|
Sorularınız her türlü soruyu buradan sorabilirsiniz. |
|
LinkBack | Seçenekler | Stil |
#11
|
|||
|
|||
Atlaya atlaya en kötü
|
#12
|
|||
|
|||
Allah Razı Olsun sağolun
|
#13
|
|||
|
|||
Alıntı:
|
#14
|
||||
|
||||
Ayasofya’nın temeline başlanıp da tek mimar olarak İsidoros’un kalmasından ve arazinin sağlamlaştırılmasından sonra kralın da ivedilikle bitmesini istediğinden binlerce işçi gece ve gündüz demeden çalışmışlardır. Mimar İsidoros, kralın isteklerini temelde uygulamakla beraber kare şeklinde kazdırdığı temelin üzerine eski kiliselerin her birinde olduğu gibi yönü doğuya bakacak şekilde bir büyük mabet olarak Ayasofya’yı planlamıştır.Temel kazılıp da ortaya çıktıktan sonra mabedin planı üzerinde çalışmalara başlanmış ve her bir mimar kendince planlar hazırlayıp da mimarbaşına sunmak için çalışmıştır. Lakin bu planların hiçbiri kral tarafından beğenilmemiş kral hepsini geri çevirmiştir. Zira kralın zihnindeki mabet âlemin görmediği büyüklükte ve Süleyman Peygamber’in cinlere yaptırdığı ve cihanın hayran kaldığı Süleyman Mabedi’nden bile daha büyük ulu ve güzel bir mabettir. Zira o bilmekte ve inanmaktadır ki böyle ulu bir mabet yaptırırsa ismi âlemde baki kalacak, kendinden sonra gelenler ne ederse etsin ismini unutturamayacaklardır.Birkaç zaman böyle sıkıntıyla geçmiştir ki hangi şekilde olursa olsun kendine getirilen planları kral, kabul etmemekte ve bu sebeple de inşaata devam edilememektedir.Rivayet edilmiştir ki öyle vakitlerden birinde kral, mabedin nasıl ve ne şekilde yapılacağı ile dertlendiği ve bu hayal ile hayallendiği bir günün gecesinde yine bir rüya görmüştür. Rüyasında yine o nur yüzlü ihtiyarı karşısında bulmuş, tanımış ve hatta bu hâlin manasını anlayamamıştır. Kral, bu nur yüzlü aksakallı ihtiyarın elinde gümüş bir levha tutar hâlde insanın hayretini arşa değdirecek kadar büyük bir binanın içinde dolaştığını görmüştür düşünde. Ve hayretle yaşlı adama bakıp burada ne yaptığını ve o elindekinin ne olduğunu sorunca, ihtiyar:“Bu levha Ayasofya’nın planıdır.” demiştir. Kral “Ayasofya dediğin de nedir?” diye sormuştur hayretle ve ihtiyar: “Ayasofya dediğim bu yerde bina olunacak mabettir. Ezelden bu mabedin adı Ayasofya diye konmuştur. Ve şekli dahi böyle olmalıdır.” diyerek elinde tuttuğu levha üzerine çizilmiş planı göstermiştir de kral o dakika uyanmıştır düşünden.Bu rüyanın tabirini düşünüp ne hâle karşılık geldiğini bulmaya gayret etmiş ve bir yol bulamayınca da uyanır uyanmaz hemen Mimarbaşı İsidoros’u yanına çağırtıp gördüğü rüyayı ve hatırladığı kadar binanın şeklini anlatmak istediğinde mimarbaşının elinde tuttuğu levhayı fark edip ne olduğunu sormuştur.Anlatılan odur ki o gece aynı rüyayı İsidoros da görmüş ve uyanır uyanmaz gördüğü bina planını bir levha üzerine hemen çizmiştir. Ve elindeki levhayı krala verip rüyasını anlattığı vakit, kral “İşte benim de rüyamda gördüğüm şekil aynen buydu.” diye icabet etmiş ve Ayasofya’nın hem ismi hem de planı böyle belirlenmiştir. İsmin manasından sual olunduktan sonra eski mabetlere bir isim vermek daha ziyade yakınlarında bulunan bir ulu kişinin mezarından mülhem o azizin ismi ile isimlendirmekle olmuştur. Lakin bunun haricinde bulunduğu mekânın ve semtin ismi ile anılan ya da bir maksadı, gayeyi anlatan isimlerle de bilinen mabetler vardır. Bu maksatla bu arazide daha evvel inşa edilen mabede Megale Eklessia yani büyük kilise ismi verilmekle beraber Justinianus bu yapılacak yeni mabede bir maksadın ve gayenin ismini vermeyi yerinde görmüş ve rüya ile ilgili bahsedilen kıssa şayet gerçekse rüyasında gördüğü gibi ‘’Ayasofya’’ diye isim vermiştir. Bundan murat, şudur ki bu mabedi her kim anarsa ne sadece bir azize ne de şehre mahdut sanmasın da bütün her yeri ve herkesi kuşatsın. Ve Ayasofya ismi dahi “Tanrının Kutsal Bilgeliği” manasındadır.Gerçi bu isim ile ilgili başkaca kıssalar anlatanlar da vardır lakin en ziyade anlatılanı budur ve sahih olup olmadığı bilmek mümkün değildir. Amma şöyle bir rivayet de vardır ki Ayasofya’nın ismi ile ilgili anlatılan onlarca rivayetten yalnızca biridir.Anlatılmıştır ki Justinianus bir gün Ayasofya’nın inşası için temel kazılan arazide gezerken kendi kendine bu mabede ne isim vereceğini düşünmektedir. O anda oradan geçmekte olan meczup kılıklı bir kişi kralın gözlerinin içine dikkatli ve uzun uzun bakar. Bir müddet sonra da “Ayasofya” der ve ortadan kaybolur. Kral dahi bu olaydan sonra mabedin isminin Ayasofya olmasına karar verir. Bundan başka onlarca rivayet olmakla beraber bu bir rivayettir, anlatılır.
__________________
Yunusça sevgimizden anlamayana cevabımız Yavuzca olacaktır... |
#15
|
|||
|
|||
Alıntı:
|
#16
|
|||
|
|||
Bu videodaki adam depremden 2 gün önce herkesi uyarmıştı
|
#17
|
||||
|
||||
Asıl olan bin iki yüz dört yılında dördüncü Haçlı Seferi sırasında oldu. Kudüs’e gideceğiz diye yola çıkan Haçlı askerlerinin yolu nasıl olduysa İstanbul’a düştü. Ve gelip İstanbul’u kuşattılar. Uzun süren kuşatma sonunda da yıktıkları bir sur gediğinden İstanbul’a girdiler. Önlerine çıkan kim olursa canice öldürdüler. Kadın, çocuk, yaşlı demeden katlettiler. Hatta bazı kaynaklar her bir yanda insan parçaları olduğunu, kanların su gibi aktığını yazarlar. Asıl hedeflerinde Ayasofya vardı. Zira rivayete göre Hristiyanlığın kutsal emanetleri Ayasofya’nın içine gizlenmişti ve Haçlıların asıl maksatları onları almak ve Roma’ya götürmekti. Ve azgın sürüler gibi Ayasofya’ya girdiler ve her yanı yağmaladılar. O vakitler Bizans çok zenginmiş derler. Her yanına serpilmiş kubbeler varmış ve gören gözler tekrar tekrar bakarmış. İşte Haçlı askerleri ne buldularsa almış,
yağmalamış, yakmış, yıkmışlardı. Ayasofya’nın içinde ettikleri rezillikleri anlatacak değilim. Ama yaklaşık altmış yıl boyunca burada kalmış ve geride bir enkaz bırakmışlardı. Ayasofya’daki tarihi yağmalayıp, buldukları her şeyi çalmışlar, insanların canlarını almışlar ve hem İstanbul’u hem de Ayasofya’yı harabeye çevirmişlerdi. Arkalarında yıkık dökük bir şehir ve mabet bırakmışlardı. Hatta Ayasofya’ya bir de utanç hatırası bıraktılar. Ayasofya’nın üst katında bir mezar taşı var üzerinde Henricus Dandolo yazıyor. İşte o Dandolo İstanbul’u ve Ayasofya’yı yağmalayan o Haçlı askerlerinin başında komutanlık eden Venedik Doçu. Yani adam o kadar rezillik ve barbarlık yapmış ama hâlâ onun ismi her yanında bütün sefillikleri yaptığı ya da yaptırdığı Ayasofya’nın içinde bir utanç nişanı gibi duruyor. Bunca zulmü gördükleri içinde Bizans halkı İstanbul’da Latin başlığı görmektense Müslüman sarığı görmeyi yeğleriz demişlerdi .
__________________
Yunusça sevgimizden anlamayana cevabımız Yavuzca olacaktır... |
#18
|
||||
|
||||
Sultan Vahdettin biliyordu ki Ayasofya elden giderse ta Orta Asya’dan gönüllerindeki mefkûre ile çıkan ecdadın Nizam-ı Âlem davası çökecekti. Ayasofya’nın kubbesi o davanın kubbesiydi ve bu emanet onun omuzlarındaydı, buna müsaade edemezdi. Ve etmedi de o zaman. Yoksa çoktan karar vermişlerdi Ayasofya’yı kiliseye çevirmeye. O işgal yıllarında Katolik Kilisesi ve Patrikhane, Ayasofya’yı kiliseye çevirmek için bir karar aldılar. Ve ciddiydiler bunu yapacaklardı. Ama karşılarında aynen Binbaşı Tevfik Bey gibi birileri daha vardı: Mim Mim Teşkilatı... Hani çok bilinen Teşkilat-ı Mahsusa var ya onun yerine kurulan bir teşkilat. Asıl adı Müsellah Müdafaa-i Millîye... Ama daha çok baş harflerini kullanarak kısaltıyorlar. Yani: Mim Mim...İşte bu teşkilat Ayasofya’yı kiliseye çevirme planından haberdar olunca bir bildiri yayınlıyor. Eğer Ayasofya Camii’ne haç takmaya teşebbüs edilirse bombalayacaklarını hatta kubbesine ve dört minaresine bombaların konduğunu söylüyorlar. Ve bunu yapacak güçleri de var. Onun için de çekiniyor işgalciler ve en azından o zaman için bu sevdalarını erteliyorlar.
__________________
Yunusça sevgimizden anlamayana cevabımız Yavuzca olacaktır... |
#19
|
|||
|
|||
Alıntı:
|
#20
|
||||
|
||||
Ayasofya Camii’ne karşı yapılacak bir hareket ile tecavüzleri önlemek görevi Hücum Taburu Komutanı Binbaşı Yenibahçeli Şükrü Oğuz’a verilmişti Üstün kuvvetlerle hücum karşısında direniş kırılacak olursa, minarelerine çan, kubbesine haç takmalarına fırsat vermeden Ayasofya Camii, dinamitle havaya uçurulacaktı.’ Ancak işgal kuvvetleri ve bu heveste olanlar uyarının ciddi olduğunu kavradılar. Bu sayede İstanbul’un işgali sırasında Ayasofya’ya bir tecavüz meydana gelmedi. Bu eşsiz eser de günümüze kadar ayakta kalabildi. (YENİBAHÇELİ ŞÜKRÜ BEY’İN HATIRALARI Yaşar semiz, Ömer Akdağ Çizgi Yayıncılık)
__________________
Yunusça sevgimizden anlamayana cevabımız Yavuzca olacaktır... |
|
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevap | Son Mesaj |
Yedinci boyut | Yafes | Astral Seyahat | 9 | 13.09.23 12:01 |
ÜÇÜNCÜ BOYUT: ( Bulunduğumuz Boyut ) | Yafes | Astral Seyahat | 2 | 12.10.18 19:33 |
ikinci boyut (içgüdüleriyle hareket eden varlıklar) | Yafes | Astral Seyahat | 1 | 12.10.18 19:29 |
Birinci boyut (ilkel varlıklar boyutu) | Yafes | Astral Seyahat | 1 | 12.10.18 19:25 |
Boyutlar hakkında(genel) | Yafes | Astral Seyahat | 1 | 12.10.18 19:22 |