenlerden görüyoruz, bu ihsanını tamamla! Babaları Yakub aleyhisselamın peygamber olduğunu, Bünyamin’i geri getirmek üzere babalarına söz verdiklerini söylediler. Ancak Yusuf aleyhisselam onlara şöyle cevap verdi: - Eşyamızı bulduğumuz kimseden başkasını alıkoymaktan Allahü tealaya sığınırız.

Çünkü bu takdirde, biz de elbette zalimlerden oluruz. Başkasından meydana gelen bir suçtan dolayı bir kimseye eza edersem, verdiğiniz fetvaya göre zulüm yapmış olurum. Bu sebeple teklifinizi kabul edemem. Yusuf aleyhisselamın, babasına bulunduğu yeri haber vermeyip, kendisini gizlemesinde; babasının pek çok üzüleceğini bildiği halde, Bünyamin’i yanında alıkoymasında ve kardeşlerine bu şekilde muamele etmesinde çeşitli hikmetler vardır. Bunlardan en mühimi şudur: Yusuf aleyhisselam, bütün bunları kendiliğinden değil, Allahü tealanın emri ile yaptı. Onun, kullarından hiç kimsenin bilmediği sırları vardır. Yarattıkları hakkında dilediği şekilde tasarruf sahibidir. Allahü tealanın Yakub aleyhisselamın mihnet, acı ve sıkıntılarını artırması, sıkıntılara karşılık, derecesini daha da yükseltmek içindi. Böylece, Yusuf aleyhisselamın durumunu Yakub aleyhisselamdan gizledi.

Yakub aleyhisselamın oğulları, kardeşleri Bünyamin’i kurtarmaktan ümitlerini kesince bir kenara çekilip, kendi aralarında konuşmaya başladılar. Bir müddet aralarında meseleyi konuştuktan sonra, en doğrusunun, babalarına dönüp, hadiseyi aynen anlatmak olduğuna karar verdiler. Büyükleri dedi ki: - Babamızın bizden Allahü tealanın adıyla teminat almış olduğunu, daha evvel de Yusuf hakkında işlediğimiz kusuru bilmez misiniz? Muhakkak bilirsiniz. Artık ben, babam bana izin verinceye, yanına çağırıncaya, Allahü teala kardeşimi kurtararak iadesine hükmedinceye kadar Mısır’dan ayrılmam. Babamıza hadiseyi olduğu gibi anlatıp deyin ki: “Ey babamız! Muhakkak ki oğlun Bünyamin bizim gördüğümüze göre hırsızlık yaptı. Biz ancak gördüğümüze şahitlik ederiz. Zira su kabının Bünyamin’in yükünden çıktığını gördük.

Biz gaybı yani onun gerçekten çalıp çalmadığını bilmeyiz. Zaten gaybı Allahü tealadan başkası bilmez.” Kardeşlerin büyüğü babalarının inanması için, kardeşlerine şöyle söylemelerini de tembih etti: - Yine babamıza, “Eğer bize inanmazsan, içinde bulunduğumuz Mısır halkına ve aralarında geldiğimiz kervana da, su kabının onun yükünde nasıl bulunduğunu sor. Biz, hakikaten doğru söyleyicileriz.” deyin! Büyüklerini ve Bünyamin’i Mısır’da bırakan dokuz kardeş, babalarının yanına döndü. Mısır’da kalan büyüklerinin talimatı üzerine, başlarından geçenleri ve olup bitenleri babalarına anlattılar. Yakub aleyhisselam, bu anlatılanları üzüntü içinde dinledi ve dedi ki:

- Hayır! Doğrusu nefsleriniz size bu işi süsleyerek güzel gösterdi. Yoksa Mısır Azizi, bizim dinimizde hırsızın esir edileceğini ne bilsin? Artık bana düşen sabr-ı cemildir. Umulur ki, Allahü teala oğullarımın hepsini birden bana getirir. Şüphesiz Allahü teala alimdir, hakimdir. Yakub aleyhisselamın üzüntü ve kederi son aldığı haberle daha da artmıştı. Zaten uzun zamandan beri üzüntü ve elem içerisindeydi. Fakat, Allahü tealanın kendisini bu sıkıntıdan yakında kurtaracağını da biliyordu. Çünkü bela ve sıkıntı pek şiddetlenip son hadde geldiği vakit, ondan kurtulmak daha çabuk olur. Yakub aleyhisselam bu üzüntüsünü şöyle dile getirdi: - Yusuf’un firakıyla beni kaplayan şiddetli hüzün ve hasretim! Gel, işte şu an senin tam gelme zamanındır.

Yakub aleyhisselam, Bünyamin’in hayatta ve yerinin belli olmasına karşılık Hazreti Yusuf hakkında bir bilgi alamaması sebebiyle sadece Hazreti Yusuf’a olan hasretini dile getirmişti. Yakub aleyhisselam; başına gelen ağır ve büyük bir musibete rağmen, daima sabırlı oldu. Asla feryat ve figan etmedi. İnsanlara da şikayette bulunmadı. “Ben kalbimde tutamadığım hüzün ve kederimi, yalnız Allahü tealaya arz ediyorum.” diyerek halini Allahü tealaya arz etti. Bir defasında Azrail aleyhisselam Yakub aleyhisselamın yanına gelmişti. Azrail aleyhisselama sordu: - Yusuf’umu görmeden benim ruhumu almaya mı geldin? - Hayır, senin hüzün ve kederine iştirak etmek için geldim.

Bu arada Hazreti Yakub hastalanmış ve bacağında siyatik hastalığı da meydana gelmişti. Bu ağrıları da çok sıkıntı veriyordu. Bir gece ağrıları dayanılmaz hale gelince, şayet Allahü teala bu hastalıktan şifa verirse, en sevdiği yemekleri yememeyi nezretti. Bir zaman sonra şifa buldu. Bunun üzerine en sevdiği deve eti ve deve sütünü yemedi ve içmedi. Bundan sonra Allahü teala, onun kendine haram kıldıklarını İsrailoğullarına haram kıldı. Nitekim Kur’an-ı kerimde mealen buyuruldu ki: (Tevrat’ın indirilmesinden önce İsrail’in [Hazreti Yakub’un] kendine haram ettiğinden başka bütün yiyecekler İsrailoğullarına helal idi.) [Al-i Imran 93] (Yahudilere her tırnaklıyı haram ettik. Koyunun ve sığırın iç yağını da haram ettik. Aşırı gitmelerinden ötürü onları bu şekilde cezalandırdık.) [Enam 146] Yakub aleyhisselam, Hazreti Yusuf’tan ayrıldığı andan itibaren gözünün yaşı hiç dinmedi. Döktüğü gözyaşı hiçbir şeyle kıyaslanamazdı. Neticede gözüne ak düştü. Bütün bunlar onun bir an olsun Allahü tealayı anmasına mani olmadı.

Çünkü sıkıntıda olan, üzülen kalbler Allahü tealaya daha yakındır ve onunla meşguldür. Böyle acı ve sıkıntılar, Allahü tealadan başka düşünceleri kalbden çıkarır. Neticede kul, Allahü tealaya daha çok yönelir, daha çok dua eder. Yakub aleyhisselamın çok ağladığını gören oğulları, torunları ve hizmetçileri dediler ki: - Yusuf’u anmaktan geri durmuyor, onun sevgisinde gevşeklik göstermiyorsun. Vallahi sonunda ya kederinden hastalanıp eriyeceksin, yahut helak olacaksın. - Ben kalbimde tutamadığım hüzün ve kederimi, ancak Allahü tealaya arz ediyorum. Size ve başkasına şikayetim yoktur. Beni şikayetim ile başbaşa bırakın. Şikayetimi Rabbime arz edeyim. Ben, sizin bilemeyeceğiniz nice şeyleri, Allahü teala tarafından vahiyle biliyorum. Ey oğullarım, Mısır’a gidin! Yusuf ile kardeşlerinden haber sorun! Allahü tealadan ümit kesmeyin! Çünkü, kafirlerden başkası, Allahü tealadan ümit kesmez. Yakub aleyhisselam Hazreti Yusuf’un sağ olduğunu vahiy yoluyla biliyordu. Ayrıca Yusuf aleyhisselamın çocukluğunda gördüğü rüyasının doğru çıkacağına inanıyordu. Çünkü, Yusuf aleyhisselamda rüşd ve kemal alametlerini görmüştü. Bunun için çocuklarına Hazreti Yusuf’u aramak için gitmelerini söyledi. Yakub aleyhisselamın oğulları, babalarının tavsiyesi üzerine Mısır’a döndüler. Yusuf aleyhisselamın huzuruna varınca dediler ki: - Ey Aziz! Bize ve ailemize darlık, kıtlık, fakirlik ve açlık ulaştı.

Çok az ve ehemmiyetsiz bir sermaye ile geldik. Bize daha önce tam bedelle verdiğin gibi tam ölçek ver ve hakkımızda lütufkar davran! Zira Allahü teala, lütufkar davrananları dünyada ve ahirette en güzel şekilde mükafatlandırır. Yusuf aleyhisselam onlara sordu: - Siz sonunun neye varacağını bilmeden Yusuf’a ve kardeşine yaptığınız işin kötülüğünü anlayıp, ondan tevbe ettiniz mi? Yusuf aleyhisselam, onların yalvarışlarını, çaresiz kaldıklarını ve açlık içinde bulunduklarını görünce, merhametinden dolayı onlara kendisini tanıtmak istedi. Ancak Allahü tealanın hakkını kendi hakkına tercih etti. Onlara, gerek kendisine yaptıkları zulmü ve gerekse kardeşi Bünyamin’i kendilerinden ayırmanın, onu aralarında hor ve hakir tutmanın çirkinliğini sordu. Bunu, şefkatinden dolayı, onlara din hususunda nasihat etmek maksadıyla yapmıştı. Böyle yapmakla, onların günahlarını ikrar ederek, tevbe ve istigfarda bulunmalarını sağlamak istiyordu. Yoksa maksadı, onları paylamak ve kınamak değildi. Yusuf aleyhisselamın, kendisine yapılan şeyleri sorması üzerine, kardeşleri dikkatle ona baktılar. Sonra şaşkınlık içinde dediler ki: - Yoksa sen gerçekten Yusuf musun? - Evet, ben Yusuf’um ve bu kardeşim Bünyamin’dir. Allahü teala bizi birbirimize kavuşturmakla bize ihsanda bulundu. Muhakkak ki, kim farzları yerine getirmek, günahlardan sakınmak suretiyle Allahü tealadan korkar ve belalara sabrederse, Allahü tealadan mükafatını alır.

Çünkü Allahü teala ihsan sahiplerinin mükafatlarını zayi etmez. Yusuf aleyhisselam, böyle söylemekle kardeşlerinin kendisine yaptığı zulmün ve buna karşılık Allahü tealanın lütfettiği zafer ve nusretin büyüklüğünü açıkladı. Sanki şöyle demek istedi: “Ben, zulümlerin en büyüğü ile zulmettiğiniz, buna karşılık da Rabbimin en yüksek makam ve mertebeyi verdiği kimseyim. Beni öldürmeye teşebbüs ettiğiniz ve kuyuya attığınızda aciz bir kimseydim. Şimdi ise, gördüğünüz gibiyim.” Artık ayaklar suya ermişti. Hazreti Yusuf’u küçük bir çocukken kuyuya atan, vicdan azabı çekmek bir yana, ondan kurtuldukları için huzur duyan kardeşler, o günden bu yana hiç pişman olmamışlardı. En son Bünyamin olayında da yine kardeşlerine suç isnadında bulunmaları, Hazreti Yusuf’a duydukları öfkeyi içlerinden atamadıklarını göstermişti. Ama Ilahi takdir her defasında onları Hazreti Yusuf’un ayağına getirmiş ve yalvarma durumuna düşürmüştü. Artık Yusuf aleyhisselamın fazilet ve meziyetini ve günahkar olduklarını itiraf ederek dediler ki: - Vallahi Allahü teala zikrettiğin yüksek sıfatlar, güzel ahlak, ilim, hilm ve saltanatla muhakkak seni bizden üstün kıldı. Muhakkak ki, biz sana yaptığımız muameleden dolayı günahkar olduk. Yusuf aleyhisselam onların itirafları üzerine şöyle cevap verdi:

- Bugünden sonra günahınızı zikretmek suretiyle benim tarafımdan size bir kınama ve ayıplama yoktur. Allahü teala sizi bağışlasın. O merhametlilerin en merhametlisidir. Bundan sonra Hazreti Yusuf kardeşlerine geçmişi ile ilgili hiçbir kelime söylemeyecek ve onları utandırma yoluna gitmeyecekti. “Allahü teala sizi bağışlasın!” sözüyle, tevbe ederlerse, Allahü tealanın onları bağışlayacağını da onlara müjdeledi. Onlar da yaptıkları işin kötülüğünü ve günahkar olduklarını da itirafla, tevbe ve istigfarda bulundular. Yusuf aleyhisselam kardeşlerine çok izzet ve ikramda bulundu. Onlar da dediler ki: - Siz bizi sabah akşam yemeğe davet ediyorsunuz. Biz ise yaptıklarımızdan ve kusurumuzdan dolayı utanıyoruz.

- Mısırlılar, şimdiye kadar hakkımda; “Az dirheme satılmış bir köleyi, bu mertebeye kavuşturan Allahü tealayı tenzih ederiz!” diyorlardı. Şimdi ise sizin sayenizde şeref buldum. Herkesin nazarında yükseldim. Çünkü onlar, sizin benim kardeşlerim olduğunuzu, benim de İbrahim aleyhisselamın torunlarından Yakub aleyhisselamın oğullarından olduğumu öğrendiler. Yusuf aleyhisselamın kendisine zulmeden kardeşlerine gösterdiği bu asil davranış; Resulullah efendimizin Mekke-i mükerremenin fethinde, kendisini ve eshabını yurtlarından çıkaran Mekkelilere gösterdiği alicenaplığa benzemektedir. Resulullah efendimiz Mekke’nin fethedildiği gün, Kabe-i muazzamanın kapısının iki tarafından tutarak, Kureyş müşriklerinin ileri gelenlerine buyurdu ki:

- Benden ne umarsınız, size ne yapacağımı zannedersiniz? - İstediğini yapabilirsin. Fakat biz senden hayır umarız. Bunun üzerine alemlere rahmet olarak gönderilen Resulullah efendimiz şöyle buyurdu: - Size kardeşim Yusuf’un söylediğini söylerim. Yani, “Bugünden sonra günahınızı zikretmek suretiyle benim tarafımdan size bir kınama ve ayıplama yoktur!” Yusuf aleyhisselam, kardeşlerine kendisini tanıttıktan sonra, babası Yakub aleyhisselamın halini, kendisinin yokluğundan sonra onun ne durumda olduğunu sordu. Onlar da; “Senin için üzüldü ve çok ağladı. Bu sebeple gözleri görmez oldu.” diye cevap verdiler. Bunun üzerine Yusuf aleyhisselam, hemen gömleğini çıkarıp onlara verdi ve dedi ki:

- Bunu babama götürün, yüzüne sürsün. O, benim kokumu koklasın ve gömleğimi gözlerine sürsün. O artık rahatlıkla görmeye başlar. Sonra babam ve siz, bütün çoluk çocuğunuzla birlikte geri bana gelin! Bundan sonra Yusuf aleyhisselam, kardeşlerinin bütün sefer ihtiyaçlarını hazırladı. Ayrıca, babası Yakub aleyhisselama verilmek üzere, onun bütün hanedanı ile birlikte Mısır’a teşriflerini isteyen bir mektup da verdi. Kardeşleri gömleği de alarak yola çıktılar. Diğer taraftan Yakub aleyhisselam, gömleğin yola çıkarıldığı saatte, derinden derine çektiği birkaç nefesten sonra yanındakilere dedi ki: - Eğer bana yaşlılık sebebiyle noksan akıllılık nisbet etmezseniz, ben muhakkak Yusuf’un kokusunu duyuyorum.

- Vallahi sen Yusuf’a olan aşırı muhabbetinde devam ediyorsun. Onu unutamıyor, hala ona kavuşacağını umuyorsun. Allahü teala Yusuf aleyhisselamın latif ve has kokusunu Hazreti Yakub’a mucize olarak ulaştırmıştır. Müjdeci gelip de Hazreti Yusuf’un gömleği Hazreti Yakub’un yüzüne sürülünce, Yakub aleyhisselam eskisi gibi görmeye başladı. Bu hadise Kur’an-ı kerimde mealen şöyle beyan buyuruldu: (Vaktaki müjdeci geldi. Yusuf’un gömleğini [Yakub aleyhisselamın] yüzüne sürdü. Gözleri açılıverdi.) [Yusuf 96] Müjdeyi getiren Yehuda idi. Daha yola çıkmadan önce demişti ki: - Babama; “Yusuf’u kurt yedi” diye kanlı gömleğini götürerek, üzülmesine sebep olmuştum. Şimdi de onun gömleğini ben götürüp sevindireyim.

Yakub aleyhisselamın gözleri açılınca, oğullarına dedi ki: - Ben size, “Sizin bilmeyeceğiniz şeyleri, Allahü teala tarafından biliyorum!” demedim mi? Onların bilmediği şeyden muradı, Yusuf aleyhisselamın hayatta olduğu ve Allahü tealanın birbirlerine kavuşturacağıdır. Yakub aleyhisselam, müjdeyi getiren Yehuda’ya sordu: - Yusuf [aleyhisselam] ne durumdadır? - Mısır Azizidir. - Mülk ve saltanatı ben ne yapayım? Ben hangi din üzere olduğunu soruyorum. - Elhamdülillah İbrahim aleyhisselamın dini üzeredir. - İşte şimdi nimet tamam oldu! Yaptıkları hatadan artık pişman olan oğulları babalarına dediler ki:

- Ey bizim babamız! Allahü tealadan bizim için günahlarımızın magfiretini iste! Gerçekten biz günahkarlardan olduk. Yakub aleyhisselam da bu şekilde suçlarını itiraf edip af dileyen oğullarına şöyle cevap verdi: - Sizin için, Rabbime, sonra istigfar ederim. Hakikat şudur ki, çok günah örtücü, çok merhamet edici ancak Odur! Yakub aleyhisselam, oğulları için istigfarı hemen o sırada yapmadı. Bilakis, sonra Allahü tealadan onlar için af ve magfiret dileyeceğini vadetti. Bunun birçok sebepleri bildirilmiştir: Yakub aleyhisselam, istigfarı seher vaktine tehir etti. Çünkü seher vakti duaların kabul olması için en uygun zamandır. Yakub aleyhisselam, oğulları için magfiret dilemeyi Cuma gecesine bıraktı.

Zira Cuma gecesi, dua ve tevbelerin kabulü için en uygun zamandır. Yakub aleyhisselam; oğullarının hakikaten günahlarına pişman olup, tevbe edip etmediklerini ve tevbelerinin ihlasla olup olmadığını anlamak için istigfar etmeyi geciktirmiştir. Yakub aleyhisselam; “Sizin için sonra istigfar ederim!” dedi. Bu, mazlumun affetmesi şartını bildiğinden; “Ancak Hazreti Yusuf’la görüştükten sonra sizi affederse, istigfar ederim” demektir. İstigfarı, Hazreti Yusuf’la görüştükleri vakte kadar tehir etti. Yakub aleyhisselam, dua edeceği gece, seher vaktinde kalkıp namaz kıldı. Namazını bitirince; “Allahım Yusuf için üzüldüğüm, onun için tahammülsüzlük gösterdiğim için beni ve Yusuf’a yaptıklarından dolayı da oğullarımı af ve magfiret eyle!” diye dua etti. Allahü teala, Yakub aleyhisselama onları af ve magfiret ettiğini vahiyle bildirdi.

Hazreti Yakub’un Mısır’a gitmesi Yusuf aleyhisselam, kardeşleri ve babasından başka öteki akrabalarını da Mısır’a getirmek üzere yüz binek ve ayrıca sefer için gerekli şeyleri eksiksiz yollamıştı. Kardeşleri Kenan iline varınca, bir müddet, Mısır yolculuğu için hazırlık yaptılar. Yakub aleyhisselam aile fertlerini topladı. Hazırlıklarını bitirip yola çıktılar. 8 veya 10 gün süren bir yolculuktan sonra Mısır’a yaklaştılar. Yusuf aleyhisselam Hazreti Yakub’un Mısır’a yaklaştığı haberini alınca, Mısır sultanı Reyyan’a babasının ve akrabalarının, Mısır’a yakın bir yerde olduklarını söyledi. Yusuf aleyhisselam ve Reyyan, beraberlerinde askerleri ve Mısır halkından da pek çok kişi olmak üzere Yakub aleyhisselam ve yanındakileri karşılamaya çıktılar. Süslü devesine binmiş olan Hazreti Yakub, evlatları ve kalabalık maiyeti ile yaklaşıyordu.

Bu sırada Cebrail aleyhisselam gelerek, Hazreti Yakub’a dedi ki: - Semaya bak, nice zaman sizin elem ve üzüntünüz sebebiyle hüzünlü olan melekler, sürur ve sevincinizi görmek üzere seyre çıkmışlar. Hazreti Yakub, Hazreti Yusuf’u görünce, devesi üzerinde duramayarak yere indi. Yehuda’nın omuzuna dayanarak yürümeye başladı. Yakub aleyhisselam gelenlere baktı. En önde bulunan, kıyafeti ile dikkatini çeken Yusuf aleyhisselamı işaret ederek, yanında bulunan Yehuda’ya; “Bu kim dir?” diye sordu. Yehuda; “Yusuf aleyhisselamdır.” diye cevap verdi. Birbirlerine iyice yaklaşınca, Yusuf aleyhisselam önce selam vermek istedi. Cebrail aleyhisselam dedi ki: - Önce Hazreti Yakub’un selam vermesi münasiptir. Hazreti Yakub; “Esselamü aleyküm, ey hüzün ve kederleri gideren Yusuf!” diye selam verdi. İkisi de birbirlerine sarıldılar. Yıllarca süren hasretlerini giderdiler. Hazreti Yakub torunlarını da kucaklayıp kokladı. Yusuf aleyhisselamın saltanat tahtı vardı. Babası ile üvey annesini tahtına çıkarıp oturttu. Babası ile üvey annesine yaptığı ikram, kardeşlerine yaptığından daha fazlaydı. Çünkü, tahta sadece o ikisini çıkarmıştı. Sonra Yusuf aleyhisselam, babasına, nail olduğu lütuf ve ihsanları anlattı ve bu ihsanlardan birinin de zindandan kurtulması olduğunu belirterek dedi ki: - Rabbim bana ihsan etti. Çünkü beni zindandan çıkardı. Yusuf aleyhisselam, zindana düşmeden önce kuyuya atılmıştı. Bu sırada, Allahü tealanın kendisini sağ salim olarak kuyudan çıkarmasından bahsetmedi.

Çünkü orada kardeşleri de vardı. Onları utandırmak istemedi. Bundan sonra Yusuf aleyhisselam babasına şöyle dedi: - Ey babacığım! İşte bu, evvelce gördüğüm rüyanın açıklamasıdır. Hakikaten Rabbim, o rüyayı tahakkuk ettirdi. Beni zindandan çıkarıp mülk ihsan etti. Şeytan benimle kardeşlerimin arasını haset ile bozduktan sonra, Allahü teala sizi Kenan diyarından Mısır’a getirdi. Muhakkak ki, Rabbim dilediği şeyleri çok güzel ve çok ince tedbir edendir. Şüphesiz ki kullarının menfaatlerine olan şeyleri hakkıyla bilen, her şeyi hikmetinin icabettirdiği şekilde vaktinde yapan Odur. Böylece Hazreti Yusuf, çocukken görüp, babasının, “Kardeşlerine anlatma!” dediği rüyasının gerçekleştiğini ifade etti.

Hazreti Yusuf’un mucizeleri Yusuf aleyhisselam sohbet esnasında, babasına dedi ki: - Babacığım, benim ayrılığım sebebiyle, gözlerini kaybedinceye kadar ağladın. Allahü tealanın bizi, kıyamette buluşturacağını bilmiyor muydun? - Biliyordum oğlum, fakat senin dinine bir zarar getireceklerinden ve bu suretle senin ile benim aramı açacaklarından korktum. Bütün korkum, dinine zarar gelmesiydi. Bu bakımdan, Allahü tealadan bizi devamlı imanımızda sabit kılmasını diliyorum. Yusuf aleyhisselam, sonunun iyi ve akıbetinin güzel olması için Allahü tealadan hüsn-i hatime isteyerek şöyle dua ederdi: - Ya Rabbi! Bana mülkten, Mısır sultanlığından bir nasip verdin, rüya tabirini öğrettin.

Ey gökleri ve yeri yaratan Rabbim! Sen, dünyada da ahirette de yardımcım ve işlerimin velisisin. Benim canımı Müslüman olarak al! Beni salihler zümresine kat! Yakub aleyhisselam Yusuf aleyhisselamın yanında 24 sene yaşadı. Babası İshak aleyhisselamın yanına defnedilmesini vasiyet etti. Yusuf aleyhisselam babasının vasiyetini yerine getirdi. Cenazesini tabutla Halilürrahman’a götürdü. Bu sırada Yakub aleyhisselamın kardeşi İys de vefat etti. Yusuf aleyhisselam her ikisini de defnederek Mısır’a döndü.

Yusuf aleyhisselam, babasının vefatından bir müddet sonra vefat etti. Musa aleyhisselam, kabrini bulup, mübarek cesedini oradan alarak Yakub aleyhisselamın da metfun bulunduğu Halilürrahman’daki yere defnetti. Yusuf aleyhisselamın da birçok mucizeleri görüldü. Bunlardan bazıları şunlardır: Yusuf aleyhisselamın lisanı çok tatlıydı. Sözünü duyanın kalbi ona meylederdi. Onun tatlı dili sebebiyle birçok kimse imanla şereflendi. Yusuf aleyhisselamın mübarek yüzünde, güneş gibi nur parlardı. Huzuruna gelen bir amanın Yusuf aleyhisselamın yüzünün nuru ile görmeye başladığı bildirilmiştir. Hazreti Yusuf’un huzuruna gelen nüfuzlu bir kimse, yaprakların bir araya gelerek kumaş olmasını mucize olarak istedi.

Yusuf aleyhisselam da dua etti. Allahü tealanın izniyle, ağaçların yaprakları birleşerek paha biçilmez bir kumaş oldu. Yusuf aleyhisselamın da kendisine mahsus bazı hususiyetleri vardı. Bu hususiyetler birçok şekillerde imtihan edilmesinden sonra onda tebarüz etti. İmtihanların hepsinde Allahü tealanın izniyle muvaffak oldu. Allahü teala, ona kullarının idaresini verdi. İnsanların ihtiyaçlarını güzel bir şekilde karşıladı. Mısır kadınları tarafından çirkin işler yapması teklif edildi. Fakat o, zindanı tercih etti. Kendisine iyilikte bulunan Mısır Azizinin hakkını gözeterek, küfran-ı nimetten kaçındı. Züleyha’nın tekliflerini reddedip, iyilik gördüğü kimseye ihanet etmedi. Hiçbir menfaat ve zarar, onun doğruyu söylemesine mani olamadı. Allahü teala onu, yüce kitabı Kur’an-ı kerimde Sıddik=Çok doğru sözlü” olmakla övdü.
Alıntı ile Cevapla
  #14  
Alt 13.02.24, 19:49
Cazgircinx - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
⚘️ Üveys
 
Üyelik tarihi: 27.02.23
Bulunduğu yer: Deprem bölgesinde akdenizde yaşamaktayım
Mesajlar: 1,815
Etiketlendiği Mesaj: 63 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

EYYUB ALEYHİSSELAM


Nesebi ve gençliği Hazreti Eyyub, Hazreti İshak’ın oğlu Iys evladındandır. Babası Mus bin Ravil veya Razıh bin Iys’dir. Annesi, Hazreti Lut’un neslinden idi. Hanımı Rahime, Hazreti Yusuf’un oğlu Efrahim’in kızıdır. Eyyub aleyhisselam uzun boylu, kıvırcık saçlı, güzel gözlü, geniş göğüslü, kısa boyunlu ve adaleli kollu idi. Allahü teala Hazreti Eyyub’a, dedesi Hazreti İshak’ın duası bereketiyle çok mal ve servet verdi. Sürü sürü hayvanlar, bağlar, bahçeler ve çok evlat ihsan etti. Şam civarında Beseniyye mevkiindeki çiftliklerinde binlerce insan çalışırdı. Hizmetçilerinin, tarla ve hayvanlarının çokluğu bakımından asrında bir benzeri yoktu. Servetinin çokluğu, onu, Allah yolundan hiçbir zaman alıkoymadı. Çok ibadet ederdi. Yetimlere dullara bakar, misafirsiz sofraya oturmaz, yoksullara yardımda bulunurdu.

Çıplakları giydirir, dulları korurdu. Eyyub aleyhisselama, Şam civarında yaşayan insanlara peygamber olduğu bildirildi. Onları Allahü tealaya iman ve ibadete çağırdı. Bu uğurda pek çok zahmet çekti. İlahi vahye mazhar bir peygamber olduğu, Kur’an-ı kerimde mealen şöyle bildirilmektedir: (Biz, Nuh’a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik. Nitekim İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a, torunlarına, İsa’ya, Eyyub’a, Yunus’a, Harun’a ve Süleyman’a da vahyetmiştik.) [Nisa 163] (Biz ona, İshak ile Yakub’u ihsan ettik ve her birini hidayete, nübüvvete erdirdik. Daha evvel de Nuh’u ve onun neslinden Davud’u, Süleyman’ı, Eyyub’u, Yusuf’u, Musa’yı ve Harun’u hidayete, nübüvvete kavuşturduk. Biz, iyi hareket edenleri işte böyle mükafatlandırırız.) [En’am 84]

Hazreti Eyyub’un imtihanı Eyyub aleyhisselam, Allahü tealayı andığı zaman, göklerde bulunan melekler ona salat ve selam ederlerdi. Cenab-ı Hak, Hazreti Eyyub’u imtihan etmeyi murad etti. Eyyub aleyhisselamın imtihana çekilmesinin sebeplerinden birini ibni Esir ve ibni Asakir şöyle bildirirler: Şam tarafında kuraklık, kıtlık olur. Mısır Hükümdarı Eyyub aleyhisselama, bize gel! Bizim yanımızda senin için bolluk, genişlik vardır, diye yazı gönderince Eyyub aleyhisselam malları ve ailesi ile birlikte Mısır’a gider. Firavn onlara yiyecekler, elbiseler verip kalacak yer temin eder. Eyyub aleyhisselam Hükümdarın yanında bulunduğu bir sırada Şuayb aleyhisselam gelip içeri girer ve hükümdara şöyle seslenir:

-Gök, yer, denizler ve dağlar halkı kızınca Allahü tealanın da gazaba geleceğinden korkmaz mısın? Eyyub aleyhisselam ise susar ve konuşmaz. Şuayb ve Eyyub aleyhisselam hükümdarın yanından çıkınca Allahü teala Eyyub aleyhisselama: -Ey Eyyub! Sen, hükümdarın ülkesine gittiğin için sustun, öyleyse imtihana hazırlan, diye vahy eder. Böylece Allahü teala Hazreti Eyyub’u imtihana tabi tutar. Önce Hazreti Eyyub’un mallarını çeşitli vesilelerle elinden aldı. Koyunları sel ile, ekinleri rüzgar ile telef oldu. Şeytan da çoban suretinde, ağlayarak Eyyub aleyhisselamın yanına geldi. Eyyub aleyhisselam o esnada insanlara vaaz ve nasihatle meşgul idi. “Ey Eyyub! Şaşılacak bir afet oldu.

Allahü teala malını mülkünü helak etti!” dedi. Hazreti Eyyub, bu haber karşısında hiçbir şikayette bulunmayarak, Allahü tealaya hamd ve şükürde bulundu. Şeytan onun hamd ve şükretmesi karşısında tekrar dedi ki: - Hani hudutsuz araziler, hani sayısı bilinmeyen hayvanlar, hani meyve bahçeleri, hani evler, ocaklar? Bunca mal ve mülk elden gitti. Bir daha bunlar ele geçer mi? Hazreti Eyyub yine şükredip şöyle cevap verdi: - O malı mülkü bana Rabbim vermişti. Şimdi de aldı. Çünkü malımın da benim de sahibim Odur. Dilerse verir, dilerse alır, Ona yaptığı işten dolayı sual sorulmaz! Hazreti Eyyub’un bu hali ve sözleri, şeytana müthiş bir şamar oldu. Bu kadar malı mülkü gitmiş olmasına rağmen, sabır ve şükründe ve tevekkülünde zerre kadar bir değişiklik olmaması, onu çileden çıkarıyordu. Ancak Eyyub aleyhisselam Allahü tealanın bir peygamberi idi. O bütün bu malların sevgisini kalbine hiç getirmemiş ve bunları Allahü tealanın rızasını kazanmaya vesile kılmıştı.

Kalbinde zerre kadar mal sevgisi bulunmayan kimse, geçici olan mal ve mülke hiç aldanır mıydı? Allahü teala, Eyyub aleyhisselamın bütün malını aldıktan sonra, hocaları ile ders okuyan çocuklarının da zelzele ile canlarını aldı. Bunu gören şeytan, hoca şekline girip, feryat ve figan ile Hazreti Eyyub’un yanına geldi. Başına topraklar serpip, gözlerinden kanlı yaşlar akıtarak dedi ki: - Ey Eyyub! Allahü teala evini zelzele ile yıktı. Çocukların öldü. Her biri parça parça oldular. Bağrışmaları, inlemeleri dayanılacak gibi değildi. Şeytan öyle anlattı ki, Hazreti Eyyub’un mübarek gözlerinden yaş geldi.

Şeytan; Hazreti Eyyub’un feryat ve figan etmesini bekliyordu. Fakat ondaki sabır ve tevekkülü görünce, hiddetlendi ve tam konuşmaya başlayacağı sırada Hazreti Eyyub dedi ki: - Ey mel’un! Sen İblissin. Beni Rabbime isyana teşvik etmek istiyorsun. Şunu bil ki, evladım bir emanet idi. Rabbime niçin incineyim? Ben her halükarda Rabbime hamd ederim. Hazreti Eyyub Allahü tealanın takdirine razı olmuş idi. Oğullarının vefat etmeleri üzerine, “Eceli gelen bu dünyadan gider. Birgün ben de gideceğim!” diye düşündü. Bundan sonra Allahü teala, Eyyub aleyhisselamı, bedenine hastalık vererek imtihan etmeyi murat etti. Eyyub aleyhisselamın vücuduna hastalık verdi.

Hazreti Eyyub’un hastalığı gün geçtikçe şiddetlendi. Akrabaları, komşuları ve başkaları yanına uğramaz oldu. Yalnız, sadakat ve şefkat timsali hanımı Rahime Hatun onu terketmedi. Ona hizmetine devam edip, ihtiyaç için neyi varsa sarfetti. El işi yaparak, başka evlere hizmet için giderek maişet teminine çalıştı. Bu arada şeytan yine vesvese vermek için elinden geleni yapıyordu. Kah Eyyub aleyhisselama mal ve mülkünü hatırlatıyor, bazen çocuklarını, bazen de hastalığını hatırlatıyordu. Ama her seferinde sabır, hamd ve şükürle karşılık buluyordu. Hazreti Eyyub’un hasta olması ve hastalık sebebi, Kur’an-ı kerimde Sad suresi 41. ayet-i kerimesinde mealen şöyle bildirilmektedir: ([Ey Habibim!] Kulumuz Eyyub’u hatırla! O, Rabbine; şeytan beni yorgunluğa, meşakkate ve azaba, hastalığa uğrattı, sebep oldu, diye dua ve nida etti.) Burada Hazreti Eyyub edebi gözeterek, duasında yorgunluğu ve hastalığı, şeytana nisbet etti. Çünkü şeytan, zenginliğine, evladına ve çok ibadet edişine haset edip, musallat olmak istemişti.

Gerçekte Eyyub aleyhisselam her şeyin Allahü tealadan olduğunu bilirdi. Şeytan bu defa da Hazreti Eyyub’un bulunduğu şehir halkına vesvese vererek; “Aman Rahime ile görüşüp, ona yardımcı olmayın! Eyyub’un hastalığı size de geçer. Onu şehrinizden kovun!” dedi. Şehir halkı, Rahime’ye haber gönderip; “Eyyub’u alıp, buradan beraberce gidiniz! Yoksa sizi taşla öldürürüz!” tehdidinde bulundular. Rahime Hatun, Hazreti Eyyub’u alıp oradan ayrıldı. Şehre uzaklığı fazla olmayan bir yere götürdü. Küçük bir kulübe yaparak hizmetine devam etti. O, bütün bu zor şartlara rağmen Hazreti Eyyub’a hizmet etmekten geri durmadı.

Zira ona hizmetin karşılığını ahirette kat kat göreceğini biliyordu. Hazreti Eyyub şehir dışındaki kulübesinde, rahatsız olmasına rağmen, gelip geçen insanlara Allahü tealayı hatırlatıyor, sabrı ve şükrü tavsiye ediyordu. İş ve üzüntüden bitap düşmüş olan hanımı Rahime de, şehirdeki hanımlara iplik eğirmekle meşgul idi. Hazreti Eyyub yedi yıl dert ve bela içinde bu şekilde kaldı. Halinden hiç şikayet etmedi. Bir ara Rahime Hatun, efendisine dedi ki: - Cenab-ı Hakka dua etsen de bu dertleri senden alsa... - Ey Rahime! Sıhhat ve mes’ut günlerimiz ne kadar zamandı?

- Seksen yıl idi. - Şiddet ve bela zamanı, sıhhat ve safa süresi kadar olmadan, bela için cenab-ı Mevlaya, şikayetten haya ederim. Tahammül gücünün üstünde bir sabır gösteren Hazreti Eyyub, Kur’an-ı kerimin Sad suresi 44. ayet-i kerimesinde methedildi. Hadis-i şerifte de buyuruldu ki: (Hazreti Eyyub, insanların en uysalı, en sabırlısı ve en çok gadabını, öfkesini yenen idi.) Hakka rızası tam ve kusursuzdu. Şu şiir, onun halini çok güzel ifade ediyor: Hoştur bana senden gelen, Ya gonca gül yahut diken, Ya hil’at yahut kefen, Narın da hoş, nurun da hoş. Şeytan, Hazreti Eyyub’a ve Rahime’ye musallat olmaya devam ediyordu. Birgün, Rahime Hatun yiyecek almaya gitmişti. Şeytan, insan suretinde karşısına çıkıp sordu:

- Ey Rahime! Sen Yusuf’un oğlu Efrahim’in kızı değil misin? Burada ne arıyorsun? - Evet, Efrahim’in kızıyım! Efendim, Allahü tealanın peygamberi Eyyub, belalara müptela oldu. Onun hizmetçisiyim. - Kendine yazık ediyorsun. Hastalığı sana da geçer. - Onun üzerimdeki hakkını ödeyemem. Nimet ve rahat vaktinde onunla yaşadım. Bu hastalık halinde onu yalnız bırakamam. Rahime Hatun böyle söyledikten sonra yoluna devam etti. Dönünce; başından geçenleri Hazreti Eyyub’a anlattı. O da; “Ey hanım! O gördüğün, İblistir. Seni vesvese ile benden ayırmak ister!” buyurdu ve dikkatli olup sakınmasını tembih etti.

Şeytan, başka birgün de tabip suretinde Rahime’nin karşısına çıkarak, “Sen, hasta olan Eyyub’un hanımı mısın?” diye sordu. Rahime de; “Evet” deyince, “Ben onu yakalandığı hastalıktan kurtarmayı düşünürüm. Lakin şartlarım var!” dedi. Rahime Hatun, şartlarını sorunca, şeytan şöyle cevap verdi: - Kolay! Eyyub şarap içecek ve benim için de, şifayı sen yarattın, diyecek. Rahime Hatunun olanları kendisine anlatması üzerine, Eyyub aleyhisselam, “O şeytandır, bizi Rabbimizden ayırmak istiyor. Ondan sakın!” buyurdu. Rahime Hatunda Yusuf aleyhisselamın güzelliğinden biraz olup, o civarda ondan güzeli yoktu. Birgün yine şeytan, yakışıklı bir kişi suretine girip, Rahime’nin yolunu keserek dedi ki: - Sen kimsin? Senin gibi güzel kadın buralarda görmedim. Ben yakın köydenim. Servetimin hesabı yoktur. Rahime Hatun da; “Hasta olan Eyyub aleyhisselamın hanımıyım. Ona hizmet ederim. O, Allahü tealanın peygamberidir. Ondan başkasına meyletmem!” dedi ve yürüdü. Şeytan da ümidi kesip oradan uzaklaştı.

Hazreti Eyyub’un duası Hazreti Eyyub’un hastalığı çok şiddetlendi. Onun bu hali, beden, kalb ve lisanıyla yaptığı kulluk ve peygamberlik vazifelerini iyice zorlaştırıyordu. O zaman Allahü tealaya şöyle dua ve niyazda bulundu: - Ya Rabbi! Bana gerçekten hastalık isabet etti. Sen merhamet edenlerin en merhametlisisin. Hazreti Eyyub’un bu şekilde dua etmesinin birkaç sebebi vardı. Bazıları şunlardır:

Şeytan ona gelip; “Bana secde edersen seni bu beladan kurtarırım” demesi karşısında, şeytanın zararından dolayı mübarek kalbi hüzünlenip coştu ve; “Beladan sızlanmıyorum. Ama düşmanın haris olmasından rahatsız oluyorum” deyip; “Bana hastalık isabet etti” buyurdu. Hazreti Eyyub’a iman eden birkaç kişinin; “Eğer bunda hayır olsaydı, bu belaya müptela olmazdı!” demeleri, onun mübarek gönlünü mahzun etti. Onun için böyle dua etti. Kavminden birkaç kişi zaman zaman gelip, Hazreti Eyyub’un halini görüp, acırlardı. Birgün yine onun yanına gelip, birbirlerine dediler ki: - Bu kişiye bu dertler geleli beri Rabbinden bir merhamet yetişmedi. Bu belanın sona ermesi lazımdı. Halbuki günden güne çoğalıyor, şiddetleniyor.

Hazreti Eyyub bu sözlerden incindi ve dedi ki: - Ya Rabbi! Yıllardır bu mihneti çektim. Senin muhabbetinin arzusu beni öyle kapladı ki, bu beladan hiç incinmedim. Nice zaman bu derdi çekmeye razı idim. Fakat bu sözler bana güç geldi. Ya Rabbi! Sen merhamet edenlerin en merhametlisisin! Birgün Hazreti Eyyub’a Cebrail aleyhisselam gelip, onu zor konuşur bir halde buldu. Ona dedi ki: - Neden böyle durursun? - Sabırdan başka çare nedir? - Hak tealanın hazinesinde bela çoktur. Sen ona takat getiremezsin. Allahü tealadan afiyet iste! Bunun üzerine Eyyub aleyhisselam yukarıdaki şekilde dua etti. Eyyub aleyhisselam bedenindeki hastalık sebebiyle, insan olması bakımından inlemiş; ruhen de Allahü tealanın cemaline yönelmiştir.

Cismen dili; “Bana gerçekten hastalık isabet etti” derken, manen de; “Sen merhametlilerin en merhametlisisin” diye zikretmiştir. Bir kimse, Resulullah efendimizin mescidine girdi ve Eyyub aleyhisselam ile ilgili bazı sualler sordu. Peygamber efendimiz ağladı ve buyurdu ki: (Allahü tealaya yemin ederim ki, Eyyub [aleyhisselam] beladan inlemedi, sızlanmadı. Lakin yedi sene, yedi ay, yedi gün, yedi saat o belada kaldı. Ayakta namaz kılmak istedi, duramadı, düştü. Hizmette kusur görünce; “Bana gerçekten hastalık isabet etti” dedi.)

Hazreti Eyyub’un hastalıktan kurtulması Birgün hanımı Rahime Hatun yiyecek aramaya çıkmıştı. İkindi vakti, Allahü tealadan Eyyub aleyhisselama lütuf müjdesi ulaştı. Cebrail aleyhisselam çıkageldi ve Allahü tealadan; “Ey Eyyub! Bela verdim sabrettin. Şimdi ben sana sıhhat ve nimet vereceğim. Ey Eyyub, ayağını yere vur! Çıkan su ile guslet ve soğuğundan iç!” emrini getirdi. Bu emr-i İlahi üzerine Hazreti Eyyub ayağını yere vurdu. İki su pınarı fışkırdı. Biri sıcak olup, yıkanmak için, diğeri soğuk olup, içmek için idi. Sıcağından guslettiğinde bedenindeki rahatsızlıklardan; soğuğundan içince de içindeki hastalıklardan şifa buldu. Kuvveti geri geldi. Taze bir genç oldu. Cebrail aleyhisselam Hazreti Eyyub’a elbise giydirdi. Lütuf bulutu, üzerine geldi. Üstüne altın parçacıkları saçıldı. Bir müddet sonra Rahime şehirden döndü. Hazreti Eyyub’u tanıyamadı. Kaybolduğunu zannetti. Sahraya koştu, feryat edip ağlayarak dedi ki:

- Bu kadar sıkıntı çektim, hazineyi elden kaçırdım, hastayı kaybettim. Ey Eyyub! Bilmem seni hangi canavar götürdü, hangi hayvan yedi? Cebrail aleyhisselam Hazreti Eyyub’a dedi ki: - Ey Eyyub! Rahime’yi çağır, gönlünü hoş eyle! Eyyub aleyhisselam da hanımına seslendi: - Ey hanım! Kimi çağırırsın, kimi ararsın? - Bir hastam vardı, hayat arkadaşım idi, onu kaybettim. - İsmi ne idi? - İsmi sabırlı Eyyub idi. - Nasıl bir kimse idi? - Sağlıklı iken sana benzerdi. - Ey Rahime! O hasta olan Eyyub, benim. Allahü teala bana sıhhat verdi. Hazreti Eyyub’un kendisini tanıtması üzerine Rahime Hatun endişelerinden kurtuldu ve her ikisi birlikte Allahü tealaya şükrettiler.

Bu halden sonra hanımıyla beraber oradan ayrılıp şehre doğru yola çıktılar. Şehrin kapısına gelince, bütün şehir halkının, kendilerini karşılamaya çıktıklarını gördüler. Eyyub aleyhisselam onlara sordu: - Bu ne haldir, nereye gidiyorsunuz? - Bir ses duyduk. Diyordu ki: “Ey insanlar! Eyyub aleyhisselam size geliyor, onu karşılayınız!” Eyyub aleyhisselam şehre gelince, eski, köhne evini yenilenmiş gördü. Bundan başka; elinden alınmış malları geri gelmiş ve yüz çeviren dostları, kendisine muhabbetle yönelmişlerdi. Nitekim Allahü teala, Sad suresi 43. ayet-i kerimesinde mealen buyurdu ki: (Tarafımızdan bir rahmet, akıl sahipleri için bir ibret olmak üzere, Eyyub’a bütün ehlini ve onlarla beraber daha bir mislini bağışladık.)

Altınlardan topladı Abdullah ibni Abbas diyor ki: “Resul-i ekreme, (Eyyub’a bütün ehlini ve onlarla beraber daha bir mislini bağışladık.) ayetinin manasını sordum. Buyurdu ki: - Ey İbni Abbas! Allahü teala, Eyyub’a hanımını verdi ve onu gençleştirdi. Yirmi altı oğlu dünyaya geldi. Hak teala, Eyyub’a bir melek gönderdi. Melek ona, belalara sabrettiği için Allahü tealanın selam ettiğini bildirdikten sonra, kendisine, “Harman yerine çıksın!” buyurduğunu söyledi. Bunun üzerine Eyyub harman yerine çıktı. Allahü teala, üzerine kızıl renkli bir bulut gönderdi. Eyyub’un üzerine altın çekirge yağdı.

Eyyub [aleyhisselam] eteğini açıp bu altınlardan topladı.” Hazreti Eyyub’un hastalığı afiyet haline dönüşünce, o gece seher vaktinde bir ah eyledi. Sebebini sorduklarında buyurdu ki: - Her gece seher vaktinde; “Ey bizim hastamız nasılsın?” diye ses duyardım. Şimdi o vakit geldi ve; “Ey sıhhatli kulumuz, nasılsın?” sesini duymadım. Bunun için ağlıyorum. Yine Eyyub aleyhisselama, “Bu uzun hastalık müddeti içerisinde, sana en zor ne geldi?” diye sorduklarında; buyurdu ki: - Dost ve düşmanların serzenişi, her şeyden daha zordur. Her peygamber gibi Hazreti Eyyub’un da mucizeleri oldu. Bunlardan bazıları şöyledir: Eyyub aleyhisselamın kavmi çok fakirdi. Eyyub aleyhisselama gelip koyunlarının çoğalması için dua etmesini istediler. Hazreti Eyyub da dua etti. Koyunları çoğaldı ve kırktıkları yünler ibrişim haline geldi.

Eyyub aleyhisselam kavminin hakimini imana davet ettiği vakit, o, “Evimin direksiz olarak durmasını sağlarsan iman ederim” dedi. Hazreti Eyyub da dua etti. Evin direkleri düşerek, ev direksiz olarak durdu. Hakim bunu gördüğü halde yine de iman etmedi. Onun maksadı iman etmek değildi. Zira o, Eyyub aleyhisselamın, bu isteğini yapamayıp, davasından vazgeçeceğini zannediyordu.

Fakat Allahü tealanın her şeye gücünün yeteceğini hesaplamıyordu. Eyyub aleyhisselam ömrünün sonunda, en olgun evladı olan Havmel’i vasi tayin etti. Techiz ve tekfin hususlarını ona ısmarladı. Zülkifl lakabı ile bilinen Bişr adlı oğlunun peygamberliğinde ihtilaf olunmuştur. Hazreti Eyyub’un kabrinin, Şam’da Beseniyye denilen yerde olduğu bildirilmiştir.

ŞUAYB ALEYHİSSELAM


Nesebi ve gençliği Şuayb aleyhisselam, Medyen ve Eyke ahalisine gönderilen peygamberdir. Hazreti İbrahim veya Hazreti Salih’in neslinden olduğu; anne tarafından Hazreti Lut’un kızına ulaştığı ve Hazreti Eyyub’la da teyzeoğulları oldukları rivayet edilir. İsminin Arapçada Şuayb, Süryanicede ise Yesrub olduğu bildirilmiştir. İsmi ve nesebi şöyledir: Şuayb bin Mikail bin Yeşcur bin Medyen’dir. Şuayb aleyhisselam Arabi konuşurdu.

Arabistan’da, Akabe Körfezi’nden Humus vadisine kadar uzanan Medyen bölgesinde doğup büyüyen Hazreti Şuayb, o kavmin asil bir ailesine mensuptu. Hatta; dedelerinden olan Medyen’in etrafında toplanan insanların kurduğu şehre, Medyen ismi verilmişti. Hazreti Şuayb’ın gençliği, Medyen kavminin arasında geçti. Bu bölge halkı sapıtıp azıtmış olduğundan; onların kötülüklerinden uzak yaşar, babasından kalan koyunları ile meşgul olur ve çok namaz kılardı. İnsanlara güzel huyları ve nasihatleri ile örnek oldu.

Medyen halkı Medyenliler, atalarının doğru yolundan ayrılmışlar ve kötü yollara sapmışlardı. Bu sebeple, bir olan Allahü tealaya ibadet etmeyi bırakmışlar; kendi yaptıkları putlara, heykellere tapmaya başlamışlardı. Medyen’in kervan yolları üzerinde bulunması, bölge halkını ticarete yöneltmişti. Bu insanlar, yaptıkları alış verişte muhakkak hile yaparlardı. Yiyecek maddelerini alırlar, yer altına doldururlar, pahalanınca fahiş fiyatla satarlardı. Ölçü ve tartı için iki değişik ölçek kullanıyorlar, alırken büyük ölçekle alıyorlar, satarken küçük ölçekle veriyorlardı. O zamanlar, para, ya sayılarak adet olarak veya tartılarak işlem görürdü. Medyenliler, alış veriş yaptıkları şahıslardan parayı tartı ile alıyorlar, kenarından kırptıktan sonra sayı ile başkasına veriyorlardı.

İnsanların yollarını keserler, onların mallarından belli bir kısmına el koyarlardı. Yol üstünde dururlar, bilhassa yabancı ve gariplerin mallarını çeşitli hilelere başvurarak ellerinden alırlardı. Sıhhatlerinin, boş vakitlerinin, yiyecek, içecek ve giyecekteki bolluk, fiyatlardaki ucuzluk ve emniyet içinde yaşamak gibi nimetlerin kıymetini bilip şükretmezler, ayrıca bütün bu nimetlere, nankörlük ederlerdi.

Hazreti Şuayb’ın Peygamberliği Medyenliler böyle zulüm ve sapıklık içinde hayat sürerken, Allahü teala, onları doğru yola davet etmek için, Hazreti Şuayb’ı peygamber olarak gönderdi. Şuayb aleyhisselam, onlara, Allahü tealaya şirk koşmamalarını ve yalnız Ona ibadet etmelerini; alış verişte, ölçü ve tartıda haksızlıkta bulunmamalarını, ahiret gününe inanmalarını, yeryüzünde bozgunculuk yapmamalarını söyledi. Eğer sözlerini dinlemez ve Allahü tealanın emir ve yasaklarına riayet etmezlerse, dünyada ve ahirette acı azaplarla karşılaşacaklarını da haber verdi. Azgın Medyen ahalisi Hazreti Şuayb’ın sözlerini dinlemeyip, azıttıkça azıttı. Kabilesinin kuvvetli olduğunu ileri sürerek, Hazreti Şuayb’a kötülük yapmak istemediklerini söylediler.

Fakat, ona inananları tehditten de hiç geri kalmadılar. Hazreti Şuayb, kavminin sıkıntı ve eziyetlerine rağmen, kavmini doğru yola davet etti. Hazreti Şuayb son derece düzgün ve etkili konuşurdu. Bu bakımdan peygamberlerin hatibi diye meşhur olmuştu. Onun böyle düzgün ve etkili konuşmasının ve son derece sabırlı davranmasının tesiri, az da olsa halk arasında kendini gösteriyordu.

Hazreti İbrahim’e indirilen suhuflarda bildirilen hususları, yani Hanif dininin hükümlerini tebliğ eden Hazreti Şuayb’ın peygamberliği, Şam’a kadar duyulmuştu. Allah aşkı ile yanan nice gönül sahipleri, akın akın onu görmek ve bildirdiklerine imanla şereflenmek için Medyen’e geliyorlardı. Allahü tealanın, felaketlerine sebep olarak verdiği mal ve sıhhatleri sebebiyle kendilerini kuvvetli zanneden müşrikler, Şuayb aleyhisselama iman etmeye ve ziyaretiyle şereflenmeye gelenlere mani olmaya çalışıyorlardı. Hatta, içlerinde en doğru kimse olduğunda hiç şüphe etmedikleri Hazreti Şuayb’ı, yalancılıkla suçlayarak, iman etmek için gelenleri ondan uzaklaştırmaya çalışıyorlardı.

Hazreti Şuayb’ı ve ona inananları, yurtlarından çıkarmakla da tehdit ettiler. Buna rağmen Şuayb aleyhisselam kavmine karşı bıkmadan tebliğine devam ediyordu. Kavmine dedi ki: - Ey kavmim! Allahü tealaya ibadet edin! Ondan başka ilahınız yoktur. Alış verişinizde, ölçü ve tartıda hile yapmayın! Ben sizin zenginlik ve refah içinde olduğunuzu, bu zenginlik ve bolluğa şükretmediğiniz takdirde, bu nimetlerin elinizden çıkacağını görüyorum. Bu hıyanetiniz sebebiyle, kıyamette cehennem azabının ve dünyada iken şiddetli bir azabın, sizi kuşatarak, hiçbirinizin kurtulamayacağından korkarım! Şuayb aleyhisselam; kavmini, “Ondan başka ilahınız yoktur!” buyurarak tevhide davet ettikten sonra, onları, en mühim hususiyetleri olan alış verişteki hileden vazgeçmeye davet etti. Sonra bu davet, ehemmiyet sırasına göre devam etti.

Medyen halkının, ölçü ve tartıyı eksik ve hileli yapmak adetleri olduğu için, Şuayb aleyhisselam tevhidden sonra onlara; “Alış verişinizde ölçeği ve tartıyı noksan etmeyin!” buyurdu. Şuayb aleyhisselam bu kötü huylarını terketmezlerse, Allahü tealanın, ihsan ettiği rahat ve zenginliği onlardan alacağını anlattı. Allahü tealanın azabını kendilerine tebliğ etti. “Bu hıyanetiniz sebebiyle, kıyamette cehennem azabının sizi kuşatarak, hiçbirinizin kurtulamayacağından korkarım!” dedi. Şuayb aleyhisselam, sözlerine devam ederek mealen şöyle buyurdu: - Rabbiniz tarafından size açık mucize geldi. Artık ölçüyü, teraziyi tam tutun! Insanların haklarını yerine getirmekte noksanlık yapmayın! Peygamberler ve onlara tabi olanların vasıtasıyla ıslah olmuş olan yeryüzünü, küfür ve hilelerinizle fesada vermeyin! Eğer benim sözümü tasdik ederseniz, bu söylediklerim sizin için hayırlıdır!

Hazreti Şuayb’ın davet esasları Şuayb aleyhisselam, kavmine, peygamberliğinin ve bildirdiklerinin doğruluğunu gösteren birçok mucize göstermiştir. Bu mucizeleri gördükleri halde iman etmemekte direnen kavmine, yine de imanı anlatmakta devam eden Şuayb aleyhisselam, “Artık ölçeği, teraziyi tam tutun!” diyerek, gördüğü en bariz kötü hallerini, diğer kötülüklerden daha önce nehye çalıştı. Az bir şey için eksik ve hileli tartarak hıyanet etmek, ahlaken de çok çirkin bir iştir. Bunun için Allahü teala, haram olduğunu bildirdi ve hiçbir özür bırakmadı. Böylece insanlara ölçü ve tartıyı tam yapmalarını emretti.

Şuayb aleyhisselamın davet ettiği hususlar iki esasta toplanmaktadır: Birincisi, Allahü tealanın emirlerini büyük bilmek. Bu esasa, tevhid ve peygamberleri tasdik de dahil olmaktadır. İkincisi ise, Allahü tealanın yarattıklarına acımaktır. Buna, eksik ve hileli tartma ile fesat çıkarmayı terketmek, kisaca insanlara eziyeti bırakmak girmektedir. Herkese faydalı olmak ve yardım etmek zordur. Fakat, herkese kötülük yapmaktan geri durmak mümkün ve lazımdır. Şuayb aleyhisselamın bildirdiği bu hususlar Kur’an-ı kerimde mealen şöyle bildirilmektedir: (Ey kavmim! Ölçekte ve terazide adaleti yerine getirin! İnsanlara, hakkı olan şeyleri noksan vermeyin! Günah işlemek suretiyle yeryüzünde fesat çıkarıcı olmayın! Eğer mümin kimseler iseniz [yani benim söylediklerimi kabul edip, tasdik ediyorsanız], Allahü tealanın helalinden bıraktığı kar, sizin için [Ölçü ve tartıda hile yaparak elde ettiğiniz fazlalıktan] daha hayırlıdır.

Ben sizin üzerinize bir muhafız değilim.) [Hud 85-86] Şuayb aleyhisselam böyle demekle, “Sizi kötü işlerden alıkoyacak gücüm yok ve yaptığınız kötü işlerden dolayı, ceza veremem. Yaptığınız kötülükler sebebiyle, üzerinizde bulunan nimetlerin elinizden çıkmasına da mani olamam. Ben ancak tebliğ edici, nasihat verici ve başınıza gelecekleri vadedilen azapla korkutucuyum!” demek istemiştir. Şuayb aleyhisselamın bu daveti karşısında kavmi yine iman etmemekte direndi ve çok namaz kılan Hazreti Şuayb’ı ibadet ederken gördükleri için, hakaret etmek niyetiyle bir saygı ifadesi bile kullanmadan dediler ki: - Ey Şuayb! Bizim babalarımızın ibadet ettiği

putlardan ve kendi mallarımızdan dilediğimizi eksik ölçüp tartmamızdan vazgeçmemizi, sana namazın mı emretti? Şuayb aleyhisselam senelerce kavmini bıkmadan, usanmadan Allaha iman etmeye, ölçü ve tartıyı tam yapmaya, insanların hakkını tam vermeye davet etti. Ayrıca; yollara oturup insanları tehdit etmekten, eziyette bulunmaktan, Allahü tealaya iman edecek kimselere mani olmaktan, iman edecek veya iman etmiş olanları şüphe ve tereddüde düşürmekten, eğri yola gitmelerini istemekten men ederek, onlara demiştir ki: - Sizin sayınız ve malınız az iken, sizi mal ve evlat ile çoğaltan Allahü tealayı zikredin! Sizden önceki ümmetlerden bozgunculuk edenlerin akıbetlerinin ne olduğuna bakın ve ibret alın!

Şuayb aleyhisselam, kavmine, Allahü tealanın onlar üzerindeki nimetlerini, geçmiş ümmetlerden iman etmeyenlerin başına gelenleri haber vererek, onları imana, taate, günahtan uzaklaşmaya teşvik etmesine karşılık, kavmi, iman etmemekte direndiler ve Şuayb aleyhisselamla alay etmek için dediler ki: - Halbuki biz seni rüşd ve hilm sahibi bir kişi olarak biliyorduk. Böyle iken sen atalarımızın dininden bizi nasıl uzaklaştırmaya çalışırsın? Şuayb aleyhisselam, kavminin cahil, inatçı ve alaylı sözleri karşısında şöyle cevap verdi: - Ey kavmim! İyice düşünüp bana cevap verin! Eğer ben, Rabbim tarafından ilim, hidayet, din ve nübüvvet ile gelmişsem veya Rabbim beni helal nimetler ile rızıklandırmış ise, yine hakkımda böyle isnatlarda bulunur musunuz? Ben, Allahü tealanın pek çok lütfuna kavuşmuş iken, Onun emrine karşı gelemem.

Rabbimin emir ve yasaklarını size tebliğ etmekten de asla vazgeçmem. Siz benim bu halimi niçin anlamıyorsunuz? Halbuki, sizin yapmanızı bildirdiğim hususları, ben de yerine getiriyorum. Sizin sakınmanızı bildirdiğim kötülüklerden en evvel kendim kaçınıyorum. Ben, yapmanızı ve yapmamanızı istediğim hususları gücüm yettiği kadar tebliğ ederek, sizin ıslah olmanızı isterim. Benim söylediklerim, sizin faydanızadır. Size bildirdiklerimi zorla yaptıracak güçte değilim. Muvaffakiyetim Allahü tealanın yardımı iledir. Ben, yalnız Ona tevekkül edip, bütün işlerimde Ona güvendim ve Ona sığındım. Çünkü her şeye kadir olan Odur. Ben ancak Ona dönerim. Onun lütuf ve inayetine, yardımına güvenirim.

Ey kavmim! Nuh kavminin suda boğulduğunu, Hud kavminin şiddetli rüzgarla savrulduğunu, Salih kavminin bir sayha, bir zelzele ile helak edildiğini bilmiyor musunuz? Bana olan düşmanlık ve muhalefetiniz, böyle bir belaya uğramanıza sebep olmasın! Ey kavmim! Lut kavminin başlarına gelenleri, zaman ve mekan bakımından yakınlığınız sebebiyle bilirsiniz. Onların başına gelenleri düşünüp, küfür ve isyandan vazgeçmeniz lazım gelmez mi? Ey kavmim, artık uyanın! Rabbinizden magfiret dileyin! Ona iman edin! Sonra tövbe ederek günahlarınızın affedilmesi için yalvarın! Başka şeylere tapınmaktan vazgeçip, yalnız Ona ibadet edin! Önceden yaptığınız günahlardan da pişman olup af dileyin! Şüphesiz ki, benim Rabbim çok merhametlidir.

Tövbe edenlere merhamet ve inayeti pek çoktur. Fakat azgın Medyen halkı söz dinlemedi. Şirretliklerini gittikçe artırıp, ona dediler ki: - Ey Şuayb! Söylediklerinden birçoğunu iyice anlayamıyoruz. Bunu alay maksadıyla söylüyorlardı. Çünkü Şuayb aleyhisselam iyi bir hatip idi. Açık ve net konuşurdu. Anlaşılmayacak hiçbir şey bırakmazdı. Kavmine, kendi dillerinde açık bir lisanla nasihat veriyordu. Kavminin insanları, Şuayb aleyhisselama düşmanlıklarından dolayı, onun açık ve net anlattığı şeyleri bile anlamadıklarını söylüyorlardı. Böylece; “Senin peygamberliğin ve Allahü tealanın birliği hakkında söylediklerinin doğruluğu bizce meçhuldür” demek istiyorlardı. Hatta diyorlardı ki: - Şüphe yok ki, biz seni aramızda cidden zayıf görüyoruz. Eğer senin aşiretin olmasaydı, elbette seni taşlayarak öldürürdük. Sen bize karşı bir izzet ve üstünlük sahibi değilsin. Üstelik sen, bizim sana yapacaklarımıza karşı koyacak güç ve kuvvete de sahip değilsin.

Ama biz, akrabalarının hatırı için, sana bir şey yapamıyoruz. Şuayb aleyhisselam; onlardan korkmadığını, kavminden gelebilecek bir kötülüğe mukabelede bulunmaktan çekinmeyeceğini, zillete sebep olan azabın kimlere geleceğinin ve kimlerin yalancı olduğunun yakında anlaşılacağını açıkça söyleyerek buyurdu ki: - Ey kavmim! İlmiyle, kudretiyle bütün yaratılmışları kuşatmış olan Rabbimi ve peygamberi olarak benim de Onun himayesinde bulunduğumu düşünmüyor da, aciz birer yaratık olan akrabalarımın hatırı için bana saldırmadığınızı söylüyorsunuz. Halbuki sizin yaptığınız işleri, ilmiyle çepeçevre kuşatmış olan Allahü tealayı hiçe sayıp unuttunuz. Ona ortak koşup, peygamberlerine ihanette bulundunuz. Onu, haşa, unutulmuş, arka tarafa atılmış bir şey gibi telakki ettiniz. Böyle kafirane bir kanaatte bulunmuş olduğunuzun farkında değilsiniz. Ey kavmim! Bütün kuvvetinizle dilediğinizi yapın! Ben de vazifemi yapıcıyım. Yakında Allahü tealadan azap gelince, kim zelil ve rüsva olur, yalancı kimdir, bileceksiniz. Şimdi azaba hazır olun! Ben de sizinle beraber, sizin azabınızı gözeticiyim. Hazreti Şuayb’ın, onların tehditlerine aldırış etmeyerek, herkese Allahü tealanın dinini anlatmaya çalışması karşısında, müşrikler; azgınlıklarına ziya desiyle devam ettiler. Allahü tealaya iman edenleri korkutarak, inançlarından vazgeçirmeye çalıştılar.

İnanmak için gelenlere, Hazreti Şuayb’ı kötülediler. Kavminin ileri gelenlerini, Hazreti Şuayb’a tabi olmaması için tehdit ederek dediler ki: - Şuayb’a uyarsanız, o takdirde muhakkak en büyük zarara uğramış kimseler olacaksınız! Fahreddin-i Razi hazretleri buyurdu ki: - Allahü teala, Medyen ahalisinin Şuayb aleyhisselamı yalanlayarak düştükleri sapıklığın büyüklüğünü bildirdi. Sonra, onların kendileri saptıkları gibi, başkalarını da saptırdıklarını beyan etti. Şuayb aleyhisselama uyanları kınadıklarını açıkladı. Medyen halkı dünyada ölçü ve tartıda hile yapmak suretiyle sapıklıkta son noktaya geldiler. Bu sebeple azaba, felakete uğramaya müstahak oldular. Bu kavmin insanları, puta tapmak esasına dayanan dinlerini ve insanların aldatılmasıyla elde ettikleri kötü kazançlarını terk etmeyi, büyük bir zarar zannediyorlar, başkalarını da böyle bir duruma düşmekten men ediyorlardı. Şuayb aleyhisselam kavmini davetten geri durmuyor, onlara nasihati hiç bırakmıyordu. Kavmi, iman etmedikleri gibi, imana gelenlere de mani oluyordu.

Bu duruma çok üzülen Şuayb aleyhisselam onlara şöyle diyordu: - İman etmek için gelenlerin yolları üzerine oturup, onları eziyet tehdidi ile korkutarak, Allahü tealaya iman etmelerine mani olmayın! Eğri yola gitmelerini talep etmeyin! Sizin sayınız ve malınız az iken, sizi mal ve evlat ile çoğaltan Allahü tealayı zikredin! Sizden önceki ümmetlerden bozgunculuk edenlerin akıbetlerinin ne olduğuna, Allahü tealanın onları nasıl helak ettiğine bakın ve ibret alın! Eğer içinizden bir kısmı benimle gönderilen şeye iman eder ve bir kısmınız inkar ederse, Allahü teala aramızda hakkı ortaya çıkarmak için, batıl yolda olanları helak etmek suretiyle hükmedinceye kadar sabredin! O, hakimlerin en hayırlısıdır. Şuayb aleyhisselam sözleri ile kafirlere gelecek azabı bildirmiş ve müminlerin de sabretmesini istemiştir. Kafirler, Hazreti Şuayb’ın bu güzel nasihatlerini yine dinlememişler; kibirlenerek bildirdiklerine inanmayı hakaret saymışlar; kendi dinlerine uymadıkları takdirde, Hazreti Şuayb’ı ve ümmetini memleketlerinden kovacakları tehdidini savurmuşlardı. Hazreti Şuayb’ın kavmi, iman etmeyi kibirlerine yediremeyen reisleri aracılığıyla dediler ki:

- Ey Şuayb! Seni ve sana iman edenleri, seninle beraber beldemizden çıkarırız veyahut kat’i surette bizim milletimize dönersiniz. Şuayb aleyhisselam şöyle cevap verdi: - Kerih gördüğümüz dine nasıl döneriz? Muhakkak ki, Allahü teala bizi hak dinle şereflendirip, batıl dininizden kurtardıktan sonra, sizin milletinize dönersek, Allahü tealaya yalan yere iftira etmiş oluruz. Dininize dönmek bize mümkün olmaz. Rabbimizin ilmi her şeyi ihata etmiş, kuşatmıştır. Bizi imanda sabit kılması, yakine ulaştırması hususunda ancak Allahü tealaya tam tevekkül ettik. Ya Rabbi, bizimle kavmimiz arasında hak ile hüküm ver! Sen hükmedicilerin hayırlısısın! Tefsir alimlerinin bildirdiklerine göre, Hazreti Şuayb’ın bu hususları söylemekten kasdı şuydu:

O sapık dine dönüldüğü takdirde, Allahü tealanın ortağı ve benzeri olduğunu iddia etmiş olmak lazım gelir. Allahü tealanın dininin hak din olmayıp batıl olduğuna ve o müşriklerin dinlerinin de, hakka yakın olduğuna inanmış olmak icap eder. Bu ise, en büyük yalan, muazzam bir iftiradır. Hakiki olan İslam dini terkedilip de batıla nasıl itikad edilir? Şuayb aleyhisselam, kavminin iman etmesinden ümidini kesince, Allahü tealaya dua etti. Hazreti Şuayb’ın duası, Kur’an-ı kerimde şöyle bildirilmektedir: (Ya Rabbi, bizimle kavmimiz arasında hak ile hüküm ver! Sen hükmedicilerin hayırlısısın...) [A’raf 89] Şuayb aleyhisselam bu sözlerini, Allahü tealaya tevekkül ve kavmine azab-ı ilahi gelmesi için beddua ile bitirdi.

Medyen halkının helaki Hazreti Şuayb’ın kavmi olan Medyen ahalisi, Hazreti Şuayb’a ve ona inananlara karşı düşmanlıklarını çoğalttılar. Şuayb aleyhisselamı ve ona tabi olanları öldürmeyi düşündüler. Onlar, zihinlerindeki kötülükleri fiiliyata dökmek için çalışırlarken, Hazreti Şuayb’ın duasından sonra Cebrail’in sayhası ve bir zelzele, onları hakir ve zelil kıldı. Hepsi yok oldular. Sanki onlar, o beldede yaşamamışlardı. Şuayb aleyhisselam ve ona iman edenler, kötülüklerden korundukları gibi, onların maruz kaldığı azaptan da kurtarılarak saadete erdirildiler. Allahü teala, bu azgın kavmin helak oluşunu Kur’an-ı kerimde mealen şöyle beyan buyurmaktadır: [Cebrail aleyhisselamın] sayhasıyla, onları zelzele alıp, evlerinde yüzleri üzerine düşerek helak oldular.) [A’raf 91] (Azap emrimiz gelince, Şuayb’a ve onunla olan müminlere rahmetimizle necat verdik ve küfürle nefslerine zulmedenleri Cebrail’in (aleyhisselam) sayhası yakalayıp, evlerinde helak oldular.

Sanki onlar, orada ikamet etmemiş, yaşamamışlardı. Semud kavmi, rahmet-i İlahiyeden nasıl uzaklaştırıldıysa, Medyen kavmine de öylece bir uzaklık verildi.) [Hud 94-95] Medyen ahalisi, böylece Hazreti Salih’in peygamber olarak gönderildiği Semud kavmine gelen azabın bir benzeri ile cezalandırılmıştır. Yalnız Semud kavmini altlarından, Medyen ahalisini ise üstlerinden gelen bir sayha helak etmiştir. Kavminin durumunu gören Hazreti Şuayb, onların iman etmeyerek buhale düşmelerine üzüldü. Sonra kendisini teselli etti. Bu husus Kur’an-ı kerimde mealen şöyle bildirildi: (“Ey kavmim! Ben, Rabbimin gönderdiklerini size tebliğ ettim ve sizin için nasihatte bulundum. Artık ben kafir olan bir kavme karşı nasıl fazlaca mahzun olurum?” dedi.) [A’raf 93] Elbette Medyen halkı, kendisinin bildirdikleri Allahü tealanın emir ve yasaklarına inanmamakla azaba müstahak olmuşlar ve küfürde ısrarlarının karşılığını görmüşlerdir.

Eyke halkı Şuayb aleyhisselam, kavminin helakinden sonra Medyen’e yakın; yeşillik, ağaçlık ve bolluk içinde bir şehir olan Eyke’deki insanlara, doğru yolu göstermekle vazifelendirildi. Eyke halkı, Medyen ahalisinin bütün hususiyetlerini taşıyordu. Her türlü azgınlık ve kötülük onlarda da vardı. Onlar da bolluk içindeydiler. Teraziyi onlar da doğru kullanmazlar, ölçüde hile yaparlardı. Alış verişlerinde karşı taraftakine muhakkak zarar vermeye, onu aldatmaya çalışırlardı. Alırken ucuz ve fazla fazla alırlar, satarken pahalı ve eksik verirlerdi. Yurtlarının, ticaret yolları üzerinde bulunmasından istifade ederek, yolcuları soyarlardı. Hepsinden kötüsü; puta taparlar, Allahü tealanın peygamberine iman etmek için gelenleri, niyetlerinden vazgeçirmek için Hazreti Şuayb’a yalancı derlerdi. İstekleri olmazsa, tehditte bulunup eziyet yaparlardı. Başkalarının geçeceği yerlerde dururlar ve insanlara sıkıntı verirlerdi.

Aslında Medyen halkı çoğalıp, şehirlerine sığmaz olunca, bir kısmı oradan ayrılıp Eyke’ye yerleşmişler, orayı imar edip, yurt edinmişlerdi. Medyen ahalisinin küfürde inat ederek helake uğramasından sonra, Şuayb aleyhisselam, Eyke halkını hak yola davet ederek dedi ki: - Allahü tealadan korkmaz mısınız ki, Ona isyan edersiniz? Ben sizin için emin bir peygamberim. Allahü tealadan korkun! Yasakları terk edip bana itaat edin! Ben sizden bir ücret de istemiyorum. Benim ücretim alemlerin Rabbindendir. Kileyi, ölçeği tam ölçün, eksik tartarak insanların haklarına zarar verenlerden olmayın! Doğru terazi ile tartın! Yeryüzünde adam öldürmek, zina etmek ve yol kesmek suretiyle bozgunculuk yapmayın! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Allahü tealanın azabından korkun! Eykeliler, bugün bile ticaret hayatında geçerli olan ve herkesin uyması gereken, en azından toplumların sosyal yapılarının temelini oluşturan bu nasihatlere kulak asmadılar, iman etmediler ve karşı çıktılar. Hatta Hazreti Şuayb’a dediler ki: - Sen defalarca sihre uğramış olanlardansın. Sen ancak bizim gibi bir insansın. Biz senin davanda yalancılardan olduğunu zannediyoruz. Eğer davanda sadık isen, üzerimize gökten bir parça azap düşür. Şuayb aleyhisselam, kavminin iman etmesinden ümidini kesince, Allahü tealaya dua etti. Bu duadan sonra, aniden Allahü tealanın emriyle sıcak rüzgarlar esti. İnsanlar evlerine kaçtılar. Fakat sıcak rüzgarların şiddetini artırması üzerine, kafirler çaresiz kaldılar.

Belki serinleriz ümidiyle insanlar akarsu bulunan yeşillik ve gölgelik yerlere koşuştular. Fakat günden güne artan hararet, akarsuları kaynatırcasına ısıtmaya; kızgın bir hale gelmiş olan taş ve toprak, insanların ayaklarını yakmaya başladı. Yüzleri rüzgarın tesirinden kıpkırmızı oldu. Fakat kafirler yine de küfürlerinde ısrar ettiler. Böylece ebedi felakete uğradılar. İnananlar ayrı yere çekilip, kafirlerin bu halini ibretle seyrettiler. Cebrail aleyhisselam bir bulut getirip şehrin dışında tuttu. Bulut sanki güneşi kaplamış, serinlik veriyor gibi idi. Kafirler bunu görünce, ötekilere de haber verip bulutun altına koşuştular. “Bir serinlik bulduk, altında gölgeleniriz!” diyorlardı. Çünkü sıcaktan iyice bunalmışlardı. Hep birlikte orada toplanınca; “Ey Eykeliler! Peygamberinizi yalanladığınız gibi, Rabbinizin acı azabını da tadın! Önünde secde ettiğiniz putlarınıza söyleyin, eğer güçleri yeterse sizi kurtarsınlar!” diye nida gelip, kafirlerin üstüne ateş ve kıvılcımlar yağmaya başladı. Bütün kafirler ve onlara ait şeyler, ağaçlar, taşlar bile yandı.

İhtiyarlık ve acizlik sebebiyle bulutun altına gelemeyen kafirler, hararetin sıkıntısıyla bir miktar da olsa, serinlemek için evlerine kapandılar. Fakat onlar da Cebrail aleyhisselamın sayhasıyla helak oldular. Sanki orada yaşamamışlar gibi onlardan da bir eser kalmadı.

Hazreti Şuayb’ın hususiyetleri Peygamberlerin hepsi, Allahü tealanın emirlerini ve yasaklarını bildirirken, aynı usulü kullanmışlardır. Bu usulde peygamberler, insanlara takvayı, Allahü tealanın emirlerine itaatı, ibadetleri ihlas ile yapmayı emretmişler; davetleri hususunda onlardan bir ücret talep etmemişler, ecirlerinin Allahü tealanın katında olduğunu bildirmişlerdir. Medyen halkı ile eshab-ı Eyke’nin peygamberlerini yalanlamaları ve inkarda aşırı gitmeleri üzerine, Şuayb aleyhisselam onların helak olmaları için dua etti ve Medyen ve eshab-ı Eyke helak oldu. Şuayb aleyhisselamın peygamber olduğu kavimlerden Medyen halkı Cebrail aleyhisselamın sayhası ve zelzele ile, eshab-ı Eyke de gölge ile helak oldu.

Şuayb aleyhisselam, kavminin helak olmasından sonra, tekrar Medyen’de yerleşti. İnananlardan birinin kızı ile evlendi. İki kızı oldu. Kızlar büyüdü. Kızlarından biri Hazret-i Musa aleyhisselam ile evlendi. Kendisi iyice yaşlandı. Bir müddet sonra Mekke-i mükerremeye gidip, oraya yerleşti. Daha sonra orada vafat edip, Zemzem kuyusu ile Makam-ı İbrahim arasında, Kabe’nin altınoluk tarafına defnedildi. Her peygamber gibi Şuayb aleyhisselamın da kendisine mahsus bazı hususiyetleri vardı. Bunlardan biri, insanları kırmadan, tatlı ve güzel bir lisanla onlara emr-i maruf yapmasıdır. Nitekim Resulullah efendimiz, güzel konuşmasından dolayı, ondan; Hatib-ül-Enbiya diye bahsetmiştir. Şuayb aleyhisselamın bir başka özelliği de, çok namaz kılıp, Allah korkusundan pek fazla ağlamasıdır. Allah korkusundan ve Onun rızasını kazanabilmek düşüncesinden o hale geldi ki, ağlamaktan neredeyse gözleri görmez hale gelecekti. Şuayb aleyhisselamın hususiyetlerinden biri de, alış verişte Allahü tealanın emir ve yasaklarına titizlikle uyması idi. Bu sebeple, başkalarının haklarının kendi üzerinde kalmamasına çok dikkat eder ve azami gayreti gösterirdi. Halbuki onun kavmi terazi ve ölçüde hile yapmadan duramazlardı. Zamanın geçer akçesi olan altın ve gümüş paraların kenarlarından kırparlar, alış veriş yaptıkları kimselere muhakkak zarar verirlerdi.

Hazreti Şuayb’ın mucizeleri Her peygamber gibi Şuayb aleyhisselam da peygamberliğini ispatlamak ve sözünün doğru olduğunu göstermek için mucizeler izhar etti. Bunlar karşısında, inananların imanı kuvvetlendiği gibi, bazı inanmayan kimseler de imana geldiler. İnatçı kafirler ise, onu, sihirbazlıkla itham ettiler. Hazreti Şuayb’ın mucizelerinden bazıları şunlardır: Birgün kavmi, Hazreti Şuayb’a dediler ki:

- Gerçekten peygamber isen siyah olarak doğmuş olan kuzularımızı beyaz hale getir! Şuayb aleyhisselam dua edince, duası kabul olunup; “Ya Hayy, ya Kayyum, ya Rahman, ya Samed, ya Sebbuh” ism-i şerifleri ile dua etmesi emredildi. Hazreti Şuayb böyle dua edince, kuzuların hepsi beyaz oldu. Yine bir defasında kavmi, Hazreti Şuayb’a gelip dediler ki: - Hak peygamber isen dua et de, şu dağlar ve taşlar kalkıp, yerleri dümdüz ovalık olsun! Şuayb aleyhisselam dua edince, cenab-ı Hak kabul buyurup, elini dağ ve taşlar üzerine koymasını emreyledi. Elini koyduğu her taş, toprak oldu. Oradaki dağ ve taşlardan eser kalmayıp, kavminin istediği gibi bir ova meydana geldi. Şuayb aleyhisselam, peygamber olduğunu Allahü tealanın emriyle açıklayınca; kavmi, koyun sahibi olmayan Hazreti Şuayb’ın, kendilerinin koyunlarını ellerinden almak için böyle bir yola başvurduğunu iddia ettiler. Şuayb aleyhisselam bunu duyunca, üzüldü.

Kendisine koyun ihsan eylemesi için Allahü tealaya dua etti. Orada bulunan taşlara eliyle işaret etmesi emrolundu. Hazreti Şuayb emredildiği şekilde taşlara işaret edince, o anda hepsi koyun oldu. Hazreti Şuayb’ın koyunları, kavminin koyunlarının birkaç misli fazla oldu. Şuayb aleyhisselam, bir defasında bir yerde bulunan taşların etrafında döndü. O taşlar bakır oldu. Bakırları işleten insanlar çok zengin oldular. Hazreti Şuayb’ın kavminin bulunduğu yerde büyük kum tepeleri vardı. İnsanlar onlardan çok sıkıntı çekiyorlardı. Hazreti Şuayb’dan bu kum tepelerini kaldırmasını istediler. Şuayb aleyhisselam da dua etti. Sonra eliyle işaret edince, Allahü tealanın izniyle tepeler, uçan kuşlar gibi kalkıp, kimsenin rahatsız olmayacağı bir yere kondular. Şuayb aleyhisselam bir dağa çıkacağı zaman, dağ küçülür; adeta bir deve gibi çökerdi. Şuayb aleyhisselam istediği yere çıkınca, yine eski halini alırdı. Hazreti Şuayb’ın mucizelerinden biri de doğru yoldan sapmış olan Eykelilerin, “Eğer peygamber isen, bizim üstümüze gökten bir parça düşür!” demeleri ve Hazreti Şuayb’ın bu hali Allahü tealaya arz etmesi üzerine, gökten azap inmesidir.

Önce sıcaklık artmış, daha sonra da serin bir bulut görünmüştü. İnsanlar, bulutun altına toplanınca, üzerlerine ateş yağarak hepsi helak oldular. Onların halini seyreden müminler ise hiç rahatsız olmadılar. Halbuki onlarla aralarındaki mesafe fazla değildi ve onları seyrediyorlardı. Hazreti Şuayb’ın peygamberliğine inanmayan Eyke halkı, ondan mucize istediler. Şuayb aleyhisselam da çevredeki putlara hitap edip dedi ki: - Rabbiniz kimdir? Ben kimim? Söyleyin! Taş ve ağaçtan yapılmış, cansız birer mahluk olan putlar, dile gelip dediler ki: - Rabbimiz ve yaratıcımız Allahü tealadır. Ya Şuayb! Sen ise Allahü tealanın peygamberisin! Bu sözleri söyleyen putların hepsi, yerlere düşüp paramparça oldular. Bu sırada şiddetli bir rüzgar esti. Kafirler kaçıp evlerine saklandı. Birçok kimse, bu mucizeler karşısında imanla şereflenip, Müslüman oldu. İnanmayanlar, azgınlıklarını daha da artırdılar. İnananlara eziyet etmeye kalkıştılar.
Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevap Son Mesaj
Hz.Adem A.S ile Hz.Muhammed S.A.V Arasında Kuranı Kerimde geçen tüm peygamberler Skoda Peygamberler 1 06.02.24 21:05
Rüyada Peygamberler Görmek NGB P-R Harfleri Rüya Tabirleri 0 02.11.23 13:02
Peygamberler hakkın da bilgiler Teyrebaz Peygamberler 2 09.04.23 02:32
Peygamberler Tarihi SiLence Tarih 7 22.08.21 00:28
Kur’an’da adı geçen peygamberler ve mucizeleri ugi Peygamberler 0 09.07.19 00:16


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 14:54.


Powered by vBulletin® Version 3.8.5
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
HavasOkulu.Com

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147